22 Eylül 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

22 Eylül 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Mustasım yavaş yavaş hançerini çekti ve — Hüseynin sırtına saplamak için bütün kuvvetile ileri atıldı Garip bir endişe ile: K — Yoksa müneccimin verdiği uyu- — tucu ilâcı fazla mı kaçırdım? Fakat — ne zarar! İster gebersin, ister geber- —— mesin Zübeyde benim olacak! diye dü- — günüyordu. A Az sonra Zübeydenin vücudu yavaş - yavaş gevşedi.. Muntazam bir_şekilde[ nefes almaya başladı. Sanki derin vej - gakin bir uykuda bulunuyordu. $i Müstasım keşdi kendine: — Ubeydin verdiği ilâç hakikaten - mükemmel netice veriyor diye düşün- — dü. Sonra hayvani şehvetinden dolayı — titriyen bacakları büsbütün gevşedi -— Zübeydenin yanına bir deve gibi çök- ..- Zübeyde, halife Mustasımın emrile — Hüseyine serbest olduğunu ve artık — hiçbir iş kalmadığımı söyledikten son- — ra aşağıya inmişti. Hâlâ sarayın içini ve dışını sıkı bir muhafaza altında bulunduran askerleri dağıttı, eski yer- lerine gönderdi. Bütün vaziyet normal bir şekle döküldükten sonra bahçeye çıktı. Ay ve tabiat ne kadar güzeldi bu gece! Fakat Hüseyinin »kafasında bin bir fikir çarpışıyor, Birkaç saat içinde /| cereyan eden fevkalâde vakalarm te- 9 esirile bir türlü sakinleşemiyordu. e Ya hele Zübeydenin sözleri? Onu odasma çağırmıştı. Ve odasına geldiğini kimsenin görmemesini ıste mişti. " Ne vardı acaba? ; — Ona Zübeyde ne söyliyecekti? Aca- — ba hakikaten Güzide için bir, şey mi YA söylıyecektı" Yoksa! smin ne kadar kötü fikirler taşıyabi- lecek iktidarda yaratılmış olduğunu anladı. Niçin böyle düşünüyordu. Zü- » beyde kendisini bazı mühim şeyler — Bgöylemek için çağırmış olamaz mı - İidi? Hem de sonradan sözünden vaz 4 _' geçmiş, dairesine gizli olarak gelme- - sine lüzum olmadığını ilâve etmemiş Oi idi? » . '-., Peki ©. hal&e nîgın evvelâ gmı ola- — Trak gelmesini istemişti? “Her işit altında bir takım gizli ma- nalar aramak saçma ve beyhude bir |iştir. Zübeyde pekâlâ bu kelimeyi -— jyanlışlıkla, yahut bambaşka bir fikir- | Jle, âakla gelmiyen meşru bir sebeple ıöyhyebllir 'l KN B . VI dt - bir tehlike tehdit edemez mi? — Ba soğ fikir Hüseyini gayri ihtiya- “, (Ona, Zübeydenin velev gayet uzak DA ve muntıksız bir tehlike ıçinde olma- AT A IR / î_'Nakleclen: Ha -kati kararla hareket etti. Fakat sara- |hisse itaat etti, Sarayın dış cephesin- | görünecekti. Zübeyde ona yine ışıl ışıl .lığım tepesinde zannediyordu. Zübey- Ha Hi _yğm zman “İnsan knfa a| Aradan bir dakika bile geçmemisti ki Ş Meselâ, kim bilir? Zübeydeyi- gızlı : ı(nıııı.ıuı BENİ sı fikri bile fevkalâde tesir ediyordu Derhal onun yanma gidecekti, Bu yın içine doğru değil. Hissi onu bilâkis bahçe tarafına doğru çekiyordu. Bu de bir müddet ilerledikten sonra dur- du. Ve başımnı havaya kaldırdı. İşte camlarından ışık sızan bu pen- cerelerin arkasında Zübeyde onu bek- liyordu. Şüphesiz yatmamıştı. Ve üezrinde bir saat kadar evvel gördüğü beyaz, ince, şeffaf tülden gecelik elbisesi vardı. Bu elbisenin altından, harikulâ- de bir sanatla işlenmiş vücudunun şek- li kardan daha beyaz ayakları yine yanan gözlerle bakacak ve tebessüm edecekti, Hüseyin, inatçı pervaneler gibi ka- fasının etrafından ayrılmıyan bu fi- kirleri kovmak için elini ümitsizce sal ladı. Ne mümkün! O zaman Hüseyinin kafast önüne düşer gibi oldu. Çenesi göğsüne çarp- tı. Şimdiye kadar içinde boğmuş oldu ğu hisleri artık isyan etmişlerdi, Hü- seyin Zübeydeyi seviyordu. Hüseyin, Zübeydeyi sevdiğini anladı. Hem de nasıl? Anlatılmaz! : Hüseyin Zübeydeyi o kadar müthiş bir aşkla seydiğini anladı ki bunun dehşetinden o bile ürktü. Kendisini sanki etrafi derin ve kara uçurumlar- la çevrili fevkalâde yüksek bir kaya- deye karşı düyduğu büyük aşk onda bu hiş!eri yara.tmıştı Gayri ihtiyari: de,. Zübeyde!, diye mırıl d"mrf“ 0 a:km Küvvetini 'mcak şîmd: anlâyabiliyor, Eymene karşı vaktile hissettiği #empatinin bu müthiş aşk karşısında ne dereçe - cılız kaldığmı hissediyordu. j Hüseyin aşıktı! Bütün aşıklar gibi o da başını ümit- sizlikle salladı. Derin surette içini çekti. Ve başını tekrar kaldırarak göz- lerini Zübeydenin odasına dikti. Sonra birdenbire karar verdi. Etra- fa seri bir göz atıp hiç kimse tarafm- dan gözlenmediğine emin olduktan sonra duvarların muntazam çıkıntıla- rıma tutunarak tırmanmağa başladı. Hüseyin ta pencerenin yanma kadar tırmanmış bulunuyordu. Çekinerek odanın içerisine baktı. , , Aman Allahım ne görüyordu? Mümkün mü idi bu? Herhalde ya gözleri müthiş bir ha yal görüyordu. ( Devamı var) Hissi Roman tice Süreyya g d Ismet şaşıyor: | —. Kendimi şimdiye kadar a.nlaya- — mamışım.. Kuvvetli olduğumu, hâyatı < neşe tarafından aldığımı sanırdım.. -— Fakat acınacak derecede zayıfmışım.., Biran, yüreği sızlıyor: # — Ya onu kaybedersemi,,, Gözlerini kapıyor. Dudaklarını ısı-| - — rıp başını sallıyor: — *“— Ya pir daha gelmezse?,, — Bir müddet dalgın düruyor.. Sisler, — dimağını kaplamıştır. Fakat ansızm, — tuvalet odasının kapısının hafifçe gı- — gırdadığını işitiyor. Hizmetçişi Emine — içeri girmiştir. Çalışmağa başladı de- ' mek.. Neredeyse, buraya da gelecek... — — Düşünceleri devam ediyor: _ * Çök gencç Murad.. Ona karşı aş- kmı müdafaa için çabalaman beyhude nhmettîr Kendini derle, topla.. Sen, “|lerle ahbaplık etmemiştir. Dimağı in- imkânsız şeyleri istiyorsun.. Bu dere- ce genç bir çocuğun bütün hayat uzun luğunca devam decek bir sadakati bek- lenir mi.. O, senin oğlunun arkadaşı.,, İşte, İsmetin ahvalini yakından bi- len ve soğuk kanlı düşünen herkes onun hakkında bu hükmü verecek! Eyvet, Murad, Enisin - arkadaşıdır. Fakat o, asla tıpatıp kendi yaşındaki- kişaf etmiş bir çocuk olduğu için hep kendiden büyükleri şeçmiştir İsmet, artık, yarı uyur yarı uyanık vaziyettedir. Mukadderatmı — tayin eden günü görüyor.. Eniş, o gün akşam yemeğşne bir dostunu getirmişti. İsmetin küçük odasında 'üç kişi başbaşa vakit geçir- diler. Delikanlı, genç ve güzel annesile Hatıralarını anlatan * EFDAtıI TALAT —205 — Yazan: İHSAN ARîF“ — Senin benim fikrimde olmadığını biliyorum. Miralay Baver de bana söy- lediğin mülâhazaları varit gösteren bir kanaat izhar etti, Üstelik katil cinayeti irtikâp ettiği sırada kendini bilmiyecek ikadar sarhoşmuş.... Binaenaleyh, bu he- rif asılmaktan maalesef kurtulacaktır. Yüreğime sofuk sular serpildi. Derin bir nefes alarak dedim ki: — Emriniz ne ise o yapılacaktir. — Bu sabah Kapiten Sedan telefon etti. Bugün bir Fransız vapurunun Kü- *bana hareket edeceğini, bu vapurla bazı ağır mahkümların buraya gönderilece- ğini, eğer bizde de böyle kimseler varsa göndermekliğimi söyledi. Vakit hayli i- lerlemişti. Şimdi başçavuş Raytla bera- ber mahkümu al götür, Galatadaki de- niz polisinden alacağın bir motörle Fran sız gemisine yetiştir. Kapiten Sedana te lefon et de sizi beklesinler. Selâm vererek dışarı çıktım. Zavallı çocuğun idamdan kurtulduğuna sevin- miştim. Fakat bu sevinç çok — sürmedi. Düşününce gideceği yerin bir mezardan ve hidematı şakkaye mahküm olmanın ölümden bir farkı olmadığını düşün - düm. Zavallı çocuk! Kendi ordusunun ' zaferini tes'it ederken başma umulma- dık bir felâket gelmişti. Mukadderat! Derhal Kapiten Sedana telefon ederek bir mahpus getireceğimi bildirdim. Son- ra da aşağıya inerek mahpusa ait sevk evrakının hazırlanmasını bildirdim. Bu sırada Başçavüş Rayt da yanıma geldi. Ona da hazırlanmasını tenbih ettim. Yirmi dakika sonra her şey hazırlan- mıştı. Evrakı Ballaratimzalatarak aşağı indim. İngilizlerin mahpus sevkine mah sus garip bir usulleri vardı. Sevkede - cekleri mahpusun bileklerine takılan bi- leziğin uzun bir zinciri vardı. Bu zinci- rin ucunda da ayrıca bir başka tek bile- ğe mahsus kelepçe bulunrdu. Kelepçe - nin birini mahpusun bileğine, diğerini de ona muhafızlık eden polise takarlar- dr. Bu usulle mahpusun yolda kaçması- na mani olmuş olurlardı. Çünkü bazı insanlar vardı ki elleri — kelepçeli oldu- ğu . halde bile gayet iyi — koşabilirlerdi. Böyleleri bir fiırsatını bulup da kaçmağa başladılar mr kolay kolay tutulmazlardı. Ben aşağıya inince, katil —Mahmudun, yerli Rumlardan bir gardiyan ile ayni vazilette kelepçelenmiş olduğunu gör - düm. Başçavüş Rayt beni görünce bun- ların kapının önünde bekliyen arkası açık fort otomobiline binmelerini em - retti. Katille gardiyan yanyana yürüye- rek arabaya bindiler. Biz de yanların: ' atladık. Mahmut, vazıyetînı hıç bozma- zamanda aziz arkadaşımdır, sırdaşım- dır! - diyordu. - İçtiğimiz su ayrı git- mez, Biribirimizden hiçbir gizlimiz yoktur. Bilsen böyle bir annem olduğu için öyle bahtiyarım ki.. Ertesi gün, Murad, İsmetin evde yalnız bulunacağmı bildiği bir saatte telefon etti. Bir bahane bulup Enisi beklemek için geleceğini söyledi. Genç erkek, İsmetle bir müddet konuştu. Bütün aşklarm başlangıçları biribir lerine benzer. Acaba İsmet bu çoöcuk- luklara dikkat ediyor muydu? Ancak yavaş yavaş, ancak Muradın delikan- klara mahsus yorulmayan — Israrları sayesindedir ki, İsmet, karşısındakinin çocuk değil, manen yetişken bir erkek olduğuna kanaat getirdi. Derin ve mü- vazeneli düşünce tarzı vardı onun.. E- ğer henüz yirmi beşinde ise kabahat Muradda mı? Yeniden sıçradı.. Bu sefer muhakkak ki kapıyı vuru- yorlar.. Hizmetçisi Emine.. Hanımına baktı, Onu solük ve bit- k'n buldu. Ne oldu acaba? Hasta mı? Fakat bunu sormağa vakit yok. çok mağrurdu: — Rahatsız ettim, hanımefendi. Fa- — Murı.dcığım' Annem benim aynı Idamdan kurtulduğuna sevinmiş- 'tim. Fakat bu sevinç çok sürmedi. mıştı. Ne bir telâş eseri, ne bir asşabiyet alâimi gösteriyor, durgun, — düşünceli ve esrarengiz halini muhafaza ediyor - du, Yalnız bir iki kere benim ve Baş - çavuş Raytın yüzüne sert sert bakmış- tı. Herif fırsatını bulsa ikimizi de çiyçiy yiyecekti. Ben onun bu bakışlarına o ka dar aldırmıyordum ama, Başçavuş Rayt hemşerisinin ve en aziz arkadaşının ka- tili olan bu adamın böyle acı bakışlarını hiç hoş görmüyor ,mütemadiyen ingiliz ce küfürler savuruyordu. Hani, çavüuş Rayt da bir fırsatını bulsa, meşhur yum ruklarını adamcağızın suratına — bütün kuvvetile indirecek belki, de onu gözü nü yummadan boğacaktı. Şişhane yokuşundan inerek Karaköye oradan da Galata rıltımına geldik. Pek az sonra Cereyan edecek faciadan hepi-| miz bihaber otomobilden atladık. Mah- mut, biraz ilerde, gene başr önde dalgın yürüyor, etrafına bile bakmıyordu. Galatada İngiliz deniz polisi kuman- danlığının önünde durduk. Kapiten Se dan kendi emrindeki küçük motörlerden birini bizim için hazırlatmıştı. Buna ev- velâ katili bindirdik. Sonra da biz at - isdık. Motör biraz sonra açıkta demirli bulunan Fransız şilebine doğru ilerleme ye başladı. Galata rıhtımı hayli kalaba- lıktı, Herkes bizi merakla seyrediyordu. Bindiğimiz motörü yerli Rumlardan bir kaptan idare ediyordu. Size bu motörün biçimini de tarif edeyim: Bindiğimiz motör, büyükçe bir sanda- la benziyordu. Arkası açık ve kenarları parmaksıztı. Ön tarafta küçücük bir kap tan kulühesi vardı, Ben ve — başçavuş Rayt kaptan külübesine arkamızı. ver- |— miş, küçük bacaya dayanmış önde çö - melmiş vaziyette oturuyorduk. Katille gardiyan motörün kıç tarafında yüzle- ti kaptan kulübesine karşi olmak üzere| ayakta duruyorlardı. Belki de bir hissikeblelvuku'la benim gözlerim Mahmuttan bir türlü ayrılmı- yordu. Onun dimdik azametli - duruşu dünyaya metelik vermiyen hali ve niha- yet o insana koörkü hisleri ilka eyleyen vahşi bakışları beni bu — mükavemeti mümkün olmayan bir cazibe halinde bu adama 'doğrü çekiyordu. — Motörün kıç tarafında bir tunç heykel gibi hareketsiz duruyordu. Gözleri gene sabit bir nok- taya dikilmişti. Onun bu manken gibi düruşunda ben ne imrenilecek bir haya- tiyet seziyorum, Onun azmine, metanleti ne, soğuk kanlılığına, gurürüna hay - ran 'oluyordum. Mümkün — ölsaydı onu “kahraman kardeşim,, diye haykırarak garılıp bperdım. Fakıt, heyhat.. Ben kat bir telgraf geldı de.. İsmetin kalbi çarpıyor.. Ondan.. Ge- |- cirdiği kâbus, humma, buhran.. Hep- telgrafi okudu: “Affını rica ederim, iş yirmi dört saat getikti.,, FN Günün ilk ışıkları perdenin aralığın dan sızıyor, Yatağın bakır aksamını altın yaldızma boğuyor. Avizenin bil- lürlarını tebarüz ettiriyor. Buüunlar. İsmeti canlandırdı. Demek ki bugün gelecek,; Demek bir fevkalâdelik yok.. Gözlerini kapadı.. Rahat bir nefes al- dr. Nihayet, sükün içinde uyuyabildi. Fakat hayatındaki tezat bu hadisenin böylece kapanmasile bitecek miydi? Asıl meşele bu işte.. Adam sen de., Simdilik yaşıyor iş- te., Bu yeter, bu kâfi! Yatağında büzülmüş, rüyasız uyu- yor. Yorgunluk ve heyecan, bir gece içinde onu hurdahaş etmistir. Niçin yeniden kendisini rahatsız ediyorlar ya? — İsmet! İsmet! Kalk kızım! © Annesi, sota”a pitmek kılıfında giyinmiş, karsısında duruyor. Kaşları. çatık, gözler'nde bir facia ifadesi.. | dzn;bire uys.ndtmıak ıçın kendnennde si, hepsi dağıldı.. Elleri titriyerek ıçtı j Yine ne istiyorlar ondan? Böyle bir-| onun zindancısı gibi idim, O da benden — edileceği kadar nefret ediyordu. | Mahmudun yanında duran Rum gar“ diyan tamamen âksi bir karakter temsil J ediyordu. O, riya, tabasbus, — mel'anet, — biyanet, hırs ve cehaletin bir nümünesi halinde, ayakta miskin miskin sallanı - yor, ayaklarını açmış, ağzını açmış alık alık, sebebini kendisinin de — bilmediği küstah bir neşe içinde etrafı seyrediyor du. Sebebini kendisi de bilmiyordu. Fa- kat ben anlıyordüm ve o tahteşşuurunda bunu idrâk etmeden düyüyordu. O, bir. Türkün daha ölüme sürüklenmesinden zevk düyuyordu. Belki o dakikada kar- puz kafası bunu muhakeme etmiyordu. Fakât o bir sairüfilmenam gibi mel'ne- tinin kendisine gösterdiği — istikameti förüyor ve oraya doöoğru yürüyordu. : Ben bu iki adamı seyrediyor, ve böyle İ düşünüyordum. Motörümüz Kızküulesi civarıma gel - mişti. Şilep Üsküdar sahiline daha ya- kın bir yerde idi. Birkaç dakika doğru ona yanaşacak ve zavallı mahkümu Fran — sız gardiyanlara teslim edecektik. Ona acıyarak bakarken — Başçavuş Fayt kolumu dürttü. — Sen benim boksör olduğumu bilir- misin? — Bunu sen anlatmazsan nereden bi- leceğim Rayt! Uzun uzun güldü: — Dinle ben, asker olmadan evvel İn- gilterede sayılı boksörlerdendim. — Öyle mi tebrik ederim. — Sana bir boks maçımın hikâyesini — enlatayım mı? Akaher gff — Memnun olurum. Çavuş Rayt boks hikâyesini anlatma- — ğa başladı. Fakat daha vakaya yeni ba$ lamıştı ki arkamızdan bir çığlık koptu. — Başımı çevirdim. Gördüğüm manzaraâ şu idi: | Katil Mahmut, ağzı açık etrafa aval aval bakınan Rum gardiyana yapışmıştı. Herif bütün gayretile kendisini müdafa- aya çalışıyordu. Bu sırada Mahmut acı, kin dolu bir sesle haykırdı: | — Ulan hergele! Sen de onlardansın- Gel, beraber gebereceğiz. Ve akabinde kuyvetli bir çelme ile herifi denize yu” varladı. Ve tabit kendisi ona — zincirle bağlı olduğu için o da arkadan — sularâ daldı. Bir saniye içinde çırpıntılı sular- da ikisi de kaybolmuştu. Dehşetten açıl mış olan gözlerle bu feci manazrayı sey rediyorduk. Hayret, heyecan ve korku * dan yerimizden kımıldayamıyorduk. (Devamı var) yi kHcüy n ne gibi bir hak görüyorlar? Odasınâ girilmesini menetmiş değil miydi? Zihnini toplamağa gayret ederek; — Saat kaç oldu? - diye soruyor" — On iki,. Uyan kızım.. Telgraf var- 'Telgraf mı?.. Annesi bunu nereden biliyor?.. BU j ne demek?.. Eli yastığının altına gidi" yor.. Hayır! Kendininki burada.. Kas li kâat, anneşinin elinde başka bir telgraf var., Bu, ne demek? Hem de açık bir telgraf! Annesi yâ” nılarak yahut kasten İsmete gelen bif telgrafi mı açmış? Bu, ne demek” — Haydı kızım.. Hemen gideceğiz- Ben hazırım.. Saat bir trenile şidiy0” rum ben.. Sen arkadan yetiş'rsin.. İsmet, şaşkın başile evet işareti Y” pıyor. Bu kadının seni çağırması için demek ki ağır bir vaziyet var.. Ça yetişmeli! Zübeyde hanrmefendi, böyle söyle dikten sonra, odadan çıktı. Soiı.da bir takım emirler verdiği işitiliyor. GÜ'D_ kaş arasında küçük bavulunu hazırlat” mış.. Artık İsmetle meşgul olmıyöf” Biran evvel trene yeFemekten ba—!”' bir şey düşündüğü yok. (Devamı

Bu sayıdan diğer sayfalar: