Hatıralarını anlatan: Alınan korsan gemisi “Deniz kartalı” mın süvarisi &ont Feliks fon Lukner Sanfransisko - Yeni Zelanda deniz yolu üzerinde korsanlığa koyulacaktık. Bu adada ne garnizon, nede telsiz telgraf vardı; izimizi öğrenip takibe kalkışmaları bu vaziyette epey bağlı Bu mukadder süsle cevap vereyim : Plârımızım birinci maddesi körfez - den çıkar çıkmaz, o civarda pek çok o- lan, yelkenli gemilerden birini zaptet. mekti, Bu işi kolaylıkla başarabilece- ğimize kani, hattâ emindik. Bundan sonra bu yelkenli ile bir vapur zapte- decek, bunünlia Samoayn gidecektik. Orağa Almanlara karşı pek haşin dav- ranan mirslay Loğanı esir aldıktan Sonra tekrar açılacaktık. Miralay Loganı esir almak için de bir plân tasarlamıştık. Adaya, Yeni! Zelanda harbiye nazırından bir emir) getiriyormuş gibi gidecek, kumandanı vapura çağıracaktık. Bu maksatla bi- sim kumandanın yazıhanesinden resm! başlıklı kâğıtlar aşırmış, hattâ bahri- ye nazırı Sir Ceyms Allen'in imzası- nı havi bir bakır mühür bile imal et. miştik, Miralay Loganın şüphelenmek | aklına bile gelmiyecek, muhakkak va-! purumuza koşncaktı. Ondan sonra Kuk adalarından Raro tongayı Üssülhareke ittihaz ederek Sanfransisko - Yeni Zelanda deniz yo- Yu Üzerinde korsanlığı okoyulacaktık. Bu adada ne garnizon, ne de telsiz tel. graf vardı; İrimizi öğrenip takibe kal. kışmaları bu vaziyette epey uzun bir zamana bağlı olacaktı, Firar için tesbit ettiğimiz gün, ku- mandan Oklanda kızmı getiremye git ti. Gösterişe pek meraklı olduğu için, kızını karşılamak Üzere malyyelinde. ki bütün zabitleri iskeleye davet etti. Ben de bu terhalıktan istifade ederek kendime bir kılıç tedarik ettim. Yeni. den bir gemi stivarisi olduğuma göre bir kılıcı kendime Mizumlu görmektey- dim. FİRAR 13 sonkânün 1917 günü bizim için tarihi bir gündür, Firara o gün teşeb- büş ettik ve muvaffak olduk. Kamp kumandanı 6 gün akşama doğru kızı İ- “Je beraber Oklanddan gelecekti. Motür' den çıkar çıkmaz Pavlsen işaret vere- cek, biz de hemen motöre koşacaktık. Endişemiz, kumandanm saat altıdan gonraya kalmamasıydı: Çünkü saat altıda yoklama olduğu için bu takdir. de firarrmız pek müşkül! ve hattâ im- kânsız olacaktı. Nihayet saat beş buçuğa doğru “Perle,, gözüktü. Gene geç! Yoklama » #aat altıda yapılmakla beraber iş gene zorlaşnıştı. Hepimiz ayrı ayrı bireri behane ve hile bulmıya mecburduk. E- sasen motör sahile gelip yanaşıncaya kadar saat altıyı bulmuştu. Kumandan sahile çıkınca motörür yanında bir nefer nöbetçi kaldı. Bu, İ- şimizi aksatacaktı. Kumandanla kızımı arabayla götüren Şmit bumun çaresini buldu, Kumandan emir vermeden uka- lilik olsun diye orada bir müddet bek- lemeye kalkan neferi çağırdı: ! — Arabaya gelsene, benim yanımda otur. İ Kumandan Turner'in o gün neşesi yerindeydi. O dn nelere cesaret verdi: — Gelebilirsin. Nefer dayanamadı, arabaya atlayıp gitti. Şmit kumandanla kızmı yerlerine bı rüktıktan sonra izin İstedi: — Kışlaya kömür götürmek lâzım- Gı; müsaade eder misiniz? Kumandan esirleri çalışır görmekten! .omnun oluyordu. Düşüncesi guy- dı: — İşsizlik bütü fenalıkların anası- dır. Esirler çalıştıkça kaçmik akıtları- ı Na gelmiyecektir. Binaenaleyh onlara mümkün mertebe fazla iş bulmalı! İşte bu düşünce Şmitin istediği izni derhal verdi. Bizim arkadaş da gelir - uzun bir zamana olacaktı ken yirmi beş teneke benzin aşırıp bize getirdi. İşaret verildi. Bütün arkadaşlar, ay- Tı âyrı bir mazeret bularak ayrıldılar. Kurduğumuz teşkilât bir saat gibi ga- yet muntazam işledi, Orada burada çı- kan evvelden tahmin edilemiyecek müş külât da soğuk kanlılık ile atlatıldı. Meselâ bu arada bir nöbetçi, telefon hattını kestikten sonra bize doğru ge- len, Gründen güpheleninişti. Grün, nö- betçi yaklaştığı takdirde bütün plânı- mızım mehvolacağını kestirerek o ten- ha yerde bulunuşunu makul göstere- cek bir vaziyet aldı; nöbetçi de uzsl- Jaştı. Son hamule yüklendikten, telefon hattı kesildikten ve sahildeki yegâne kayığın dibi delinerek tekne işe yara- maz bir hale getirildikten sonra bepi- miz “Perle,, motörüne geçtik. Makine homurdanmağa başlayınca Almanya şerefine üç defa “Tlurra!, diye bağırarak hareket ettik, (Devamı var) Macera veaşk romanı O Yazan :(Vâ-Nü) Karanlık dehlizlerde dolaşıp dururken, burnu iştihayı gıcıklıyan bir koku aldı. Kapıyı gicır-$ . datmamağa gayret ederek itti ve içeri girdi ğ Geçen tefrikaların hülâsası: Hadım edilmekten kurtulan küçük zen ci Sünbül, yaman bir ucubedir.. Baştan başm fesütla, ihtiraala ve kimseye cı mamak hislerile yoğrulmuş olan bu vak tinden evvel nemalanmış delikanlı, esir taciri bacı Mustalfanm gemisinde, gece leyin, macera peşinde dolaşıyor. Havvayı bir an heyecan ve telâş için- de bırakalım... İncebelle Sarıgül de, ge- minin dehlizlerinden birinde, yanların- da fener, baygın ve perişan yata dur - sunlar... Biz, küçük Sünbülle beraber, usul usul ortalığı dolaşalım... Bu yaman habeş yavrusunun, arka- daşı Bülbüle âit cesedi, kendi yatağı- na bıraktıktan sonra, geminin içinde macera sramiya çıktığını söylemiştim. Sünbül, bir av köpeği gibi havayı kok- lıyarak, dehlizlerde gezinmeye ve açık bulduğu kapılardan başını içeri sokmuı- ya başladı. Gece ilerlemişti. Hastabakıcıların he men hepsi, şimdi üçüncü koğuşta fna- Hiyetteydiler, Geminin kıç tarafında, ancak kasaranm en tepesinde bir dü- menci vardı, Ötekiler hep uykudaydı- lar... Sünbül de, aşağıdaki kapalı yerle- ri gezdiği için nöbetçi tarafından keş- folunacağa benzemezdi, Aralık bir kapı buldu. Mentegelerini Bugüne kadar aşırdığım-evrakın sayısı beşi geçti ç — Allahın huzuruna dâ çıksam, ayni şeyleri söyliyeceğim. Ben casus değilim. Ben sadece bir artistim. — O halde iyi dinle. Birinci vesika yı okuyorum: “.. Berlinde efldirı umumiye daha zi- yade sulha mütemayildir. Kudüsten ge- çerkten tanıştığım bir Alman zabitine Berlinde rastladım. Bu adam bir ay için mezunen ailesini görmeğe gelmiş. Her gece Berlinde buluşuyoruz. Kendisinin erkântharbiye dairesinde bir çok dost- ları var, Bunlardan aldığı Oo malümata göre Almanlar fırsat bulurlarsa, in- gilizlerle münferit bir sulh yapmaktan çekinmiyeceklermiş. Ordunun da sulh taraftarı olduğu anlaşılıyor... Müddeiumumi bu vesikayı tan sonra; — Buna ne dersin? diye sordu. Semra bu mektubu merakla dinlemiş ti. Hayretle dudağını büktü; — Mektubu bizzat gözden geçirme. me müsaade eder misiniz? Müddeiumumi muvafakat etti; — Hay hay.. Al, sen de oku, Semra almanca #azılmış olan bu mek tubu dikkatle gözden geçirdi. Mektupta imza yoktu. O Fakat, bu mektubun bir casus tarafmdan yazıldı- ğı muhakkaktı. Semra: — Bu yazı benim el yazım değil. Diye bağırdı. Müddeiumumi, Semranın sözünü duymamış gibi (davranarak, ö nündeki dosyayı karıştırdı. — İkinci vesikayı da (o okuyorum. Bakalım buna ne diyeceksin! “ww Havalar son günlerde çok bozuk. Sular bulanık, bu hava içinde Berlinde daha fazla kalmama imkân yok. Mezu- okuduk- nen Berlinde bulunan Alman zabiti ile) Kudüse dönmek niyetindeyim, Fa. kat, Alman istihbaratından (o çekiniyo- rum.. Henüz kat'i bir netice elde ede. medim, Yalnız muhakkak ölan bir şey var; Alman ordusu harpten Oo çok ber- gindir. Erkânharbiyede © hiçbir deği şiklik yok. Bugüne kadar aşırdığım ev- rakın sayısı beşi geçti... Mahkeme reisi, bu vesika okunduk- tan sonra Semraya sordu; — * — Mektupta adı geçen zabit kimdir? — Bilmiyorum. Bunu ancak mektup sahibinden öğrenebilirsiniz | — Bu mektubu da mı inkâr ediyor- sun? — Görüyorsunuz ki artık ikinci mek- tubu tetkike bile lüzum görmüyorum. İkisi de bir kafadan, bir kalemden çık- muş. Ayni fikirler. Ayni takipler. Ve tekrar edeyim ki, sizi aldatıyorlar.. He- piniz aldanıyorsunuz! — Ne demek İstiyorsun? Fikrini açık söyle.. — Bundan daha açık ne diyebilirim? Bu bir İngiliz casusudur.. Ve besbelli ki Kudüsten buraya gelmiş. Bugürler- de Kudüse dönecek olan Alman zabit- lerinden bunun kim olduğunu anlamak hiç de güç bir iş değildir. Müddeiumumi ayağa kalktı: — Başka bir diyeceğin var mı? — Daha ne söyliyeyim? Alman istih- baratınm ve Alman divanıharp heyeti- nin bu kadar sarih bir aldanışı karşısın- da söyliyecek söz bulamıyorum, — Tahkikatr incelemek üzere mah- kemeden üç gün mühlet İstiyorum, Reis Üç gün sonra davanm rüyetine devam edilmek Üzere celseyi tatil etti. Semrayı divanıharp nezaretindeki as- keri tevkifhaneye götürdüler. Semra tevkifhane- sesini vel de neler öğreniyor Tevkifhane gardiyanı uzun boylu, ak bıyıklı bir adamdı, O gün Semranın ek- meğini hücresinin parmaklığı arasından uzatırken gülümsedi: — Nerde bir güzel kadın görsem, ca- sus sanıyorum. Bu işi çirkin (o kadınlar beceremiyorlar galiba... ! — Elinden geçen kadıların güzel miydi? — Esinol, hepsi de senin gibi güzel, senin gibi sevimliydi. hepsi — Ne oldu onlar? Gardiyan içini çekerek cevap verdi: — Ne oldüklarnı sormağa (o lüzum var mı? Sizin gibi zeki O kadınlar, ele) , vardı... Bu kadar yorgunluk, bu kadar düşünce, sonu ne olacağımı pekâlâ bi- firler..! gıcırdatmamıya gayret ederek itti. El yordamiyle yürüdü.. Genzi nefis bir koku aldı... Ciğerlerini şişire şişire, burun delik- lerini kabarta kabarta koklamıya baş- Yadı: Kendi kendine: — Oh! Oh!.. «dedi. Adeta gehvete benziyen bir ihtiras.! Ja, bir iştihayla yaklaştı, Oburluğunu tatmin edecekti... Evet, hakikaten de buna ihtiyacı heyecan, genç Asabmm bu derece örse-! lenmesi... Şimdi hepsi tamir edilecekti. Yavaşça ilerliyerek önce çömeldi, sonra bağdaş kurdu. Dilini iştihayla gapırdattı.. Ağzı sulandı.. Yusyuvarlak bir cisim... Önünde mehtap gibi duruyordu... Ötede bir mangal yanıyor, bu yuvarlak cismin ü- zerine, kızıl ve iştihayı büsbütün ka - bartan bir ışık saçıyordu... İğildi, kokladı. Genzini, elğerlerini bu kokuyla doldurdu. Önündeki yuvar lak cisim fevkalâdeydi doğrusu: — Oh!... - dedi, Sonra, minimini parmağını uzattı. Bunun en ortasına daldırdı.. — Nefis... Mükemmel... - diğe homur iskender F. Sertelli ağ — Yani kurşuna dizildiler (demek istiyorsun, değil mi? Gardiyan teessürle başını salladı: — Nasıl da biliyorsun bu işin sonu- nu? — Evet. Casusların — ele düşerlerse — ölümle karşılaşacaklarını herkes gi- bi ben de biliyorum. Fakat, casusların.. ! — Casus olmayan kadının (burada ne İşi var? — İşte ben. Casuslukla katiyyen a- Yâkam yok. Suçsuz olarak buraya atıl- dım., — Divanıharpte okunan mektuplara ne dersin? — Orada dediğim gibi, uydurma de- rim, Gardiyan gülümsedi: — 'Tıpki ötekiler gibi. Onlar da ya- kalandıkları zaman, mevcut vesikaların ve delillerin hepsini inkâr ederler, ve masumiyetlerinden demvururlardı, İn- san buraya (düşünce — yaptıklarına Pişman olduğu için midir? bilmem. — her şeyi inkâr eder, kemenin yanıldığını iddia o ediyorum. Ve tahlikatı derinleştirecek olurlarsa, hepsinin benim karşımda derin bir mah cubiyet duyacakları muhakkaktır. — Dün kurşuna dirilen Fransız ca- susu Madam Klodet de böyle söylüyor» du. — Bu da kim? — Hakkın var! Ne bileceksin sen o- nu? Hırsızlar, yankesiciler biribirlerini tanırlar ama.. Casuslar böyle değil O bir Fransız kadınıydı. Sen bir İngiliz- sin! Semra yumruklarını sıkarak haykır- dg: — Ben bir Türküm. Türk kezıyım. Beni İngiliz casusluğuyla ittiham edi- yorlar. Pilhakika Berlinde ( bir İngiliz casus kadın var ama,. O, ben değilim. Ben Türk doğdum. Türk O öleceğim. Türkten başka bir şey olamam, arladın'” m? (Devamı var) dandı. Parmağını, lüzucetli bir mad nin içinde şööyle bir dolaştırdı.. Ki Ğı, kıvırdı.. Ağzına götürdü: — Nefis... Nefis doğrusu.. Müke mel pişirmişler.. Bir daha, bir daha daldırdı: — Kabak tatlısı olacak! - dedi. Hakikaten de, mangalın üzerinde şirilen koskoca bir tepsi kabak tal Sı, kotarılmış, indirilmişti.. Fakat, caba mangal niçin böyle yanar bi mış? Bunu hangi avare cariye yali köle bırakıp yatmıya gitmiş? Yan$! çikarmaktan korkmuyor mu? Ama bunlar, küçük Sünbülün runda değil. Parmakla ha, parm ha.. Kabak tatlısmı yiyor bire yiyf Saatlerdenberi ihmal edilmiş biçt midesini dolduruyor.. Damarlarma niden kan, âzabma yeniden can geli yar... İri siyah gözleri fıldır fıldır Öğ, nüyor! Haz içinde, memnun... Öyle bir yedi ki, tepsinin tam ortasmıda # caman bir yuvarlak delik açıldı. ŞöfR heyi davet edeceğini aklına bile geti miyor,.. Bir parmak dahe.. Bir par daha.. Nihayet karnı doydu... Karnı düm! lek gibi şişti. Neşeyle, midesine f pat vurdu. Adeta darbuka çalımı; muş gibi bir ses çıktı. Çocuk. bu ihtiyatsızlığına içerledi” “— Ama da sersemim ha... Gürül etmek olur mu?.. Biri bir yerde yordur.. Uyanıverir maazallah. F BEY eva Dilini, gırtlağını, şöyle bir, haya yokladı: “— Fazla yedim... Susadım... Şf suyu nereda bulmalı”. Eyvahlar” Sun... Karanlığa gözlerini alıştırmıştı.. Rasen, mangal da harlı yanıyor, od kâfi derecede ışık veriyordu... zenci gözleri böyle alacakaranlıkta P şeyi görebilecek kabiliyettedir. Süs” memnuniyetle gülümsedi... İşte gur? da, biraz ötede, pencerenin için desti... Bir maymun çevikliğiyle sıçradı. Hop! Sedirin üstüne çıktı. Ağır testi... Innh!. Kaldmdr. dinden büyük, suyla dolu bir ci Fakat, Siinbülün kolları kuvvetliği Başına dikti... Lıkır lıkır içmeye b Jadı... Lıkır lıkır... Fakat... Çıtır çıtır... Pat., Pat.. Pat. Desti hâlâ kolları arasmda, dir! “Çıtır, çıtır, “pıtır, pıtır, dediği” sesler, odanm dışındaki dehlizden iyor... Gittikçe yaklaşıyor... Ayni ! manda kapı aralığından bir ışık gö” İ — Fekat, ben onlardan değilim. Mah) dü Dehşet içinde kalan Sünbül artık kalandığını anladı.. O meşhur ; kanlılığını artık muhafaza Her şey mahvolmuştu.. Kabağı yi ği, cesedi naklettiği, böyle gemin” ginde dolaştığı (binaensleyh, m olmadığı) her şey, her şey meY”.. çıkacaktı. . Ve yakalandı mı, tam9'/ Hadım edeceklerdi, belki de müth* cezayâ çarpacaklardı... g9” Bütün bunları bir an içinde ye düğü içindir ki, Sünbül, bütün leri, ihtiyatları elden bıraktı... yet iv Elindeki destiyi “gümm!, atarak, odayı tufandan misal Dİ” yi zarada bıraktı... Kendi de, or e nan bir paravananın arkasmf ar... Fakat, kapı hızla açıldı... zap” bi bir haremağası: — Kim 07. - diye seslendi. (Devami id