<at Yetmişlik büyük annesinden başka Anası bâbası, yıllarca evvel gözlerini yümmüşlardı. Aksarayın, evleri yemnrı yumru bir mahallesinde baba yadigârı bu köhne evde yıllarca yaşamıştı. Yaşamştı!.. Yoksa çile mi doldurmuştu? Kimbi- ür?t. “Canise » kaleminde otuz lira maaşlı bir memurdu. Bu para, ihtiyar kadırla kendisini şöyle böyle geçindirip gidi- yordu.. Otür Hira.. Bu zamanda otuz lira. — Geçindirir mi?. Geçindirir!.. tİgarası, ne içkisi, ne de oyunu vardı. Cigaranın dümanı bile onu boğardı. Ar- kaudaşlarının *Anzarot,, diye bahsettik- leri beyaz tuyuün tadımı bilmiyordu. T- kamhbil, tavla, domino oyunları karşı- sında hiç bir şey anlamıryarak bön bön Dairesinden ezana yakın çıkardı. Her gün hep ayni yoldan, 6, öne arka- Ya çarpılan, payandalı evlerin arasından iğti büğrü sokaklardan geçer, evine ko- şördı: Tak, tak.. Müstafa kapıyı çalardı N Mahalleniz güdük minaresinden mü- €ztiniz sesi ayni zamanda işidilirdi. Ve bu hiç şaşmazdı. W:&ı gelmez, soyunur, dökü- nür.. Basık tavanlı bir odada, beyar cukları seyreder. Sokaktan geçen sa- Mustafa gibi olduktan sonral. Ne | tıcıların seslerini, çocuklarını uyutmağa gçalışan kozgu kadırların uzün “hu, hu,, Jarını dinler.. Oh, ne zevk! Ne zevkt.. L . b UA Bu akşom da eve gelince, her gün. kü gibi soyundu, dökündü ; arkasına ge- celiğini, ayaklarına şıpıdık terliklerini geçirdi. Geceliğinin üzerine — hırkasını taktı. Altları parçal pençeletmek, pan! ceviz büyüklüğünde iki mak için dişarı çıktı. | Mahalledeki terri ve cskiciyle pazar- hık etmedi. Adamlır Mustafaya şaştı - lar, Pazarlık etmemesine mukabil bir ricası vardı: Mümkün olduğu kadar Tti Bu gece, halinde bir gayri tabillik var. Sevincinden, geceliğinin etekleri zit çalıyordu, j Büyük annesinin bile gözüne çarptı: — Mustafa, oğlum, ay ortasında lü- zum yökken bu masraflar neden? — Hiç, biçi, Fakat, belli belizsiz gülümsüyordu . Her zamanki gibi sedire yaslımdı, kahvesini höpürdetti ve düşündü. Yarınki cuma günü - iyiden iyiye ka- ' İ rar vermişti - O da bir şeyler yapacak. tı. Herkes gibi onun da canı vardı. Her insan gibi sevemek ve sevilmek ihtiya- çını düyüyordu. İşte, yağr otuza merdiven dayıxnığtı. Hayatında en ufak, en basit sevişme | macerasr bile yok.. | Şimdiye kadar bir çok kız sevmişti gerçi.... Fakat işte o kadar.. Sevilmemiş- ti vesselâm.. Sevdiği kızların isimleri, işte beyninde biribiriyle çengellenip bir katar oluyordu : * Nimet, Şadiye, Cevza, Melâhat.. İlk tevdiği zaman dokuz yaşırıda idi. Sevgilisi, kendisinden on beş yaş bü- yük bir muallimeydi. Her akşam mek. tebinden çıkoç çıkmaz yeni esvaplarını giyer, kız mektebinin etrafını tavaf e- der, düvâarlara tırmanarnk esmer, tom- balak sevgilisini görmeğe çalışırdı. Bir gün bu yüzden mektebin kapıcı- sı, dehşetli sillelerle kıçını şamarlamış- ti da izbanlud herifin elinden Tom lak muallimesirin müdahalesiyle g belâ kurtulabilmi: kadar piçin ken sinle Mustala düşünüyer ve gülüyordu. O hâdiseden soara artık - tonfbalak muallime ile ahbap olmuşlardı. Her ak şam bilâfütur mektebin kapısında sev- O da ona az ehemmi gilisini gözleri yet vermez değildi yat., Sünnette giydiği atlas takkenin “ma. şallah,, ni bile sevdiği işlemişti. O hatıra unutulur şey mi?. Sonra, sonra daha bir çok kız sevdi.. Sevdi, fakat sevilmemek korküsiyle aşkını içine gömdü.. Ah, bu sevip de sevilmemek ne fefna şeyf.. — İşte pekâlâ bir gençti: Kör değil, topal deği Enli omuzları, mütenasip vucudiyle belki de yakışıklı bir deli- kanlı.. Neden sevilmesin?1.. Herkes Allahın kulu da, o burnunun | kıle ma?l, Ne olursa olsun, karar verdi. Ken- disini sevdirecekti.. Bugün dairede müdürün yokluğun - | dan bilistifade çene çalmışlardı. Kalem | | Mr: Reşat Enis orkadaşlarının hepsi de sevmekten, se- vilmekten, kadından balsediyordu. Hele bir Hafız Eyüp dedikleri biri vardı. O kadar cana yakın — anlatmıştı ki, Mustafa bile çileden çıkmıştı. Maceralarını tınlatırken, hepsini gül. dürmekten kırıp geçiriyordu. Ne şen a- damdı ol.. Hidız, maceralarındaki mu vaflakıyetinin sırcını anlatmıştı. Gözlüne kestirdiği oldu yanaşırmış: — İki gözüm, bilseniz ne kadar se- mu hemen aile kızı... Önünde virkaç kasabın sıralandığı bu ta merakımızı tahrik edecek hiçbir tarafı yok. virli 2 — Terbiyesiz! — Terbiyesiz diyen ağzınızı sevsin- ler.. — Zevzek! . — İltifatınızla abdi hakirinizi ne tür. lü mes'ut eylediğinizi tariften acizim!, Bu ilk sözlerden sonta, kadının ha- karetine aldırmıyarak methe başlarmış: — O güzel renki gözlerinizin - yeşil; siyah, mavi, bangisi ise - meftunuyum! (Sonu yarın) bası ki, elinde baltasiyle duran bu iriyarı kasap meşhur sinema yıldın Greta Garbonun babasıdır. Stokoski adındaki bestekârla Ravelloda bir aşk hayatı yaşıyan yıldızın hu- susi hayatını daha yakından tetkik için İsveçe giden bir İtalyan gazete- ol, orada Garbomun en yakın akrabalarını bulmuş. Birçok vesikalar ve rve- 1 1894 senelerinde kasaplık yapan Dbabaşını ait İç süphe vok İi, bu vesimlerin en enteresan olanıdır, MARRIZ DO POMPADUR 120 — —————————————. — Bu evde kim ikamet ediyor, bili- yor musun? Madam Löbon. . — Kâğıt falcısı m?.. — 'Tâ kenditi.. O'hemen hemen bü. tün birinci katı işgal ediyor. c:vaşî:ı yer güzel bir apartımandır. di dl'nılv’;î Janı, Madam Löbona müra- camt edip falına baktırması hususunda ikna et.. Onda Şaitane bir zihniyet ol- duğu için, harika şeylerden hoşlanır. Bu onun hoşuna gidecek.. Geleceğine emi- — © zaman ne olacak?. — Mevzuu bâhis araba gelip aşağıda bekliyecek. Bunda şayanı hayret bit şey yok, çünkü meşhur faler kadının kapıs: önünde daima bir sürü araba bulunur.. Jan Gişariya çıktığı zaman sen önu Ara- baya bindirirsin.. Sen Ge oraya binet: sin. Ve kızın kurtulür! Sen kendin de ne adılır, ne de diri diri gömülürsün l — Krebiyon! Aziz.. Krymetli, büyük döstüm!.. Senin buluşun eidden bir şah eserdir! Gelip seni görmekte ne büyük bir isabet göstermişim! Bırak öpeyim, senit. . Filhakika, iki döst kucaklayıp öplüşr- tüler, sonza, İspanya şarabını ihtiva e- den şişeyi de boşalttılar. ğ Bunun üzerine, Krebiyon devam etti: — Hepsi bu kadar değil.. Gayet bü- yük bir dikkat ve İtidalle hareket et. mek ve mösyö Berrye'ye haber vermek lâzım.. Haydi, gel.. — Beni, nereye stürüklüyorsun? . Körküyorum, Krebiyon, bu adamı tek- rar göremem.. — Yoksa asilmak mr istiyorsun?. — Taürı göstermesin?. — Yoksa niyetin dir diri gömülmek mi?, .Haydi, gel!.. Talihin var, çünkü möşyö Berry'e evin içindedir. Yürü!. — Krebiyon! Yalnız gitsen olmarz mı?, — Aptal! Mademki bu meseleden hiç , biyon?. aa yamdüalrük İ ö ea zi aüi ee D ae ada lir li pi CBi aa ö Ce ea el Üa gaa nn öi n ö KĞS aa ai Boi saa e ö aa ee 142 MARKİZ DÖ POMPADUR —— — F n i kimseye bahsetmiyeceğine dair teminat | — Evet, evet! Sen bir dahisin.. Söyle, | verdim, ben bunu ona nasıl izah edebili. ' çabük söyle.. rim?. 'Tam bü anda bir ses göyle dedi: — Görüyorum - ki, mösyö Pussson yerdiği #özü lutuyor. Ayni zamanda bir adam odaya girdi. Krebiyon, olduğu yerde —hareketsiz kaldı. . Noc koltuğunda büzüldü: — Ol.diye kekeledi. O, mösyö.. Adam onun sözünü keserek: — Müösyö Pikar! dedi, Size demin de söylediğim veçhile, mösyö Pikar! Po- lis müdürünün adamı mösyö Pikat!.. Krebiyon nazikâne bir tavırla: — Mösyö Pikar, Gedi, lütfen bona, fakirhaneye girmek şerefini verin.. E- ger arzu buyurursanız, — tanışmamız için, efendüniz, meşhur ve — bliyük Bertye şerefinehiçelim!.. Berrye - bu tâ kendisiydi - eğilerek: »— Fakat bu facia şairi nüktedan bir ndam.. Diye mırıldandı ve doğrulardk, yüke« sek sesle ilâve etti: — Bu teklifinizi maalmemnuniye ka- bul ediyarum, mösyö, şu şartla ki, bu- nu müteakip. daha aşağı şöhrette ve büyüklükte olmuyan şair Krebiyon şe. refine içeceğiz. . Bu defa da şai şöyle mırıldandı: —— Fakat bu polis mildürü, söylendi- igiaden döda nazik ve sevimli bir adam.. Puasson'a gelince, © da, şaşkın nazar- larırı birisinden ötekisine götürüyor- du. Bütün bunlar içinde en iyi gördüğü şey Krebiyonun bardakları doldurduğu idi ve Neo, korkunç Berrye'nin en as- mâaktan, ne — de diri diri gömmekten bahsetmediğini görünce, yavaş yavaş cesaretini topladı ve hâlâ titriyen cliyle brrdağını tokuşturdu. Berrye sordu: — Ne diyordunuz, arizim mösyö Kre. iki büklüm eğildi ve zengin olmakla beraber, para cihe- tinden çok fakirdi.. Şimdi gelelim, yarıda — bıraktığımız sahneye. Demin de dediğimiz vechile, Krebiyon, hayvan kolleksiyonu tarâ- fımdan teşkil edilen vasi bir yarım da- irenin ortasında, ayakta duruyordu, Köpeklerle kediler, burunlarını havaya kaldırınca, o- da, gayet dürüst bir tak- sime başladı. Her hayvan kendi poymı alınca, çemberden ayrılıyor ve bir kö- şeye gidip yemeğe koyuluyordu. Bu manevra, şayanı hayret bir intizamla cereyan ediyordu. Krebiyon patçaları dağıtırken şöyle bağırıyordu : — Hadi, Filos! Bu porça senin.. Sen Mistigai bu yağlı parça tam sana lâ- yik!. Size gelinte- matmazei - Blanşet, size sizin gibi zarif bir parço lâzım, değil mi? İştel. Sen üstat Raton, göz- lerini kapa, ağzın: aç!. Al. İşte Yeno- bi.. Bana öyle geliyor ki dün pek iş- tahasızdın!.. Neson. günu havada kap, bakayım'!.. Böylece, son parçaya ködar, bütün parçalar tevzi edildi. Hayvanların hepsi, muhtelil köşelere dağıldıktan sonra, Krebiyon, Noe Pu- assona doğru döndü ve ciddi vırla şöyle dedi: — Şimdi sıra bizde! Yemek odasına geçelim ! Yemek odası dediği, moranın — bir peçete ve şişelerle kaplı köçesiydi. Masanın kâğıtlarla örtülü diğer ta- rTalı mesai odasıydı. n İki dost masa başına geçtiler Ve ye- meklere ödeta saldırdılar. Krebiyon şi- şeleri açıyor, Noc jambonu detin derin içini çekiyordu. Bunun üzerine şair şöyle dedi: — Bana bak, Noe! İyisi mi rahat ra- hat yemeğimizi yiyelim. Hikâyenizi ba- na sonra anılotırsın. Bu hikâye het hal, de çök acıdır. Hâalbuki, hüzün kadar, iştihayı hiç hir şey kesmez. ta- keserken, i İ ! | Puasson: : — Pekâlâ, diye cevap verdi, Esasen söylediğin doğrudur, ben mahzun oldu- ğum zaman yemek yeyemem, fakat da- ha fazla içerim. Krebiyon bardakları doldurdu ve bu bardaklar bir an sonra boşaldı.. Nibayet, yemekler son parçasına ka- dar yendikten sonra, Krebiyon, hazm çin şöminenin üzerine bir şişe İspanya şarabı koydu, zevkle piposunu yaktı, şöminenin yanına yerleşti ve mırıldan- dı: — Yarabbim, hayat ne kadar güzet- dir! Derin nefesiyle beraber, mavimtirak bir duman bulutu ağzından çıkarak ta. vana doğru yükseldi. Şair, şöminenin öbür taradına koltu- Ru çekerek içine kurulmuş olan Noeye dönerek devam etti: — Şimdi seni dinliyorum. Puasson burun deliklerine enfiye tık- tıktarı sonra: — Şu hâlde dinle! dedi. Düşün ki, a- ziz dostum, bana bir ziyaret vukubul- du. Fakat korkunç bir ziyaret. Akıl ve hayaline getiremiyeceğin bir ziyaret. — Olar şey, değil!.. Yoksa bu ziyâ- retçi, boynuzlu Belzebut muydu?, — Hoyır, daha berbat bir şey.. — Şu halde buldum Puasson!.. Seni ziyaret etmiş olan mösyö dö Volterdi. Krebiyon, Volter'i fena .halde kıska. nıyor ve ona kızıyordu. — Hayır!.. Ondan daha körkunç bir geyl.. Polis müdürü tarafından gönde- rildiğini iddia eden bir adam!. — Eh? Vicdanın bir cürüm hisşedi- yor mu? Ben kendi hesabrma, bir polis görünce tbenamiyle lâkayt kalırım. - Evet! Fakat şunu bil ki, Krebi- yon, mütevazi bir memur olduğunu ve eleni namına konuştuğunu iddia e- den bu adamım, bizzat, polis müdürü Berrye olduğunu tonıdım! — Ne de olsa, cidlden bu ziyaret bir