adetâ hiçbir zarar Düşmanın açtığı ateş, bütün kayıklarımızı bir hamlede batırdı. Dökülen kanlardan, deniz kızıla boyandı. Top seslerinin akisleri yaralıların feryatlarına karıştı Geçen kısımların hülâsası Sünbill ağn, Osmanlı saraylarını kasmış kavurmuş bir sahte hadı. mağasılır. Fakat artık ihtiyarla. maş, ifibardan o düşmü lar ondan yüz çovirmişlerdir, Şim. di, İstanbuldan ayrılmış, sözde Mek- kede iHkâfa çekilecek. Fakat haki. katte, düşmanı ötedenberi müna, sebeti olduğu için, heristilanlara ih. | Dârda bulunmuş, korsanlar da, fa. “4k'bir kuvvetle, Türk gemilerinin önüne çıemışlardır. ... Artık altı gemi adamakıllı yaklaş- mışlardı. Bunların Maltalılar oldu. ğunda şüphe kalmamıştı. Seren di. reklerinin tepesine, iki bayrak çek. mişlerdi. Bunların en üstteki kendi a. | lâmeti farikaları olan kafa ve bacak kemiklerini hâmil ölüm işaretiydi. Ak tında da harp bayrakları vardr. Bir el kuru srkr atarak, “teslim o. Tun!” dediler, Bizimkiler bu kurusıkıya karşılık, bir mermi atarak, harb açmış oldu. lar. Lâkin, Maltalıların bizi bir salvoda mahvedecek derecede çok topları ol. masına rağmen, dört âciz topumuzun ateşine kulak asmadılar. Esasen bi. zimle beraber kuvvetli nişancılar da olmadığı için mermilerden üçü boşa gitti, Ancak bir tanesini gemilerden birinin güvertesini hafifçe sıyırarak vermiyerek geçti gitti. "Topçular ikinci endaht için, harıl harıl hazırlıkla meşgu Joldukları #r- rada düşman tarafmdan biri azıcık adalı ruma çalar bir giveyle fakat doğru bir türkçeyle haykırdı; — Hey. İbrahim çelebi atıldı: — Ne var? — Ateş etmeyin... sizin yolunuzu kesmek için kaç gündür yol alıyoruz. Maksadımız zaten sizdiniz.. Tesadüfen karşınıza çıkmıs değiliz. — Öyleyse boğuşuruz. — Kuvvetiniz yoktur. — Din küvvetimiz var — Kâfi değil. — Kâfi ve vafi. — Fakat yine de esir olacaksınız, — Gemilerimizi uçururuz... — İntihar etmiş olursumuz. Çocuk. sarmızı ve kadımlarınızı da nafile ye. re öldürmlş olursunuz, İşte, hepimiz yemin ediyoruz ki dininize dokuma. cak değiliz... Bu sera'tle intihar et- meniz, bütün ahretinizi kaybetmeniz. dir, İyice düşünün tasmm.. Hacıların gözleri Bursalı kadı Meh. mist efendiye döndü. O, bu sözler üze. rine heyeğana düştü. Esasen anlaşı. lan pek o kadar intihar taraflısı da değildi. Onun için, düşmünm bu söz- lerini cana nimet bildi: — Ölünceye kadar düşmanla boğaz boğaza döğüşmek lâzımdır. Varsın on lar bizi kessin. Fakat kendi elimizle hayatımıza nihayet vermek şer'an ca. iz değildir. — Gemiler? — Onları da son dakikaya kadar müdafaa ederiz. Batarsalar kendiliğin den batarlar, — İçindeki kıymetler? — Onlar silâh değildirler ki, bize karşı kullansınlar, Zaten nasil olsa, bu baskını İstanbul işitecek, bu küs. tahları sikıştrracaktır. Onlar da, bu müslüman mallarını, belki geri ver. meğe mecbur kalacaklardır Onun için, harbedelim. Neticeyi allaha bi. rakalım... O, münasip gördüğü şekil: de meseleyi halletsin... — Muvafık muvafık... Bu sesler, hacılar tarafından yük. seldi, onlar, dine zıt olacak bir şey yapmak istemiyorlardı. Kadı ne dedi ise öyle olacaktı. Fetva alınmıştı. Bu müzakereler esnasında, gemiler, biribirlerine daha fazla yaklaşmışlar. dr. Toplar da yeniden doldurulmuştu. İbrahim çelebi: — Ateş! . emrini verdi. ç Bu seferki endahtla, topçular, daha fazla meharet kespetmişlerdi. Mermi, |» ler, en yakın düşman ge isabet etti. Onda rahneler açtı. Fakat bu ya» ralar gemiyi batıracak derecede değil. di. Öteki Türk gemisi de âciz toplari ile ateş etmek suretiyle bizi taklit et, ti, Düşman tarafmdan gelen ses, yine türkçe olarak, şöyle haykırdı: — Artık çok oluyorsunuz. Kaptan, cezanızı Verecektir. Ne kadar size fa. ik olduğumuzu göstermek için ateş e. diyoruz... Bütün gemilerin topları, bizim ikin el gemiye döndü, Hepsi birden ona Nişanlı mübadelesi se örün - Çinin” Sutstem eyaletinde o çok garip bir yanlış- lık olmuştur. Kasabaların birisinde iki ev lenme yapılacak- tı. Nişanlılar, Çin âdeti muci- bince kapalı ara” baları içinde ve yüzleri örtülü bir halde kocalarının evinden götürürlerken kar fırtma- sma tutulmuşlar ve yolda bir hana sığınmak mecburiyetinde kalmış. lardır. fırtına dindikten sonra, ni- şanlılar arabaları şaşırmışlar ve yan- lış evlere götürülmüşlerdir. . Maa- mafih iki kocada, kızların ayni mevkii içtimaiyeye ve ayni servete malik olduklarını, diğer taraftan da | yanlışlıkta “ilâhi bir işaret!,, bulun duğunu nazarı dikkate alarak, 'ni- şanlılarını değiştirmekte hiç bir mah zur görmemişlerdir. Müvezziliğin tarihi İLİYORSUNUZ ki, gazetele- rin, sokaklada müvezziler ta rafından satılması yeni bir usuldür? Bundan elli sene evveline kadar, meselâ İngilterede, 'ancak abonman vasıtasiyle gazete alınabilirdi. Bilâhare 1883 de Midleton kar. deşler gazeteleri sokakta satmağa ka rar verdiler.” Birkaç saat zarfında o kadar fazla satış yapmışlardı ki, bu usul derhal büyük bir rağbet ka” zandı ve hef tarafa yayıldı. “e, siz roman ! da bir muharrir misli görülme miş bir eser yazmıştır.: Bu eserin sayanı hayret olması edebi kıyme- tinden değil, içinde bir tek “e,, har fi bulunmamasından ileri gelmekte- dir. 50.110 kelimeyi ihtiva eden bu romanda umumiyetle en fazla is- tümal edilen, “e,, harfi bulunmamak tadır. Bu muharririn ancak Amerikalı olabileceğini tahmin etmek güç bir şey değildir. doğru ateş ve ölüm saçtı. Bazı toplar da, denizde yüzen “Türk kayıkalrma dönmüştü. Hele onlar, bir hamlede batlılar... İçlerinde bulunanlar, deni- ze döküldü. Yaralr, perişan bir halde, feryat ederek yüzdüler.. Kimisi de boğuluyor, kimi yaralı vücudundan akıttığı kanlarla, denizi kızıla boğu. yordu. İkinel gemiye atılan toplarsa onun güvertesini silmiş spürmüştü. Güvertede - ellerinde silâh düşmanla çarpışmaya müheyya duran aslan mu hâriplerin hemen istisnasız olarak hepsi tahtalar üzerinde, kolları, kafa. ları, bâcakları kopük bir halde, peri. şan, yatıyorlardı. Topların ufuklar. dan dönen iniltileri ile onların ah ve feryatları biribirine karıştı. Düşmarım rum tercümanı bağırdı: i olmak istiyor — Siz bizi onlara benzetemezsiniz! — Niçin? — Çünkü gemimizde hazineler var. Batar diye korkarsınız. — Hayır... Bize ateş etmezsiniz Çünkü aramızda, Sünbül ağa Varı Yeni bir ticaret Londradat bil. dirildiğine göre orada, tütcar - lardan biri pi- yasaya sahte kulak ve burun > çıkarmıştır. Plaksik, (iste « nilen şekle sokulabilen) yeni bir maddeden yapılan bu sahte azalar hakiki azalar üzerine takılmaktadır. Bunlar oraya iyice oturmakta ve iki ay müddetle hiç şekillerini değiş tirmemektedir. Bundan sonra tek- rar yenileri konulabilmektedir. Söylendiğine bakılırsa bu sahte kulak ve burunları hakikilerinden tefrik etmek imkânsızdır. Binaen- aleyh burun ve kulaklarından mem* nun slmıyanlara gün doğdu... 40 bin dolara bir konser R ADYODA, şarkısı en pahalı ya mal olan kimdir, | biliyor musunuz?,. Tabii Martha Egert, Gras Mur veya Jam Kiepura diye- ceksiniz.. Halbuki, hiç birisi değil. Bir şarkıcı vardır ki, beş dakika- lık bir konseri, Amerikada bir radyo şirketine tam kırk bin dolara mal ok muştur, Bu bir tarla kuşudur... Filhakika, bu şirketin ses mühen disleri, bu inatçı şarkıcının mikrofo- na yaklaşması için, açık havada kur. ! dukları stüdyoda tam on dört gün RAGYT adında; 66 yaşların | on dört gece beklemek mecburiye- tinde kalmışlardır. On ikinci gün bu kuşlardan birisi mikrofonun yanla- rma gelerek şarkı söylemeğe başla. mışsa da daha başlangıçta ürkerek kaçmıştır. Nihayet on dördüncü gün radyo şirketi, dinleyicilerine beş da kika müddetle “bir tarla kuşunun konserini dinletmeğe muvaffak ok muşsa da, o zamana kadar tam kırk bin dolarlık bir masraf yapmak mec buriyetinde kalmıştır. Yazanlar: 1 çesterton — 2 Sayers — 3 Agata Kristi — 4, Vin Kirofin — 5. VE 8. Henri Ved — 7. G. D, H, ve M KO — # Mülvard Kennedi — 9 Con Royd SİT Aknoka — 11. Edgar Jepsan — 12. Klemsns Dan Çeviren: fa. Sir Denhi, müfettişin karşısında o detş dinliyen bir talebeye dönmüştü. Müfet. tiş, dersini bitirdikten sonra (o müsaade aldı. Ve kapıya doğru yürüdü, (dışarı çıktı. Lâkin biraz sonra geri döndü, ar- ka kapıyı vurdu, hizmetçiyi buldu, O- bunla lâf atmağa başladı. Böylece, his. settirmeden, Sir Denninin cinayet yece si evden çıkmadı İki dostunun misa fir olarak geli rendi. Hizmetçi, misafirleri görmemişti ama, ertesi sabah viski şişesini boş bulmuştu. Merada da üç kadeh duruyordu. Sigara tablaları da izmarit doluydu. Demek, Sir Denninin verdiği malümat doğruydu. Müfettiş hiç bir malümatı tevsik etmeden kaydetinez di, Böylece, o gün aldığı malüm-t da tevsik etmişti, Rac, evine dönmeden müdüriyete uğ- radı. Appleton Londradan kendisine te- lefon etmişti, Holland hakkında malâ- mat almıştı. Ticaret âleminde tanınmış bir adamdı. Kendisinden çok iyi bahse- diliyerdu, Namuslu,» sözünün €ri bir tüccarmış. İzdivaca gelince, bu da doğruydu. Appleton bizzat belediye dairesine gi- derek tahkikat yapmıştı. Müfettiş bu malümatı da not ettik. ten sonra evine döndü. Her zaman oldu ğu gibi yemeğini yerken düşünüyordu, O günkü fasliyetinden memnundu. Sir Denni ile yaptığı mülâkattan mühim, çok mühim bir malümat elde edinmiş. ti. O kadar mühim ki.. Fakat müfettiş düşüncesinin burasma gelince durdu. Muhayyilesinin kendisini pek ileri gö- türdüğünü zannetti. Halbuki, hayallerle uğraşacak vakit değildi. Şimdi, halledil. mesi en mühim mesele madam Muntun Slümüydü. Bu ölümün bir cinayet eseri olması ihtimali aleyhine kuvvetli bir delil var- dı. O da şu: madam Muntun üstü, başı, yerler kan içindeydi. Herhalde caninin de — eğer cani varsa — üstü başı kan içinde olacaktı. ölüme sebep olan dar be, öyle kan fışkırtmıştı ki bunun aksine ihtimal yoktu. Halbuki papazın evinde böyle üstü başı kan içinde bir kimseye tesadüf edilememişti. Her tarafı aramış- lar, böyle bir kimseye râstgelmemişler- di. Sebebi de-aşikârdu. Zira böyle bir kimse mevcut değildi. Herhalde kadın intihar etmişti. Esasen bıçağın vaziyeti de bunu gösteriyordu. ö Evet. Zavahir böyleydi. Lâkin mantık büsbütün başka idi Rac düşünüyorder. Ya cani, kadını arkasından Vurduysa! Madam Munt ufak tefekti. Bu kabildi ve caninin bir erkek olmasi lâzımdı. Fa- kat bıçağın üzerindeki parmak izleri? Bu izler bizzat Muntun parmak izleriy- di. Yoksa, cani, < bıçağı da bizzat kadı na mı tutturarak onu vurmuştu? Rac kepi kendine gülümsedi. Yeme- ği gene soğutmuştu. Kam: aç olduğu için aldırış etmedi. Yedi. Kalktı, Kü- lüstür otomobiline binerek o Rundel Krofta gitti. Kayıkhaneye yollandı. Pi- posunu doldurdu, içmeğe başladı. Mak- sadı, nehri ve karşı yakayı, yani papa” zın evinin olduğu tarafı» seyretmekti. Kimbilir? belki de... Fakat o ne? amira- Jin sandalının içinde, kızti bir şey ene yor. İki tahta arasma sıkışmış Küçük bir şey. Rac ilerledi, eğildi, baktı Bu bir güldü. Daha solmamıştı. Valeryan cinsinden bir gül, Rae çiçeği aldı. Va- leryan gülü nerede (o görmüştü? Kvet, o gün Sir Denninin bahçesinde görmüş- tü. Deniz kenarında ( kocaman bir gül ağacı vardı, ve Üstünde bu güle benzi- yen bir çok çiçek vardı, Rae çiçek me raklısr olduğundan, bu “ivaria brşka yerde Valeryan gülü olup olmadığını hatırlamağa çalıştı Bulamadı. e Yoktu. Mesele mühimleşiyordu. Sonra, şurası da muhakkakti ki, cinâyetin ertesi gün sandalın içi muayene edilmişti. Ve bu çiçek orada yoktu, Diğer taraftan da, gül, henüz tâzeydi. Ortaya iki mesele çıkıyordu. Ya o gön biri sandalı çıkar- mış ve içinde iken çiçeği türki olma dan düşürmüştü, yahut birisi, bu siçeği oraya kasden bırakmıştı. Rac çiçeği ok duğu yerden aldı, iki tahtanın aramndan çekti, Gülün uzun bir sapı vardı, bu çi- çeğin, oraya düşüvermiş de kalmış olma sı ihtimalini azaltıyordu. Bu kadar uzun saplı bir çiçek; iki tahtarın arasına böy ill e) 2 lin biir zilekyize - 1. Antoni Berkeley. İ Tefrika numarası — 40 İe nasıl girebilirdi? Demek, gi kasden biri bırakmıştı. Rac birdenbire harekete koşa eve gitti. Kvet. Bu çiçeği kimin koyduğunu biliyordu. evdeydi, Rac sordu: — “İvning gazet,,in muhal buraya geldi mi? — Evet efendim, sabakleyiğ banenin başında gördüm. Rac derhal otomobiline bindi, lüstür arabaya son (süratini Lord Marshall oteline gitti. sordu: Ş — “tning gazet,in mubah da mı? — Mister Graham mı? Hayıf ten sonra çıktı. — Odasının numarası kaç? | — Dört z — Teşekkür ederim. Ben edi katâğım. Kimseye bir şey söyl Kapıcı başını salladı. Rac tw Gazetecinin odasına girerek yarım saat kadar kaldı, o Çıksi kâğıt aldı, ve bir köşede makinesi #e birkaç satır bir şeyi de. Kâğıdı büküp cebine koydi” Rac otelden çıkarken, karşı k& da dolaşan bir adam gördü, © etti. Bu, sivil bir memürdu. Hof rı nezaret sltımda bulunduruy. dür muavini, madam Hollandıf keli beyaz elbisesi bulunduğ böyle bir tedbirin lüzumuna tu. 4 — Artık, dedi, Hollantlarla olmayacaksın. Bundan o sonra gâzet,,in muhabirini nezaret bulunduracaksın. Tanıyor musüf — Gözlüklü, saçlar; kısa kesil # gil mi? — Evet, Kendine Graham isim takmış. — Asıl ismi değil mi? — Hey, Asi nr VEE ral! *. Ertesi sabah müfettiş müd ti ve öğrendiklerini anlattı. MUSS kızdı: — Ne diye bana dün akjdre © etmediniz? Ne diye muavine ba” mediniz? Ya herif kaçarsa, f — Otelin ön ve arka kapıleriM memur koydum. Kağinasınd im Nizarçt atihdadır. ; Müdür biraz sakinleşti, sordüfğ — Ne zamandanberi bü Valter olduğunu biliyordunuz. — Şüphe ediyordum. Kat'i ki dün akşam edindim. o Odasına Pi Yazı makinesi İle birkaç satır Sonra, bu yazı makinesinin bat madam Hollanda verilmiş olan *X muvafakatnamesindeki — onun makinesi ile yazılmış olduğunu 2 de hatırlıyorsunuz — yazılarını * / duğunu gördüm. Hem Hempti dam Hollandin tuvalet odâsndifğ hun neden tıkandığını bulmüğtÜ” mi? Borudan, bir sürü sakal $ yi tı. Bu sakallar bulununca, ga” Yüzüne daha dikkatli baktım. YÖĞ alın tarafı, çenesinin etrafinda gok yanıktı. Demek evvelce sik dı. v — Gazeteye telefon ettiniz mi Pi — Evet. Ettim. Hakikaten By çalışıyor. Yazı işleri müdürü GE cinayet işlerile uğraşan bir m * U ; dl madığını söyledi. Asıl muharrif İmiş, cinayet olduğu gün ise Gri sadüfen burada imiş, gazeteY€ etmiş, gazeteden de bu işle Mef masını söylemişler. — Güzel bir vesile bulmuş © Böylece, gâzeteci diye bütün takip edebiliyor. Lâkin kendisin” : he edildiğinin farkında mı? — Zannetmem. o Mükâlemenin yarısında dür muavini de vaffakiyetlerine uyumadığını, boş durmadığı di müdür sordu: m — O Halde anlatınız baka” başka neler yaptınız? (Devamı v0'4 2