( ERKEK - KIZ ) VYazan: Kenan Çinili — Melekzad Çinili — Numara: 49 — Beani "Kapıaltı,, na soktular Burada erkekler var, giremem! dedim Jandarma çavuşu güldü . Sizi kadınların yanına mı koyacaktık ?1 Onu bir taraftan teselliye çalışıyor, faraftan da giyiniyordum. , tvealtı bile etmoden sokağa fırla- - Komiserin yanına giderek; » * Geldim, dedim.. b iser memnun olmuştu. Yanıma ? Polis verdi. Ona tenbihde de bulun- Pt unutmadı: ” Yolda ondan ayrı yürü, n'*—'le gekmemeye çalışırsın. Potix adliye kapısından içeriye girin- * kadar yanıma sokulmadı âdliye merdivenlerini tırmanmı- layınca polis koşarak yanıma gel- Ve kolumdan çekerek: * M Oraya değil, buraya, dedi. * beni sağdaki bir kapıdan içeriye İ Orada masa başında oturan bir 'Armaya teslim ederek,bir kâğıt im- Ht Çikıp gitti. J"'hmn Çavuşu, beni orada duran "'L'-"mılırdan birine göstererek: " © Şunu içeriye alın. Dedi. hp" gıkarmadım. Jandarmanın açtığı girdim. Burası bir çok - pej- kk kıyafetli adamlarla dolu, karan- z odaydı. . " bu vaziyeti görünce ürkerek ge- _:*Wdım, çavuşun yanma yaklaşa- dikkati — Ben buraya giremem, dedim. S Sebep?, N Orası erkeklere ait. w beni şöyle bir süzdü. Sonra yilen a « % ndml.ırııı yanımna mı- sokas l“ık Kığn)ırmız tarnamlanımcaya h)l: #tada bekliyeceksiniz. Sonra sizi 'aneye göndereceğiz.. '“H.:? lan benim kız olduğumu bilmi- q,.'L Size oraya girmiyeceğimi — söyle- Çünkü ben kızım.. ""ımı gözleri açıldı. Sonra ; le,,_' Oksa, geçenlerde burada mah- N kız siz misiniz . t,benim.. başka.. O halde şuraya yanım- )l“':nd“ytye oturun.. Kâğıtlarınızı “*w $İmdi gönderirim. ka Üi üm. Jandarma gitti. Beş daki- İ gg f döndü., Beni müddelumumi- 4 l.a,—_ "" kalemi şefinin istediğini söy- n ile birlikte gittik. O RahıgçrtA yaşlı, kibar bir zattı. Bana arümr y'etiııin müddetini, para ceza- SB; b D“:"“m. efendim, dedim. "Nlı 'hıhrmı iki ay içinde öde- N,,,.n Şayet — ödemiyeceksenit Riyeş bildiriniz. Bunları da mahkü- e ':Hd'“ll edelim. Ben « ” içinde öderim, efendim. A Mazik zat, anlatırken, başım N ""d'lh. O söyliyeceğini bi- beni jandarmayla gene "Ih.“ d*"ll. Az sonra da, tevkilfa- "K yle, hapisanenin yolunu tut- llıme indik.. Hapisane kapı- "İyı"—l İandarmaları görünce m'nıulı ve titredim. — Çavuş, m.' h;r;!lzne müdürünün yanı- G tonr, ada evraklarım yapıl- Urhani ” d tevkifane içindeki ka- 'luıı gönderildim, 8» Şı .:'dl dedi, sizi bu kıyalette ka- Na korsam yakışık almıya- ""rı &; *.ı Acaba İle 5i nhuıv!n&ni çağırdı, benim “Ya görüştüler.. Sonra da ':—"'?i .h;:"!';:dıyınmı çağıra - . yi ? ve tecrübeli kadın ; — A, siz merak etmeyin beyim, de- di. Ben onu muhalfaza ederim. Madem ki üç günlük te bir misafir.. .. (Bana dönerek) Haydi çocuğum gel sen — be- nimle, üzülme.... Ben oturduğum yerden kalkarken müdür sergardiyana : — Bu temiz bir aile çocuğuna ben- ziyor. Diğer mahkümlarla beraber bı- rakmayın. Siyasi mahkümların odas: boştur, oraya koyunuz. Diğer mahküm- ların kendisiyle temas etmemesine dik. kat edin, dedi. Müdür bana da: — Evlâdım, dedi, Üzerinde çakı gibi bir şey varsa ver bana saklayayım, çık karken alırsın.. Ben bu sırada gene teessüre — kapıl- muş ağlıyordum. Elimi arka cebime gö- türdüm, Dolma kalemimi çıkardım , — Bundan ve cüzdanımdan başka hiç bir şeyim yok.. Kalem de cerh edici a- let sayılıyorsa bırakayım.. — Bayır, hayır. Onlar kalsın. Öyley- se gidin çocuğum.. Fakat sen niçin ağ- lıyorsun.. Hayatta metin olmak lâzım. Buraya ne ana, baba evlâtları düşüyor. Suçun büyük bir şey değil ki.. Bir asa- biyetin neticesi, Üç gün nasıl olsa ge- çer yavrum, üzülme, . Ben başım önümde, sergardiyanla birlikte odadan çıktım. Aşağıya inerek, sağdaki bir kapıdan içeriye girdik, bir kaç merdiven indik.. Büyük bir kapıdan geçtik. Rurası loş bir avluydu ve bütün Amahkümlar bu avluya toplanmışlardı. Kimisi merdivenlere oturmuş, kimisi ye- re, taşların üzerine çökmüş.. Hep birer tarala serilmiş.. Ekserisi gömlekle otu- suyorlardı. Mahkümlar beni görünce, yattıkları yerden doğruldular. Sergardiyan avlunun sağındaki mer- diven başına gelince durdu: 4— Yürü çocuğum, diyerek beni öne geçirdi. Beraberce merdivenlerden yukarıya çıktık.. Gene taştan bir sofaya gelmiş bulunuyorduk. Sergardiyan yürüdü.. Üzerinde (5) numara — yazılı — bir kapıyı açarak : — Giriniz, dedi. Ben, başım önümde, ağır ağır içeriye girdim. Buratı küçük ve üç pencereli boş bir odaydı, Ben odayı tetkik ettiğim sırada sergardiyan da bir sandalye ge- tirmişti... — Otur çocuğum, dedi.. Sen yatak filân getirdin mi? Evinden haberleri var mı? Yatak getirecekler mi?. — Ben buranın tamamiyle yabancı- sıyem, dedim., Yatak getirilip getirile- miyeceğini bilmiyordum.. Maamafih im- kân varsa para verip birini evime gön- derelim.. Vakit daha erken, saat dört.. — Mademki, Üç gün için zahmete değmez.. Ben sa- na temiz bir yatakla, bir yorgan uydu- rTurum. Üzlülme çocuğum, Biz sergard'yanla konuşurken, kapı önünde iki kadın belirmişti. Bunların da gardiyan olduğunu sonradan Ööğ- rendim.. Az sonra sergardiyanla birlik- te gittiler. Ben odada yalnız kalmıştım, Oturduğum yerden — kalkamıyordum. Sanki yapıştırılmıştım. Hiç bir şey dü- şünemiyordum da., Kap: önünde bir kaç kadın - toplah- maştı.. Bana; | — Hoş geldinir.. |— Diye hatırsormıya başlamışlardı. | — Gardiyanlardan biri geldi, - onları kapıdan &deta kovdu.. Bu gardiyan kadının elinde bir tepsi vardı. İçine reçel, peynir, zeytin, kar - puz konmuş bir tepsi,,, (Devamı var) AAA AAA getirmedin, istemer..” Zi Ya bu deveyi (Tercitme De ikt(bas hakkı mahfuzdar) İstanbul konuşuyor. gütmeli, ya bu dıyardan gıtmelı Emirgânlılar, otobüslerin yü- zünden çekme- dikleri kalmadı- ğını söyledikten sonra yukarıkı atalar sözünü halıriatıyorlar Üstte; Emirgân otobüslerirde çalşan lardan bir grup. Altta: Otobüslerin i- çinde astlı dıeran fakat muhteviyatına katiyen ehemiyet verilmiyen Belediye emirleri, Baş tarafı dün çıktı Stat yediyi! yirmi geçiyor. Tam bu sirada her tarafından ayrı bir, ses çı- kartan bir otobüa geliyor önümüzde duruyor. Bunu gören beş altı kişilik biz gurup Eminönü tramvay bekleme yerinden koşa koşa gelerek aramıza karışıyorlar, İşin fenası otobls on so- kiz kişilik, halbuki bekliyenlerin ade- di işe, bu son gelenlerin de ilâvesiyle, yirmi beği boyluyor. Bepimiz otobüsün açılan ufak kapısına saldırıyoruz. Ve o ufak delikten hep binden girmeğe ça- hışıyoruz. Aramızda ezileceklerini anlıyan bir kaç bâayan ile pek ufak tefek bir iki bay bu müvazenesiz milcadeleden vaz geçerek bir kenara çekiliyorlar ve mu- vaffakiyetsizliklerini patırdıdan — sağ ve salim kurtulmuş olmanm verdiği te- selli ile unutmağa çalışıyorlar. Koca- man vücudlerimizi kör bir kösakü gibi sağa sola oynatarak kendimize bir yer açryor ve içeri dalryoruz. Dişarda kalanlardan biri bağırıyor: — Yahu bu ne iştir, Otobüsü Beşik. taş, Ortaköy halkı dolduruyor Biz E- mirgânlılar bu yağmurun altında a- çıkta kalıyoruz! Onların beş dakikada bir tramvayları var. Ya biz ne yapa- İrm? Son dakikada tramvay bekleme ye- rindon koşup gelenlerden biri olduğu- nu yüzünün yabandılığından anladı- ğım ön sırada oturanlardan kocaman burur.lu bir zat, bir taraftan ıslak şap- kasını büyük bir itina ile paltosunun kolunun iç tarafı ile kurularken diğer taraftan bu sese cevap veriyor: —— Biz de olmasak bu otobüsler boş yidecek! Dışardaki sos şimdi mıaştir: —— Ben de çık bakalım boş mu gi- diyor, dolu mu gidiyor. Ben burada tamam kırk dakikadır. — bekliyorum. Hetm ta Baltalimanına gideceğim. Se- nin gibi Ortaköy deresine değil! İçerdeki zat bu son cümleyi işitme- meyi tercih ediyor. Bu sırada otobüsümüz kalkarak dı- garda kalanların gazup nazarları al- tmda yola koyuluyor. Beşiktaşa iki ki- gi indiriyor ve bir kisi alıyoruz. Orta- köye tamam sekiz kişi iniyor. Ondan sonra — seyrekleşen — otobüsümüzün içine şöyle bir göz atryorum. Yolcula. büsbütün kız- Tin tam karşısına isabet eden bir yerde tç; dört Tevha âârlr. Bünlürdan biri Ti- nt tarifesi, birinde “otobüs dahilinde cığara içilmez” diğerinde de “şoförle konuşmak memnudur” yazıyor.- Bun- lar belediye nizamnamesi ahküâmı, İ- çerde adeta mavilegen, bıçakla kesile- cek bir hâl alan cığara dumatnımın ara- sından şoförün yanında bir polis memu ru oturduğunu hayal meyal seçobili- yorum. Şoförle tatlı bir müsahabeye dalmış. Şoför arada sırada elini di- reksiyondan bırakatak işaretlerle po- Jis memuruna bir şeyler anlatıyor. Ahbab, ahbab gülüşüyorlar. Yolcu- lardan bir bayan öksürükten boğulma derecelerine gelirken onun yanında ©- turan zat kocaman parmaklarma ve o- tobüstn sarsıntısna rağmen büyük bir maharetle sardığı dolğun bir cıgarayı biletçinin izmaritlesen cığarasından n teşliyor. Yolcularımızım adedi git gide azalı- yor. Bebekte köşe başındaki helvacı- nın önünde duruyoruz. Şoför yanında oturanın anlatmakta olduğu hikâyeyi “sözünü balla kestim”' diye keserek i- niyor ve buradan evinin nevalesini dü züyor. İki üç dakikalık bir tevakkuf- tan sonra tekrar yola koyuluyoruz. Yolculuğunuzun en cefalı kısmı Be- bekteki kırmızı yalıdan sonra başlı- yor. Burast ta Emirgâna kadar, bir kaç yüz metrelik bir istisma, ile berbad bir arnavud kaldırrmı. O kadar çok sal lanıyoruz ki, otobüsün her vidası, her parçası ayrı bir isyan foeryadı kopar- mağa başlıyor. Baltalimanı Glikoz fâbrikasmm ya- nından dik bir yokuş tırmanmağa baş Hiyoruz. Bir takım dolambaçlı sokak- lardan bir dağ şösesine çıkıyor ve E- mirgün çarşısına iniyoruz. Saat sekizi yirmi beş geçmektedir. Sekiz buçuk postasını hangi otobüsün yapacağımı soruyorum. İçinde üç, dört kişi bulunan bir tanesini işaret ediyor- lar hemen pencere önünde bir yere o- turuyorum. İçerde oturanların hiç bi- rinin yolcu olmadıklarını muhavere- lerinden anlıyaram. Öteki otobüslerin biletçi ve goförleri bir nevi ictima ha- Hindeler, Ağızlarından çıkan koyu cı- ğara dumanlarına bakarak düşünceli düşünceli biribirlerine derd yanıyör- lar, —— Burada çığara içmek yasak değil , mi? diye soruyorum. — Otobüs yürümüyor ki, cevabını alryorum. K V Gözümü asılı levhaya dikiyorum, O tobüs yürümediği zaman cığara içile- bilir diye bir kaydatesadüf etmemekle beraber ses çıkartmıyorum; yalnız dü. * şüinlüiyorum: Orası yürürken de durur« ken de kapalı olan bir yerdir. ve her iki halde de cığara içilmemesi lâzım- dür, Yine düşünyorum: Bu yasağı po- lis otobüs goför — ve biletçisi tatbik edecekleri yerde kendileri bozar sa halk niçin ona riayet etsin? Saat sekiz buçuğu geçtiği halde o- tobüste bir hareket eseri yok. Şoför olduğunu tahmin ettiğim, konuşanlar. dan birini ikaz ediyorum. Kalkryor ve otobüse su koymak için ortadan kayb- oluyor, Bu işte beş dakikada ikmal e- dildikten sonra biletçi ervar kahyeleri birer birer dolaşıp otcbüsün kalkaca- ğgını söylüyor ve bunlardan bir kaç ki- şinin çıkarak ağır ağır lakayd adım. larla yürüdükleri ve otobüse bindik. leri görünüyor. Otobüsümüz kalkacağı zaman yine kendi kendime soruyorum: — Acaba bunlar saatinde neden kaâlkmazlar. Sularını, — benzinlerini, yağlarını neden daha evvelden doldur. mazlar, Buna yine kendim cevap veriyorum : — Kemiğimizi kem<sirmekte olan u« mumi lâubalilik derdinden! Yolda biletçi ile konuşuyorum. Ken- disinin bir lira, — goförün ise iki lirx gündeliği olduğunu söylüyor. Tatil günleri yokmuş. Otobüsün bozulduğu veya patronun seyrüsefer nizamname- sine uyğun hareket etmemesi yüzün: den çalışmaktan menodildiği günler yevmiye alamiyorlarmış. Aklımıza ilk gelen iş kanunu oluyor. — Acaba diyorum, iş kanunu oto- büs goförlerini ve biletçilerini adam- dan saymıyor mu? Yoksa patronlar mı bu kanuna âldırış etmiyorlar? Biletçi konuşmayı seven bir adam. Ondan günde kaç sefer yaparlarsa yap sınlar yine'ayni parayr aldıklarını öğ- reniyorum. Buna mukabil diğer hatlar. da çalışan goför ve — biletçilerin hem yevmiyeleri daha dolğunmuş, hem de seferlerden pay alıyorlarmış. Emirgân otobüslerinde çalrşanların neden arada bir iki sefer kaynatmak istediklerin! ve neden yan çizdiklerini şimdi anlayorum ve onlara hak veri- yorum. O yollarda o para ile çok sefer yapmak tahammül edilir şey değildir. Patronlar saltanatının git gide tarihe kariştiği bir devirdeyiz. Kendi kendi. me düşünüyorum: Acaba işçilerini dü- şünmiyen bu patronlar yola getirile- mez mi? Acaba iş kanunu onlar için bir şey yapamaz mı? Emirgân ve Boyacıköy halkı şimdi hep bir ağızdan bağırıyor: Otobüsler ya muayyen bir tarifeye uyğun olarak muntazam işlesinler yahudda çekilip gitsinler. Lâfın kısası budur: “Ya bu deveyi güderler, ya bu diyardan gi- derler.” Patronlar fazla otobüs işlet- mekle zarar ediyorlarsa bu içten vaz geçmelidirler. Unutmamalıdır ki halk onların oyuncağı değildir. HABERCİ 1