6 Temmuz 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

6 Temmuz 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 TEMMUZ — 1938 Bir donanma günüydü. Resmi geçit- ten dönüyörduk, Kordon boyundan ge- Şerken bütün gemiler düdüklerini öt- latdîm alkış ve könfeti yağıyordu. Bölüğümün başında, kılcımı şakır'da- farak, sert adımlarla yürürken konfeti Ve alkış yağdıran evlere bakıyotdum. __Ansmn bir sarr baş ve bir çift yeşil Bözle karşılaştım. Kenarlarından renkli Japon fenerleri Sarkan bir pencerede, kızıl bir atlas Perdenin arkasına gizlenen bu zarif sa- Tışın baş, kılıcını sürüyen, omuzlarına ra:la.k Sarı apuletinin sırmaları dökü- _ıfğ Ş$ık ve mağrur zabiti dikkatle süz- Göz göze geldik. Genç kızın, atlas P'-_'»-enin ucuyla yarı gizlediği beyaz, değirmi bir yüzü vardı. | ; çüneşe bakarken kısılan yeşil göz - Eri kırR[şan iki yıldıza benziyordu. : Hayalimde yaşıyan ideal genç kız tibi buydu. Binlerce &l durmadan şakırdıyor, dü- ükler ötüyor, koönfetiler yağıyor, mi- zika çalıyor, â Gö_nlüme yığılan dertler, elemler bir- f*“btre eridi, İçimde ucsuz, bucaksız ") bosluk oldu. Öyle bir ferahlık, öyle bir sevinç düydüm ki... . tarîlmdi' mızıkaya uydurarak adım a- Sn, mahmuzlarım kırılırcasına — şı- irdiyor, kaldırımda sürünen kılıcımın 81 ' dıîmadan topuzu bacaklarımı dövüyor- * çe | DuG“C “.Kordon boyu,, na çıktım. | nerîglfn bir yaz akşamıydı. Kâğıt fe- Siş “Tin, kandillerin renkli ziyaları, * J'îmlarca yıldızın yakamuzlandırdığı Msiyah durgun denizde, yorgun yor- Bun Uzanıyor, kıvrılıyordu.. | U_Zâklarda hoplatıcı bir lâterna sesi.. 4 dizde türküler. Karşıyakada — kalın Taşık çizgi gibi aheste aheste yürü - “N feneralayı.. yle mes'udüm ki... İk ü_türken düşünüyordum: Bu benim Ci asşkım oluyordu. Ufak tefek gö- 0 *ğlencelerini saymıyorum. türdüler, Defne dallariyle süslü bina- | İlk aşkım, mütemadi zelzelelerin ha- rabeye çevirdiği, Anadolunun uzak bir kasabacığında doğldu. Babam zabitti. Sıra sıra söğüçlıârîn arasından akan yarı kuru bir derenin kenarında, nasılsa yıkılmamış toprak damlı bir evde öturuyorduk. Biraz ilerimizde, iki katlı kiremitli bir ev vardı. Burada mutasarrıf cturur- du, Mutasarfrıfın, sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yanaklı, bebek kadar güzel kı- zınt, ilk defa bir kara dut ağacında gör- düm. Karşılaş şımız tuhaf oldu: Babamın neferi Soysuzla, Pinarba- şından dönüyorduk. Soysuzun altında fıstık gibi besili bir ktr at vardı. Ben o gün babamın uzun yeleli, uzun boyun- lu, altın renkli kısrağına binmiştim, Soysuzla, kıvrıla kıvrıla uzanan dağ sllarında uzün uzun yarış etmiştik . İkimiz de yorgunduk. Mutasarrıfın büyük bahçesi önünden geçerken, ker- piç duvarın üzerinden sarkan dallar- daki karadutlar beni imrendirdi. Kız- sağımın dizginlerini kastım. Arkadan gelen Soysuza döndüm: — Soysuzcuğum, bizim “Altınbaş,, buradan öteye bir adrm bile yürümem de yürümem diyor.. Ürktü mü ne?. Dedim. Ah benim iyi kalbli Soysü - suz., Şeker gibi bir adamdı. Sinsi sinsi gülerken ; —Anladım küçük beyim, anladım - diyordu. - Ama mutasarrıf bey görür de Bey babana söylerse karışmam ha!. Hemen kısrağımı duvar dibine sür - düm, “Eğer” in üzerine çıktım ve baş- ladım yemeğe.. .. Zavallı Soysuzun, hep: — Aman küçük beyim dikkatli ol, üstün başın lekelenmesin.. Sonra anne- ne ben ne derim?. Diye içi içine geçiyordu. - * ' Bir donanma | günü idi Ben de ona: — Sen hiç merak etmek Soysuzcu- ğum, Bir tarafımı bile lekelemem!.. Diyordum. Amma, ellerim kırmızılı siyahlı ol- t©üştu. Birdenbire koca dut ağacının Süheylâ Şefik tâ tepesinde bir hışırtı oldu, Sonra bir fıkırtı, bir gülüş.. Bir de başımı kaldırayım ki, mu- tasarrıfın kızı değil mi? O da benim kadar vardı. On, on iki yaşlarında.. : Sarı saçları, omuzlarına dökülmüştü. Karadutun lekeleriyle nakışlanan pem- be beyaz yüzü ne kadar sevimliydi! Ben utatnıcımdan süt dökmüş kedi gi- bi sinerken, mutasarrıfın luzı gevrek Biz buram buram terler- a İngilterede bu yaz kar yağan bir şehirde manzarası! İngiltere daima yağmurlu ve oldukça söğük bir memlekettir. Fakat temmüuzda kar yağdığı bu seneye kadar görülme- miştir. Soön günlerde Tİngilterenin — yukarda bahsettiiğimiz havalisinde mütemadiyen Temmuzun ilk gün- lerinde biz burada buram buram ter « lerken, hararet göl- gede 35 şe çıkar - ken İngilterede kar _' yağıyor... Bilhassa temmiü . — zun ikisinde İngil « ; terenin — büyük bir - kısmı ve bütün Gal havzası şiddetli bir “ soğuk dalgasma uğ- ramış ve birçok şe. hirlere, bu arada en fazla — Linkolnşer kontluğuna kar yağ mıştır. ; yağmur yağıyordu, Şefild'de bir buçuk saat içinde koca nisan ayındakinden faz- la yağmur yağmıştır. Karda Linklonşer ve havalisinde yerde 2.5 santim kadar bir kalınlığı bulmuştur. O taraflarda havalar hâlâ fena gitmekte. dir.. ken ingiltere'de kar! bir temmuz günü kşhkahalarlâ, Soysuz da omuzlarını kıistirip düdaklarını ısırarak kıs kıs gü- lüyordu. İlk aşkım Anadolunun bu harap ka- sabacığında, büyük karadutun üzerinde doğdu, Bazı günler, Nimet, ben, Soysuz, at- larla Pımmarbaşına giderdik. Soysuz, bizi eğlendirmek için, öyle oyunlar oynarldı ki, gülmekten katılırdık. Bazan, enların evinde, Nimetin be- bekleriyle oynardık. O karım olurdu... Bir de yattığı zaman gözlerini yuman taş bebek vardı. Bu da çocuğumuz.. Bazan da mahalledeki çocuklarla be- raber saklambaç oynardık. Bir gün, gene böyle bir oyunida, Ni- metle beraber, bir evin harap bodrumu- na saklanmıştık. O gün Nimet sarısaç - larinı ördünmüş, kirmızi bir kordelâ ile bağlatmıştı. Birdenbire ba an o ka- dar güzel göründü ki, gayri ihtiyari kollarımı boynuna doladım. Bu küçük sarı başı göğsüme çekerek yüzünü, gö- zünü, dudaklarını, rast gele, öpmeğe başladım, Diyebilirim ki, ben öpüşün tadınrı, toprak damı çökmüş yıkık evin boklrüu- munda, küçük Nimetin dudaklarından aldım, Aradan bir sene geçmeden, mutasar- rifi başka bir yere tayin etiler. Ağlıya ağlıya ayrıldık, Anadolunun bu uzak kasabacığında doğan ilk aşkım gene orada gömüldü. (Sonu yarın) HALK OPERETİ Perşembe günü Bey. koz iskele — tiyatro. sunda, Büyük operet 3 perde Cuma günü akşamı Bebek belediye bah. çesinde, Cümartesi günü ak- şamı Anadoluhisarı idman yurdu bah . çesinde, Pazar — Beylerbeyi iskele tiyatrosun - da büyük oöperel 3 HALKK OPLRLTİ 64 BÜRİDAN — M? Bir mum verdirerek Paris sokakla- tında dolaştırdığınızı sormüyorüm. Könt titredi ve sendeledi. Bigorn devam etti: — Benim gibi sizin de hatırlamanızi istiyorum. An dö Draman ve küçük Ja- hın hayalleriyle yapacağın bu uzün se- Yahut tam sizin istediğiniz bir seyahat olacak.. Kont şaşkın bir halde kekeledi; — Cinayetim! Hakiki cinyaetim!.. — Ne güzel. ,Görüyorum ki yavaş Yavaş anlamıya başladınız. İyice "a- tırlıyorsunuz değil mi?, An hançerle Vüurulmuştu ve ölmemişti. Fakat bana Pek merak oldu © küçük Jan! Acaba o he oldu?, Valuvainledi., — Oğlunuz Jan, küçük Jan, mon - lıen_yör Valuva.. Acaba © ne oldu, der- I.imılî?' O |he kadar da güzeldi. Sevim- bi b'îmf bir tebessümü vardı. Melek gi- ! Dir çocuktu doğrusu, Kendisini nebre vallıcık. dar da ağlıyordu, za- Kont: — Yetişir! Yetişir artık! Bigern ba- ha acıyorsan susl., ;;k Okağar ağlıyordu ki zavallı yav- Gi * Görseydiniz yürekler parala- ;.h- Anasını da hançerle yaralamış - rk. Hep babasını Çağrıyordu, götü- btn.. Evet monsenyör kont.. Hep _aımı çağırıyordu. Valuva hıçkıra hıçkira ağlamıya baş- la i —dfı:" Bîr_şeyler mırıldanıyordu. Büri - A he söylediğini anlamak için başını ha Yiklaştırmıştx; Yü Tü be;kîıh —ddiyordu. - Öleceğim sırada den de yaralayan sefil,, Ha- ft çîıl;l:'lîıkî ciıîaxetini hatırlatan se- Bö myomî MU görür gibi — oluyorüm, Onu., Ufacık kollarını bana Plüni VU-z yaklaşıyor.. Uzaklaştırınız o- ea Slaştırınız, , Bündan. NT — Demek, - dedi. Çocuğunuzu öldür- düğünüz için nedamet duyuyorsunuz? Yaşama kuvvetini böyle kaybettiği bir sırada kont: — Evet.. Ohli.. Evet, dedi. — © halde sizi affedeyim. Va'uva moraran yüzünü kaldırarak: — Beni af mı edeceksiniz?. -- Evet.. Sizi azap çekmeniz için ya- şatmak istiyorum. Fakat önce vaad e- diniz., Fidyei necat olarak ne vereceksi- niz, bana?, Kont fidyei necatı işidir işitmez ha- kiki bir ümide düştü: — Ne isterseniz! Ne kadar isterseniz| — Çikar ipi boğazından Bigorn!. Lansölo beklediği emri yerine getir- di. Fakat yiğitliğe leke sürmemek için bir kaç küfür savurmayılda unutmadı. Büridan devam etti: — Şimdi hayatmızı bağışlamama mu- kabil sizden ne istediğimi söyliyeceğim. Siz Tamplde bulunmadığınız zaman- larda işlerinize kim bakar?. Valuva, Büridana hayretle baktı.. Bu bakışta kendisine böyle bir sual soran adamın zengin olmaktan başka düşün- celeri bulunduğunu anlatan bir hal var- di.. — Kim bakacak? Yüzhbaşı!.. — Bu yüzbaşı yazacağınız ve imrza- layacağınız şeyleri yerine getirir mi? — Körü körüne.. — Yani emir ne olursa olsun?. — Kaleyi yakmak, Lüuvr sarayını hücum etmek için bile olsa, Büridan sevincini gizlyeyemedi: '— Şu aydınlık yeri görüyor musu- nuz?, Orada bir masa, üzerinde kâğıt ve mürekkep var.. Masa başırıda da de- min iki arkadaşınızı temizliyen dostla- rum oturuyor. Şimdi benimle oraya ge- le.eksiniz. Kurtulmanız için size yazdı- racağım emri yazacaksınız, Ben yaza - cağınız şeyi yapmak için şehre girece- ğim.. Siz de ben dönünciye kadar bu- BÜRİDAN 6i Şüphelenen bir ses: — Kimsiniz? diye sordu. — Jan Büridan.. — Vay siz misiniz?. — Evet, mönsenyör, sizi tanımak için adınızı sormıya ihtiyacım yok.. — Söyle bakalım teklifin ne?. — Burada değil monsenyör! Kapıya pek yakın. Bir kapı hem dinler, hem görür. Hattâ bu kapı mezar kapısı bile olsa., Kapdlardan çekinmek lâzımdır , monsenyörl!. Büridan bunları söylerken kulübe- lere doğru yürümiye başladı. Üç atlı da küçük bir tereddütten sonra onu takip ettiler. Büridan durdu. Onlar Mda atla- rından indiler. Bu sırada Büridan: — Yalnız gelmediğinize iyi etmedi - niz. Yanınızdaki asilzadeleri geri gön- iderseniz çok iyi olacak., - dedi. — Onlardan gizli hiç bir şeyim yok. Dostlarımdır. onlar — Söyleyeceklerimi yalnız size söy- lemek isterim monsenyör|! ÂAsilzadeler- den gizli bir şeyiniz bulunmaması be- nim de bulunmamasını icap etiirmez, Valuva etrafma şüphe dolu gözlerle bakarak: — O halde sizi dinlemeden gitmeyi tercih ederim. — Hayır Monsenyör! Gidemezsiniz. Size söylemek istediğim şeyi dinleye - ceksiniz. Arkadaşlarınız gitmek iste - mezse ben göndermenin yolunu bulu- rum., Kontun yanındakiler: — Edepsiz. - diye bağırdılar. - Bü ne demek?.. Bu sırada bu iki adam hançerlerini çekerek Büridanın üzerine yürüdüler. Büridan: — Bazoş! Galile!. - diye bağırdı. - Ve o dakikada Valuvanın üzerine atı- larak onu kolları arasında sıktı. Giyomla Rike kılıçlarını kaldırarak kulübeden dışarı fırladılar, Lansöla ortada görünmüyordu. Giyom: — İki kişi! Sen şöyle dür Rike! On- ları ben şişleyeyim.. - diye gürledi,. Rike: — Çekil oradan bel.. Ben bir dür- tüşte ahirete gönderirim, diye homur- dandı. Kralla, imparator, biribirlerini iterek homurdanarak her biri bir düşmanın karşısına dikildi. Sonra şiddetle hücu- ma geçti. Sol elleriyle hançerlerini sağ- lariyle kılıçlarını tutuyorlardı. Gecenin sessizliğini müthiş kılıç şakırtıları boz- du, karanlık biribirine çarptıkça kılıç- lardan fışkıran kıvılcımlarla aydınlanı « dı. ' Bürrask: — Sakının kendinizi! diye bağırdı, Kılrcı boğazınıza saplıyorum. Odriyo: — Dikkat et asilzadem işkembeni değiyorum. - diye haykırdı. Valuvanın arkadaşları kendilerini cidden büyük bir metanetle müdafaa e- diyorlar, saldırıyorlar, siper alıyorlar, Fakat hiç bir şey söylemiyorlardı. Birinci olarak Giyom rakibini yere sermişti: — Hüda hakkı için öldünüz asilza- dem - dedi. - Bunu zaten size haber vermiştim.. Hemen o dakikalarda Rikenin rakibi de yere serildi. ğ — Çok müteessirim, ne yapayım, He- di. Çoktanberi bir asilzadenin karnınr deşmek arzusundaydım. İki arkadaş işlerini bu suretle gör - dükten sonra külübeye doğruldular: — Şimldi sıra içkiye geldi!. - diye ba- gırdılar. . Kulübeye girerlerken kılıçlarını kım- larına koymuşlardı. Çinko bardaklar dolduruldu. Zarlar ortaya çıkarıldı. Bir kaç saniye sonra da: — — Dört, beş., Çift iki.. Rike! Haydi benim asilzadenin kesesine,

Bu sayıdan diğer sayfalar: