- YEŞİL AP A aş Tefrika numarası — 57 — YAZAN: Edgar Wallace ei — Kocanızın yanında değil misiniz? İyi bir zevcenin yeri, kocasınm bulun. duğu yerilir. Sizin de iyi bir zevce ols duğunuzu biliyorum. — Bir papaz gibi konuşmanız doğ. rusu tuhaf.. Fakat burada daha neka- dar kalacağız? — Keyfim nekadar isterse? Fay cevap vermedi, Fakat vah$i bir kedi gibi ihtiyarın o Üzerine atıltı ve boynuna sarıldı. Fakat Bellami, daha Savini kıpırdamağa vakit ( bulmatlan genç kadm: bir silkinişte yere fırlatmış- tı ve gülüyordu. Fay titriyerek kalktı. | yi ona biraz da takdirle bakıyor. | 3 , — Eğer, dedi, sizdeki cesaret koca» nızda da olsaydı, ona erkek derdim. — Tabancasmı verde, erkek mi, de- Zil mi görürsün; pis goril! Bellami bu hakareti iltifat gibi telâk- ki ederek kahkahalarla güldü ve yu. karı çıktı. Şoförü çağırdı. Onunla be- raber bahçenin uzak bir köşesine git- tiler. Beyaz saçlı kadının tuvaletlerini orada yaktılar. İhtiyar: — Bu da bitti. Diyerek ellerini oğuşturdu. O gün He, öğleden sonra, akşama kadar Bellami çalıştı. Fakat Savini gi. dip bakmadı. Bir şey göremiyeceğine emindi. Ve ilk defa olarak, yeise düştü, Artık tabancası da yoktu. Fakat karısı onu teselli ediyordu: — Merak etme. Yapacak şey yok. Mümkün olduğu kadar neşeli olalım. — Güzel ama, düşünüyorum Ha he- rif geberiverirse ne yaparız.? — Aman böyle şeyler düştinme. — Acaba kapıyr zorlryamaz mıyız? — İçerde #lete benzer bir şey bırak mamı$ ki herif f — Ah.. İhtiyar goril bir daha gelse ona bir oyun oyrıyacağım ki! —Ne gibi? — Görürsün. Hele sabret biraz. Bü- tün mese bir daha gelse!. Fakat Fay bekliyemedi. Sürüne sü- rüne parmaklığa gitti ve oradan ses-” Tendi: — Mösyö Bellami... — Ne istiyorsunuz? İhtiyar parmaklığın arkasımda duran tahtayı çekerek bir daha sordu? — Ne istiyorsunuz? — Basit. Mademki burada bizi uzun müddet alıkoyacaksmız, hiç olmazsa konforumuzu temin ediniz. — Zannedersem mahbesiniz, dev- et mahpeslerinden çok konfozludur. — Benim bir duş âletine ihtiyacım var, — Ne?: İhtiyar katılıyordu. Az kalan gül- mekten bayrlacaktı. Nihayet gülmesi bitti ve: — Sakın, dedi, bir de husust tuva. Jet odası yaptırmam istemeyiniz. İşimi yok da yeniden duş tesisatı mr yaptı. racağım? — Sizden bu kadarcık fedakârlık is- temek aklımtan bile geçmez. Sadece, bir lâstik boru istiyorum. Bir ucunu mus Tuğa koyarım, öteki ucuyla (bir nevi duş yapabilirim. Bellami homurdandı. Ortadan kay. boldu. Yarım saat sonra, parmaklıktan kırmızı, lâstik bir boru uzatıyordu: — Eğer, dedi, fazla uzun ise, orta- dan kesersiniz em (Yarısına da su HABER! AKSAM POSTASI GARE Evi istanbul , Ankara Caddesi 5 Posta kutusu: Istanbul 214 li Telgra' odrest; istanbul HABER Yazı işleri telo'onu : 23817 24870, * idare velllân ABONE ŞARTLARI Türkiye Erat 1400 Kr. 2760». 720 « VaSB «090 . 80 0 300 Sahibi ve Neşriyat Müdürü; Hasan Rasim Us 4 Bası dığı ger (VAKIT) matbaası doldurursunuz ve bir daha oraya g© lecek olursam, kalama vurursunuz. Fay elindeki. lâstik boruyu kocasına gösterdi. — Ne yapacaksın bununla? — Görürsün. Şimdi sus! O gede, yemekten sonra, Fay ile ko. cası harekete geçtiler. Fay, O tavanda yanan havagazi Jâmbalarından © birini söndürdü, borunun bir ucunu otâya geçirdi. Öteki ucunu da kapıya" doğ. rü götürdü. Boru ancak kapıya kadar yetişiyordu. Fay, bu tertibatı alıdıktan sonra kocasına lâmbanın #müsluğunu açtırdı ve? — Yak! Dedi. Kibrit çakılmca, Ifatik boru- nun ucundan çıkan alevi, Fay kapını kilidine tuttu. Biraz sonra tahta tutuş- tu. Kocası, Fayın zekâsma hayran kal mıştı. — Aman, dedi; burada koş, sü getir, Fay su getirdi. Bir taraftan kilidin etrafını yakıyorlar, kap: fazla tutuşun. ca söndürüyorlardı. Böylece, saat üçe yanacağız, ÇEVİREN ğ ja 5| kadar çalıştılar. Küçük mahpesleri du- | man içinde kalmıştı. Elleri, o yüzleri, Üsetleri başı simsiyah olmuştu. Kan, ter içindeydiler. Boğazları yanıyordu. Nihayet üç buçuğa doğru, Savini o ka pıyı itti, kapr açıldı. Evvelâ, : havagazini o söndürdüler. Sonra Fay, sırtını duvara (o dayadı ve hüngür hüngür ağlamağa başladı. Ar- tık tahammülü kalmamıştı. Kapı açılmıştı. Savini o koridordan yürüdü. Merdivene geldi. Çıktı. Şimdi başının üzerinde, Bellaminin yarıhane, sinin altında olan kapak vardı. Savini bir yokladı. Bu çelik kapağı açmanın imkânt yoktu. — Fay, burayı açmak kabil değil. Yegâne yapılacak şey, herifi (o burada beklemek ve bir daha gelecek olursa kafasma bir şey vurmak. — Peki ama neyle! (Devam var) | Tarihi macera ve aşk romanı —6— Evliya Çelebi ilk defa olarak bana anlatmışi" “Peygamberin elini öptüm. Fakat şefaat isteyeceğime şaşırarak seyahat istedim»... (Geçen tefrikaların hülâsası) Evliya Çelebinin urkadaşı Olan Anber Mustafa'nın bir kitabı eli- me yeçmişti, ... Kitabm baş tarafından birkaç sây- İz eskilik yüzünden kopmuş, parçar lanmış ve kaybolmuştu. Diğer bir. kaç sayfa ise, hayli zedelenmişti. Kakat esasen eski eserlerin büz ta. rafları, ne de olsa, dua ve sena dolu- durlar, Bu da o kabil olacak diye faz. la keder etmedim. Zira, arka tarafih- da, icap eden bütün malümatı bulu yordum. Şu satmlardan sonrası mükemme- len ökümuyordu: La e ş Benim en aziz çocukluk arkadaş. larımdan biri, Evliya . Çelebidir ki, bu zat, sonradan, sultan Muradı ra. biin sarayma intisap etmiş ve birçok seyahatlerde bulunmuştur. Gezdiği yerleri de, eserins yazmıştır, Bir gün, bu dostum heyecanla ya- nıma geldi, dedi ki: — Bir rüya gördüm. — Hayırdır inşallah... . cevabmı verdim. — Fakat bu rüya öyle alelâde rüya lardan değildir, Pek mahidar bir gey- dir... Güya İstanbulda Yemiş iskelesi yakmındaki Ahi Çelebi camiindeymi. şim. Biliyorsun ki, burası, evkaf di- ye her tehlikeden mal kaçırmak için yapılan ve akaretleri başına evl&i, a» yav ve himayegerdeler mütevelli s1. fatiyle geçirilen haram parayla yapıl. miş camilerden değildir. Helâl pars i- Je yapılmış bir camiğir. İşte, rüyam- “Yazan: Edgar Rice Burroughs Yazan: (Vâ- Nü) da o camideymişim, Derhel kapılar aşildı. Kapıda pürsilâh askerler be- lirdi. Sabah namazının sünneti kılındı. Ben de, minberin dibine sığmarak bu nur yüzlü cemaati seyredip hayran kaldım. “Selâm verildiği zaman, yanımdaki zata şu suali sordum: “es Benim sultanım! Cenabı gerifi- niz Kimdir? İzmişerifinizi bize ihsun buyurun. “O zat: “ Ben aşerei mübeşşeredenim... Yani peygamber efendimizin (siz ten. nete gideceksiniz!) diye, berhayat bulundukları sırada tebşir ettiklöri on kişiden biriyim. Bana, ok ntanla. rm piri Sa'd İbni Eba Vakkas derler. dedi. “Bunu söyler söylemez, derhal der» Jenip toplandım. Büyük bir hürmetle İ bü muhterem adarım elini öptüm. İ- kinci bir sual sordum: “us Ey sultanım!... Bu sağ tarafla, murlara garkolmuş olarak oturan in. Sanlar ikmlerdir? “— Onlarm hepsi de peygamber- lerin ruhlarıdır. Geri sıradakiler, ev. Yiya kimselerdi... Şunlar, peygambe. rimizin sahabeleridi... İste mühaci- Tin ve evsar.. Ve işte Kerbelâ yara- ndir... Bu mihrabm sağmda Ebuhe. kir, Ömer, solunda Osman ve A ©- turuyor. “Yüzüme baktı: “— Sen meyzinsin, değil mi, Er'uk ya Çelebi?... İste pirin olan Ritâl: Ha. beşi'yi sana göstereyim. Camiln 80. unda duran siyah renkli insan odur. “Ve dnha da tafsilât verdi: Tarzanın karısı kendisine uzaltı- lan çocuğa bakınca dehşetle: “* — Bu benim çocuğum değil! ,, | diye haykırdı i — Evet gördüm başbuğ! Onların yanlarmda bir akderili kadınla bir de çocuk vardı. Onlar gibi ekderili ve kuş gibi güzel bir çocuk... Bu çe- cuk burada, bizim köyde bataklık hastalığından öldü.. Akderililer de o nu oprağa gömdüler, xu Tarzanın karısı Ceyni nasıl br rakmiş olduğumuzu okuyucularımız elbette unütmamışlardır. Çocuk uyandığı zaman yas nık yürekli ana, yavrusunun yüzü” nü açınca son detece acıklı bir hal olmuştu. Çünkü Ceynugöğsünden sıkısıkıya ve titreyen ellerle tuttuğu çocuk kendi çocuğu değildi. Onun gözleri önündeki çocuğun vüzü ken- disine büsbütün yabancı idi. Zavallı anne bütün ümütlerinin böyle korkunç bir halde kırılması ü- zerine, © yıldırımla vurulmuş gibi olmuş, kendinden geçerek baygın, yere yuvarlanmıştı. Kadıncağız neden sonra kendi" ne gelipde gözlerin açtığı zaman, başucunda duran ve yüzünde derin acıma çizgileri bulunan İsveçli aşçr- yı gördü ; Şaşırmış olan kocaman İsveçli, çocuğu kucağında tutmak- ta idi. — Ne oldunuz? Birdenbire yor gunluktan hastalandınız sanıyorum! — Çocuğum! çocuğum nerede? Onu ne yaptın?.. İsveçli şaşkın, şaşkın çocuğu Cey- ne uzatlıysa, o başını salladı: — O benim çocuğum değil! Dedi ve sonra çok acı bir sesle söyledi: — Sen.. Sen de alçak Rekoff gibi, onun alsak arkadaşları gibi bir alçakmışsm!, Sende asılmağı değer, kötülerin kötüsü bir adan” mışsm! Sen de bir adam değil pis, iğrenç bir canavarmışsın!.. Andersen neden ileri geldi | anlıyamadığı bu coskunluk önünde | mavi gözlerini açtı; Ağzından şu | sözler döküldü: İ — Çocuk sizin değil mi dediniz? Siz bana kinkeyt vapurundaki ço” | cuğun sizin çocuğunuz olduğunu söylememiş miydiniz? Ceyn şimdi boynunu biiker gi — Lâkin bu çocuk, o değil!,, Dedi ve ilâve etti : — Bu çocuk değil diyorum sa* na; gemideki öbür çocuk benimki idi. Şimdi anlıyorum ki gemide bir değil iki çocuk varmış!.. Ben bura - daki çöruğu ömrümde görmüş de ğilimi. Andersen şimdi gerçekten büs- bütün şaşırmıştı; — Madam, yemin ederin ki gemide bundan başka çocuk yok- tu, Andersenin de zavallı anne ka” dar sarsılmış olduğu pek iyi görükü- yordu. Gözlerini açıp kapıyor, bir ayağmı kaldırıp öteki ayağını indi- riyordu. 'Tam bu sırada bebek kocaman İsveçlinin kucağmda ağlamağa, çır İ pmmağa başladı. Zavallı bebekçik çirpmirken kellarmı Ceyne doğru u zatıyor, bütün güciyle ona atılmak istiyordu. Ceyn bütün acıları içinde bunu görünce çocuğa yabancı durnağa dayanamadı; Yavaş bir acıma hay” kırışivle olduğu yerden fırladı; Ana- sız babasız yavruyu kapıp bağrma bastı. Ceyn birkaz dakika, yüzü küçük çotuğun eski, kirli gömleğine da - yanmış olarak için için ağladı. Bu gocuğun kendi evlâdı olmadığını an ladığı zaman » duyduğu acı kay: bölmüş şimdi onun yerinde büyük bir teselli, bir ümit belirmeğe baş” lamıştı. Ah. Artık umuyordu ki mutla- ka büyük parlak bir inücize olacak, kendi çocuğunu Rokoff'un elinden kurtaracak. (Devamı var) l “— Şu kızl kanlı ei ler, meşhur şehitlerdir. hazreti Hamza geliyor. “Hulüsa, camii fevkalâde cemaati bana “a gösterdi. Ben de, bu tanış simini dikkatle takip kr » göğsüme bastırıp, hepsine» yk “Hu? HU. diye £ xd tim, hürmet gösterdim. yöyüf “Runun üzerine, yüreğimi bir ferahlık duydum. “Yanımdaki mukadâe$ aysel” sordum: tin “— Ey sultanım! Bü çomoi rada toplanmasına sebep 0” “O, cevap verdi: “.- Azak taraflarmdaki min tatar askerleri srkışmızisr” ie mizden imdat istediler. o Tadı, Hep birlikte İstan ; ve” Tatar hanma imdada geye > ue ir geri g beji bi di neredeyse, bizzat peygem lecek, Burada otur, PE. gelmez, yüksek sesle bi” tel rirsin. Sen (Elhemdülll8) Tinhüekber) pe > Bilâli Habeşi de (A! ” Ve nihâyet zen (Amin ba le cemaat te tevhid ede! z birdenbire yerinden kesik. Sg cemil enbiya ve müridi peygamberimizin önüne git çer yaklaş ve onun elini öp. Ays? : dada: “.- Şefaat ya romjalali. r “Eğer saza gefasti eğers© ME bütün eza ve cefa. ; tulursun, ak “ “We bir yanlışlık yapman bunları bana birer birer tali gi “Ne yapacağımı tam si ki camiin kapıları tekrar kes, ve bu e ep diğer pe ler, ayağa kalktılar. Bizim ber şaşanyla içeri girdi. > altında, yüzlinde leme sasiyle, belinde kilrery e Hüseyin olaraX durdi. “— Selkmün aleyküm eY « dedi. ey ger” “Bütün cemaat: “.- Ve aleyküm selâm, ber! - diye cevap ve y “Muhammed aleyhisselâ” yy” mihraba geçip İki rekât sür gi O esnada, vücuduma bir ğin titreme ârız oldu, Ne © yapacağımı şaşırdım. a dikis” ğe” . bir tarafta gat dr Hırka! ak il deve ngendi. ai sarı şalı vardı. AYSSİİ çizme giymişlerdi. erikleri. misvak sokulu duruyordu" “Şünneti;kıldıktar * ber benim tarafıma © le işaret ederek, pus? s'ü, çaz'fe yapabiirisin de, sozfih makamdan» le fatiha okudu, diğS' * kurdu. Ni “Bütün cemaat dö met etti, “Namazdan sonr& Vakkas'ın telimi 5 kalktım ve o zat Gİ eygamberin huzuruna “Aşık ve sadik ayle” liya kuluna himmet Bana da: Ti şe “— Mübarek elini ÖP mişini - dedi. veya “Ben, ö mukaddes *“ e didaklarımı deği diye” — la (gefaat ya res 3 Vr resulğiis” de: “— Seyahat ya dim,