11 Mayıs 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aN Bu İı;mara başka birisi gi çeviren: Fr.K L rmeğe kalkarsa fabrikada imdat düdükleri çalar — Löâzım ama emretmek kâfi değil ki,.. Garip bir adam şu Danyel Gude.. Müthiş bir zekâ, mühim bir teknisyen, fakat kafasını sulheu ideoloji ile dol- durmuş. Harp için çalışmak mevzuu- bahs oldu mu inadını yenmek kabil değil.. Verdiğiniz talimat üzerine kendisi- ne evimi açtım, Kibar, fakat çok soğuk davranıyor. Çekingen bir hali var. Neden, kim- den çekiniyor? Bilmem. — Mektupları? Mektup yazmak ser-. bestisini elde ettikten sonra yazdıkla- rını kontrol etmeli idiniz. — Yazdığı yok ki., Mektüp aldığı da. dok. Kimseye kendi halinden bahset- miyor; kapalr, kabuğunun icine çekilmiş bir adam... Askerlerden hiç hoşlanmı- yor, mülâzim fon Kaşrild ile arası müthiş açık.. — Fon Kaşrild onun pilotu değil | mi? — Evet Stabilizatörün tecrübeleri dolayısile mecburen beraber: çalışıyor- lar. Güde uçmasmı bilmiyor, sadece teknisyen.. Bizim zabite gelince fev- kalâde mahir bir pilot, ikisi birbirle- rini tamamlıyorlar. Onlar da bunun farkında ve işte bu sebeple yalnız iş başında birbirlerini anlıyorlar ve tak- dir ediyorlar, — Tecrübeleri ne safhada? — Neticelenmek üzere, — Mükemmel, Yeni stabilizatörle' mücehhez ilk tayyareyi ne zaman çı- karabileceksiniz. * — İki veya üç haftaya kadar. — Bravo! Hatrp tayyareciliğimiz için fevkalâde bir faikiyet elde etmiş olacağız. — Kazanç beynelmilel tayyarecilik için general!. — Ne diyorsunuz? — Guüde, keşfini bizim hava kuvvet lerimizin inhisarında brrakmaktansa âleti tahrip etmeği tercih eder sanı- rım, Zaten o şartla hizmetimize girmedi mi? Siz benden daha iyi biliyorsunuz, General fon Rogviç bir gözünü kır- parak ,arkadaşına manalr manalı bak- tı ve cevap verdi: | — Biliyoruz fakat., - General İzenştayn de müsterih ol- mMmuştu. Memnunane anlattı: — Ben de ihtiyatlı bulunuyorum. Tecrübesi yapılan tayyarenin bir eşini İnşa ettirdim. Gude ,herhangi bir ka- za dolayısile tayyarelerden birinin Mmahvolması ihtimalini ileri sürmem üzerine bunu kabul etti. Bu tayyare- HİS.| | (ASK — Basit. Yalnız bunu düşünebilmek USTIRAP VE lerden birisile günlük tecrübeler yapı- lıyor. Öteki ise ayrı bir hangarda mu- hafaza altında.. Bu hangara müsaa- dem olmadan kimsenin girmesine im- kân yoktur. Anahtarı yâalnız benimle kızımda.. Başka birisi girmeğe teşeh- büs eder, meselâ kapıyı zorlarsa bü- tün fabrikada imdat düdükleri çalma- ga başlar. — Mükemmel! — Hayır, aldığım ihtiyat tedbirle- rinin hepsi bu kadar değil., İzenştayn, söylediklerini — duvarla- rın duymasından bile endişe edermiş gibi, fon Rogviçin kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. İstihbarat teşki- lâtı reisi, onun sözü tamamlanınca ba- gırdı: — Bravo! Demek tayyareyi biri ka- çırmağa teşebbüs ederse.. Cümlesini tamamlamadı, elile su- kutu gösteren bir işaret yaptı. — Evet. Birinci tayyareye, bazı tec- rübelerin yapıldığı makineye gelince, o cihetten müsterihim. Bulunduğu hangarm yegâne anahtarı ancak fon Kaşrild de.. Her tecrübeden sonra tay- yarenin benzini boşaltılıyor ve mah- sus kabili nakil şekilde hazırlanmış | olan manyeto makineden almıp götü- rülüyor. Ayağa kalkarak devam etti: — İsterseniz “Uçan torpil,, in tec- rübelerine gidelim. — Hay hay. — O halde müsaadenizle emir vere- yim, — Rica ederim. Direktör telefonu açıp konuştu: — Stup.. Sen misin? Tecrübede bu- lunacakların hepsini “bekleme odası,, nıda topla.. — — Evet, evet hepsini.. Fransızı da tabil, Biz de şimdi geliyoruz. Telefon kapandı. Fon Rogviç, hay retle onun yüzüne bakarak izahat bek- lemekteydi. : — *“Bekleme odası,, sizi alâkadar etti galiba? — Evet. — Hiç kimse “bekleme odası,, ndan geçmeden fabrikaya giremez ve fah- rikadan dışarı çıkamaz, Bütün işçiler günde dört defa buradan geçerler. — Peki ama niçin? — Bu suali şimdiye kadar kimse sormadı., Disiplin deyip geçtiler. Fa- kat siz, tabil, sorabilirsiniz. “Bekle- me odası,, uzun hir koridor ve “K şu- ar,, dediğimiz şualarım tesiri altında- dır. Bu şüa, ziyaya karşı hassas her FACTA İROMANI || b için — nisbeten — türlü kimyevi maddeye tesir eder. Anlıyorsunuz değil mi? — Hayır, — Gayet basit. Müstahdemlerimiz arasında casusluk yapmak istiyen ve küçücük bir fotoğraf makinesile fab- rikada fotoğraf almağa muvaffak o- lan birinin bulunduğunu farzedin. Bu adam “bekleme odası,, ndan geçerken şualarm tesirile fotoğraf filmi bozula- caktır. — Fevkalâde! Siz her şeyi düşün- müşsünüz, IX Ayni gün saat biri çeyrek geçce, “Uçan torpil,, tecrübeleri için tayya- re maydanında toplananlar dağıldık - tan sonra, fabrikanm idare müdürü Stup, evine doğru yürüdü. İkinci avlu ya girdiği srrada, paviyonun pencere- lerinden birinden, içeride bir erkek olduğunu gördü. Bu adam arkasını dönmüş olduğu için kim olduğunu ta- nıyamamıştı. Acaba kim? Beklediği biri yoktu. Üç basamak merdiveni çı- kıp kapı önüne geldi, anahtarile aça- rak içeri girdi. Karısı, anahtar sesini işitince 8a- londan dışarı çıkmıştı. Stup onunla koridorda karşılaştı. — Kim geldi? Bil bakalım. — Nereden bileyim? — Yeğenin Hügo.. — Ne? İ — A! Geldiğini hiç iİstemiyorsun galiba? Neden? Stup şaşırdı, kapıyı işaret ederek fısıldadı: — Sus, duyacak! Hem neden mem- nun olmayacak mışım? Yalnız şaşır- drm, bu kadar sık geldiği olmazdı. Daha ' on beş gün evvel gelmişti de.. Ne için gelmiş acaba? — Seninle görülecek kârlı bir işi varmış. Birden kapı açıldı, biri neşe ile ses- lendi: ı — Gizli gizli neler konuşüyorsu- nuz? Yoksa geldiğime Üüzüldün mü amca? Cümlenin sonunu kuvvetli bir kah- kaha tamamladı. Stup sahte bir neşe ve sevinçle, kar- şısmdaki iri yarı delikanlıya doğru ilerledi: — Hoş geldin, Biliyorsün ki evim senindir. E Karısınm mutbağa döndüğünü fark edince: — Hayrola, diye ilâve etti, ne var? Diğeri, parmağını dudaklarma gö- Z in sanı boğulmaktar kurtaran kadın Fransız cumhurreisi tarafından kendisine bir madalye verildi Fransada denizde boğulmak tehli- kesine maruz kalan birişini kurtar- mak için canmı feda etmeği göze ala rak çalışanlara tahlisiye madalyesi verilir. Bu madalyelerin dağıtılma günü her sene muayyendir. Her sene-“ nin mayısının sekizinci günü Sorbon üniversitesinin büyük konferans sa- lonunda merasimle bu madalyeler da- gıtılır.. Bu sene madalya alanlar ara- sında dört tane de genç kız vardır. Fransa Cumhurreisi Löbrünün elin- den madalyelerini alan bu kızları Pa- ri - Suar müharriri bulmuş ve konuş- muştur. Bü kızlardan birisi 15 yaşında Miş- lin Brosandır. Bu kız 21 ağustos 937 de Şatölayon plâjında bulunuyordu. Hava fırtmalıydı. 14 yaşında bir er- kek çocuğu bu fırtınaya rağmen ban- yo etmek istedi. Denize girdi. Fakat kendini dalgalara' kaptırdı.. Uzağa doğru açılmağa başladı. Bunu gören bir kadın (bu kadının boğulmak üze- re olan çocuğun annesi olduğu sonra- dan anlaşıldı) denize atıldı. Ve atılır atılmaz dalgalar arasmda kayboldu. Bu manzarayı gören Mişlin hiç düşün meden denize daldı. Çocuğa yetişti.. Yakaladı ve yüze yüze kıyıya kadar getirdi. Çocuğun zavallı annesinin bir saat sonra cesedini buldular. Mişlin yaptığı işi çok tabil buluyor ve “sahile çıktıktan sonra ne düşün- | dünüz?,, sualine şu cevabı veriyor: — Sudan çıkınca babamın beni azar layacağından korktum.. Aklıma baş- ka hiçbir şey gelmedi.. Madalye alanların ikincisi Liz Ar- naudur; on altı yaşmdadır. Babası Paris tarihi tabit müzesinde kâtiptir. Bir adamın dalgalar arasında çır- pmdığmrı görmüş.. Hiçbir şey düşün- meden elbisesile denize atlamış, adam cağızı yakalamış, sahile çıkarmıştır. Kızcağız denizde yakaladığı ve bin zahmetle sahile kadar getirdiği ihti- yarın ölmüş olduğunun farkında bile değildir. O bu hatırasını anlatırken: türerek: — Dikkat, dedi. Yemekten sonra yalnızca konuşuruz. Yemek odasına girdiler, Vilhelmin yemeği getirdi. Yemeğin sonunda Stup, puflayarak ayağa kalktı. Yemek esnasında iyice gevşettiği pantalon kemerini tekrar bağladı. Sonra karısına dönerek: — Kahveyi yazıhaneye getirirsin, dedi, Biz biraz yalnızca işten konüşa- cağız. — Peki, Mutbağa gitti ve biraz sonra likör kadeh ve şişelerile kahveleri getirip yandaki odaya brraktı. Evvelâ Hügo, peşinden Stup girdiler. Stup, karısma belli etmeden, kapıyı içeriden sürmeledi. — (Devamı Var) içeri KA YABANCI İDİLLERE İNAKLİ HAKKI MAHFZNGdUR : Jiw_mıa»stik hocası Luizet — Onu yakaladığım zaman yaşı- yordu, diyor, herhalde sahile doğru getirirken ölmüş olacak.. Fakat ne yapayım? Daha hızlı yüzemezdim ki. Adam ağırdı ve benim de bütün elbi- selerim üzerimde idi. Üçüncü genç Fransuvaz Rödel on yedi yaşındadır ve general Archina- rm evlâtlığıdır. Geçen yaz Sarne kı- yılarında dolaşırken dalgalar arasm- da bir adamm çırpımdığımı ve haykı- ra haykıra imdat istediğini görür, Sa- hilde bulunanlar bir sandal aramakla uğraşırken o derhal denize atılır. A- dama doğru yüzer ve ona yetişir. — Ona yetişir yetişmez derhal ba- na sarıldı diyor, fakat öyle bir sarılış ki bana yüzmek değil, ufak bir hare- ket bile yapmak imkânmı vermiyor- du. İkimiz birden denizin dibini boy- ladık. Dipteki kayalara çarptım. Ve yine ikimiz beraber suyun yüzüne fir- ladık.. Zavallr adamm bana ne ka- dar sıkı sarıldığımı bundan anlayabi- lirsiniz. Ben böyle çabalar dururken denize indirilen bir sandal geldi.. İki- mizi de sudan çekip çıkardı. Sandala girer girmez bayılmışmı.. Otuz yaşmda bir kız olan matmazel Luizet Löviyonuva şimdiye kadar ye- di kişinin hayatmı kurtarmış olduğu- nu hatırlryor. Kanda oturur, jimnas- tik hocasıdır. O, kurtardığı yedi insanm son iki“ sini ehemmiyetsiz bir vaka anlatır gibi kısa cümlelerle anlatıyor: — Bir gün Langründe atlama ku- lesinden birisi denize atlayacaktı. Hız- la kenara doğru gelirken ayağı kay- dı ve yüksekten birdenbire denize düştü.. Boğulacaktı.. Hemen atıldım ve zavallıyı sudan dışarı çektim. Bu vakadan iki gün sonra da cereyana kapılarak iki kilometreden fazla uza- ğa sürüklenmiş bir tıp talebesdini kur- tardım.. Fakat bunlar anlatılmağa değmez ki.. Ben mesleğimin icap et- tirdiğinden başka bir şey yapmış de“ rid, senden de müdebbir bir çocuktur. az yorgun bir kafaya ihtiyaç vardı. Suad Viyanadan döndüğü zaman babasını ölmüş bulmadı mı? — Evet.. — Ben olsaydım buünü bir fırsat telâkki eder ve Suada ha- kikati söylemekte hiçbir mahzur görmezdim, — Nasıl? — Nasıl olacak.. Yaptlan hatayı aile reisi sıfatile babanın yaptığını hakikatin bu olduğunu, Sabihanm ölmüş bulunma- dığını söyler ve kendisinin - lüzum görürseniz - affını isterdi- niz, Mesele de bu şekilde kapatılmış olurdu. Kendisine bu ha- ber verildikten sonra onun Nimetten ayrılıp tekrar Sabihayla evleneceğinde hiç şüphem yoktu. Siz sanıyor musunuz ki Suad, Nimetin yaptıklarından haberdar değildi. Bundan bana bile bahsetmişti. Kendisine yardım teklifinde bulundum. Red- detti: — Ne yardımı? — Kendisinin görmediğini, belki yanılabileceğini, acele et- memesini, bana itimadı varsa Nimet hakkında tahkikatta bu- lunabileceğimi ve neticeyi kendisine bildireceğimi söyledim. Kabul etmedi: “Ben, dedi bunu kendim anlayacak ve cezasıni kendim vereceğim!,, — Bundan hiç haberim yoktu. — Haklısın! Nereden haberin olacak, İkimizin arasında geçmiş bir konuşma, Şimdi anlıyorum ki bunu size haber ver- memekle büyük hata işledim, Fakat paşanın birdenbire mer- Yağan: Hasan Rasim Us hum olacağını ne bilirdim. Naci bey crgarasının külünü masa üstündeki tablaya silkti. Sonra kolunu yine bu masâya dayararak Selime doğru eğildi: — Bunu bugün de yapabilirsiniz - diyeceğim ama, Sahiha fena vaziyette. Onun, sağ haberile birlikte tevkifhanede oldu- ğunu öğrenmesi çok feci olur. Bence de biraz beklemek isabetli olacak. Ben cinayeti Sabihanm işliyehileceğine pek ihtimal vermiyorum, Sakın Ferid yapmış olmasın? Selim böyle muhal bir ihtimalden bahseden yüzüne baktı: — İmkânsız, - dedi. Çocuk, şimdi kendisini bilmiyecek bir halde. Cinayetin işlendiği gün gerci ayaktaydı ama (biraz dü- şünür gibi durarak) katiyen.. Naci beyin — Bir şey bildiğim, yahut tahmin ettiğim İçin sormadım..' Birdenbire aklıma geldi o kadar. Ben de ihtimal vermem. Fe- a HABERİN EDEBİ VEFRIİKASI: 74 bözütlinüsee Z düa el e eli Ç el bi e A lll B el S l ll İA b Sabri, iki adamr, asıl mevzularına döndürdü: — Şimdi ne yapmamız lâzım? Sabihanın vaziyeti ne olâ- cak? Kendisinin müdafaa edilmesini istemiyecek kadar hayatal küskün, Biran önce dünyadan çekilip gitmek, daha doğrusu hakiki ölümüne kavuşmak istiyen bir ruh haletinde. Çarz Selim: — Bunda hiç şüphem yok.. Teşhisin yerinde, - dedi Naci bey: — © böyledir - diye göz göre göre mahküm olmasını mı beklemeli, Bu ne yakışık alır, ne de gönül razı olur. Elbette kurtarılmaya çalışılacak.. Selim sordu: T — Suadla karşılaşması ihtimaline ne diyor? Bana bundan hiç bahsetmedin Sabri. : : — Bahsedilecek bir tarafı yok. Zaten o, böyle bir tehlikeyi önlemeye kendisini önceden hazırlamış. — Mesele yok o halde, Üçü de, uzun süren konuşmaları neticesinde müsbet olarak yalnız su karara vardılar: Sabihanm itirazlarıma bakmaya- rak onu müdafaa ettirerek hiç olmazsa cezasını tahfif edecek çareleri araştıracaklardı. : Kalktılar. Sabri evine gitmek üzere ayrıldı; Suadla Naci bey de köşke yollandılar. (Devamı var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: