“Demirhisar,, sergüzeştileri Düşman, Istanbul önlerine, ancak sonuncu Türk harp gemisi Marmaraya gömül- dükten sonra —|e TÜRK DENİZCİSİ NE DEMEKTİR? Cihan harbi, kan ve ateş tufanla- Tı arasında son günlerini yaşamakta idi. Bu umumi boğuşma henkâme” sinde Türk sayısız cephelerde döğü şüyor, Çanakkaleye saldıran düşma- nm fasılasız hücumları her gün! binlerce Türk çocuğunun hayatma mal oluyordu. O zamanım Türk filosu, şehamet- li ve velveleli bir mazinin bu hazin bakiyesi, Çanakkale sularında demir lemiş göz kırpmadan ölümü bekli. yordu. Zira düşman filosu boğazı zorlayıp geçecek olursa Türk denizci- leri yurda karşı son vazifelerini ya” parak şanlı akibetiyle, döğüşe döğr şe Marmaranın mavi sularına gömü- İeceklerdi. Buna her gemide süvariden dü. men neferine kadar herkes karar vermişti: Düşman İstanbul önlerine, ancak sonuncu Türk harp gemisi su. ların altında kaybolduktan sonra, ge“ lebilirdi. Su üzerinde yüzecek bir tek gemi ateş edebilecek tek bir top elde bulundukça Türk düşmanmı harimine sokamazdı. Nitekim sokma- dı da.. Türk harp gemilerinde © tek tük Alman zabitanı ve gediklileri de| vardı. “Askeri heyeti ıhlahiye,, ismi altın - da Türk ordusunun başına bir belâ! kesilmiş olan Almanlar, “Goben,, ile “Breslav,, Türk sularma iltica e- dip de Almanyanın Akdeniz filosu kumandanı Ferik Amiral “Soşon,, un kumandan sıfatiyle Türk donan” masını eline aldığı dakikadan itiba - ren , birer ikişer gemilerimize de rausallat olmuşlardı. Kendilerini daima dev aynasmda görmeğe alışmış olan bu şımartılmış ve şımarık misafirler daha Alman de- niz nedir bilmediği zamanlarda bile tâ Hint denizlerinde, Okyanoslarda kılınç sallamış fırtmalara göğüs ger miş olan Türkün bahriyesinde imti - yazlı bir mevki temini vehmine kapıl- mışlardı. Türk denizcisi mütevazıdır, mah- viyet perverdir. Bir takım siyasi ve içtimai, fakat her halde izalesi kendi elinde olmıyan sebepler yüzünden asrın fen ve terekkiyatından geri kal. mış olduğunu iyi bilirdi. Bu itibarla kendisine makinenin, elektriğin yeni hamlelerini öğreterek damarlardaki cesaret ve kahramanlık cevherini büsbütün perlatacak yeniliklere e- zeldenberi susamıstı. Türk denizcisi gene biliyordu ki, Osmanlı İmparatorluğunun son asır lardaki mağlâbiyeti , hep kendisine icap eden, lâzım olan zamane silâhı- nın verilmemiş olması yüzündendir. Türk denizcisi nerede düşmanla karşılasmışsa mutlaka malzeme, gemi ve top bakımından düşman daima kendisine faik bulmuştur. (Sinop) da böyle olmamış mıydı? Daha dü- nün bir vakası olan (Beyrut) da ay- ni halle karşılaşmadı mı? Tarablus harbinde Balkan omuharebesinde hep bu yüzden temiz kanmı heder et- medi mi?.. Bu yüzden Türk denizcisi fen bil. gisini yüksek tanıdığı hocalarma dar ma çok hürmet göstermiştir. Lâkin hocalık makamma getirilen yabancı - lar oo hürmeti kazmedebilmişler mi- dir? Bu ayrı bir meseledir. Her ne ise biz sadede girelim: her Türk gemisine muallim sıfatiyle bir kaç Alman zabit ve gediklisi dağıtıl - dığı sırada “Demirhisar, , torpitobotu- na da “Krayhe von Firko" ismin- de bir Alman kıdemli deniz yüzba- g1 süvari müşaviri sıfatiyle verilmiş-! ti. a “Demirhisar,, torpitobotu mini nil ni bir gemidir. Türk bahriyesinde Yazan; A. mam Saracoğlu ın heyecanlı gelebilecekti diğer eşleri olan “Sultanhisar,, “Sivri- hisar,, ve “Hamit Abad,, botlariyle © zamanki bahriyemizin en küçük tekneleridir ve bu itibarla kendileri ne denizcilerimiz arasında “Beybi,, yani bebek lakabı verilmiştir. Haki - katen harp gemisinden ziyade mina- cık bir istimbota benziyen şeyler.. (1906) senesinde Fransada yap” tırılmış olan bu küçümencik torpito. botlar ancak (97) tonilato mai mah- recindedirler. Her biri birtane 3,7 santimetrelik (o (Nurdenfild) O topu ve bir tane de (18) pusluk torpito kovanı vardır. Süratleri de (27) mil dir. İkinci Abdülhamid devri gibi Türk! denizciliğini temelinden çürütüp yık- İ mış olan nuhusetli bir idareden arta- kalmış olan bu dört torpitobot , meş-! rutiyetin ilânından sonra esaslı tamir) görmüşolmalarma rağmen süratlerini bir hayli kaybetmişler ve! Tarablus harbiyle Balkan harbinde yıpranarak tabii ömürlerini yaşamış teknelerdi. Bu itibarla cihan harbi ilân edildiği zaman bu dört torpito - muz harp kıymetlerini temamen de” ğilse bile kısmen kaybetmiş bulunu - yorlardı. İşte gemi bu halde idi. Şim di mürettebata bir nazar atalım: Alman kıdemli yüzbaşısı Fon “Firka” “Demirhisar,, da süvari mü- şaviri olunca ilk işi Türk meslektaş - larma kendini göstermek olmuştu. | (Devamı var) Macera ve aşk romanı Yazan :(vâ-NÜ) nan ema Anne! Meğer sen casusmuşsun! Değil yalniZ babamı, beni de, bütün milleti de satmışsın. Bunu daha yeni öğreniyorum Geçen tefrikaların hülâsası: Mariya, katnliklerin yaman bir ca. #üsudur. Daha pek küçük bir yaştay. ken İstanbula gelmiş, resmen müslü. man olmuş, buranm bütün ağdab ve an'ânelerini öğrenmiştir. Tam zcanasile bir mahalls kadm: gibi konuşuyor ve| yaşıyor, Oğlu da müslümandır. Fakat kendisi, hristiyanlığı o Unutmamıştar. Yabancı elçilere casusluk yapıyor. — Bugün evde yoktun anne.. — Evet, camileri dolaştım... — Camileri!., Genç adam, dudaklarında acı bir te- bessiümle bu sözü söylemişti. — Camileri... diye tekrarladı. - Bin bir taneli tesbih.. Şeyh efendi. kandil simidi. ve.. EKadm, şaşmarak : — Ne oldun çocuğum... Senin helin- de bir değişiklik görüyorum... Delikanlı, odunın içine bir adım attı, İ Bir sıçrayışta yatağın yanına gitti. Kadın arkasından koğtu: — Ne öluyorsun, Hasan ?.. Nereye? Deli misin sen?.. — Hayır, deli değilim... Deminki haçı, ihtiyar kadm oraya koymuştu. Hasan, onu kaptı: — Bu ne?.. Mariya, saşaladı: — Görüyorsun haç... — Ne arıyor senin odanda.. Sen... — İlâhi, Hasancığım. Ne garip &| damsın... - diye casus kadın kendi ken dini topladı. - Bundan ne çıkar.. Ne dedin? Tavan arasında gizli telefon tertibatı mı var? Götenberg yazıhanesinde Giüreyeri | du. Gazetelerde bu haberi okuyunca hiç de hayret etmedi.. Kendi kendine murrl- dandı: — Demek ki İstanbuldan müsbet çe. vap geldi. Semranın Türk (o zabıtasınca malüm bir şahsiyet olduğu anlaşılmasay dı, Semra tahliye edilmezdi. Götenberg pürosunu (o yakarak zile bastı; — Muavinim burada mı? — Hayır. — Ona buradan bir yere ayrılmama- sın: söylemiştim. Odacı, polis hafiyesine kısaca şu ma- lümatı verdi: — Bir küçük çocuk gelmişti. Anne mİ, eve gidince yerde baygın bir halde buldum. Sizden başka tanıdığım bir za- bıta memuru yoktur. Lütfen bana yar- dım ediniz, dedi. Muavininiz bu küçük çocukla beraber, bundan iki saat önce, paltosunu giyip gitti. — Garip şep! Bir çocuk Semranm tahliye edildiği saatte muavinimi alıp götürüyor. Acaba bu çocuğu ona gön- deren kimdir? »» Akşam olmuştu. Gütenbergin, muavini bâlâ meydanda yoktu. Polis hafiyesi odasından bekle- mekten bunalmıştı. — Tuzağa düşmek sırası şimdi bizim! (çapkın mektepli) ye mi geldi? Gitti gi- deli bir ses çıkmadı. Diye söyleniyordu. Çapkın mektepli.. Bu, ona Berlinin bar kızlar: tarafın dan verilmiş bir isimdi. (Çapkm mektepli) nin hikâyesi de! çok gülünçtür. Bir gün Berlinde genç bir Bse talebesi birdenbire ortadan kay»! bolmuştu, Polise getirilen mekteplinin fotoğrafı Gütenbergin muavinine o ka- dar benziyordu ki., Bir aralık polis mu- avini kendisini bu kaybolan mektepli çocuk kılığına sokarak üstadının yanma gitdiği zaman, Gütenberg bile birdenbi- re onu tanıyamamıştı. — Az kaldı seni mektepli diye tokat” Jayacaktım. demişti. Gerçi bu hadise Berlini günlerce meşgul etmişti. Güten berg: (Ah şu çapkını bir ele geçirsem..) de- yip duruyor ve bu işin peşinden her gün muavinini koşturuyordu,. Kaybolan mekteplinin babasr, polise ifade verirken, şunları da ilâve etmişti: — Oğlum on dokuz yaşında olmakla beraber, çok çapkındır. Onu barları do- laşmaktan, gece yarıları eve gelmekten menedemedim. Arkadaşları çok uslu ve terbiyeli çocuklar. Ondan adeta nefret ediyorlar.. Gütenberg, kaybolan mekteplinin bar larda çok dolaştığını öğrenince, muavi- nini barlarda dolaşmağa memur etmişti. İşte, genç ve zeki polis kafiyesi, mek-| tepli kasketini giyerek Ber gece bardan bara dolaştıkça, evvelce hakiki mektep- İiyi tanıyan bar kızları polis hafiyesinin etrafını sarmışlardı. Bu saretle kaybolan mekteplinin izini) * bulmağa muvaffak olan Gütenbergin faal ve gayretli muavinini arkadaşları o günden sonara (çapkın mektepli) diye çağırmağa başlamışlardı. Gütenberg muavininin yolunu bekli- yordu. İşte bir telefon zili. — Allo. Allo. Sen misin, çapkın?. Neredesin ?, Üç saattenberi müdüriyette seni bekliyortm.. Kempinski İokantasmn- da mrsın?.. Orada işin ne senin?.. Garip! şey! Demek seni çağıran küçük çocuk. seni oraya götürdü, öyle mi?.. Peki ama tavan arasında ne yapıyorsun?.. Ne de- din orada gizli telefon tertibat: mı var?.i İ fışkırmak istiyor... Delikanlı, yumruklarmı ve dişlerini sıkarak, hayli buhran geçirerek: — Ne mi çıkar?.. Ne mi çıkar?.. Mariya, İşin sarpa sardığını anlıyor du. Önlemek için, bütün zekâşmı kul. landı: — Çıldırıyor musun, Hasan?... Sen,| bu haçı, bende, bundan on beş sene ev-! vel de görmüştün: “Nedir?” diye sor- muştun, Ben de “Gerçi büyü günahtır. ama, ben, babanı kıskandığım için ya- pıyorum... Büyü için de haç lâzımdır!" demiştim... Ve hattâ, bundan babana bahsetmiyesin diye sana yalvarmış -j tım... Unuttun mu? Hasan: — Zavallı babam. Zavallı babam.. - diye inledi. - Son onu sahiden de bü- yüledin... Mariya, büsbütün endişeye düşerek: — Evet, zavalir.. İftiraya uğradı... Fakat, ben senden ziyade üzüldüm.. Nasıl ağladım, nasıl sızladım, görme - din mi?... Büna yaptığı bütün ihanet-| leri unuttum... Üzerime aldığı ortakla- Te — Sus, Sus... Anne. Birdenbire haykırdı: — Anne değil, yılan. Demin elini öperken bile irkildim... Tüylerim diken diken oldu... Nasıl oldu da otuz sene-| lik ömrüm içinde bunun farkına var-| madım.. Nasıl oldu da herkes gibi ben| de inandım... Seni hakikaten mühtedi sandım.. Şimdi boğazımdan feryatlar Pencereleri açıp, ii yi Yazan: Iskender F. Serteli) — 60 — asar smana enses sasasamaran Hayret.. Hayret doğrusu, Pekâlâ, He men şimdi geliyorum.. Gütenberg telefonu kapar kapamaz paltosunu giydi. Otomobiline bindi. Kempinski otelinin yolunu tuttu, Polis hafiyesi bu meşum binaya ayak basmak istemiyordu. — Garsonlar: yakaladık. Semrayı bulduk. Tuzağa düşen memurlarımız: su banyosundan kurtardık,, Fakat, içim- de gittikçe büyüyen bir kotku var.. İn- giliz casuslarile karşılaşma korkusu... Gütenberg tehlikenin uzaklaştığına kani değil. (Bilâkis, tehlike - günler geçtikçe - bize doğru geliyor!) diyordu. Gütenberg elektrik i cereyanları arasında Gütenberg yolda giderken; ? — Acaba bu otelin sahibi Berlinden kaşmağa muvaffak oldu mu? Endişesile giderken, muavininin ts sadilfen bulduğu gizli telefon tesisatının! otele ne maksatla kurulduğunu düşünü- yordu. Gütenberg kendi kendine; — Pek basit bir mesele, dedi, casus-) lar bütün memleket ricalini ve bütün! gizli telefon konuşmalarını dinlemişler! demek! Direksyonu süratle sağa çevirdi.. Fi- rene bastı.. Otomobil meşum lokantanın önünde durdu. . Kapıda polis nöbetcileri bekliyordu. Lokanta nezaret ve tarassut altında bu- Junuyordu. Gütenberg tabancasmı paltosunun ce- bine koyarak binanın st katma çıktı. Sağa sola: — Çapkın.. Çapkın.. Diye bağırdı, Üst katta dolaşıyordu. Alçak bir tavan, Uzun boylu polis hafi- | değilim... Bilâkis". kapılardan fırlayıp haykırmak sunu duyuyorum: “Annem Hi kadın, babamm başma çorap tür. O, müslüman değildir. O değildir.. O, başkalarındandır!” ©” ! mek istiyorum... — Çocuğum, çocuğum. Mariya, sapır sapır Giziyeei g — Oğlum... Kendini topla.. Se w de olsa benim evlâdımsın... Benim nım, senin vücudunda dolaşıyor” Hasan, nefretle: — Dolaşmaz olsay'dı... — Hasan, unuttun mu hantal ğın zaman baş ucunda beklediği celeri,.. Hasan!... Hasaficığım. BE dım... Ben ne olursam olayım, #9 nim ciğerimin parçasısın! — Peki, babam,. Babam. — Baban? i — Onu sen öldürttün.., — O, bana yapmadığını barak” mıgtı... Biliyorsun: çapkmdı... e — Hayır, hayır.. Mesele © ; Senin ona ve bizim hepimize hiye tin, onun sana ihanetinden cok evvel başlar. Hem, 6, il vir miciydi. Başka kadınlarda çi hile, ne seni, ne bizi, Yaşin isi etmedi... Tanddüdü zevcat til Ikta helâldir... O, bü isleri, en net olsun diye vanmadı.. olarak yaptı... Halbuki sen... — Ben? # — Sen, onu sattım anne. Onu casus gibi ölmesine sebebiyet veri Onu, şerefsiz olarak idam ettirdi” ne!... Beni de şerefsiz bıraktım. anne demeye dilim varmıyor. — Oğlum... Bu söylediğin ağırlığını iyi düşün... Daha geceniz boynuma sarılmıştm?.. Seninle H başa vererek muhabhetimizden setmiştik... Zavallı çocuk, cehennem azabi deydi: — Yalnız babamı değil, beni & Z dattm... Otuz sene senin samimi kandım... Nasıl oldu da en sami! a lerini benden gizledin?. Demek baştan basa yalan, baştan başa çiy” migşein,.. Dd — Hayır, ben öyle değilim! * e Çok sadıkım al ve ihtiyar kadın, basmı gururla âr. Hasan, hayretle ona baktı. g w var) aa en A (Devam: Z yi yeninin başmı aşağıya eğmeğe me yi etmişti. Gütenberg tavan büklüm yürüyordu. İç içe geçen bir kaç küçük sapı. ladı.. Şimdi aydınlık ve pencerel#fi yi bir aralıkta duruyordu. ya ğıtlar, kiteplar, haritalık resliri çivileri, boyalar.. Ve yanlar Eği Yi sında cansız gibi, yerde uzanmış Bİ tyordu; Çapkın mektepli. Gütenberg birdenbire şaşalad! w Tabancasını çekti.. Sağına sol kındı. Kendi kendine: — Korkulacak kimse yok. nm polis tarafından muhasara unutma? Diye mırıldandı. Sonra birden haykırdı; — Haydi, şakayı bırak! Geldim. Uykunun sirası değil bakalm?.. Nerede o gizli telefon Gütenberg, muavininden bir alamadı.. Yere iğildi... — Çapkın... Diye bağırdı.. Başını göğsüne dü.. Kalbini dinledi. — Çarpıyor. Fakat, çok yeri r sekiz milden birdenbire beş mile bir Transatlantik makinesi gibi” Muavininin yüzüne baktı. parmağının ucile vee arr lk Ça e NE