Hatıralarını anlatan: Alman korsan gemisi * “Deniz kartalı” ain — süvarısi Kont Feliks fon Lukner - 36 -— Vaktile içinde uzun müddet tayfalık yaptı ğım İngiliz yelkenlisinin Ölümü, ne garip tesadüf, benim elimle olacakmış ! ğ i , | e M Her lâhza bir düşman gemisine ras- lamak imkânı mevcut bulunuyor. Fa- kat biz endişeli değiliz. Çünkü evvelâ vicdanımız temizdir. Korsanlık yapıyo ruz ama, bunu vatanımızm düşmanla- rına karşı... Çocuklarımızı ve kadınla- rımızı aç birakmıya teşebbüs eden İn- gilizlerin yaptıklarına nazaran bizim namuskârane korsanlığımız nedir ki? Bu müthiş mücadelede Alman şerefi- ni muhafaza ettiğimizden eminiz. Eğlence ve şarkılar arasında birden direkteki gözcünün sesi duyuldu: — İskelede ışık görünüyor! Demek bir gemi geliyor. Hemen e- mir verdim: — Çabuk bardakları kaldırm! Dürbünle baktım: Ay ışığı altmda, ufukta, Üç direkli kocaman bir yel- kenli geliyordu. Hemen iskeleye dü- men kırdım. Gelen gemi bizi adama- kıllr göremezdi; çünkü onuün ay ışığı altında bulunmasına mukabil' biz uf- kun karanlık cihetindeydik. “Fleyşin — Işıkla muhabere,, ile şu işareti verdim: — Derhal durunuz. Karşınızda bir Alman kruvazörüdür! Sonra bekledik. Birdenbire bir motör sesi yükseldi, küçük bir motörbot teknemize yaklaş- tı ve birisi bağırdı: — Olur muziplik değil yahu! Ben karşımda bir Alman kruvazörü var sa- ntrken, çıka çıka benim gibi bir yel- kenli çıktı. Bana herhalde harbe dair havadisler vereceksiniz? — Tabit, ! Gemimize gelin de size anlatacak çok Şeylerimiz var. — Kaptan yukarıya çıkarak kendisini Kendisine şampanya ikram ettik. Sevinçle kabul etti. Müthiş neşeliydi, âaîlona inerken omuzuma dostça vur- u: — Öyle muzip adammışsm ki kap- tan, doğrusu beni korkuttun. Salonun kapısını açarak ona yol — verdim. İçeri girdi ve tam karşısında Mareşal Fon Hindenburgun fotoğrafı- nı görünce durakladı. Sapsarı kesil- mişti, bir koltuğa çöküverdi. Zavallryı teselliye çalıştım : — Haydi, üzülmeyiniz canım. Elimi /— ze esir düşen yalnız siz değilsiniz. Biz FAŞT j » * .h 5 Va ç bile yarın ne olacağımızı biliyor mu- yuz? Harp bu... Cevap verdi: — Beni üzen şey, gemimi kaybet- mekten ziyade, bu hale kendimin se- bebiyet vermiş olmaklığımdır. Valpa- rezodaydım. Harekte hazırlanırken iki Fransiz kaptan yola çıkmamamı söyle: diler; yollar tehlikeliymiş. Armatör—ı den telgraf bekliyorlarmış. Alacakla- rı telgrafa göre yola çıkmamı tavsiye ettiler. ) Ben onların sözlerine kulak asmıya-i rak yola çıktım ve dedikleri çıktı. Hal- buki onları dinleseydim bekledikleri telgrafta tarif olunacak yolu takip e- derek elinize geçmiyecektim, Şimdi arkadaslarım Fransaya gittik leri zaman vaziyeti qn]atacaklar; hiç- bir armatör bana gemisini emniyet et- miyecek, İstikbalim mahvoldu, — Bahsettiğiniz kaptanlar kimler- di? — Birisi “Antonin,, gemisinin süva- !_'151... — Kaptan Lökok değil mi? f — Evet. — Öteki? — La Rosfukold gemisi... |— Pek âlâ... Çavuş, beş ve dokuz d&m_' naralı kaptanlara, buraya gelmele- Trini rica ettiğimi söyle. Yeni misafirimize bu arada şâmpan- Ya iİkram ettim; istemedi, Zavallımın iştihası kesilmişti. Kapı vuruldu, — Giriniz.. İki kaptan iceri girdi. tanları... Biri on, öteki üç gündenberi misafirimiz bulunuyor. Kaptanın sevinci tasavvur edilemez. Demin istemediği şampanya bardağını kaldırarak arkadaşlarının sıhhatine içti. Yeni avımız “Düpleks” i batırmakla Fransız mühimmat fabrikalarımı Şili malr on bin ton küherçileden mahrum etmiş olduk. Bir pazar sabahı da dört direkli bü- yük bir İngiliz gemisine tesadüf ettik. Evvelâ bizden kaçmıya çalıştı. Fakat motörümüzü işletince kazandığımız sü rat sayesinde çabucak yakaladık. Dür- bünle ismini okuyunca büyük bir he- yecana düştüm. — * Bu gemi “Pinmor,, du; Üzerinde u- zun müddet tayfalık yaptığım gemi.. O kadar heyecana düşmüştüm ki, ya- nımda emir bekliyen zabite bir Şşey söyliyemedim. Fakat çabuk kendimi topladım. — Bunu da batırmıya mecburuz, di- ye düşündüm, harp bu... Bir yelkenliyi batırmak bize daima çok ağır geliyordu. Denizin şiriyeti yelkenlilerle beraber kayboluyor. Ne yazık ki artık yelkenli büyük gemiler azalmıya yüz tuttu; yeniden yapmıyor lar. (Devamı var) ” Bi Wee Macera ve aşk romanı LG- Yazan :(vâ-N ' Hamamda, yüzündeki köpükler dağılan delikâ karşısında, cariyeler yerine, karısını görün “seni talâki selâse ile boşadım!,, dedi. [ nımları geçtikten sonra da, (Geçen kısımların hulâsası: Habeş sahillerinde, esir tüccarı Hacı Mustafanm bir filosu duruyör. —Bunun muhteşem haremsaray gemisinde zama nm bütün konforu vardır: Güvertedeki bahçeden, alt anbardaki hamama kadar. Esir Tacirinin yaşlanmış karısı İsveçli sarışın Hava, genç bir erkek olan Hacı Mustafanm halayıklarla, kendisine iha nette bülunduğunu öğrenip — yerinden firliyor. * & * « — Ben mi aldatılıyorum?.. Kendi yetiştirdiğim o ağzı süt kokan çocuk tarafından mı7?... O acemi halayıklar| mı benim yerimi tutacak?...,, Havva'nm dimağı bunu almıyordu Bir tekme sağdakine, bir tekme sol- dakine... Cariyelerini yere düşürdü. Bü yük bir hiddetle ileri atıldı... Zavallı kadın! Tezyif ettiği, küçük gördüğü o delikanlıyla halayıkların ““ağızlarmın süt kokmasımı”, “acemi- liklerini,, bir zaaf gibi telâkki ediyor; onların asıl kuvvetlerinin bunda oldu- ğunu düşünmüyordu. Yılların rehaveti, refahı ve sefaha- ti içinde kendilerini epeyce bırakan, genişliyen kalçalarını . sallıyarak, gü- verte bahçeyi bir anda baştan başa geçti. : Merdivenden aşağı İindi. Onun böyle yel yeperek yelken kü- rek gittiğini gören gemi halkı, ilkönce, çekinerek, korkarak, hürmetle iki ta- rafa dağılıyor, yolu açıyor, fakat, ha- arkasın- dan istihza ile bakıyorlardı. Hattâ, içlerinden biri: « Gideceği varsa göreceği de var.., dedi. Bu alaycı cümle, Havvanm kulağına çalmdı. Onu büsbütün çileden çıkardı. Fakat küstahlığın tahkikatma sonra- dan girişecek, icap eden cezayı da ve- recekti.., İlkönce asıl meseleyi halelt- meli... Orta katı gecti.. Alt kata indi... Hamamın kapısında iki nöbetçi du- ruyor. Önlemek istediler: — Girmeyiniz aslancığım! — Siz kim oluyorsunuz?.. Savulun.. — Hacı yasak etti girmenizi... Söy- lemesi bizden... Siz pişman olursunuz... İsveçli kadın, yumruklarını salladı: — Kim beni menedebilir?... Defo- lun... Hamamın kapısını bir hamlede açtı. Soğukluğa girdi. Bir kapı daha açtı... Yüzüne bir hararet carptı. (İlkönce hamamın bu İklimdeki harareti, insa- na manasız gelirdi. Halbuki, sıcak memleketlerde, sıcak hamamın, çay gibi harareti kestiğini tecrübe etmiş- lerdi...) Bir adim... Bir daha... Ve kapıyı “çat” diye kapadı... — İşte bahsettiğiniz gemilerin kap- Necmi B. Almanyaya bir kaç kere sivil olarak gitmiş ve Türkiyeyi alâkadar eden işlerin iç yüzüne nüfuz etmişti İki günlük tefrikanın hülâsası: Semra İstanbulda tanmmış bir aile nin kıizıydı. Babası tedaviye gittiği Av rupada öldükten sonra annesile yalnız kalmıştı. Kardeşlerinden biri içinde bu lundukalrı büyük harpte ölmüştü. Öte ki de silâh altındaydı. Annesile beraber bir akşam Tepebaşı bahçesine gitmişti. Oraya çıplak dansöz adıyla — tanınmış bir Macar dansözü gelmişti. Onu sey redeceklerdi, ettiler. Ve bu kadının söy lediği şarkılar onun — üzerinde çok bü yük bir tesir yapmıştı. — Almanca ve Fransızca iyi bilen Semra ya bir banka ya girip hayatını kazanmayı, yahud da dünyayı dolaşmayı düşünlüyordu. Semra Göztepedeki arkadaşmın evi ne Üç gün için misafir gitmişti. Orada da- bu fikrinden bahsetti. Annesinin ev lenmesini istediği döktor — Necdetle de evlenmek istemiyordu. — Çünkü doktor ihtiyardı. Semranın bu fikri arkadaşına bir şey hatırlattı. Babası, iyi Almanca bilen, bir Türk kızı arıyordu. Bunu En ver (paşa) istemişti. Semra bu teklifi kabul etti. Arkadaşınm babasile koönü şacak ve kendisinin gönderilmesini söy liyecekti. Semihanın babası o akşam — köşkün kapısından içeriye girerken, ilk — önce Semrayı sordu, Necmi Beyin yüzü gü- lüyordu. Semrayı görünce: — Yarın sabah seni paşaya götüre- ceğim, dedi. İş kararlaştırıldı. — Fakat, bir kere paşa hazretleri de seni görmek istiyorlar, Semra sevinç içinde.. Ne söyliyeceği ni bilmiyordu. O gece sabaha kadar uyuyamadı, Acaba kendisine verilecek - vazifeyi | muvaffakiyetle yapabilecek miydi? Semra kendisine güveniyordu. Ke- tumdu.. Soğuk kanlıydı.. Hattâ bir baş ka meziyeti daha vardı: Cesurdu.. Kuv vetliydi. Uzağı görüş kabiliyeti de Sem- ranın meziyetleri arasında- sayılabilirdi. Binbaşt Necmi Bey yolda - giderken Semraya kısaca gu 'talimatı vermişti: | disini saat ondan önce göremeyiz. Tam — Paşa kat'iyyen ukalâlıktan hoşlan maz. Ne sorarsa, kısaca cevap verirsin ! Otur demeden oturmazsın! İcap ettikçe teşekkür makamında da sadece başınla hafif bir inhina.. Anladın mı yavyrum? Binbaşı Necmi Bey değerli bir erkânı harp zabitiydi. Enver paşanın esrarlı işlerile meşgül olurdu. Paşanın itimat ve teveccühünü kazanmıştı. Damat pa- şanın bütün hususiyetlerini ondan iyi bilen kimse yoktu. Paşanın yılışık ka- dınlardan hoğlanmadığını yüzü hiç gül- meyen ciddi kadınlara karşı daha fazla iltifat ve teveccüh gösterdiğini Necmi Beyden başka keşfeden kimse yoktu. Necmi Beyin paşaya şahsan — büyük hizmetleri vardı. Almanyaya birkaç ke- re sivil olarak gitmiş ve her dönüşünde Türkiyeyi alâkadar eden gizli işlerin iç yüzüne nasıl nüfuz ettiğini paşaya mah rem olarak anlatmıştı. Binbaşı Necmi Beyin Harbiye neza- retindeki vazifesi bilmem hangi komis- yon azalığından ibaretti. Onun perde arkasında ne mühim işler gördüğünü paşadan başka kimse bilmezdi. Semra, kendisine verilecek işi > mu- vaffakiyetle başarabilirse, bu, Necmi Bi için de bir muvaffakiyet demekti. Kürüçeşmeye vardıkları zaman saat dokuz buçuktu. Necmi Bey yalının bah çe kapısından içeriye girerken: — Paşa şimdi kahvaltı yapıyor.. Ken vaktinde gelmişiz.. İntizar — salonunda bekliyelim, diye mırıldanıyordu. Necmi Bey en küçük — ihtiyatı bile ihmal etmiyordu. Kendilerini karşıla - yan haremağasının kulağına şu sözleri fısıldadı: — Paşa efendimize benim geldiğimi haber verirken, sakım yanımda bir ka- din bulunduğundan bahsetme| Haremağası gülümsedi: — yavaşça — Merak etmeyin beyim! Yazmın: iskender F. Sertelli Bi we Necmi Bey, sultanın ne kadar kıs- kanç bir kadın olduğunu bilmiyor de- ğildi. Salonda oturdular. Semra sordu: — Paşa beni mahiyetini bilmediğim bu işe elverişli görürse, hemen — yola çıkacak mıyım? — Şüphesiz.. Paşanın peki dediği da- kikadan itibaren İstanbulda hiç kimse ile temas edemiyeceksin! — Ya annem..? — BSeni ancak istasyonda teşyie gele- bilir,.! Bir emrivaki yaparız, Semra ilk defa o dakikada garip bir heyecan ve endişe içinde ürpermişti. Kendi kendine söylendi: — (Çıplak dansöz)ün — dediği gibi, işte şimdi bir yokuşun başında bulunu- yorum.. Fakat, koşacağım.. Tırmanaca- ğim.. Ve ötesini sormıyacağım, Saat onu beş geçiyor. Yalıda bir telâş var İkisi de ayakta duruyordu, Enverpa şa sinirliydi.. İntizar salonu- na girer girmez Necmi Beye doğru yü- rüdü: â — Getirdin mi? — Evet paşam!.. Semra paşayı selâmladı. | Enver paşa dikkatle Semranın yüzü- ne bakıyordu: N - — Zeki bakışlı bir kız. Diyerek yanma sokuldu. — Adiın ne senin? — Semra... — Tahsilin..? — Alman mektebinde okudum.. — Almanca iyi bilir misin? — Mektep arkadaşlarım ve hocala- rım bir Alman gibi konuştuğumu söy- lüyorlar. ! Bundan sonra almanca başladılar: — Seni Almarnyaya #öndereceğim! konuşmağa (Devamı var) | Şimdi artık, hamamın tam da, göbek taşının karşısında ve * bir zevceyi isyan ettirecek bir ranın önündeydi... b Kocası, yüzü Yenta köpüğü İf Kahkahalar atıyor... Kimi dizlıei? turmuş, kimi omuzlarma binmis: çıplak altı cariye ile şakalaşıy0? bağrışma, bir haykırışma, bir p3 Onun için, kapının şiddetli ı masına rağmen, Hacı Mustaîsı_I nm farkma varamadı. Çünkü, © larda, sabun yerine kullanılan V zel bir koku saçıp köpürdüğü İCİf ginler tarafından büyük bir ? gören Yenta tabakaları, başını P rık gibi sarmış, gözlerini de, köS€ ğı gibi kaplamıştı... (Bu madd> mende çıkan bir nevi topraktı). Hanımlarmın dehşetli mi dan ürkerek, kızlar, dört bir ğıldılar... Elleriyle vücutlarını kün mertebe örtmeye çalışarak ' durdular... Hacı Mustafa: | — Nereye gittiniz?., Beni nicîâ le köpük içinde bıraktınız?.. * gelsenize... Yikasanıza, su dö z diye bağırdı. Ses yok.. 'W — Kızarım ha... Haydi diyor” Havva, tası kurnaya daldırdI: bir daha.. Hacı Mustafanın ç boca etti... Yenta köpükleri, d ve Mustafanm gözleri açıldı. — , Karşısında müstebit karısın! ce, ilkönce fena halde ürktü. verdiği pembeliğe rağmen, — Nedir bu halin? U ; sün? Çık dışarı! Gösteririm bef Fakat, Havvanm bu tahk rı ve sözleri onu derhal kendine di. Zaten, nice zamandır, gemi vermiş değil miydi?... fırsattı... Hem de, cariyeelrin kâ!” da tahkir edilmişti. Bunu da bir * ne saymalıydı. Derhal ayağa kalktı. — Beni yıkamıya geldin zanna& Havva hatun! - dedi.-- Lâkin, | ma! Bu işi artık acemiler ve tal görsün... Sen, artık yaşlandın gü Sana daha kolay hizmetler verecd Yaralılara bakmak gibi... İsveçli asabiyet içinde ter ter meye başladı: — Bunlar nasıl lâf?.. Haydi g şarıya diyorum sana... Benimle yeleri eş mi tutuyorsun?.. Ban? met göstermek kimseye kı.!ıll"ı Ben senin nikâhlı karmim... o bi miyim?.. | Esir tüccarı, soğukkanlılığın! madan: li | — Onlar gibisin ya güzelim... ma ki, seni de on altın sayıp aıd! — Fakat şimdi... Şimdi senit nım.., | — Eğer müşkül buysa, kolay! ? — Böş ol.. — Kepaze herif... Sözlerini ge’* İ Çabuk. Çabuk... Yoksa, ağzını bi lağından öteki kulağına kadar $ İsveçli, şimdiye kadar, en hıd-î kaş çatmasiyle, bir yüz burusdj siyle ve sesinin perdesini azıcık seltmesiyle kocasımnı yıldırmışti- ” gene onu büyüleyip ıusturacağw?â tâ bu yaptıklarma pişman ediP ” tacağını, dize getirip af diletece& | muyordu. Fakat tahminleri M boşuna çıktı. i Hacı Mustafa | — Boşadığıma bu suretle 1t1f# ediyorsun? e| — Ne haddine boşamak? Şinl&î (Devamı * YAL,