24 Ekim 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

24 Ekim 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

.. uzaklaştık. Ileri gitmek tabit mevzu-| - BE onya gidecektık Gayretimiz fili- kaları dalgaya baş verecek şekilde tu- tabilmekti, küreklerle hep buna çaba- —© İiyordük. Dalgalara yan döndüğümüz Hatrralarını anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz kartalı” nm y süvarisi Kont Feliks fon Lukner Hatıralarını anlatan * EFDAHI TALAT —237 — AA z Susuzluk içinde aklımıza müthiş bir fikir - geldi : — Kura çekelim. Kaybedeni boğazlaya- rak kanını emer, susuzluğumuzu gideririz! » Çok canım yanmıştı. Lâkin kaptana -ömrüm oldukça minnettarım, Çünkü vonun sayesinde kısa bacak olmaktan uldum. ' Bu işi müteakip marangoza bacağı- 'mm ölçüsünü aldırarak içi oyuk iki tahta parçası hazırlattı. Bacağım iki- ,Sİ arasına konularak vidalarla sunsı—l kı tuttüruldu. Bu sayede çok istırap| çekmeden yürüyebildim. - Bu esnada geminin vaziyeti gittik- çe fenalaşmıştı. Nihayet ümidi kesti- - gimiz için kaptan emir verdi: — Filikalar denize! . İlk filika ikinci kaptanm kumanda-| “sındaydı. İkinci filika ile de — süvari Mmeşgul olacaktı. Lâkin filikaları deni- ze indirmek kolay bir iş olmadı. Dağ gibi dalgalar tekneleri gemiye vura - rak parçalamak tehlikesini gösteriyor- du. Gemide nekadar yağ varsa döke- rek filikaları indirdiğimiz yerde de- nizi kısmen sakinleştirmeye gayret ettik. Filika indirildikten Ssonra da içer— sine girmek ayrı bir mesele oldu. Tay- falardan kendisine güvenenler ucu ge- mide olan bir ipe sarılarak denize atla yıp filikaya çıkryor, sonra diğer bir tayfa ayni ipin diğer ucunu tutarak denize atlıyordu. Filikaya ilk çıkan da ipi çekerek yardım ediyordu. —— Hepimiz filikalara girince batmaya mahküm olan gemimizin yanınmdan takdirde batmak muhakkaktı. Gece gündüz hep buna çalıştık. Ben bile kirık bacağıma rağmen nöbete geçe - rek kürek çektim. Yiyecek namına bir miktar ancak kuru ekmek vardı, bunu denize batı- rarak yiyorduk. Tatlr su pek az oldu- u ve idareli kullanmaya mecbur ol- duğumuz için ıslatmaya bile kâfi gel- «miyordu. Dört gün böyle ölümle pencelestik. | Dördüncü günü akşama doğru uzak- | tan bir duman, daha sonra da bir va- | ;pur göründü. Sevinçle hepimiz diril- |dik, Gözler vapura dikildi. Hemen be- yaz bir pantalonu küreğe bağlıyarak İşaret yaptık. Vapuru beklemeye ko - | Acaba bizi gördü mü? Bize, başmı istikametimıza çevırdı gibi geiiyordu I(ADII'IIıAR BENİ SAT AIR / —Nakleden Hatice SÜreyva Fakat heyhat öyle değilmiş! Vapur yoluna devâm ederek gözden kaybol- du. Ümitle dolu dakikalar yerlerini de- rin bir inkisara ve nevmidiye bıraktı- lar. Bu, bizi büsbütün mahvetti. Süvari bizi cesaretlendirmeye çalı- şıyordu: — Cesaret çocuklar, cesaret! Hepi- niz gençsin'z, bakın, sizden yaşlı ol- duğum halde ben nasıl dayanıyorum. Susuzluğa —tahammül edemiyerek deniz suyu içmeye teşebbüs edenlere de gene süvari mâni oldu, böyle yap- manın, susuzluğu daha fazla arttıra - cağı cihetle, intihar etmekle bir oldu- ğunu anlattı ve bir usul öğretti: — Parmağınızı emin; salya hâsıl olacağı için pek fazla ıstırap çekmez- siniz! Çok şükür deniz sakinleşmisti, o - nun için oturduğumuz yerde uvumak imkânını olsun elde edebilmiştik. Lâ- kin ah susuzluk! Artık süvarinin par- mak emme usuliü de fayda vermiyor- du, ağızlarımızda salya kalmamıştı ki... Günlerce süren fırtimanın verdiği yorgunluktan sonra bu susuzluk hepi-| mizi bitap bırakmıştı. İşte bu sırada susuzluğun azabhı İ- çinde aklımıza korkunç bir fikir gel- di: : — Kura çekelim, Kaybedeni boğaz- lar, kanını emerek susuzluğumuzu gi- de çıkarsa dıye Ertesi sabah, yani gemiden ayrıldı- ğımızın beşinci günü, yeni bir ümit be- lirdi: Ufukta bir vapur görmüştük. Bu da görmezse diye ödümüz kopu- yordu. Nekadar kürek avrsa hepsine pantalonlarımızı bağlıyarak sallama - ya koyulduk. Vapur, çok şükür bizi gördü. Üzeri- Anmnmem, evini terkedeceğinıc 'bir düşman evine yerleşeceı çok müteessirdi Defter üzerinde ne kadar meşgul ol- dum, farkında değilim Fakat son say- fayı da okuyup bitirdikten sonra, hain- lerin memleketten hiçbir ceza görmeden sıvışıp gitmelerinin bende husule getir- diği ıztırabın kısmen hafiflemiş olduğu- nu hissettim. Saate baktım: Onu geçi- yordu. Nöbetçiyi çağırarak, — Koloneli dum: — Evvelâ yukarrı odasına çıktı Elbise değiştirdi. Sonra da klübe gitti, dedi. Ben de o geceyi evimde geçirecek, er- tesi sabah erkenden Krokere gelecektim. Sokağa çıktım, Sabahtanberi devam eden yağmur dinmişti. Gök yüzünde tektük yıldızlar parlıyordu. Nisbeten tenha olan sokaklarda yürümeğe baş- ladım. Aklıma polis Saip geldi, Bu çocu- SOTr- ğa da ne olmuştu? Onu sabahleyin Esat beye gönderdiğim halde hâlâ dönüp gel- memiş, bana ne yaptığını Bildirmemişti. Hem onu aramak, hem de Esat beyi görmek üzere polis müdüriyetine git- meğe katrar verdim. Polis müdüriyetine geldiğim — zaman Esat beyin şehirde teftişe ç kmış oldu- ğünu öğrendim. Kapıdaki nöbetçiye sör- düum: ' ; — Arkadaşınız Üsküdarlı Saip efendi buraya gelmedi mi? —Ben bilmiyorum. Çünkü nöbete gireli bir saat oldu. Bugün-nöbet hekli- yen diğer arkadaşlara sorayım. dedi.. şunları söyledi: : İ — Evet, koşa koşa — gelerek polis müdürü beyi aramış, burada bulama - mış, gene acele acele çıkıp gitmiş.. Ne Esat beyi bulabilmiş, ne de Sai- bin vaziyeti etrafında bir malümat ala- bilmiştim. Buna fena halde canım sıkıl- dr. Sabahtanberi işlerin aksi — gitmesi asabımı hayli bozmuştu. Bütün yorgun mize doğru gelmeye başladı. O kadar bitap düşmüştük ki sakin denizde vapura yanaşıp attıkları ipe tırmanmayı bile beceremedik. Gemi bir filika indirerek yük vinci ile bizi balya gibi yukarıya almak mecburi- yetinde kaldı. Maracaibo isimli bir İtalyan gşilebi olan halâskârımız Nevyorka gidiyor- du. Güvertesine çıkarılınca bayılmı- şım, âncak yirmi saat mütemadiyen u- yuduktan sonra kendime gelebildim. Bacağımı açtıkları vakit simsiyah| oldugunu gördüler, hemen ga.ngrenl Hissi Reomanm L -A45- < Yüreği ağzma geldi. Göz yaşları ;boşanacaktı. Bu kadar beklemek... Bu |kadar iple çekmek... Bunün için miy- ,di? — Kadın, Muradım oturduğu koltuğun Okoluna hafifçe ilişti. Kolunu boynu - nun etrafına sararak, tatlı ve okşayı- cı bir sesle: — Şimdi gidiyorum... Hemen şim- di... On ikiyi kırk geçe... Her şeyi bir gün zarfında bitirebildim... Bu akşam orada olacağım. — Erkek, sevgilisine sitemle baktı. * Kadınsa bu sitemin farkına varmamış gibi durdu. Bütün evin en çarpıtı manzarasını teşkil eden resimlerini de görmemezlikten geldi. Çok alışkın “olduğu bir koku saçan bu erkeğin -saçları civarından da yüzünü uzaklar- — Bana çok kızmadın ya? - diye sordu. — Yok canım... Niçin kızacak mı- şım? Ne hakkım var, İsmet?.. — Sen benim ruhumu bilirsin. Ko- nuşmasam da ne demek istediğimi gözlerimden, halimden okursun. Öyle değil mi? — Öyle olmak lâzım. Gülümseyişi o derece acıydı ki, bunu daha fazla görmemek için, kadım, ba- şını çevirdi ve Muraddan uzaklaştı. Bu uzaklaşmanın intikammı alır gibi, delikanlı, şu gsözleri söylemek gafletinde bulundu: — Korkma, çekinme, canım... Arzu- larına nasıl itaat ettiğimi, istemedi. - gin bir şeyi nasıl yapmadığımı pek â- lâ görüyorsun. Bütün bulusmalarımız esnasmda,pküfi derecede hürmetkâr ve gekingen davranmadım mı? Bu sözler üzerine, İsmet döndü. Fa- kat halinde düşmanca bir ifade var.. teşhisi konuldu. Nevyorka varımca hemen Alman hastanesine müracaat ettim. İlk mua- yenemi yapan asistan bacağıma ba- kar bakmaz yüzünü ekşitti, o dâ gan- gren olduğu kanaatindeydi. Lâkin er- tesi günü gelen ihtiyar bir profesör, yüreğime su serpti: — Merak etme delikanlı, gangren değil, Bacağını kesecek değiliz, Baca- gına bu siyah rengi veren, adaleler a- rasında biriken kandır. Alçak ve kısık bir sesle; — Böyle şeyler sana ve bana yakış- maz! - dedi. Ne söylediğini bilmiyor muydu? Bu yakışan, yakışmıyan neydi? Muraddan ne yapmasını istiyordu? Genç erkek, fevkalbeşer olamazdı ya... Birkaç saniye geçmesini bekledi. Sonra, bu feci ve küçük manevi hâdi - senin tesiri silindi diye umarak: — Hulâsa, şimdi hemen gidiyorum... İstasyona gelmeni pek isterdim. LÂâ - kin hizmetcim Emine, bagajları getire cek, gevezelik edebilir. Bunu istemi - yorum. Erkek baktı: Sevgilisi, kendisinden uzak... Gama boğulmuş,., — Nasil istersen...- dedi. — İsmetin, bu odada, sanki hiebir aşk, macerası geçmemişti. — Etrafla -o de- röce alâkasız kalıyordu. Bü mobilye- ler, bu biblelar... Nice defa - ellerini sürdüğü bütün bu esya... Hiçbiri bhiç bir şey ifade etmiyordu... Firdevs, lâ- alettayin bir hizmetçiydi onun iğin... Yabancı!... Murad? Âziz bir dost.. A- deta bir kardeş... Onu bu derece azaba soktuğu icin bir nevi üzüntü duydu. Lâkin, delikanlıyı yanına çağırmaktan da çekiniyordu: En iyisi sinirlerine hâ:- | işittim, Murat bizdendi ve tam manasi- D H? | isimlere © (Devamı var) | sordüm: luğuma rağmen eve giderek şöyle uza- nip istirahat etmeğe bir türlü karar ve- remiyordum. Bu kararsızlığım - bir ar- kadaşla dertleşmek — ihtiyacından ileri geliyordu. Topkapı tramvayına — atladım, Sa - matyada polis merkezinin önünde atla- dim, O zaman burada Murat serkomiser lik ediyordu. Şimdi Anadolu vilâyetlerin den birinde polis müdürü — olduğunu le hamiyetli, mert bir vatandaştı. O - nunla her şeyi serbestçe konuşabilir - dim. Beni görünce sevindi: — Yahu ncrelerdesin, gel billâhi çok göereceğim geldi. — Nerelerde olacağım. Hâdisat ara- sında yuvarlanıp gidiyorum, — Ne haberler var bakalım? — Duür sana anlatayım, Bugün Hür- riyet ve itilâfçılardan, İngiliz muhiple- rine mensup kimsclerden bir kafile sıvış bakalım, — Hay mel'unlar hay! Peki bizim na sıl haberimiz olmadı. — Ben Esat beye haber — verdim. Fakat anlaşılan bir çare bulamamış. Murat dizlerini dövüyordu. Hâdiseyi bütün tafsilâtile kendisine anlattım. Ka çanların içinde ÂArnavut Tahsinin bu- lunduğunu öğcenince büsbütün canı sı- kıldı. Çünkü, Murat, Tahsin polis mü- dürü iken hayli gadre uğramıştı. Onun için bu alraı“ra karşı diş biliyordu. Defteri ona » —Bazı| 'a bâpîm'“&aaâs %Ş% etti. Muratla uzun uzadıya dertleştik, Geç vakit eve döndüğüm - zaman annemi-hâ; lâ uyumamış buldüm. Kadın ağız evini terkedeceğine ve bir düşman evine yer- leşeceğine çok müteessirdi. Ertesi sabah erken uyandık, Annemi imkân nisbetinde teselli ederek hazır- lanmasma yard.m ettim. Ve kendisine: — Ben saat ona doğru bir otomabi! göndererek seni aldıracağım, — diyerek evden çıktım, ; O gün sabah 'Z-okerde birkaç saat işlerle meşgul oldum. Ondan sonra bir bahane bularak Esat beyi görmeğe ka- rar verdim. Bu sırada yanımdaki odada Kaniten Benetin sesini duydum. De - mek herif huduttan dönmüştü, — Bir iş bahane ederek derhal Balların yanınr girdim. Benetin Avrunadan gelen sabab treninden henüz çıkmış olduğu belli i- di. Çünkü bir gün evvelki — kıyafetini muhafaza ediyordu. Beni görünce gü - lümsedi. —Ben de onu — selâmlayarak kim olmak ve Muradı olduğu vaziyet-)| te bırakmak, üstüne fazla düsşmemek,! fazla kurcalamamak... Bu uzaklık da- ha nezih, daha mantıki... Her ne paha- sına olursa olsun arada bir iLk"'lâf, bir haşin vak'a çıkmasını istemiyordu. Bu, hem kaba, hem de tehlikeli bir şey olurdu. Firdevs, paketi getirdi. Masanın bır köşesine köoydu. İsmet, Muradın tarafıma bakmadan: — Haydi, hemen kapıdaki taksiye götürüp içine koyun! - dedi- Ben de derhal geliyorum... Bunun üzerine, Murad, kendine hâ- kim olamadı. Bu buz gibi kadının a- yaklarına kapândı. Altın saçlı başını onun dizlerine sürdü. İnler giti, ağlar gibi: — Deli misin sen, İsmet? Yoksa bütün bunları mahsus müu yapıyor-| sun? Beni tecrübe mi etmek niyetin-| desin? Vallahi maksadımt anlamıyo- rum... Vallahi Ben sana bir şey yanma dım... Nedir bu ettiğin işkence? Beni tahkir ediyorsun. Bana bir yabancı mı: amelesi —yapıyorsun.. Sanki ben'm hiç.. : Bü ctümlenin âarkasımı söyletmemek | için, genç kadın, delikanlının * — Yolculuğunuz iy — Çoök iyi geçti. — Arkadaşlarımız mı? — Ümit ettiğim gibi. ları var, | — Teşekkür ederim. Ballarla işi görüşere düm, Bir de ne göreyili ortasında durmuş beni — Ayol sen dündenb — Sorma beyim. Cat laşıyor. — Anlat bakalım n — Yıl uğursuzun der çırdık. Ben sizden emirt şa koşa Esat beye gitti — Bulamamışsın. — Evet bulamadım. çıktım. Meyuüs bir halde rürken aklıma bizim ar. Darılmayın ama, sizi < yapacağımı yapmağa ka hal Ayasofyaya çıktım, ları topladık. Şöyle bir dar olduk. Kamyonların üzerinde münasip bir ye sadım kamyonlar geçerk atlamak ve arabaları dül sindekileri temizlemekti. babam bekle..; Ne kamj araba.. Saat on bire kad tında bekledik Gelen git Saip boynunu bükerek kika kadar düşündükten — Pekı nereden geçti — Ben de onlarla bet Meyt yokuşundan indik, rüsünden geçerek Zeyre yazıda oradan Aksaray, la Yeşilköye gittik, — Tuuu! Allah belâla nu bilseydik Sultanahmi yazıtta beklerdik. Omuzunu okşadım: — Ne yapalım Saip! Tali bu sefer de bize ya bundan da bir hayır va — Ne hayrı beyim, £ kaçtılar. Saip gittikten sonra, Balların havale ettiği-b polis müdüriyetine gitti karş laştığım zaman on buldum. — ÖOğlum nedir bu düğümü içinde kaldık. remedik. — Evet maalesef öyl ( kapadı. O zaman Muri bu el titriyor... — Affet beni İsşme hoşuna gitmiyor, değil na karşı nasıl hareket miyorum... Betbahtım, bahtım ki, İsmet.. Kadm, acı acı: — Betbaht değil, ge koskoca bir hayat Vaf — Sensiz bir hayat “göylemek istiyorsun b9 bu gelisşin ebedi bir 'Yanağını, hafifçe, * üzerine iğdi. Delikanli sine daha yakın olmak cudivle, bütün ruhıl k,alktı. bisil - âeşmz bir ha?"'t bahsetmedim... Buğ nasıl söylıyebılırlm?"' de ne olacağını bilm!3 seninle anlaşalrm. Bar? Ah, içimde ne fırtıne na söylesem, halime ? din... |

Bu sayıdan diğer sayfalar: