Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
S LA ; H - H a —S Ka < HABER — Akşam postası Dü Ro Yaun- B Jonn LOÜY Guatemalayı Bize yüzlerine geçirdikleri acaip maskelerin 'lürkçeye çeviren: A. E. gezelim göz deliklerinden bakıyorlardı Cantiagoda kadınlar başları- cın etrafına kırmızı renkte yüklü bi” aurdelâlı hâle gibi sararlar Tzanjuya motörlü kayıkla avdetimizde Guate. malalı bir arkadaş, göle dökülmekt. olan 7 biçimli vadiyi parmağiyle güs tererek:; — Burası Haybal'dır. Dünyanın en iyi kahvesini işte bu küçücük çukur yetiştirir. dedi. Atitlan gölünün hemen hemeti 350 metre yukarısında Santa Kruz adlı küçücük Hintli köyü dağın yamacına çok tehlikeli bir surette asılı durmak. tadır. Gölden yukarıya bakınca al- çak beyaz kilisesinin etrafına küme. lenmiş krem renkli evleriyle bu köy kocaman bir marul yaprağı ortasınu oturtulmuş yumurta salatasma ben. zer. İlk bakışta merakımızı tahrik eden şey köyün vaziyeti oldu. Burası hak: kında bize malümat verebilecek kim. se çıkmadı, Ancak köylülerin doku, macı oldukları ve meyve yetiştirdikle- ri mahsullerini gölün baş — şehri olan Solola pazarlarında — satmak için bu dik yokuşları büyük zahmetlerle tır. mandıkları anlatıldı. San Pedro gemisinin kaptanı bizi köyün altındaki kayalık sahillere çı. karmağı ve avdet seferinde tekrar uğ- rıyarak buradan almağı kabul etti. Gemisi gölün içine doğru uzanmiş kayanın çevresinde — pat pat ederken biz de deve dikeni ve limon bahceleri| arasını !-ı zikzaklarla wukselen dik vel tozlu yokuştan yukarıya, şehrin asma evlerine doğru tırmandık. SANTA KRUZ'UN ŞENLİĞİ Köye yaklaştıkça — görünürde hiç kimselerin olmamasına şaştık. Halbu. ki Santiago ve San Pedroda çocuklar bizi görür görmez hemen koşarak çevremizi kuşatmışlardı. Güneşin ya. kıp soldurmuş olduğu meydana var- mak için bir binanın köşesini dönünce birdenbire durduk. Pıril pıiril parlamakta — olan bir mehon masanın iki yanınma köstümleri. ni giymiş ve kuş tüyleriyle süslenmiş sekiz Hintli dizilmisti. Bize yüzleri. ne geçirdikleri acaip maskelerinin göz deliklerinden bakıyorlardı. Bazıları- nın ellerinde kılıç kiminde de nakış. It topuzlar vardı. Hepsi de ayakları. na uymıyan papuçlarla beyaz çorap- lar giymişlerdi. Şapkalarının üstün. de uzun tüyler dalgalanıyor, sarı sır. malarla görülmüş, ayna parçaları ve parlak renkli ipek kuürdelâlarla dona- tılmış kadife üniformaları — güneşte gözleri kamaştırıyordu. Yol üstünde uzakta olan bu köyde yabancılar hiç görünmez, Bizim böyle birdenbire meydana çıkışımız ortalık. ta bir şaskınlık yarattı; biz de yürü: şümüze devam ettik. Köyün başında, taş bir döşemenin üstüne bağdaş kurarak oturduk. Şim. dilik istirahat düşüncelerini büsbütün tnutmuştuk. Asağrlarda bir yerden kulaklarımıza Marimba'nın sesi çar- 180 GÜZEL PRENSES pıyordu. Muziki muntazam nağme. lerle kâh yükseliyor, kâh alçalıyor, fakat, havanın sonu bir türlü gelmi. yor ve değişmiyordu; sanki çaldıklar: şeyin başı sonu yoktu. Şehirlerde harpe benziyen Marim- ba musikisi çok neşeli — ve şakraktır. Bu iptidaf volkanik arazide davul ve tamtamların barbarca çalmaları orta. liğa bir vahşet hissi veriyordu. Kıvranarak inen yokuştan aşağı. ya yürüdük. Musikij sesleri daha gü- hrültülü gelmiye başladı. Ayakların muntazam bir ahenkle hareket ettik. lerini gösteren ağır bir gürültü daha vardı. Keskin bir dönemeç, elli met. re kadar aşağıda olan yanık meydanı gösterdi. Orada ilk gördüğümüz şey kocaman bir Marimba çevresinde şim di yavaş, az sonra çabuk — adımlarla dans eden Hintli oldu. Bu dansta eski İspanyol — Meksi- ka dansını yaratmış olan magribilerle hıristiyanların horalarını andırır bir. çok hareketler vardı. Bu çok cazip bir manzara idi: Pe. riler diyarının musikisi, — hareketler, parlak kostümler ve dağın içinde sak- lanmış küçücük bir köy, hayali ne ka: dar okşüyordu. Tarih — sayıfalarını (dört yüz sene geriye çevirdik. Ertesi günü Atitlan gölünden u zaklaştık. Bir otelin dik damına ben- | ziyen sarp dağ yolu, yalçın kayalarmın arasımdan kıvranıyor,sonra göz ka. müasştıran yamaclara oikfyordu. uzak olan bir yerinde arabayı çevirme- dir. Kapılar kapaldıır. Bizi çevirmek is- MİNYATÜR HALİNDEKİ DAĞLAR, IRMAKLAR VE DENİZİ Devlet merkezinin Minerva mabedi yakınındaki haritada —bütün mala'nın topoğrafyası beton ve çimentodan yapılmış bir halde Yarık gibi görünen çizgilerden hiç durmadan şırıl şırıl sular akan yük Pasifik Okyanusu ile Honduras körfezini temsil eden denizler? lürler. Gözetleme kulelerinden Kalabalık seyirciler yarım hektar araziyi kaplıyan bu güzel manzarayı seyrederler. Dağlar buradü | düğü kadar dik değildir. Çünkü, haritada amudi ölçüler bire be$ tinde mübalâğalandırılmışlardır.. YÜZDE OTUZDAN FAZLA MEYİLLER Sağnaklar halinde yağan yağmur lar Sololadan Encuentrosa giderken yaylalarda geçidimize yeni yeni heye- canlar ilâve ediyordu. Guatemaladan Kuvezalteuaugoya gidiyorduk. . Guatemalanın yaylalarında dola. şirken gözümüze batan en büyük hu. susiyet yokuşların dik meyilleri idi. Otomobilimizdeki zaviye ölçücü saat en son haddi gösterdiği halde yokuş gene de yükseliyordu. Demek ki bun- lar ölçü saatlerinin — göstereceği en yüksek hadden de daha dikti. Otomo. bilimizin çok kuvvetli motörü ve teker leklerindeki tayyare tipi lâstikleri ol. masaydı, kabil değil buralarımı tırma- namazdık. ÜÖğleden sonra geç vakit, çamla ör. tülü bir tepeden aşağıya doğru inme. ğe başlayınca Çiçikustenangoyu gör- dük. Köyün bütün çevresi korkunç boğaz ve uçurumlarla çevrilidir. Biz buraya orta — Amerikanm yüzde yüz yerli olan bir pazarını görmeğfe gel. miştik. Çok geçmeden otomobilimiz iki de. TYin çükuürün arasından bir sırt bula. rak kaldırım taşlı daracık kağa girdi. Her dönemeç * sandallı Hintliler ve yüklü 4 la dolu idi. Çekingen Hintli kapı aralıklarından dışarıy$ rak bize firaf birer göz atıy! tomobilin korna seslerini dü) kâncerlar bizi Adios sörzüyle yordu. Çünkü yanımızdaki ' fredo'yu bütün dağlılar tanıiy! viyordu. Yan sokaklardan birine | bir hanın avlusuna girdik. B! panyol müstemlekât mobilya? ateş ocakları, cam şamdi! Hintli köyünden büsbütün bir manzara arzediyordu. Balkonun drvarları şi” Peten vilâyetinde bir Maya !d Uaksaktum harabesinden ko? miş resimlerle süslü idi. Hi tüphanesinde, güzel alevle! nan — ateşin karşısında oturd rada bulduğumuz türlü muaları ve mıntakayı nadir kitaplarr okuduk. GÜZEL PRENSES 131 den fırlayarak ona yardıma — koştu ve — Sen ha... Gene mi karşıma çıktın. ğe karar vermişti. Yüzleri maskeli ve elleri silâhlı üç kişiden başka biraz ile-| ride at tutan bir uşak bulunuyordu. An- nayı Zingaranın elinden alınca ata bin- direrek kaçıracak ve hududu geçirerek İtalyaya götürecekti. Bir kadın hayalinin kendisine doğru koşarak ilerlediğini görünce — seviriçle ,titerdi. Bu gelen şüiphetiz — Anna idi. Kollarmr açarak gelinlik — elbiselerile duvağmı sıkt sıkı tütmuş olarak gelen Verayr karşıladı: tum, Korkma, artık Zirigara seni elim- 'den alamaz. ;* Vera, fısıldadı: — Arabada uüyüyor. Yavaşça kaçtım. “Fakat burada daha fazla durmıyalım. ' — Kont Adolar sevinçle: — Haydi gidelim, dedi. Anna zannet- tiği Verayı kolundan tutarak beygirin yanma götürdü, Ata bindi, “ Öönüne bindirdi, Sonra: — O, dedi, varsın arabada uyuya dur sun, Kont, bunu müteakip hizmetçisine €eve dönmesini emrettikten sonra atinı mahmuzladı. Hayvanı dört nala ylıdırım gibi hududa doğru uçmağa başladı. Hayvanı bir saat kadar ayni sürat« le koşturdu. Sonra biraz — ağırlaştırdı. İleriden bir takım ışıklar — görünüyor- "du. Hududa gelmişlerdi. Burası mem- leketin tam hudut üzerinde — bulunan küçük bir kasabası idi. — Adolar pasa- port yaptırmamıştı. Bunun için ihtiyat- kârane hareket etmek ve hudut muha- fızlarından kurtulmak lâzımdı. Bu sıra- oda şafak sökmeğe başlamış, ortalık ala- ca bir karanlığa bürünmüştü. Könt, Annanm kulağına fısıldadı: — Anna, artık geldik, Şu — ilerdeki ışıklar hudut muhafızlarının kulübeleri- — Annacğım, nihayet sana kavuş- Verayı da| - teyecekler, fakat ben altımdaki hayva- na güvenirim, Bir sıçrayışta hududun ötesine geçer. Yeşil direklerin bulun- duğu yere varınca selâmete çıktık de- mektir. Şayet bize seslenir ve arkamız- dan silâh atacak olurlarsa korkma, ba- na sıkı sıkı sarıl... Kont, bir eliyle hayüvanın dizginle- rini idare ediyor, diğer elile de sevgili- sinji tutuyordu. Bu sırada tam — hudut Üzerinde silâhir birkaç muhafız görün- dü. Tam bu sırada hayvanın — boynuna doğru eğilerek sinmiş olan Vera, korse- sinin arasından keskin ve sivri bir han- çer çıkardı. Fakat Kont Adolar bunun farkında olamadı. Biraz sonra, yolun tam ortasında iki muhafız önlerine çıktı. Bunlardan biri: — Durunüuz, dedi. * Pasaportlarımızı görelim. Memurlar, yolun ortasımda, silâhları- nt omuzlarına başaşağı asmış bir vazi- yette süvarinin yaklaşmasını bekliyor- lardı. Kont tam onlara yaklaştığı sıra- da hayvanı şiddetle mahmuzladı. Hay- van yaydan kurtulmuş bir ok gibi bir- den ileri atıldı, memurun birine çarpa- rak yere devirdi ve geçti. Arkadan kuvvetli bir haykırış işitil- di: — Dur.. Düt;, Ve arkasından bir silâh patladı. Son- ra bir daha, bir daha.. Fakat gene bu an içinde Veranın hançer tutan eli hayva- nin önüne doğru uzandı ve hançer bü- tün hızıyla beygirin göğsüne saplandı. Beygir hudut direğini atladı ve hançeri yeryemez de yere serildi. Kont ve sev- gilisi de yere yuvarlandılar, Vera yere düşmesine rağmen yüzündeki duvağı sıkı sıkr tutuyordu. Kont hemen yerin- ayağa kaldırdı. Kıza bir şey olmadığnı görünce rahat bir nefes aldı. Sonra, ne olduğunu anlamak için yer de can çekişen hayvanına baktı. Bey- girin tam göğsü üzerinde saplanmış bir hançer görünce hayretinden dona kal- dı. Bu hançer hayvanın göğsüne nasıl saplanmıştı. Bu sırada onlarınm hayvanla beraber yere yuvarlandıklarını geriden — gören hudut muhafızları koşarak — yanlarına geliyorlardı. Kont Adolar hemen Vera- ya yaklaştı: — Anna, dedi. Bu ne talisizlik... Za- vallr hayvanım göğsüne bir — hançer saplandığı için yere yuvarlanmış.. Fakat bunu kim yaptı? İşte burasını anlaya- mıyorum. Ne yapalım? Onu burada bi- rakacağız. Esasen tam hudud hattı üze- rindeyiz. Haydi yürüyerek hududu ge- çip gidelim, Fakat duvaklı kız yerinden bile kı- “mıldamadı. Bu sırada hudut muhafızla- rı da yetişmişlerdi. Hemen — etraflarını çevirerek pasaport sordular. Bunun ü- zerine, Adoların hâlâ Anna zannettiği Vera duvağını kaldırarak memurlara: — Ben, dedi, kral hazretlerinin kazı düşes Verayım, Hududu geçecek deği- liz. İşinize gidiniz, Kont Adolar, hayretten dona kalmıs, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Karşısın- da bulunan kız Anna değil, düşes Ve- ra idi. Müuhafızlara kumanda eden zabit ve- kili dikkatle Veraya baktı. Onu tarırmış tı. Sönra askerce bir selâm vererek mu- hafızlarla birlikte geri çekildi, uzak- laştı. Könt Adolar, kendisini ilk şaşknılık- tan kurtarır kurtarmaz hiddet ve hay- retle haykırdı: Şeytanla ortaklığın mr var? Kabil de- gil, her şey olur, fakat bu olamaz. | Vera, alaylı bir tavırla cevap verdi. | — Bu da olur, Kont. Bu işte hem a- cele, hem de yavaş davrandınız. 'Telâş- la beni kaçırdınız. Gözünüz — o kadar kızmıştı ki herkes ve her şeyi Anna di- ye görüyordunuz. Haydi bu — neyse. Fakat insan bu vakte kadar sevgilisinin yüzündeki tülü açmaz mı? Bu nasıl sev- gi.. Fakat gösterdiğiniz — nezakete de teşekkür etmek borcumdur. Adolar, hiddetinden bütün — kanınm beynine toplandığını hissediyordu. Ve- ranın her sözü bir hançer yemiş gibi ©- nu yaralıyordu. | Vera, sözlerine şöyle devam etti: —| —- Geçenlerde bana bir hizmette bu- lunmuştunuz. Hatırlryor musunuz? Ür- matnda beygirden düştüğüm sıirada be- ni kurtarmıştmız. Ben de buna mukâ- bil bir hizmette bulundum. Anna Pas- kalı Zingaraya nikâh ettirmedim. | Kont sordü: ! — O halde kilisede Zingata ile evle- nen kimdi? — Kim olursa olsun. Herhalde Anna değildi. Size lâzım olan budur. Zingara- ya gelince onu bir daha yolunuzun üze“ 'tinde göremiyeceksiniz, Artık o, canlı- lar arasında değildir.. Hem yaşıyor, hemi | yaşamıyor. Çalışırsanız belki bu muam- mayı halledersiniz. Annaya gelince onü bir dalıa göremiyeceksiniz. O da bugün hem yaşıyor, hem yaşamıyor. İşte size iki mumamma daha.. Çalışırsanız halledersiniz, size halisane bir tavsiye- de bulunayım: Artık Annayı unutunuss Çünkü önu görmektense görmemeniz çok hayırlıdır. İşte tren de geldi. Bura- — da daha fazla — duramıyacağım, Siz de — dönebilirsiniz.