b yanan 23 Iki muhafız ağaçların dalları arasından bir yılan gibi sıyrılan Aykutu görünce kılıçlarını çektiler Yeni geldiği şibi bü yoldan kaçarak bu/ Canavarların elinden kurtulabileceğini| yumuyordu. Fakat artık kaçmak fevka- lâdo güçleşmişti. Muhtelif fasılalarla peşinden gelenlerin sayısı 50 yi bul muştu. Sonrâ hafif hafif yorulmağa da baş- lamıştı. Tam bu sırada ihata edildiğini fark etli. Meşaleler uzaktan dört (oyanm sarmış bulunuyordu. Şimdiki halde çok geniş olan bir daire yavaş yavaş sıkla. | şiyor, onu ortada bırakıyordu. Bir an-| da arkasma baktı. Kimse yoktu: — Beni görmedikleri bu vakitten is- tifade etmeliyim! diyerek bir hamlede yüksek ve sık yapraklı bir ağacın dal- Tatıma atıldı. Hiç gürültü etmeden sik İ ratle üst dallara kadar çıkarak orada sindi ve bekledi, Gürültü pek az sonra yaklaştı, Ve yüksek ağacın dibi bir sürü asker ve muhafızla doldü. Muhafızlarm bağırıp çağırmaları, savutdukları ağır küfürler şimdi gayet | vazıh oalrak duyuluyordu. ş — Nerede? — Ne tarafa gitti? — Vay canma! Şeytan mı bu adam! — Senki yer yarıldı da içeri girdi. — Yok mu? Hani nerede? -- — Kaçmış! — Nereye kaçmış olabilir? — Ah şumu bir ele geçirebilsem? — Halife ölü veye diri kim yakalar. sa yüz altın var demiş? — Yüz altın mı? — Yüz aitm ha? — Mükemmel bir para? — Fakat bı ağem-kuş değil ya? Ne- töye gitmiş olayilir * -— Yahu? Aradığımız bu adam kim miş? — Ben de bilmiyorum. Bir hırsız gâ- liba, — Naarl bir adami mış? — Ben gördilm. Uzun boylu #ayıf bir adani. Elinde bir kılıç var, — Sakın peri, yahut şeytan olmasın ? | — Me olursa olsun işin ucunda yüz tin var? amma, fakat nereye gitmiş olabilir? Aykut yavaş yavaş mevkiinin teh- likeyo girmekte olduğunu (hissetti. Aklma birdenbire bir şey geldi. Kıher- | nım kılıfını belinden çıkardı. Ve hava- dan bütün kuvvetile saraya doğrü fır- lattı, Kılıf havada bir kavis çizdikten son- ra otüz, kırk metre ötede olan sarayın alt kat pencerelerinden birinin camına çarptı. Koca cami müthiş bir şangırtı ile parça parça olarak kırıldı Bu ses Üzerine ağacın altında kim — Görüyorsunuz ya inkâra mahal yök, Doğruyu söyleyin dah iyi olur. Zavallı kadın ağlamağa başladı. — Ne diyeyim efendim, yalan söyli- yemeni ya! Ben çocuğumu öldürme- dim,kızlarımın başı üstüne yemin ede- rim ki doğru söyliyorum. ;, e * Ahmet bu havadisleri duyunca biran tereddilt etti acaba Şadiye böyle bir gey yapmış mıdır? Sonra muhabbeti galebe çaldı. — Hayır, hayır benim bildiğim o te. miz kız katil ölamaz.. İftiradır yalandır diye bağırdı. Onu kurtarmak, mildafaa etmek lâ- si a? Doktor Naili beye klip görüşecekti, Kendisine hemen bir) HABER — Akşam Postasr kaldıysa hep birden saraya doğru hü- cum ettiler; — Sarayda imiş! — Bursda! — Gebertin! sesleri yeniden ortalığı| velveleye verdi Aykut hiç vakit kaybetmeden dalla- rın arasından sıyrılırcasma bir süratle aşağıya atladı. Fakat herkes saraya doğru koştuğu halde ağacın altında| daha bir iki kişi kalmıştı. Bunlar ağa- em dalları arasından bir yılan çevik- liğile agağıya akan Aykutu görünce) bir taraftan kılıçlarını çekerek hücum ettiler, Bir taraftan da avâzları çiktığı| kâdar bağırip haykırarak arkadaşla-| rını geri çağırdılar. Kaybedecek hiç vakit yoktu Aykut da bir hamlede kılıcmı sıyırdı. Öldüsüci bir çarpışma! Kalıçlarm görülmemiş bir şiddetle şimşekler, yıldırımlar çıkararak çarpış- ması, Üç kiltem çarpışması öyle bir gürül- tü çıkarıyordu ki insan sanki üç yüz kılıç çarpışıyor zannederdi. Çarpışma ne kadar şiddetli olduysa, o kadar da çabuk bitti. Şimdi iki mu- hafız da yerde karlar içinde yatıyor- İ lardı. Vakıa Aykut da vücüdunun muh-| telif yerlerinden sıyrıklar. ve bereler aldığımı hissediyordu. Fakat bunlarm| ne derecede hafif veya ağır olduklarını anlayamiıyordu. Aykut iki mubafızm da işini bitir- dikten sonra Dicleye doğru bütün kuv- vetile koşmağa başladı. Diğer askerler da bu zamana kadar gürültü Üzerine yotlmmişle önü tip elileğe bplae-İ Şeri. kovalama oldu, Fakat Aykut arayı ça buk açtı, Az sonra Diclenin sahiline geldi, Ve kendisini ok gibi serin sulara attr, Aykutu takip edenler izini kan dam- lalarma bakarak takip ediyorlardı. — Yaralanmış. Artık gittikçe kuv- veti kesilir. Elimizden de kolay kolay kurtulamaz! Kan izlerini kaybetmeyi- nizi. , (Devamı var) Operatör Ürolog Doktor Süreyya Atamal Muayenehane: Beyoğlu * Parm kapı tramvay durağı, Roma yanında 121 birinci kat 3—$ Her gün 15 — 20 ye kadar. tezkere yazdı, ertesi gün erkenden gö- rüşmek Üzere bir randevu istedi. Munayenehaneden içeri girdiği zaman doktor nezaketle sordu. — Rahatsızlığınız nedir, beyefendi, şikâyetiniz nerenizden? — Hamdolsun sıhhattayım, “hiçbir hastalığım yoktur, sizinle hususi şe- kilde görüşmek için geldim, Kıymetli zamanımızı kaybeltiriyorum. Fakat be- nim için hayati bir meseledir, — Ne gibi bir yardımda bulunabili- rim acaba? — Efendim, Şadiye hanım meselesi malüm! O benim çocukluk azg dır, kendisini pek pek çok severim, on derece hfirmetim vardır, — Hâlâ mi? z Enlellicens';fe Hatıraları anlatan ? EF EFDAN JALAK 14 AĞUSAOS — 199 Pİ e ıBirTUBK —166 — elimi in. Ge SMALL 1HSAN NARIR Ne oluyor demeğe kalmadı: Bir Ingiliz askeri motörü kayığı- | mıza çarpınca kendimizi denizde bulduk... Küreklere kuvvetle asılmağa başla- dı. İskeleden biraz açılmıştık ki: — Sen dümene gel, dedim. — Küreklere beh geçtim. Bahriye mektebindeki alışkanlıkla küreklere ya- Pıştım. o Sandal, gecenin yarı karanlı- ği içinde — durgun sular üzerinde sü- ratle ilerlemeğe başladı. Pek az sonra denizin ortasma kadar gelmiştik. Sü- ratle kürek çekmekle beraber, kürek- leri sulara çarptırmıyarak gürültü et- memeğe çalışıyordum. Sandalda, mu - İ tad bilâfına olarak fener de yakmamış- tık. o Çünkü ne olur ne olmaz, gi nür ve yakalanabilirdik. İşıksız sanda yakalandığı zaman bir cezası vardr. Onu vermeğe çoktan razıydım. Fakat Fener yaktığımız takdirde ( görlinme- miz ihtimali fazla idi. Ben dalgın, Esat Beye bir an evvel varmayı düşünüyordum ki, İrfan reis birdenbire bağırdı: — Aman bey, sikt al! — Ne oluyor demeğe vakit kalma- dan kendimizi o müthiş bir ışık dal gesr içinde bulduk. Kuvvetli bir pro- jektörün ziyası gözlerimizi kamaştır muşta. Daha küreklerle bir hamle yap- mağ vakit bulamadan bir İngiliz as- keri motörü canavar gibi üzerimize sal dırdr. Ve müthiş bir sadameden sonra kendimi ( denizin içinde buldum. Mo- de 'akisler yapmıştı. Ne ben, ne İrfan| “reis sesimizi çıkarmamıştık. Yalnız mo- törden obez | zce bağrışmalar duymuştum. Eyvah, artık yakalanmiış- tm. Denizin serin suyu çabuk aklımı başıma getirdi. İyi yüzme Lilirdim. Olan olmuştu. Bütün küvvetimle setes| alarak (daldım ve gidebildiğim kadar giderek (o denizin yüzüne çıktım. Ga- yet ağır yüzüyor, çırpınmıyordum. Mo törün © o süratle bir kaç yüz metre leri giderek (o dürmuş olduğunu gör“ düm. Denizde bizi arıyorlardı. Acaba! zavallı İrlan reise ne olmuştu. Bu ba- İrkçı reisinin boğulmadığına emindim. Olsa olsa yakalanmış olurdu. Bir kayıkçmın, bahusus bir balıkçı nm gece denizde bulunması kadar tabii ne olabilirdi, o Beni arıyacaklar, bula- mıyacaklar, boğulduğuma . hükmede * ceklerdi. Henüz boğulup boğulmıyaca- ğım da şüpbeliydi ya... Çünkü boğazın en akıntilr o yerinde ve sahilden yarı yarıya açıktaydım. — Her şeye râğmen öyle. Bence © masumdur. — Mantesssüf yanılıyorsunuz! — Ne malüm! Bu söz doktoru adeta kamçıladı. Ye- rinden fırlâdı. Asabiyetle cevap verdi. — Beyefendi, aşk insanm gözünü kör edermiş. Bu boktadan sizi mazur görü- yörum, Beni tahkir etmeğe hakkımız yoktum Ben kansatimi yazdım. Vicda- nen zörre kadar muztarıp değilim! — Aman efendim, sizi tenkit etmiyo- rum. Fikrinizdeki samimiyete tamamen kaniim, Lâkin acaba bir dikkatli tahlil daha yapılsa başka bir netios elde edi- lemez mi? İnsanız yanılmak hizler için- dir! — Şadiye hanımm çocuğu mutlak zehirlenerek ölmüştür! — Rivayetlerin tesiri altında hükm- etmiş olmayın! Naili bey omuzlarını silkti: silkti: - — Bir doktor için böyle bir gey va” Tit olamaz! Fen her şeyin fevkindedir. Eğer en ufak bir güphem olsaydı hük- mü verip raporu im, »— Beyefendi, Allah rızası için iyi dü- Şünün, hata olabilir.. Fen de yamlabili,r Eve bn yanl metini blçare bir kan İngiliz motörünün gittiği istikames! tin aksine olarak Sarayburnuna doğru yüzmeğe başladım. Deniz, buz gibi 60 guk.. o Vücudum gittikçe ağırlaşıyor. Elbiselerim, gittikçe kurşun gibi olu - yor ve sanki gizli bir kuvvet beni de- nizin dibine doğru çekiyor. (Bu gidiş !e pek fazla yözeceğimi zannetmiyo- rum. Anlagılan (o bizim ömrümüz de bu kadarmış ve boğazın derinlikleri ba na mezar olacakmış... Zavallı anam, kaç gündür beni gör- memişti. — Ölümlüm önün için ne müt- hiş bir darbe olacaktı. Ben bunları düşünerek çağır ağır yüzerken arkamdan bir ses işittim: — Bey, nasıl yüzebiliyor musun? Bu ses İrfan reisin sesiydi. Demek ki © da müsademe #ahast haricine çi- kabilmişti. Yavaşça seslendim: — Yüzüyorüm. Sen nastlsın? — Bana bakma... Sen kendini kur- tar, OBirbirimizden (o syrılalım, Ben karşıya geçmeğe çalışacağım. Bu kâ- firler neredeyse buraya gelirler. Gay- ret Bey. Cevap bile veremedim. Çünkü meş- um motör projektörünü üzerimize doğ ru çevirmişti. saniye kaçırmadan ken dimi > suyun içine bıraktım. Derinlere doğru gidiyordum. Nefesimin dayanabil diği kadar suyun içinde kaldıktan sor ta tekrar © yukarıya çıktım. Biraz da-|“ İ ha dursaydım nefesim kesilecek, bo- Hulacaktım. İngiliz motörü hâlâ açıkta projektörü ile etrafı tarryarak bizi arı- yordu. Allahtan ki, akıntı benim Jehi. me idi, beni bir hayli açıklara atmış tı. Etrafımda İrfan relsi aradım. O biçare on, on beş metre kadar açığım» da, Anadolu sahiline doğru yüzüyor. du. Zavalk su cereyanlarile mücadele ediyordu. Bana vaziyeti pek Ümitsiz gibi görünüyordu. Fakat ona yardıma koşsam da faydasızdı. Gecenin karanlı- ği ve akmtı beni pek ümitsiz, pek tehlikeli bir vaziyetten mucize kabilin- den (kurtarmıştı. İhtimal İngilizler de, müsademe "mahallinde bizi bulamayınca boğuldu- ğumüza (o hükmetmişlerdi ki mütema- diyen © saha dahilinde araştırmalar yapıyorlar, projektörü daha uzaklara çevirmeyi düşünemiyorlardı. o Eğef iş ,Kollarımın kuvvetine kalsaydı, çoktan Abi boylar, yunus balıklarına miikem- mel bir gıda alurduim. Bereket versin bili yere mahvolur. Ne ölür bir | muayene daha yapıilsm, sonra sizde ebediyen vicdan azabı çekersiniz! Doktor kaslarını çattı. Bu deliye de ne oluyoydu, sabah sâbeh onun saçma. larını mi dinliyecekti, Soğuk bir tavır tekmdı? — Efendim, ben vazifemi yaptım!. Değişecek bir şey yoktur, müsaade &din içerde hastalarım bekliyor. Ahmet dışarı çıktığı zaman geşkın şeşkm dolaştı sonra koşarak evine gir. di, Nihâle şü tezkereyi karaladı: “Şadiyeyi kurtarmak lâzımdır, 8ö- zünüzde durun!,, —i— Üç, dört gündenberi Nihal fena halde hasta di. Artık yataktan çıkacak hali yoktu. Ferrüh bey karısının başı ucun- dan ayrılmıyor. Kollarile karısın İnce vücudunu sarıyor, sabahlara Kadar çıl- ginlar gibi mütemadiyen aynı sözü tekrar ediyor: — Allahım sen bana karımı bağışla! Genç kadm ise onun-bu yakmlığın- dan binbülün mustarıp; Katil” sandığı eller, ona temas ettikçe bütün vücudu sızlıyor. Hastalığın tesirile Remzi beyin| sordu: son PO vaya iyiki “lerin gözüne görünmek... Bu da burnuna doğru atıyordu. Ben, kollarımın ve bacaklarımı | hafif hareketlerile ağırlaşan vücudümü | akıntıya... Beni bir yelkenli gibi Saraf | batmaktan kurtarabiliyordum. Mütare* ke senelerinde ( İstanbulda buluna” lar bilirler ki, o zaman İstanbulun b€ men bütün sahilleri işgal kuvvetlerisi8 devriye (ve nöbetçilerile sarılı bir hak de idi. Ele geçmek felâketini şansı sayesinde bertaraf (o etmiştim. ikinci bir mucize ile boğulmaktan ö kurtulacaktım. Fakat, nereye çıkacak” tum.? Çıkarken yakalanmak ibi 3 yüzde seksenden fizlaydı. Bu da âYf. bir belâ! ya, limanı ve boğazı sıra serh dolduran harp gemilerindeki ta ve başlı başına bir mesele... Öyle bi vaziyetteyim ki kurtulac” ğıma yüzde bir ümidim yok... Ya öf nizde, ya karaya çıkarken sahilde y# kalanacağım. Tabii, gece yarısı deni den çıkan bu elbiseli ve esrarengiz # damı yaka paça ingiliz polisine tesi edecekler... Gideceğim yer Kroker V€ bittabi bizim kolonel Balların huzurü#” Hetife ne cevap vereyim ki bu get€ di çin Krokerden bir yere ayrıl d sıkı sıkıya tenbih etmişti. Bu — Efendim, hava çok sıcaktı da banyo yaptım.,, diyemezdim ya... BE “ni ya timathaneye gönderir, yahut © kendisile alay ettiğim için beni bie af zel - pataklardı. Velhasıl, vaziyı tevil etmeğe hiç bir veçhile imkân * b ihtimal yoktu. z Allaha güvenerek o var küresi le yüzmeğe devam ediyorum. Saraybf nuna (yaklaşınca bir aksilik daha gi Hay allah belâsını versin... Bu 3 sular beni açıklara doğru sürüklü” yor. Buradaki girdapta kaynayıp pe. te hesapta var, Eğer akıntıdan a p lamâz da Sarayburnunu bir kal sam soluğu Hayırsız adada vacali Tabif otaya kadar gidemem. Bir ge det sonra kuvvetim kalmıyacak ve Mi mi ortasında, boğulup gide ğim. Şimdiden kollarıma kurşun göl deler bağlanmış gibi... Ayaklarımı pi ramp girecek diye ödüm patlıyor: şİnüyorum, eğer akıntıile mücade mtüvaffak olamazsım her şeyi göze * lp imdat istemeli... (Devamı var) lıyor. “Sefil, elbet Kanım seni tutac: ilki. Btnları gayri ihtiyari hızlı hızlı * liyor. Zavallı adam karısına bay” bakıyor. Bu da ne demek, acaba lıyör mü, yoksa zihnine fel geldi. . — Karıcığım ne diyorsun? Nihal asabiyetle tekrarladı: — Sefil kanım seni tutacaktır» “ lamiyor musun sanki? g* — Nasıl anlayayım karıcığım? Bi“ demek!.. pik — Ne demek olacak ?. Sen Bun mezsen kim bilir? Sanki bu sözlü defa şimdi mi işitiyorsun! le ya ilk defa şimdi yiti” rum, — Aman ne de güzel yalan söyler” #ini biliyorsun ya? — Nihalciğim, ben. ketiyep ”. söylemem, Sen mutlak rüya gi yi — Ne rüyası, çalıların arkasın!” lamıyor musun, harap değirmeni e deki çalılık! Daha söyliyeyim Mİ” ie. ruh bey birdenbire irkildi, i y (Devamı iğ