| Ben aldım o babacığım! İ | | lakla aydınlatabildiği bir oda. Bir Yanda tahta bir sedir, üstünde bir “t minder, Öbür yanda eski bir Baş ucunda bir dolap. dibinde bir saç mangal. Üstünde bir tencere kaynıyor. Bu odaya yemek kokusu | Yayılıyor. Mangalın başında diz $ökmüş, ellerini ısıtmağa uğraşan iki küçük var. Biri sekiz, dokuz Yaşlarında görünüyor. Öteki bir - kaç yaş daha küçük. | Sedirde saçları kırlaşmış elli. | lik bir adam bağdaş kurmuş otu- | #uyor, Önünde bir iskemle, üstün- de bir tepsi. Tepside bir rakı şişe *İyle bir kadeh, bir tabak da zey- tin duruyor. Ölüm, bir yıl önce, bu evin ka- ı çekip götürdükten sonra, *rkek her akşam gelir, rakısını İçer, ölçüyü kacırmca küçükleri hirpalar, sonra sizrverirdi. Evin! yükünü omuzlarına almış o-| dan abla, babalarının uyuduğunu | Börünce kardeşine yemeğini yedi- | Tir, onu sedire yatırır, işlerini bi - N en sonra kendisi de karde - #inin koynuna girerdi. Alt katta “turan ihtiyar nine, bu çocuklara tücünün yettiği kadar yardım e - der, eksiklerine, gediklerine ko - Yardı. Hiçbiri konuşmuyordu. Oda- Min içinde, kaynıyan tencerenin an başka ses yoktu, elleme kulağına kı — Karnım çok acıktı. Sim şimdi uyur, yeriz. uyumadan yemek ye- Mezlerdi. Akşam yemeklerine ba- hiç karışmazdı. Onun ak - Sam yemeği, bir şişe rakı ile bir tabak zeytindi. Nineye arasıra beş © kuruş bırakır, o, bu para ile Socukları doyurmak yollarımı a - Yardı, Gece yarısı yaklaşıyordu. Kır saçlı adam, hiç durmadan, bir tek “öz söylemeden içiyordu. Çok dü- Yünceli idi. O gün bir şeye canı st- olacaktı. Güner, açlıktan kıvranan kursağının acısma artık dayanamıyor, gizli gizli ablasma “zlanıyordu , Baba birden ayağa kalktı. Kar- Yolanın yanındaki tahta dolabm İMtünci serilmiş olan gazete kâğr , bir ucunu kaldırdı. Bir şey Arıyordu, Bulamadı. Küçüklerin Yaş ucuna geldi: — Yıldız, burada yirmi beşlik Vardı, gördün mü? — Hayır baba. — Bugün odaya kim girdi? — Hiç kimse gelmedi. ,, “— Akşama kadar ikiniz de o- dada mıydınız? — Bugün nine ile çamaşır yr- ik Ben bütün gün aşağıday - — Demek bu parayı Güner al- Si. Alır piç kurusu, alır. Anasmın Lo alır. Ne yaptın bu parayı, “öyle bakalım? Güner, ablasının koynuna sin- Miş, ürkek bakışlarla; — Ben para filân görmedim, Baba, diyebildi. Öfkesini bir türlü yenemiyor, Küçüğü hiç durmadan patokla - Mak istiyordu. Abla cılız kollariy- © kürdeşini korumağa çalışıyor, 5 Şisesi kirli bir lâmbanın zor d bir şey yapamıyordu. Birden atıl- dı: — Parayı ğrm. — Sen aldın Yıldız, ha? De- mek senin de huyun bozulmağa başladı. Kahbe ananın hırsız yav- rusu. Demek sen çaldın. Yıldız, titriyerek fısıldadı: — Evet, — Ne yaptın bu parayı? — Çikolata aldım. — Çikolata ha. Her işimiz bit- ti, ginlük yiyeceğimizi bulduk ta, şimdi sıra o çikolataya geldi, öyle mi? İkinei, ücüncü, dördüncü to - katların şaklryan sesleri. Yıldız, kırılan bir körpe ağaç gibi yere devrildi. Kulağında, dudaklarının yanlarında ince birer kan çizgisi! vardr. — Çikolata almış. Ziftin pekini ye. | Güner, mangalın arkasına gizlenmiş, babasınm gözüne iliş- Korkudan ben aldım babacı. İ memeğe çalışıyordu. bir heykele dönmüştü. Sarhoş baba, kendi kendine biraz daha söylendikten sonra karyolasına girdi. Yorganı başma çekti, Güner, mangalın arkasında, ortalık aydmlanıncaya kadar hiç kımıldamadan durdu. Kır saçlı adam, sabahleyin gö- zünü açınca Yıldızı akşam düş. tüğü yerde buldu. Yanına yakla - şmca, birden gözleri büyüdü. Yer. de bir ölü yatıyordu. Gözlerinin önüne birden polisler, kelepçeler ve zindan geldi. Hemen oradan kaçmalıydı. Dolabın üstündeki gazete kâğıdmı tekrar kaldırdı. Yirmi beş kuruş orada duruyor - du. Gece nasıl olmuş da görme - mişti, Dudaklarını ısırdı. Havır. kaçmıyacaktı. Cezasını çekmeliy- di. Mansalın arkasında büzülmüz duran Güner'e seslendi: — Haydi git, nineye söyle. Ça buk karakola koşsun, bir polis ce ğırsın. S. Z. Güevin Yeni çıkan “Sar Güllü Ev,, den İYI BIR Terzi mi arıyorsunuz ? işte size bir adresi: iHSAN YAVUZ Kadın ve Erkek Terzisi Mtanbul » Yeniposame karşısında Foto Nor yanında Letafet hasında I| HABER AKSAM POSTASI DARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf &dresi; İstanbul HABER Yazı işleri telofonu ; YAR? idare ve ilân 24310 ABONE ŞARTLARI Türkü £ Senelik iadoMr 2700'0r. S5 oyuk 730 . vaso 3 ayuk 409 . 1 ayık 180. 300 İLÂN TARİFESİ Hesret iHünlarının satırı 12,80 Resmi ilânların 10 kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: i Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKİT) matbaası e a m e deliicens feryvis'e ——— az KARSIBiriURK | karşıya sessiz ve neşesiz bir halde l Ben saati yürek çarpıntıları içe Hatıralarını anlatan : EFDAL TALAT — 13 — Yazan: İHSAN ARİF Yunan ordusu notlarını İngiliz miralayından çalmağı düşündüm? Gördüklerimi, daha doğru- l Ne yazık ki, bir İngiliz istihbarat) dum. Önüme kâğıt, kalem, koy » su görmediklerimi ona icap etti- ği gibi anlattım. Başı önünde, a- yak kaplarının burnile toprağa hafif tekmeler vurarak beni din- ledi, İzahatım onu hiç te memnun bırakmamıştı. Kahvaltıyı, karşı ettik, Biz kahvaltı ederken, mih- mandarımız olan Yunan zabiti de otele gelmişti. O gün, Yunan ka- rargâhı umumişine gidecek ve asıl tahkik vazifemize başlıyacaktık. risinde bekliyordum. Çünkü bütün ümidim Yunan karargâhı umumi - sinde alabileceğim malümatta i- di. Zaten böyle âkibeti meçhul bir sergüzeşte atılmam da Yunanlı . lar hakkında alabileceğim malâ - matı bizim tarafa bildirebilmek arzusundan ileri gelmiyor mıydı? İşte, nihayet beklediğim büyük fırsat ta doğmak üzere bulunuyor- du, Sevinçten içim içime sığmıyor, etrafımızda her şeyden bihaber dolaşan Yunan erkânı harp zabi- tile alay etmek arzusundan ken - dimi zor alıkoyuyordum. Yunan karargâhı umumisi Bur- sanın mütasarrıflık dairesinde i- di. Kolonel Haring önde, ben ar- kada otomobilden inerek mutasar rıflık dairesine girerken kalbimin helecandan duracağını düşünerek korkuyordum. Mihmandarlarımız önde yürüyor ve bize yol gösteri. yordu. Bir merdiven çıktık; geniş bir sofaya gelince Yunan zabiti adım. larımı sıklaştırdı ve sokak ortasın- da dipte, üzerinde (mahrem) işa. retleri bulunan bir kapıyı vurarak | açtı ve içeriye acele acele bir şey- ler söyledi. Bir saniye sonra, ka- pt ardına kadar açıldı ve Yunan Generalı Yuvanidisi karşımızda gördük. General, gayet uzun boylu bir adamdı. İngiliz miralayını fevkal. âde beşuş bir şekilde karşıladı. Samimi bir dost gibi el sıkıştılar. Kolonel arkasına dönerek beni de Yunan generaline takdim etti. Biz de el sıkıştık. Bu tanışma bittik - ten sonra, General Yuvanidis bir adım geri çekilerek Kolonele yol gösterdi. İngiliz miralayı önde, Yunan generali arkada odaya gir- diler. Ben de arkalarından yürü - mek istedim. Fakat, demindenbe- ri kapının tokmağını tutmakta o- lan Yunan yüzbasısı, bana, sofa- daki kanapeyi göstererek: — Pardon! Dedi ve içeriye girerek kapıyı yüzüme kapadı. Sofada ayak üs. tünde yapayalnız kaldım. Hayret ve teessürden ne yapacağımı, ne edeceğimi bilemiyordum. Bu va - ziyet hiç aklıma gelmemiş, evdek hesap çarşıya uymamıştı. Feci bir hayal inkisarı içinde kanapeye çöktüm, Kafamı avuç - larımın içine alarak düşünmeğe başladım. Her şeyi kaybetmiştim. zabitine tercümanlık etmek gibi âdi bir vazife yaparak İstanbula dönecektim ve bu seyahat mem sını hayatımın devamı müddetin - ce kara bir leke olarak taşıya -' caktım, Bunları düşündükçe deli! olacaktım. Üzüntü, asabiyetten şakakla - rım zonklıyordu, Yarabbim! Ne yapabilirdim, Onları kapıdan din- lesem.., Fakat bu müthiş tehlikeli bir şeydi, Tehlikeli olmasa bile acaba konuşulanları duyabilecek mi idim? Yunan ordüsu hakkım. daki notları İngiliz miralayından çalmak... Bir aralık bu da aklıma geldi. > Fakat Entellicens Servisin bu tecrübeli memuru bu kadar ted - birsizlik eder de elindeki krymet. li malümatı benim gibi tecrübesiz. toy bir çocuğa kaptırır mı idi? Bir an geldi ki, şuursuz bir ha- reketle yerimden fırladım ve on - larm bulunduğu odaya doğru yü « rümeğe başladım. Fakat, birden - bire durdum. İçeriki odadan git - tikçe yükselen sesler geliyor, biri- si bağırıyordu. Kulak kabarttım. Bu ses Kolonel Haringin sesi idi. Gayet yavaş könuşmak itiyadında halim, selim bir adam olan İngi - liz zabitinin bağırması beni şaşımt- mıştı. Tekrar kanapeye dönerek oturdum ve onun bağırmasını din- lemeye başladım. YUNANLILAR BÜLBÜL GIBI ÖTÜYOR Fakat bir dakika geçmemişti ki, kapı açıldı. Ve Yunan erkânr- harp zabiti göründü. Yüzü sapsa- rı kesilmişti. Halindeki cali neza- kete rağmen gözleri kin dolu idi. Bana sesinin bütün huşunetiyle: — Buyurun; dedi. Miralay sizi istiyor. Yunan zabitinin bu halini hiç farketmemiş gibi görünerek oda - dan içeri girdim. Miralay Haring odanm orta - sında ayakta duruyordu. Bir eli cebinde idi. Diğer elindeki kam - çısını ayağındaki getrlere vuru - yordu. Beni görünce yanıma geldi, bir elini omuzuma koyarak hiddetli hiddetli söylendi: — Tuhaf değil mi, bu efendi - ler, benim ancak kendi tercüma - nrmla çalısabileceğimi anlamak istemiyorlar.,, Ve sonra mütehakkim bir tavır takınarak şu emri verdi: | — Rica ederim Mister Efdâl, bu efendilerle yapılacak muhave- releri tercüme ediniz.,, Onlara döndü ve şu kısa ihtar- da bulundu: — Artık işimize başlıyabiliriz. Yunan zabitleri dut yutmuş bül- bül gibi susuyorlardı. Koca Yu - nan generali, İngiliz miralayının karşısında süklüm püklüm bir hal almıştı. Bana gösterilen yere otur. dular. Miralay Haring de köşede bir koltuğa kuruldu ve isticvabı « na başladı: — Bütün kuvvetlerinizi ve bu- Tundukları yerleri söyleyiniz! Yunan generali sorulan sualle re cevap veriyor, büyük bir masa üzerine yayılmış olan haritada Yunan kuvvetlerinin bulunduğu mevkileri, onların miktarlarını, techizat vaziyetlerini ve harekât plânları izah ediyordu. Yunan | generali (oOYunanca (konuşuyor, mihmandar Yunan yüzbaşısı but- ları İngilizceye tercüme ediyor « du, Fakat Kolonel, Yunan zabiti- nin İngilizcesini dinlemediği için ben onları tekrar İngilizce olarak söylüyor, bir taraftan da not alı « yordum. Yunan - zabiti, İngiliz miralayının kendisini dinlemedi « ğini görünce — mükemmel Türk- çe bildiği için — çok defa genera- Tin anlattıklarmı bana Türkçe o « larak naklediyordu. Verdikleri | | malâmatın hepsi çok mühimdi. İç- lerinde o kadar mühim ve o kadar mahrem hususat vardı ki, Yunan zabitleri bunları anlatmadan ev « vel durahyötler; benim mevetdi - yetimi ihsas etmeköyâY”““i * ' — Bu Türkün yanmda bunları da söylemek doğru olur mu? De- | mek istiyorlardı. j O zaman İngiliz zabiti, onları çıldırtan bir soğukanlılık içinde: | — Durmayımız, devam ediniz, || devam ediniz,, diyordu. al Ve onlar devam ediyorlar, bül. | bül gibi varlarını, yoklarını söyli. (| yorlardr. e Bazan ben, not almağa yetişe- miyorum, Kolonel Haring bunu farkedince onları (durduruyor, söylediklerini tekrar ettiriyordu. Bu şekilde çalışmamız, inkitasız olarak beş sant sürdü. Hepimiz yorulmuştuk. Fakat işimiz de bit « mişti, Anadoluda Yunan ordusu- nun bütün vaziyeti, bötün plânları ve bütün esrarı elimizde idi. İkindi vaktı otele döndük. Yok 3 da giderken içime acı bir tu çökmüştü: y — Acaba, diyordum. Kolonel, ben malümattan istifade edeme » den notlarr elimden alacak mı? Benden şüphelenerek bunları bir başlrasma tercüme ettirebilir mi? Bunları düşünürken, elimde | bulunan ve bana dünyanm hazi- nelerinden daha değerli gelen bu malümatı almaktan doğan sevinç, yerini birdenbire sonsuz bir kor. kuya bırakıyordu. N Fakat otele dönünce bu kurun tunun (o boş olduğunu gördüm, Çünkü kolonel Haring otelde o » dasına çıkarken şu emri verdi? — Mister Efdâl! Yarm akşam İstanbula döneceğiz. O zamana kadar bu notları bana İngilizceye tercüme et ve yetiştir.., Eteklerim zil çala çala otelden çıktım, Dünya benim olmuştu. (Devamı var) ,