15 Ocak 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Yazan!: A. Cemalettin Saracoğlu “Demirhisar,, ın heyecanlı sergüzeştleri Düşman, Istanbul önlerine, ancak sonuncu Türk harp gemisi Marmaraya gömül- dükten sonra v | . 'TÜRK DENİZCİSİ NE DEMEKTİR? Cihan harbi, kan ve ateş tufanla- rı arasında son günlerini yaşamakta idi. Bu umumi boğuşma henkâme- sinde Türk sayısız cephelerde döğü şüyor, Çanakkaleye saldıran düşma- nım fasrlasız hücumları her gün binlerce Türk çocuğunun - hayatına mal oluyordu. O zamanın Türk filosu, şehamet- li ve velveleli bir mazinin bu hazin bakiyesi, Çanakkale sularında demir lemiş göz kırpmadan ölümü bekli- yordu. Zira düşman filosu boğazı zorlayıp geçecek olursa Türk denizci- leri yurda karşı son vazifelerini ya- parâk şanlı akibetiyle, döğüşe döğü- şe Marmaranın mavi sularına gömü- leceklerdi. Buna her gemide süvariden dü- men neferine kadar herkes karar vermişti: Düşman İstanbul önlerine, ancâk sonuncu Türk harp gemisi su- darm altında kaybolduktan sonra, ge- lebilirdi. Su üzerinde yüzecek bir tek gemi ateş edebilecek tek bir top elde bulundukça Türk düşmanımı harimine sokamazdı. Nitekim sokma- dı da.. Türk Harp gemilerinde — tek tük Alman zabitanı ve gediklileri de vardı. “Askeri heyeti ıhlahiye,, ismi altın - da Türk ordusunun başına bir belâ kesilmiş olan Almanlar, “Goben,, ile “Breslav,, Türk sularma iltica e- dip de Almanyanm Akdeniz filosu kumandanı Ferik Amiral “Soşon,, un kumandan sıfatiyle Türk donan- masını eline aldığı dakikadan itiba - ren , birer ikişer gemilerimize de rausallat olmuşlardı. Kendilerini daima dev aynasında görmeğe alışmış olan bu şımartılmış ve şimarık misafirler daha Alman de- niz nedir bilmediği zamanlarda bile tâ Hint denizlerinde, Okyanoslarda kılınç sallamış fırtmalara göğüs ger miş olan Türkün bahriyesinde imti - yazlı bir mevki temini vehmine kapıl- mışlardı. Türk denizcisi mütevazıdır, mah- viyet perverdir. Bir takım siyasi ve içtimai, fakat her halde izalesi kendi elinde olmryan sebepler - yüzünden asrın fen ve terekkiyatından geri kal- mış olduğunu iyi bilirdi. Bu itibarla kendisine makinenin, elektriğin yeni hamlelerini öğreterek damarlarmdaki cesaret ve kahramanlık cevherini büsbütün parlatacak yeniliklere e- zeldenberi susamıştı. Türk denizcisi gene biliyordu ki, Osmanlı İmparatorluğunun son asır” lardaki mağlübiyeti , hep kendisine icap eden, lâzım olan zamane silâhı- nm verilmemiş olması yüzündendir. Türk denizcisi nerede düşmanla karşılaşmışsa mutlaka malzeme, gemi ve top bakımından düşman daima kendisine faik bulmuştur. (Sinop) da böyle olmamış mıydı? Daha dü- nün bir vakası olan (Beyrut) da ay- ni halle karşılaşmadı mı? Tarablus harbinde Balkan — muharebesinde hep bu yüzden temiz kanımı heder et- medi mi?.. Bu yüzden Türk denizcisi fen bil- gisini yüksek tanıdığı hocalarına dai- ma çok hürmet göstermiştir. Lâkin hocalık makammmna getirilen yabancı - lar o hürmeti hazmedebilmişler mi- dir? Bu ayri bir meseledir. Her ne ise biz sadede girelim: her Türk gemisine muallim sıfatiyle bir kaç Alman zabit ve gediklisi dağıtıl - dığı sırada “Demirhisar,, torpitobotu- na da “Krayhe von Firko” ismin- de bir Alman kıdemli deniz yüzba- şısı süvari müşaviri sıfatiyle verilmiş- ti. | “Demirhisar,, torpitobotu mini mi- gelebilecekti diğer eşleri olan “Sultanhisar,, “Sivri- hisar,, ve “Hamit Abad,, botlariyle o zamanki bahriyemizin en küçük tekneleridir ve bu itibarla kendileri- ne denizcilerimiz arasında “Beybi,, yani bebek lakabı verilmiştir. Haki - katen harp gemisinden ziyade mina- cık bir istimbota benziyen şeyler.. (1906) senesinde Fransada yap”r tırılmış olan bu küçümencik torpito- botlar ancak (97) tonilato mai mah- recindedirler. Her biri bir tane 3,7 santimetrelik — (Nurdenfild) — topu ve bir tane de (18) pusluk torpito kovanı vardır. Süratleri de (27) mil- dir. İkinci Abdülhamid devri gibi Türk denizciliğini temelinden çürütüp yık- mış olan nuhusetli bir idareden arta- kalmış olan bu dört torpitobot , meş- rutiyetin ilânından sonra esaslı tamir görmüşolmaarna rağmen süratlerini bir hayli kaybetmişler ve Tarablus harbiyle Balkan harbinde yıpranarak - tabil ömürlerini yaşamış teknelerdi. Bu itibarla cihan harbi ilân edildiği zaman bu dört torpito - muz harp kıymetlerini tamamen de“ gilse bile kısmen kaybetmiş bulunu - yorlardı. İşte gemi bu halde idi. Şim di mürettebata bir nazar atalım: Alman kıdemli yüzbaşısı Fon “Firks” “Demirhisar,, da süvari mü- şaviri olunca ilk işi Türk meslektaş * larma kendini göstermek olmuştu. (Devamı var) 15 İlıhıcik!nnn — 1937 l Macera ve aşk romanı Hi — : (Vâ-Nü) Yazan - NOLLĞ Anne! Meğer sen casusmuşsun! Değil yalnız babamı, beni de, bütün milleti de satmışsın. . Bunu daha yeni öğreniyorum Geçen tefrikaların hülâsası: Mariya, katoliklerin yaman bir ca. süsüudüur. Daha pek küçük bir yaştay- ken İstanbula gelmiş, resmen müslü. man olmuüş, buranım bütün adab ve an'anelerini öğrenmiştir. Tam manasile bir mahalle kadmı gibi konuşuyor ve yaşıyor. Oğlu da müslümandır. Fakat kendisi, hristiyanlığı — unutmamııştır. Yabancı elçilere casusluk yapıyor. — Bugün evde yoktun anne.. — Evet, camileri dolaştım... — Camileri!.. Genç adam, dudaklarında acı bir te- bessiümle bu sözü söylemişti. — Camileri... - diye tekrarladı. - Bin bir taneli tesbih.. Şeyh efendi.. kandil simidi.., ve.. Kadınm, şaşırarak! — Ne oldun çocuğum... Senin halin- de bir değişiklik görüyorum... Delikanlı, odanın içine bir adım attı. Bir sıçrayışta yatağın yanma gitti. Kadın arkasmdan koştu: — Ne oluyorsun, Hasan?.. Nereye? Deli misin sen?.. — Hayır, deli değilim... Deminki haçı, ihtiyar kadın oraya koymuştu. Hasan, onu kaptı: — Bu net. Mariya, saşaladı: — Görüyorsun haç... — Ne arıyor senin odanda.. Sen... — İlâhi, Hasancığım. Ne garip &- damsın... - diye casus kadım kendi ken dini topladı. - Bundan ne çıkar.. Delikanlı, yumruklarmı ve dişlerini sıkarak, hayli buhran geçirerek: . — Ne mi çıkar?.. Ne mi çıkar?.. Mariya, işin sarpa sardığını anlıyor du. Önlemek için, bütün zekâsını kul- landı: — Çıldırıyor musun, Hasan?... bu haçı, bende, bundan on beş sene ev- vel de görmüştün: “Nedir?” diye sor- muştun. Ben de “Gerçi büyü günahtir ama, ben, babanı kıskandığım için ya- piyorum... Büyü için de haç lâzımdır!” demiştim... Ve hattâ, bundan babana bahsetmiyesin diye sana yalvarmış - tım... Unuttun mu?.. Hasan! ) — Zavallı babam. Zavallı babam.. - diye inledi. - Sen onu sahiden de bü- yüledin... Mariya, büsbütün endişeye düşerek: — Evet, zavallı... İftiraya uğradı... Fakat, ben senden ziyade üzüldüm... Nasıl ağladım, nasıl sızladım, görme - din mi?... Bana yaptığı bütün ihanet- leri unuttum.... Üzerime aldığı ortakla- — Sus, sus... Anne, Birdenbire haykırdiı: — Anne değil, yılan.. Demin elini öperken bile irkildim... Tüylerim diken diken oldu... Nasıl oldu da otuz sene- lik ömrüm içinde bunun farkına var- madım.. Nasıl oldu da herkes gibi ben de inandım... Seni hakikaten mühtedi sandım.. Şimdi boğazımdan feryatlar fışkırmak istiyor... Pencereleri açıp, ni bir gemidir. Türk bahriyesinde » Ve Ne dedin? Tavan arasında gizli telefon tertibatı mı var ? Ğötenberg yazıhanesinde oturuyor. du. Gazetelerde bu haberi okuyunca hiç de hayret etmedi.. Kendi kendine mırıl- dandı: — Demek ki İstanbuldan müsbet ce. vap geldi. Semranın Türk — zabıtasınca malüm bir şahsiyet olduğu anlaşılmasay dı, Semra tahliye edilmezdi. Götenberg pürosunu — yakarak zile bastı:. — Muavinim burada mı? — Hayır.. — Ona buradan bir yere ayrılmama- sınr söylemiştim. Odacı, polis hafiyesine kısaca şu ma- lâmatı verdi: — Bir küçük çocuk gelmişti. Anne- mi, eve gidince yerde baygın bir halde buldum. Sizden başka tatitdiğim bir za- bıta memuru yoktur. Lütfen bana yar- dım ediniz, dedi. Muavininiz bu küçük çocukla beraber, bundan iki saat önce, paltosunu giyip gitti. — Garip şep! Bir çocuk Semranın tahliye edildiği saatte muavinimi alıp götürüyor.. Acaba bu çocuğu ona gön- deren kimdir? » & & Akşam olmuştu. Gütenbergin, muavini hâlâ meydanda yoktu. Polis hafiyesi odasından bekle- mekten bunalmıştı. — Tuzağa düşmek sırası şimdi bizim| (çapkın mektepli) ye mi geldi? Gitti gi- deli bir ses çıkmadı. Diye söyleniyordu. Çapkın mektepli.. Bu, ona Berlinin bar kızları tarafın dan verilmiş bir isimdi. ! (Çapkın mektepli) nin hiikâyesi de çok gülünçtür. Bir gün Berlinde genç bir lise talebesi birdenbire ortadan kay- Bolmuştu. Polise getirilen mekteplinin fotoğrafı Gütenbergin muavinine o ka- dar benziyordu ki.. Bir aralık polis mu- avini kendisini bu kaybolan mektepli çocuk kılığına sokarak üstadının yanına girdiği zaman, Gütenberg bile birdenbi- re onu tanıyamamıştı. : — Az kaldı seni mektepli diye tokat- layacaktım. demişti. Gerçi bu hadise Berlini günlerce meşgüul etmişti. Güten berg; (Ah şu çapkını bir ele geçirsem..) de- yip duruyor ve bu işin peşinden her gün muavinini koşturuyordu, Kaybolan mekteplinin babası, polise ifade verirken, şunları da ilâve etmişti: — Oğlum on dokuz yaşında olmakla beraber, çok çapkındır. Onu barları do- laşmaktan, gece yarıları eve gelmekten menedemedim. Arkadaşları çok uslu ve terbiyeli çocuklar.. Ondan adeta nefret ediyorlar.. Gütenberg, kaybolan mekteplinin bar larda çok dolaştığını Ööğrenince, muavi- nini barlarda dolaşmağa memur etmişti. İşte, genç ve zeki polis hafiyesi, mek- tepli kasketini giyerek her gece bardan bara dolaştıkça, evvelce hakiki mektep- liyi tanıyan bar kızları polis hafiyesinin etrafını sarmışlardı. Bu.suretle kaybolan mekteplinin izini| * bulmağa muvaffak olan Gütenbergin faal ve gayretli muavinini arkadaşları o günden sonara (çapkın mektepli) diye çağırmağa başlamışlardı. Gütenberg muavininin yolunu bekli- yordu. İşte bir telefon zili.. — Allo.. Allo.. Sen misin, çapkın?.. Neredesin?. Üç saattenberi müdüriyette seni bekliyorum.. Kempinski lokantasın- da mısın?.. Orada işin ne senin?.. Garip şey! Demek seni çağıran küçük çocuk, seni oraya götürdü, öyle mi?.. Peki ama tavan arasında ne yapıyorsun?.. Ne de- din orada gizli telefon tertibatı mı var?, Yazamn: lekender F. Sertelli — 6O — Hayret.. Hayret doğrusu. Pekâlâ.. He- men şimdi geliyorum.. Gütenberg telefonu kapar kapamaz paltosunu giydi. Otomobiline bindi.. Kempinski otelinin yolunu tuttu. Polis hafiyesi bü meşum binaya ayak basmak istemiyordu. — Garsonları Yyakaladık. Semrayı bulduk.. Tuzağa düşen memurlarımızı su banyosundan kurtardık., Fakat, içim- de gittikçe büyüyen bir korku var.. İn- giliz casuslarile karşılaşma korkusu.. Gütenberg tehlikenin uzaklaştığına kani değil. (Bilâkis, tehlike - günler geçtikçe - bize doğru geliyor!) diyordu. Gütenberg elektrik cereyanları arasında Gütenberg yolda giderken; K — Acaba bu otelin sahibi Berlinden kaçmağa muvaffak oldu mu? Endişesile giderken, muavininin te sadüfen bulduğu gizli telefon tesisatının ötele ne maksatla kurulduğunu düşünü- yordu. Gütenberg kendi kendine: — Pek basit bir mesele, dedi, casus- lar bütün memleket ricalini ve bütün gizli telefon konuşmalarını dinlemişler demek! Direksyonu süratie sağa çevirdi.. Fi- rene bastı.. Otomobil me;um lokantanın önünde durdu. Kapıda polis nobetcılerı bekliyordu. Lokanta nezaret ve tarassut altında bu- lunuyordu. Gütenberg tabancasını paltosunun ce- bine koyarak binanın Üst katına çıktı. Sağa sola: — Çapkın.. Çapkın.. Diye bağırdı. Üst katta dolaşryordu. Alçak bir tavan, üzun boylu polis hafi- Sen,| | ağırlığını iyi düşün... Daha geçen kapılardan fırlayıp haykırmak 5’5;6; sunu duyuyorum: “Annem Hidâ)” kadın, babamın başına çorap önümw tür. O, müslüman değildir.. O bisi” değildir.. O, başkalarındandır!” © mek istiyorum... — Çocuğum, çocuğum. Mariya, sapır sapır titriyordu! — Oğlüm... Kendini topla.. MW de olsa benim evlâdımsın... nım, senin vücudunda dolaşıyor Hasan, nefretle: — Dolaşmaz olsaydı... — Hasan, unuttun mu hasu-"n; ğın zaman baş ucunda bekleıdlğmı celeri... Hasan!... Hasaficığım.. h”' dım.., Ben ne olursam olayım, $e7 nim ciğerimin parçasısın! — Peki, babam.. Babâm. — Baban? — Önu sen öldürttün... — O,bana yapmadığını bıı'âımı mıştı... Biliyorsun: çapkındı... — Hayır, hayır... Mesele O Senin ona ve bizim hepimize hî% tin, onun sana ihanetinden coK evvel baslar.. Hem, o, coşkun bir !' miciydi. Başka kadmlarda lh”’.ı bile, ne seni, ne bizi, hichînmizi etmedi... Tanddüdü zevcat müı!'-“mw. Ilrkta helâldir... O, bu isleri, sanâ “,;ı net olsun diye yanmadı.. Gayet olarak yaptı... Halbuki sen... — Ben? w — Sen, onu sattın anne.. casus gibi ölmesine sebebiyet vaW Onu, şerefsiz olarak idam ettırdm;j ne!... Beni de şerefsiz brraktm.. anne demeye dilim varmıyor. — Oğlum... Bu söylediğin n g böynuma sarılmıştın ?... Senınle yi başa vererek muhabbetimizden setmiştik... Zavallı çocuk, cehennem azabi deydi: — Yalnız babamı değil, beni ©© dattm... Otuz sene senin sa.mîmifew kandım... Nasıl oldu da en sami' çei lerini benden gizledin?.. Demek " , baştan başa yalan, baştan başa riğk mişsin... | -— Hayır, ben öyle değilim!.. M değilim... Bilâkis!.. Çok sadıkım' M ve ihtiyar kadın, başmı gururla dı. : Hasan, hayretle ona baktı. ) içik Niendı. | Geldim. Uykunun sirası değil. yesinin başını aşağıya eğmeğe met y etmişti.. Gütenberg tavan ussm büklüm yürüyordu. Vi İç içe geçen bir kaç küçük kaP’d:,j ladı.. Şimdi aydınlık ve pencere le yi bir aralıkta duruyordu. Yerde bi W ğıtlar, kitaplar, haritalık muş resim çivileri, boyalar.. Ve bunları? ,l siında cansiz gibi, yerde uzanmış tıyordu; Çapkın mektepli.. z Gütenberg birdenbire şaşaladi — y Tabancasını çekti.. Sağına sol Kendi kendine: k"' — Korkulacak kimse yok. L0 id nın polis tarafından muhasara c unutma ! Diye mırıldandı. Sonra birden haykırdı; — Haydi, şakayı bırak! bakalm?.. Nerede o gizli telefon “M Gütenberg, muavininden bir. * ' İ alamadı.. Yere iğildi... — Çapkın... gö Diye bağırdı.. Başını göğsüne | dü.. Kalbini dinledi.. Ku — Çarpıyor.. Fakat, çok yl"!'wl sekiz milden birdenbire beş mile bir Transatlantik makinesi gibi” ı,ıd,.; Muavininin yüzüne baktı.. VS İ parmağının ucile açıp kapadı.. (Devami li

Bu sayıdan diğer sayfalar: