Bir gece evin içi birdenbire karıştı. Küçük hanım saatlerce bağırdı. Sabaha kadar hiç kimse gözünü kırpmadı. Güneş doğar - ken bir avuç et parçası ortalığı çın $in öttürmeğe başladı ve o geceden sonra, küçük hanım Sarman Yüzüne bakmaz oldu. Her akşam Onun kucağında bırıldaya hırılda-' Ya uyumağa, onun yumuşak elle | tiyle okşarmağa, onun yanak'arı- | na yüzünü sürmeğe o kadar alış- mıştır ki, böyle birdenbire unutul - lavermek içine dert oldu. Küçük hanımın kucağında sabahtan ak - Şama kadar bir kundak, Bu kun - dağın içindeki canlı yaygara ken disinden çok seviliyordu ki, artık| Onu arıyan, soran yoktu. Kıskançlık yavaş yavaş kanını | zehirliyor, hanımını elinden alan Yumurcağa karşı içinde bir kin fi- lzleniyordu. Odanm bir köşesine büzülerek rakibinin ciyak ciyak haykırışını gözleri parlıya parlıya dinliyordu. Bu ses, bütün damar - rını tutuşturuyor, yerinde dura - Miyor, hanımının ayaklarma yü »- Zünü, gözünü sürüyordu. Fakat hepsi nafile idi. Küçük hanımın r dakikası yavrusiyle dolu idi. Ara sıra ayaklarına dolaşan kedi- sini “OF. Çekil ayağımın altın -| dan,, diye azarlıyordu. Bu çıkış - ma bile Sarman hoşuna gidiyor- du, Genç kadın hiç olmazsa bu kadarcık olsun kendisiyle meşgul olsaydı. BİP iğin sabrı tükendi. Hanrmı- nm kucağındaki kundağın yanı -| başma atladı ve ilk defa olarak Yumuşak ellerin sırtmı acıttığını duydu. Bu hiç ummadığı darbe 0- Du o kadar sarstı ki, günlerce eve uğramadı. Günlerce ağzına bir! lokma koymadı. Fakat içinde do-! İup büyüdüğü yerden bir türlü ayrılamıyordu. Artık bir deri, bir Kemik olmuş, eski güzelliği, yal- yaklığı kalmamıştı. Günden güne! değişiyor, vahşileşiyordu. Karşı- sına çıkan en güçlü, en yılmaz ke- emmi, dilerin üzerine atılıyor, bütün ma- halleyi allak bullak ediyor, sonra! yorgun, bitkin bir köşeye çekile - rek, yalnız başma bırakılmış bir sevgilinin bütün acılarını duyarak saatlerce içini çekiyordu. İ Üzüntülü günler başlıyalı bir) ay olmuştu. Sarmanın tahammülü | artık son kuvvetlerini harcıyordu. Bir sabah, küçük hanım çocuğu. nun kundağını açtı. Minimini et parçasını çırçıplak yere koydu. Sarman, karyolanın altından, ha- nımını elinden alan rakibini gö - zetliyordu. Yavru, ellerini, ayak 2 larını oynattıkça, annesi “şeker kız, kaymak kız,, diye her tarafımı! öptükçe Sarman kendi kendisini yiyordu. Anne, bir aralık dışarıya çıktı. Sarman, birer aley damlası gibi parlıyan gözleriyle yerdeki çocu - ğa bakıyordu. Birden fırladı. İlk önce çocuğun yüzünü ısırmak, tır- malamak istedi. Sonra vazgeçti. Geldi. Ağır vücudiyle çocuğun yüzüne oturdu. Anne odaya döndüğü zaman! gözlerine inanamadı. Sarman, ço- cuğunun başına ne yapıyordu? O. nu boğmak, döğmek istedi. Fakat Sarman artık kedi değil, bir kap - lan yavrusu idi. Birden hanımının | eline dişlerini geçirdi. Bembeyaz parmaklar kan içinde kaldı. Sar - man, gözleri parlıya parlıya kapı- nın aralığından sıyrıldı. Genç ka- dın çocuğunu yerden kaldırnca © danın içi bir çığlıkla doldu. Yav- ru, nefes alamamaktan boğulınuş- tu. Sarman, bu çığlığı dinledi, din- ledi. Artık öcünü almıştı. Ölse de gam yemezdi. Sokak kapsmm ya- nındaki pencereden sokağa atla - dı. Minimini cenazeyi gömmeğe götürürlerken yol üstündeki dere- | nin kenarımda da Sarmanm ıslan- | mış ölüsünü buldular, İşlediği ci- nayetin azammna dayanamamış, o da hayattan çekilmişti. Çok nadir bir maymun t v s. olmuştur. bakmayınız. Ekseri iya çok maskaradır ve herkesi Mekten katıltır. inlellicenr, KARS Bir TURK Hatıralarını anlatan : EFDAL TALAT ise” Az Yazan: İHSAN ARİF ARİF Bursalılar müstevlilerin zulüm ve tazyikından çok yılmıştı Kolonel Haring o gün otele dönerken bir sivil olarak bir şey ihsas etmeden halkla temasa de- vam etmemi ve yerlilerin arzu, fikir ve hakiki vaziyetlerini öğ - renmekliğimi tekrar ve ısrarla ri- ca etmişti. Çarşıya indim ve ku - yumcular pazarında ilk önüme ge- len bir dükkâna daldım. Burası bir kuyumcu dükkânı idi. Bursa - ya mahsus altın burma yüzükler- den istedim. Pazarlık sırasında adamcağız-| la konuşma kapısı açmağa çalış - tım. Zavallı kuyumcu sözlerimi duymamış gibi oldu, ürkek bakış- larını üzerimde gezdirerek sus - mayı tercih etti. Daha evvel, mahalli Yunan iş gal kuvvetlerinin bir çok vesile - lerle halkın hissiyatını iskandil et- tiklerini ve teşiş ettikleri otorite aleyhinde ufak bir aykırı düşünce besliyenleri çok şiddetle cezalan- dırdıklarını haber almıştım, Halk, müstevlilerin zulüm ve tazyikin - den çok yılmıştı. Bundan dolayı ağızlarını sıkı susmayı, tatlıya tuz-! luya karışmamayı, gelecek güm leri sabır ve tevekkülle bekle - meyi, tehlikeli konuşmalara ve lüzumsuz gevezeliklere tercih edi- yordu. Kuyumcuya dedim ki: — Ben Türküm, Bana itimat edebilirsin. Vaziyet nedir, anlat! Boynunu büküp, bir gözünü kırparak ve elini, (nemize lâzım) manasına gelen bir hareketle sal! layarak susuyordu. Tekrar ettim: — Benim Yunanlılarla bir alâ- kam olmasından şüpheleniyorsun. Bir Türk bu kadar alçak olamaz. Ve bu kadar alçalan Türk muhak- kak ki, Türk değildir. Kanı ve cinsi bozuk bir mütereddidir. Bir şikâyetiniz varsa... Lâfımı kesti: — Ne şikâyetimiz olacak ki, bey... Şunun şurasında geçinip gidiyoruz. Allah bin bereket ver- sin... — Yunan işgalinden memnun mu sunuz? — Memnunuz! Gözlerimi gözlerine diktim: — Demek Yunan işgalinden memnunsunuz? Gözlerini bakışlarımın kontro- İundan kurtarmak için önüne eğdi ve kırık sesiyle cevap verdi: — Memnunuz beyim. Halkı a- İ daletle idare ediyorlar. Bir şikâ- i yetimiz de yok. Yalan söyliyordu. Can korku - İ siyle içini dökemiyordu. İztırabı- «öyle derin derin düşün- güldür- nı dökmek, acısını haykırmak ate- şiyle yanıyor, fakat, korku dudak- larını kilitliyordu. Oradan çıktım. Daha yedi dük- kâna girdim, çıktım. Hepsi yalan söyledi ve hepsi benden şüphe et- | ti. Bir lokantaya girdim. Yemek! yedim. Lokantacı ile çabucak ah- bap oldum. Dereden tepeden ko - nuşurken adamcağıza şu suali sordum: — Yahu, ne zaman defolacak bu herifler? İskemlesinden kalktı, geri geri| çekildi. Yüzü sararmıştı. Evvelâ şöyle bir yutkundu, sonra fısıldar gibi söylendi: — Çocuk musun sen? — Neden soruyorsun? — Duvarların kulağı var. daha böyle şeyler konuşma! Sonra birdenbire fikrini değiş- Bir tirmiş bir adam haliyle ilâve etti: | — Yoksa sen de onlardan mı - sn? Cevap vermedim. Lokantacı bir müddet sustu, sigarasını asabi bir hareketle attı ve söylenmeğe!| devam etti; — İnsan babasma itimat ede- mez oldu. Dünya çok kötüleşti. Herkes birtbirinin gözünü oyma - ğa kalkıyor. Onun için sana da iyi gözle bakamıyorum, Bu suali sor. manda bir maksat olmalı. — Fena bir maksadım yok. E- ğer bir şikâyetin varsa bana söy-| leyin. Her halde hakkınızda ha - yırlı olacak.,, Lokantacı, pala bıyıklı, iri kı yım, güçlü kuvvetli bir Türktü. Şöyle bir etrafına bakındı ve son- ra kulağıma eğilerek şunları söy- ledi: — Senden şüphe ettim. — Benden şüphe etme... Bütün mukaddesatımla seni temin ede - rim ki, fena bir adam değilim. — O halde şunu bil: Hepimiz felâket içindeyiz. Kimse halinden memnün değil, Fakat kimse ağzr- »t açamıyor, Çünkü açılan ağızlar) ölümle susturuluyor. Can tatlı be- | yim. Onun için şikâyet neye ya - rar. Uğraşmak lâzım. Miskin mis- kin oturup, karı gibi sızlanmak muzafferiyet... Ölmedi ise kulak- vıp gideceğim. — Nereye gideceksin? Cevap vermedi. Başiyle Ana - dolunun iç taraflarını işaret etti. Vatanı için, ocağını bırakıp cep - heye koşmağa karar vermiş olan bu şerefli ve namuslu yiğidin elini sıktığım zaman gözlerim ya- yarmıştı, O, cepheye gitti mi? Her halde gitmiştir. Çünkü mert özlü bir adamdı. Eğer memleketin şe - ref ve istiklâli için öldüyse Allah rahmet eylesin... Ne mutlu bir muzafferiyet... Ölmesi ise kulak - HABER AKŞAM POSTASI IDARE EV Ankara Caddesi Posta kutusu: İstanbul 214 Telgraf adresi: Istanbul HABER Yazı işleri telotonu : PARIL Istanbul idare ve ân ABONE ŞARTLARI Türkişe oo Ernebi 24070 Senelik 8 syhk 3 aylık v aylık İLÂN TARİFESİ Ticaret uanlarının Satırı 12,80 Resmi iânların 19 kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası ları çınlasın. İsmini öğrenmediği- me çok yanıyorum. İNGİLİZ MİRALAYININ SÖZLER! Otele döndüm. Yunan genera» ) linin orduları ve harp durumları ve harp plânları hakkında verdiği izahat ile Bursadaki müşahedele. # rim hakkındaki raporun notlarımı £ ceketimin iç astarları arasına yer- leştirdim. İkinci rapora da Yunan. ların işgal ettikleri mıntakalar. da uygunsuz hareketlerde bulun dukları, halka eziyet ettikleri, bir İ çok adaletsizliklerde ve haksız « Irklarda bulundukları hakkında mufassal malümat ilâve ettim. Ertesi günü İstanbula döne « cektik. Bu itibarla, kolonel Ha « ring ile otelin bir salonunda baş « başa, gece geç vakte kadar gö - rüştü! Bütün gayret ve dikkatimi, ko» loneli Yunanlılar aleyhine tahrik etmekte kullanıyordum. İngiliz iş- tihbarat zabitinin, İstanbuldan Mudanyaya gelirken torpidoda ve bana zımnen anlatmak istedikle- rinin burada gözle görülür bir has kikat haline gelmiş bulunduğun « da ikimiz de müttefiktik, O, ev « velce Yunanlılar hakkında gıya « ben de olsa menfi hisler besliyor. du. Şimdi bu hisleri gördükleriyle ve benim mütemadi propaganda « larımla bir kanaat halini iktisap etmişti, Miralay Haringin bilhassa şu sözlerini unutamam: — Yunan milleti hem lâyik de- ğildir, hem de bu işi başaramıya- caktır. Fakat, ne çareki, bizim gi- bi askerlerin fikirleri, bir işe baş lanmadan evvel değil, başlandık « tan sonra alınmaktadır.,, Kolonelin bu Milleri memleketine avdetinde hüküme - tine vereceği raporun her halde Yunanlıların hiç de lehine olmi » yacağı anlaşılıyordu. Gece yarısına doğru pansiyona döndüm. Gene yirmi otuz Yahudi, kadınlı erkekli toplanmış hoş beş ediyorlardı. Beni ısrar ve ibramla gene oturttular ve izaz ettiler. Ertesi sabah erkenden kalktım, Saat henüz altı idi. Bizi Mudan » yaya götürecek olan otomobil he- nüz otelin bahçesinde bekliyordu. Yahudi ailesiyle vedalaşarak ote- le gittim. Miralay henüz hazırlan. mamıştı, Bahçede oturdum ve bir çay istedim. Bu sırada yanıma, 16 — 17 yaş- larında, çok güzel bir Yahudi kızı yanaştı. Yataktan henüz kalktığı gözlerinin mabmurluğundan anla. şılıyordu. Ayakları çıplaktı, Sırtı. na bir manto atmıştı. Sıkıla büzü. le şunları söyledi: — Bu gece de benim doğdu - ğum gecedir. Sizin de aramızda bulunmanızı çok istiyorum. Bir yabancı bizim böyle meclislerimiz için şeref sayılır. Benim bu rica mı kabul eder misiniz? is (Devamı var)