hu ğee — Ey Gök Tanrısı Abyaşe! Yeri yeşildir, ağaçları yeşildir, erzak verirsin! Bana da kızımı ver! Fazla bir şey söylemedi. Fakat ya - bancı onun ne demek İstediğini anla - dı: — Ben derhal gidiyorum.. — Güle güle. Yalnız bâna ismini söy- lemedin. Benim ismim Hüseyindir. — Benim de Aykut! — Yolun açık olsun! — Teşekkür ederim. Bir dakika sonra yabancı atma bin - mış uzaklaşıyordü. Yalnız kapıdan bir az ayrıldıktan sonra doğru gideceğine sonla saptı. Ve sarayın yüksek bağçe duvarlarını takiben Dieleye doğru iler - ledi. Sahilde kumlar üstünde kanbur Reşidin baygın vücudu yatıyordu. Oraya varmca atından indi. Ve men- dilini Diclede ıslatıp esircinin yözünü derin iki çukur halinde kalan gözlerini, yıkadı. Nihayet onu kucağına alarak a- tana bindirdi. Ve yavaş yavaş saraydan uzaklaşmağa başladı. Yarım saat kadar sonra Bağdadm ke-| nar mahallelerinden birinin bir odasında Reşit bir yatakta yatıyor. Ve ihtiyar bir kocakarı ile Aykut bir takım ( ilâçlarla Esirci Kanbur Reşidin gözlerindeki ys- raları tedaviye çalışıyorladı.Nihaytt iy İerini bitirdiler. Esirci şimdi yatmakta olduğu yatakta derin derin nefes ala- rak uyuyordu. —; Yürüyen ordu Büyük kumandan Hulâgü başmı iki elinin arasmdan sıyırarak kaldırdı. Ota- ğın orta yerinde yanan bir kandilin sarı ışıkları yaşlı mavi gözlerinde yeşil akisler yaptı. Yavaş.yavaş ayağa kalktı. Çadırın önündö'put gibi duran nöbetçi- lerin arasından rüyada imiş gibi sıyrıla- tak yürüdü. Göğsünü kabartan rüzgâr iterek zosız çayırlarda ilerlemeğe başla- dı. Hulâgü ordugâhımı terkediyorde. O sık sık böyle gece dolaşmaları yaptığın. dan askerler ve ona yakm kumandanlar hiçbir harekette bulunmadılar. Ve al- dıkları emir Üzerine kendisini takip et- mediler. Hulâgü ordugâhtan epeyce ayrılmış, son nöbetçileri de geçmişti. Önüne yük- sekçe bir kayalık geldi Bunun üstüne çıktı. Yüzünü güneşin doğduğu yere çe- virdi, Yere diz çöktü Ellerini yıldızlara doğru kaldırarak dun etmeğe başladı: — Ey Gök Tanrısı Abyaşe! Yeri yeşildir, ağaçları yeşildir Erzak verirsin. Bana da kızımı ver! Bu sözleri derin hıçkırıklar takip et- ti. Bütün dünyayı önünde fırtınaya tu- tulmuş bir zeytin dalr gibi sarsan büyük kumandan Hulügü şimdi bir çocuk gibi sarsıla sarsıla ağlıyordu: — Bana kızımı ver! Bana inci kızım Gükbigemi ver! Benden çaldıkları kr” zımni ver! Büyük kumandan belki bir saat böyle olduğu yerde ağladı. Sonra ayağa kalk- &. Artık ağlamıyordu. Gözleri — yaşı, fakat bakışları şiddetli idi, Attık yalvar- muyordu. Boğuk bir sesle (söylemekte devam etti: — Hayır, hayır. Artık sana İnanmıyo- tum. Sen bana kızımı vermedin, vermi-| yorsun, veremiyorsun. Senin kuvvet ve kudretinden şüphe ediyorum. Sen bana kızımı vermeğe, İade etmeğe muktedir| değilsin. Eğer buna müktedir olsaydın benim bu kadar © yalvarmalarıma, bu kadar gözyaşı dökmeme merhâmet eder, bana kızım: verirdin, Sana bunun için neler (o adamıştım!| Dokuzar ak ktsrâktan mürekkep dokuz takrm atı sana kurban edecektim. Se- Bin için şarapları, en âlâ kımızları dere ler gibi akıtacaktım. Senin için oObütün dünyayı dize getirecektim. Sen insanlara merhametli olmalarını tavsiye ediyorsun. Fakat sen (kendin cn İnsanlara zalim ylüyorsun.Kendin böyle hareket etmiyorsun. Şimdiye kadar hep sanâ inandım. Senin kudretine itimat ettim. Fakat bundan sonra başka türlü yapacağım. Hulâgü bundan sonra tekrar ayni yo Me takip ederek büyük çadırma (girdi. İçerdeki kandil hâlâ yanıyordu. Küçük altın işlemeli bir kutuyu alarak açtı. İ- merhametti de gerisinden dört köşe kalın Çin ipeğinden | yapılma bir kâğıt çıkararak baktı. Gü: zel bir kız resmi vardı. Bu Huligüne” kaybolan kızı Gökbigemin Oo resmi idi. Kedi tüyünden yapılan incecik fırçalar- Ja işlenmiş olan bu resimde genç kızın saçlarının her teli ayrı çizilmiş gibi va- zih ve açıktı. Hülüzü bu resme uzun uzadıya bak-! tx. Saatlerce baktı. Sonra tekrar yerine koyarak uyumak üzere yatağına girdi. ik kumandan gece pek geç yat- tığı halde sabahleyin gene pek erken o larak kalktr. Kalkar kalkmaz hususi iş-| lerini gören adamlarından Alakuş içeri girdi. — Saygılı başbuğum iyi bir gece ge i mi? — Sağ ol Alakuş. Ne var ne yok? — Dört kişi sizi görmek isterler. — Güzel, Evvelâ komutanlara söyle! Hepsi buraya gelsinler. Meelis kurulsun. Hem bu adamları dinleriz. Hem de bazı kararlar vereceğiz. Hatıralarını anlatan > EFDAS TALAT —137— Yaylım ateş,mahkümu öldürmeyin beynine tabanca sıkıldı Binaenaleyh yazıbaneyi karıştırmak” tan vazgeçerek yatağıma uzandım. Gündüz geçen heyecanlı hâdiselerin asabımda husule getirdiği © gerginliğe rağmen yorgunluğa daha fazla dayana” msyarak uyuyup kalmışım. Gece yatarken nöbetçiye beni erken” den uyandırmalarını tenbih o etmiştim. Adamcağız unutmamış, daha şafak sök” meden gelerek beni uyandırdı. İnsanı gözünü açıp da yatağının be| şında bir süngülü asker görünce ne fe” na oluyor. Uyku sersemli re ürktüm, &klıma feci ihtimaller geldi Yatağımdan fırlıyarak sordum: — Ne istiyorsun? — Akşamdan, sizi bu sabah erkence kaldırması tenbih etmiştiniz ya.. — Haa, öyle mi?,. Teşekkür ederim. Korkaklığıma kendi kendime gülme” ğe başladım, Bu sabah, fahişeyi öldüren askerin idam merasiminde hazır buluna” cağımı hatırlamıştım. ŞIŞLIDE BIR İDAM SAHNESİ Acele giyindim ve kapıda alışamdan- beri beni bekliyen otomobile atladım. Dondurucu bir soğuk vardı. Beş dakika sonra Harbiyeye gelmiştik. Binanm & nünde başka bir otomobil daha duruyor du. Nöbetçiye seslendim: — içeriye haber veriniz. Bekledikleri memur geldi. Kendilerini bekliyorum, Nöbetçi içeri girdi. Birkaç © dakika “sonra genç bir İngiliz -sabiti . yanıma; yaklaştı, kendini ; — Mülâzim Hoçkins!'diye takdim € derek arabada yanıma yerleşti. Konuşmağa başladık: — Mahküm nerede? — Şimdi getiriyorlar. — Hüküm kendisine tebliğ edildi mi? — Henliz değil! Fakat âkibetini his- setti. — Ne yapıyor? — Bileklerine kelepçe vurdurmak is“ temiyor. Biz konuşurken Harbiyenin Kapısın” da bir kalabalık göründü. Mahküm zen- ci iki süngülü asker arasında yürüyor du. Elleri kelepçelenmişti. İriyarı dev azmanı bir Afrikalı idi. Onu önümüzde” ki otamobile bindirdiler.. Arkadan ge- len askerler de o arabaya doldular. Bir dakika sorira hareket ettik. Sr bahın ayazı yüzümü kamçılıyordu. Dü” — Hayır. Bırakâmam. Bu kiçük| yavruları bırskamaım. Hakkım yo Ne olacaksa olacak, kaderin cilvesin boyun eğmekten başka çarem kalma dı. Böyle aylar geçti Aleme resmen rezil ol an yaklaştı. Bir sabah epi kıvrandıktan sonra oğlan geldi. İsmin. Abdullah koydu lar. Bütün köy ağzını açmış, temiz tarafını birakmıyordu. kadın evden dışarı çıkamaz oldu. Bir gün Ahmet bahçe kapısından ona sew. lendi: — Sadiye?, ! Delikanlmm nazarlarında büyük Felâket günü, ik saati anbe. bir inkisarı hayal görülüyordu. Fakat| fazla bir şey osöyliyemedi. Kadınm idhiş birt ir ifadesi Onu gördükten sonra a.| imkân: yoktu: | Sus Ahmet, bır şey me Ba sorma! Git, git fakat gu! na emin ol kt, ben masumum. »iç hic bir kabahatim, bir günahım yoktur. c lir. O günden sonra atrık hiç kimseyi ri İik baha da gelmişti. Evin çardak mor salkımlarla do. Ağaçlar yeşillendi o Bülbüller cımananın gene göründü. Kireç ocakları işlemeğe başlamıştı. Kocası nm avdet zamanı yakmlaşıyordu. Ah! şünliyordum. Medeniyet çocukları bir| vakşi Afrikalıyr öldürmeğe götürüyor» Eskisi gibi olsa ne kadar sevinecekti. Hâlbuki şimdi © onu korku ile bekli. yordu OBaşmı eleri arasına alıyor: — Çıldıracağım. Ne yapmınlı, basil cevap vermeli?. Ah keşke deli olsam da bu ıztıraptan kurtulsam. Zaten rahatsızlığı da yeniden baş. lamıştı. Başıdi ır, gözleri kararı. yor, manevi subranı da buna inzimam edinse hakikaten bir deliden de farkı yoktu. Gözleri inden fırlamış, evin içinde hem dolaşıyor o bem de kendi ordu: . , ben #eni giğatmağım. yalnız seni seviyorum, fakat seni nasıl inandırmalı. Kalbimi açıp içini görebilen bana acırdın, Celâl Celâl seni kaybetmek istemiyorum. Hetice kadın komşulara havadisi yaydı: — Efendinin gelmesi yakm. Baka. Ma ne olacak! Bizimki korku iç Galiba gene içmeğe başladı. O sıralarda küçük Abdullah basta. Çocuk dalma annesinin oda ük bir beşikte vatardı. Felâ. ketin sebebi olan, nereden geldiğini; bilemediği bu masumu Şadiye büyük bir şefketle tedavi etti. - Ona karsı ne| | sizliği ve tenhalığı içinde gürülüsüzde İ tin faydasız olduğunu takdir ettiği için lardı. O, memleketinin yalçın kayalık) larında, kızgin çöllerinde, insan, ayağı gitmemiş ormanlarında mes'ut yaşayan kir vahşi idi. Onu mes'ut . hayatından | “asndan ve hatıtalarından — ayırmış lar, zorla cehennemi bir mukadderatın önüne sürmüşlerdi. Zavallı vahşi, ken disine tamamen yabancı ve gayritabi gelen kir muhit ve hayat içinde geçirdi gi aksülümeli şimdi hayatile ödiyecek” ti. Hürriyet tepesine. gelmiştik. Araba” larımız durdu. Bu sırada ortülik henüz ağarıyordu. Genç zebitle arabadan in dik. Üç İngiliz askeri de mahküm neferi koltuklarından tutarak indirdiler. © Tepede Darülâceze He Kâğıthine kö yüne giden iki yolun dirseğin” doğru ilerledik; Askerler, kurşuna © dizilecek , orada arkası'dıvara, © yüzü güzelce sabahın derin ses Vize “ud gelmek Üzere bir ağaca “ağladılar. Bu İş yapılmıştı. Zavallı mahküm, mukaveme her şeye tabii bir teslimiyet içinde rıza gösteriyordu. Onun hareketlerindeki bu e bedbiniye rağmen iri göz” wa bütün. hislerini okumak müm“ kün oluyordu. O gözler çok acı, çok kin dar ve itham edici manalar taşiyordu. Biz onları beş altı metre kadar geri den seyrediyorduk: Zencinin ağaca sım" sıkı bağlantha işi bittikten sonra nefer“ # bize doğru geldiler Ve geç rapi” imin yanında sıralanarak silâhlarmı hazırladılar. Bu sırada müllüzim Hoç kins cebinden kâğıt çıkararak, aske- ri divanı harbin maznun hakkinda ver diği bükmü okudu. Okutulan şey ingi lizce olduğu için zavallı mahküm nefer bir şey anlamıyor, yalnız bön bön yüzü-| müze bakıyordu. Boynu gayrihtiyari bükülmüştü. Bize bakan gözlerinde az evvelki ateşin manadan eser kalmamış” tr. O şimdi uyuyan bir adam kadar ken” dinden geçmişti; dalgındı. Bir hayal âlemi içinde kendi vatanıma doğru gidi- yordu. Hayatmın son dakikalarında bür tün mukaddesatının, bütün aşklarınm, bütün acı ve tat hatıraların gömülü bulunduğu o uzak, sengin ve vahşt ir leri düşünüyordu. Biraz sonra bütün bu hatıralar bir hayatla beraber sönüp! gidiverecek ve hayatta her şeyin yalan olduğu hakikati hergün tekerrür eden binlerce misali ile beraber bir kere daha teeyyüt etmiş olacaktı. Onu bu dalgm- kini olabilirdi. Nilayet her şeye rağ ! me da kendi yavrusuydu. Damar.! kanile beslenen yavrısu Nefret etmesine imkân var mıydı? Sütü dokunuyor zannile emzirmek ten sarfı nazar etti, bibron vermeğe başladı. Çocuğun hastalığı bösnütür arttı. Doktora haber yolladı. Remzi Bey civarın yegâne doktoru idi. Muhakir bir tavırla içeri girdi. Bu namussuz kadının evine gitmek hiç hoşuna gitmiyordu. Fakat ne yapar sın meslek icabı!. Soğuk bir eda ile sordu: — Çocuk için mi? — Evet, çok hasta, rum. İhtiyar adam, müstehzi bir sesle: — Diyecek vok. İyi bir annesiniz. Demek öldüğünü istemiyorsunuz! şiğe yaklaştı. İğildi bakti: — Alkolik annenin yavrusu Diye mırıldandı ve sonra Şadiyeye hitaben: — Küçüğü soyun da iylee bir mu. ¥ edeyim. Kadın, kundağı açtı, hazırladı. So Zuk vlmasın diye kapıyı, pencereyi Merak ediyo kapadı. Remzi Bey de yavruyu iyice muayene etti. Kaşları çatıldı. başını uğından uyandıran genç zabit mandasi olmuştu. lerinin bağlanmasını . em£edil ferlerden biri mahkâma (#9 ve cebinden çıkardığı beyaz Vİ” adamcağızın gözlerini iyice tan sonra gene koşa koşa y€ İkinci bir kumanda üzerini 4 İk havaya kalktı ve neferler re nişan aldılar. Sabahın sessizliği içinde £öİ zimin üçüncü kumandasını Ü&” den acı ve vahşi bir sesle ce” İşte o zaman misline şim“ “ tesadüf etmediğim bir — facif karşıya geldim. Silâh seslerini” de vücuduna üç kurşun gör küm yürekler parçalayıcı bir * pardı. Ben olduğum yerde “ tirtir titriyordum. Kan tuta gibi gayri ibtiyari ona doğrü başlad. Kurguna dizilen s0 mişti. Canhıraş feryatları * ovalara, oradan daha uzaklar? yordu. Adamcağızın her tarafi de kalmıştı. Suratmı baştan yan kandan gözlerini, bummü görmek kat'iyyen o mümküf Manzara cidden feci idi. Bu MÜ, işinin başmdanberi itidalini yi yen genç mülâzim sert adr küma doğru yürüdü ve safi İaştıktan sonra belinden gi cayı.herifin henüz. kanla? Yi olan, şakağına “dayadı ve çeri Mülâzim, zencinin beynine srt altı kurşun daha boşalttı. Ari yat, ne bir hareket.."Afrikalı sız, kanları bulanmış, bir kül6” bağlı bulunduğu ağaca sarkif Şakağa sıkılan altı kurşuni tamamen parçalanmış ve Üst rayarak yere dökülmüştü. Mülâzim Hoçkins, zencinif tamamen kanaat getirdikten bancasını kılıfma soktu. ÜZE yan kanları da mendilile sildiğ' geri döndü neferlere: — iplerini çözüp berifi pati yükleyini”” verdi. Neferler, ağaca doğrü © ken bana döndü, bir briç psrÜlu çini in y Ra sarmız ve arabaya miş centilmen tavrile elle rarak: - İşimizi bitirdik! dedi. O 0 — Pekâlâ! Yalnız birez götü (Devam salladı Uzun uzun #orme” ladı. Hastalığın me gibi Arf, sefi tu, kaç zamandır devam yer , Bezi roktalarda durdu, düÜ” # rar ettirdi. Demek mor” 4 luyor gibi oluyor, hatta Pİ” ij baygırlığı uzunca sürmü$ dis netmiş, Sonra sık sik İrt öyle mi? i Bu İz'hatı dinle.ken na ti. Gözlerini genç kad” gi den © rmiyordu Kalbinde fesi bir şüphe uyanmağı b9” 4 tığı bunu veddediyordu mez ki.. mai dx, Kan başına çıktı GETİ af i # tıkanır gibi oldu. Odada e ladı. Acele ile bir reçete V geleceğini söyliyerek gitti yi Remzi Bev yaşlı olmaki* 4 ! çok rağlam bünyeli bir #di” #fi deti hayatında böyle fens)” etk tırlamıyordu. Ona ne olm d.” laka bu alle faclası onu #” ei caktı. Sarhoş kadınım #194” “ye Hele şüphelendiği feci ciBa? mali! Ağır ağır yürüme Temiz havayı teneffi laştığını hissetti,