Tefrika No.63 Yazan; Murad Sertoğlu Birdenbire yüzü daha yakının da hissetti. Ve artık bir şey görme. di. Dudakları dudaklarma değmiş. #, Kardinal bu dudakları emdi. Fakat bu temas ancak bir sani.| ye sürdü. İsanm kendisine gönder- diği melek - birdenbire kardinal Fernandonun kollarından sıyrıldı. Ve bir kahkaha işitildi. Bu kahka- ha kardinali şiddetle sarstı. Sonra bir şeyde tuhafına gidiyordu. Mumlar mı sönmüştü ki ortalık bir. denbire karanlığa (o bürünmüştü. Hiç bir şey göremiyordu. Üstelik vücudu da yavaş yavaş uyuşuyor, güçlükle nefes alıyordu: — Bana ne oluyor? Bana ne yap tın muhterem melek! diye mırıl- dandı. Meleğin sesi ayni müstehzi eda ile cevap verdi: — Seni mesih yakından görmek istiyor. Seni oraya götürüyorum. Sabah kahvaltısını Meryem ile bir-! likte yapacaksın! Fernando artık bir şey söyliye-| medi. Yere yıkıldı. Ve hareketsiz kaldı. Bunun üzerine melek yüzünden maskesini çıkardı. Bu filhakika an ladığımız gibi Lükres Borjiyadan başka kimse değildi. Yerds upuzun yatan kardinale doğru yaklaştı. Eğilerek kapalı duran göz kapaklarını açtı. Mus- yene etti. Sonra: — Tamam.,. Bu da ortadan silin- di, diye mırıldandı. Bunu mütea- kip elinde tutmakta olduğu inçilin içinden bir bez çıkararak dikkat vesitina-ile dudaklarını sildi.. Ar. tık yapacalcişi kalmamıştı. Kapr- nm yanında asılı bir tablonun tam arkasında içeriye doğru açılmış o- lan gizli bir kapıdan kayboldu. —11— BÜYÜK ŞENLİK Roma o gün büyük şenlik yapı. yordu. Bütün binalar, evler dona- dılmış, halk sabah erkenden pa- zarlık elbiselerini giymiş, sokak- lara dökülmüştü. Kiliseler ağızla- rma kadar dolmuş, çanlar, bilhas- sa Kapitülün büyük çanı şehri mü- temadiyen velveleye veriyordu. Nasıl böyle büyük bir şenlik yapılmasm ki hıristiyanlık âlemi senelerce hasret çektiği bir zafer haberini dün almıştı. İspanyadan dün gelen gemiciler İspanyada hi- ristiyanların büyük bir zaferini ha. ber vermişler ve papa İnosandan her biri yüzer altın bahşiş almış. lardı. İspanya Kralı katolik Ferdi. nand ile İzabel Endülüs müilü- manlarının son mukavemetlerini de kırmışlar ve Gırnatayı zaptet- meğe muvaffak olmuşlardı. Girna- tanm sukutu, müslümanların İs- panyadaki hâkimiyetlerine kat'i surette nihayet veriyordu. Bu haber Cem Sultana verildiği zaman o da çok müteessir olmuş- tu. Ne de olsa müslüman bir hükü. metin mağlübiyeti onu fena halde sarsmıştı. Yapılan çılgınca teza- hürat ise asabınr büsbütün bozu- yordu, Bunun için odasınm bütün pen-| cerelerini ve perdelerini kapattı.| Kendisini hiç bir suretle rahatsız etmemelerini s#rkı sıkıya tenbih et- tikten sonra odasına kapandı. Sa- atlarca allaha yalvararak ağladı. Onu mütcessir eden hâdiseler. den biri de bu münasebetle yapı. lan büyük bir alaydı. Alayda ts- panya kralrile kraliçesi ellerinde! altından bir defte dalı, ayakları altında zincirlere vurulmuş bir halde Gırnata hâkimi Ebu Abdul- lah bir araba üzerinde temsil edil. mişlerdi. Etraflarında eski zafer alaylarında olduğu gibi kılıçlar, kalkanlar, mızraklar, yaylar, ok- lar asılmıştı. Araban etrafında zırhlı elbiselerini giymiş süvariler ve piyadeler yalın kılıç yer almış- lar, yol açıyorlardı.. Ayrıca arka- dan zincirlere vurulmuş esirler tem sil edilmişti. Ahali bu alayı çılgınca alkışlı yordu. Ne-den mi? Gayet basit... Çünkü yıllardan beri Romaya sa- dece bozgunluk haberleri geliyor. du. Müslümanlar, ve Türkler bütün harplerde ga'ip geliyorlar ve her gün durmaksızın ilerliyorlardı Hı- rıstiyanlığın şerktaki en sağlam sanılan merkezlerinden biri olan İstanbulun sukutu daha dünkü bir | hâdiseydi. Ve Gedik Ahmet paşa- nm kumandasındaki askerlerin !- italya topraklarına geçip Roma kapı larına doğru kılıç salladıkları pek yakın bir tarihti. Sg Ve şimdi hıristiyanların İspan- yada büyük bir zafer kazandıkları haberi gelmişti. Nasıl sevinmesin. ler? Nasıl sevinçten, neşeden çıl- dırmasınlar? Bu merasim münasebetiyle en fazla süslenen binalardan biri de Sent Anj şatosuydu. Halk alayın buradan da geçeceğini bildiğinden hem alayı görmek, hem de şatoyu seyretmek için burasını o derece döldurmuşlardı ki adim atacak de- gil, kımıldanacak yer bile yoktu. Hattâ bu sırada bir kadının ko- lu yırtılmıştı da dikmek için iğne çıkarmıştı. İğne elinden düştü. Fakat o kadar kalabalik vardı ki iğne yere düşmemiş, bir yere takı- lp kalmıştı. Bunun üzerine kadın: — Aman yarabbi, ne kalabalık! İğne atsan yere düşmüyor, dedi. Ve bu meshur söz de bu münase- betle yerleşti. Biz bu kalabalığın içine gire- lim. Ön sıralardan birinde iri yarı bir adam durmuş, cebinden çıkar- dığı iri elmaları kabuğu ve çekir- dekleriyle beraber hatır hutur yi- yordu. Bu adam Sezar Borjiya idi. (Devamı var) HABER — / 95K0 YAZAN: İSHAK FER / ı 69 w e 12 MART — 1950 “ Leylânın gözleri yemekte karşı. sında oturan Abdülvahabın pırlanta yüzüğünden bir türlü ayrılamıyordu. Zengin Mısırlı Abdülvahab da Leylânın İstanbullu olduğunu öğ- renince fevkalâde memnun ve mü- tehassis olmuş, İstanbulda da gö- rüşmeleri için ısrar etmiş. Hattâ, Büyükadadaki adresini bile Ley. lâya vermişti. Bir ara Leylâ sordu: —Evlimisiniz? Abdülvahab tereddüt ve endi. şe ile cevap verdi: — Evet, fakat emin olun ki...| Leylâ zengin Mısırlının bu te. lâşı karşısında kahkaha ile gül mekten kendisini alamadı. Abdül. vehab bu vaziyet karşısında şaşır- mıştır. Leylânm bu haline hiç bir mana veremiyordu, O da sordu: — Ya siz? Leylâ, bu sirada ayağa kalktı. Ayni soğuk kanlılıkla kendilerine doğru yaklaşan Emir Saidi Abdül. vehaba takdim etti; — Nişanlım Emir Sait... Ab. dülvahab. Emir Sait, Abdülvehabı hür. met ve nezaketle selâmladıktan sonra kolunu Leylâya uzattı; — Nerede idiniz? Sizi geminin her tarafında aradım, bulamadım. Yemek vakti geldi, gidip yemek yiyelim. Leylâ da Abdülvehabı se- limladı. Ve Emir Saitle “kol “kola yemek salonuna girdiler. Garip bir tesadüf eseri olarak yemekte ikinci kaptan Leylânın sağma ve Abdülvehab da tam karşısma rastlamıştı, Çok neşeli geçen yemek esna -| sında Leylâ Emirle pek basit şey- ler konuştu, Fakat gözleri müte - madiyen karşısında bulunan Ab - dülvahabın gözleriyle parmağım - daki pırlanta yüzük ve dirseğiyle dizi de mütemadiyen ikinci kap - tanm dirseği ve diziyle meşğul ol du. : Yemekten sonra Emir Sait Ney- lâya çok yorgun olup istirahate muhtaç olduğunu, kendisi isterse biraz müzik dinliyebileceğini söy- TY YZN 7 2 4 — Ya öyle mi!,. dedim. Fakat benim ba hâdise. | ledi. Bu Leylânın canıma minnet. ti. Hemen kabul etti, Ve Emir Sa- it kamarasına doğru giderken o da lâtif dans hayaları çalımanı mü- zik salonuna doğru ilerledi. Tam salonun kapısında ikinci kaptanla karşı karşıya geldiler. İkinci kaptan yerlere kadar eğile- rek Leylâyı selâmladı. — Acaba bir dans rica edebi- lir miyim? 5 — Maalmemnuniye,. Ağır bir vals çalıyordu. Leylâ ile ikinci kaptan vücutlarını bu a- henge uydurarak dönmeğe başla. dılar: — Ne kadar güzel dansediyor- sunuz, Sizinle böyle ölünceye ka- dar, dünyanın sonu gelinceye ka- dar durmaksızın dansetmek ister- dim. Böyle, yalnızca sizinle bir - likte, sizi kollarımın arasında tut- mak şartiyle... İkinci kaptan hararetli hara - retli Leylâya ilân aşk ediyor, Leylâ ise bu sözleri büyük bir memnuniyetle dinliyordu. Danseden birçok çiftler arasın. da yalnız kendilerini dikkat ve kıskançlıkla takip eden bir tek ki. şi bulunuyordu: Abdülvehab, Bir nevi temellük hissettiği bir kadın- la başka bir erkeğin meşgul olma- sı onu çileden çıkarıyordu. Hani nerede ise cazı durduracak, Ley- lâyı kolundan çekip kulağıma dur- madan bir şeyler fıslryan şu yakı- şıklı esmer ikinci kaptanın elin - den alacaktı. Ne ise çok şükür dans bitti, Çiftler dağıhrken Leylâ Abdül - vahapla göz göze gelince yanm - daki ikinci kaptana doğru döndü. Ve hafif bir sesle; — Iki saat sonra güvertede! Di. ye fısladıktan sonra zengin Mısır- hya doğru yürüdü. Abdülvahabın şimdi sevincinden ağzı kulakları na variyordu; — Muhterem nişanlınızı ortada görmiyorum. Sakm kendileri ra - batsız olmasınlar? — Hayır... Sadece biraz yo" gun, Erkenden kamarasına di. ; — Yani kamaranıza demek it tiyorsunuz. Leylâ güldü: — Hayır, kendi kamarası” Henüz ayni yerde yatmıyorü Nişanlım bu hususta çok mutas? sip, — Aman ne iyi? Abdülvahab belki de on bini ra değerinde olan pırlanta yüzük Vü ellerini sevinçle uğuşturu! Fakat eğer bu anda iktidar! * tup da Leylânm dimağına girebil se, ve ne düşündüğünü anlıyabi seydi, her halde bu derece sevi? mez, ve saçları, kirpi gibi dimdil kesilir, ve taş gibi donar, kalırdf Çünkü Leylâ bu anda pek mü hiş şeyler düşünüyordu. Bu yüzü #ü, ve belki de cebinde bulun” binlerce lirayı ele geçirmek bir cinayet (işlemeyi, e Mısırlıyı icap ederse denize yı bile düşünüyordu. Abdülvahab bittabi 2) bunlardan bihaber, içinden L€f, lâ gibi enfes bir kadını yalnız şma bırakan Emir Saide bıyık © ından gülerek bir takım pl&”” tasarlıyordu. Nihayet konuştü? | — Arzu ederseniz sizi ö9€“*, yün salomuna götüreyim. B poker oynayıp taliimizi dene? Tina. “al — Bundan ben de çok mef zl olurum. zl Tam bir tango çalmağa mıştr ki, Leylâ Abdülvahabın lunda müzik salonunu & Beraberce doğru daha alt * ve sakin bir yerde cigara $9*© nun öte yanında bulunan | pri salonuna girdiler. Abdülvahab hemen bir nın başıma çöktü. Leylâ da Y””. da yer alark oyunu seyre başladı. MD İLİ Terirka No. 69 Bu sözümü işitmemiş gibi göründü. Gene devam etti: — Hattâ bugün aramızdaki şu münakaşa geçme miş bile olsaydı gene onunla | İkarşılaşmıyacaktınız. — Ciddi mi? Bu kızla bozuştunuz mu? — Hiç sebebsiz onunla ilişiğimi kestim. İstihfafla: — Beni alâkadar etmez! dedim. — Fakat pek de kayıtsız değilsiniz. Gülmeğe başladım? — Beni o kadar saf sanmayınız Arif Beyefendi! — Alay etmeyiniz! diye bağırdı. Şu dakika sizin sandığınızdan çok daha samimiyim! Hiddetle yerinden kalktı. Elleri arkatında, göz. leri muzlim odanın içerisinde dolaşmağa başladı. Ben şöminenin yanındaki büyük bir koltukta oturuyor dum, Göz kuyruğuyla kocamın hareketlerine bakr. yor bir yastığın kordonlarile ihmalkörane öyniyor dum. Birdenbire karşımda durdu; — Şu kötü htdiseyi haber alışmıza pek çok mite essirim. Hattâ bunu öğreneceğinizi kat'iyen um muyordum. Biraz alaylağ Nedret yi haber almaklığımı pek de umur edeceğinizi zan netmezdim. — Birkaç hafta evvel beni bir kadınla görüp gör meniz bence müsaviydi! O zaman ben de sizin gibi düşünüyordum. Sizi ancak gülünç hâdiselerden sdn- ra bana zorla bağlanmış bir kadın olarak görüyor. düm. Meraklı bir alayla: — Peki şimdi? — Şimdi anladım ki.. Benim çatımın o altındaki varlığınız. Birlikte geçen yaşayışımız. Pek ziyağe Şâşırârak gözlerimi yüzüne diktim, Sıkılarak durdu. Sonra: — Evet dedi, O kadmla olan ilişiğimi yalnız sizin için kestim. Üç haftadanberi... Buz gibi soğuk bir tavır alarak: — Benim için bunu yapmakla hata ettiniz. Çün kü benim yüzümden hiç bir zevkinizden geri kaldığı nızı istemiyorum. Buna inanmız! Kuru bir sesle: — Bana teşekkitr edeceğinizi sanryordum dedi, — Benim için kendinizi rahatsız * etmeniz beni çok meyus ediyor, yaşayışınızı istediğiniz gibi kul Tanmakta serbest, kat'iyyen serbestsiniz. Kelimenin tam manasınca benim için tamamen bir yabancısınız1 — Çok zalimsiniz hanım! — Aramızda her şeyi açikçe konuşmak daha iyi değil mi?,, Mİ a lğnizâğ iken ez AN ölerek Üzerine dikilen soğuk bakışlarım karşısndi © ğuk kanlılığını takınmağa uğraşarak; af — Olsunl.. dedi, Bütün söylediklerimin VE ik tıklarımın sizce hiç bir ehemmiyeti yoktur oy Bana bunu mu anlatmak İstiyorsunuz! tg — Evet bunu. ben y — Pekâlâ! Pekâlâ! Fakat buna rağmen ” çul kadar tam bir kayıtsızlık gönreremiyeceği çeşi varlığınızı unutamamak, istiyeyim veyâ hai” karım olduğunuzu, adımı taşıdığınızı dzimi Jamak bahtsızlığındayım. : Sinirli bir hareket yapmaktan kendimi M rak: şii — Gene bu mevzua dönmiyelim. Mademki İerimiz biribirine taban tabana zıddır. — Fakat odanıza gitmeden önce bu sebep olan meselenin iyice halledilmesini Bir saattenberi öteki adamı iyice W Köcümın bana bunu batırlatmasile mi iediy şa rarak titiz: — Bu maceranın biteceğini, bu adam miyeceğinizi bana söz veriniz. ai ş söylemişti. Fakat buna hiç dikkat etm ge merek? i kabahati kabul etmediğimi biliyorsumu” (OX. Devesi — Emirlerinizi bekliyorum! dedim. erd Bu sözleri sesinde rica eder bir — Bu macerada beni Tekeliyebilecek © ik: 2 ila Salk i İri >