» “Kırmızı sakallı Jak, kendisiyle beraber yukarı çıkmış olan Kara Hasanla neşeli, neşeli konuşuyor. du. i — Hava çok iyi... Gemi de çok yollu.. Bu gidişle üç güne varmaz Giridi buluruz. Yalnız allah vere de rüzgâr yavaşlamasa.. — Şu ufukta görülen gemi aca- “ba gidiyor mu, geliyor mu? — Şimdi öğreniriz. Jakın sesi yükseldi: —Hey! Vardiyacı? Geminin başından bir ses yük. seldi: — Burada.. — Şu yolumuzun üzerindeki ge- mi gidiyor mu, geliyor mu? — Geliyor, reis.. Sabahleyin hiç görünmüyordu. Şimdi gitgide da- ha ziyade irileşiyor. — Bakalım, belki bu da bir kıs- mettir, Kara Hasan hiç ses çıkarmadı. Biraz sustuktan sonra sordu: — Acaba gemi ne yüklü imiş? Bu sual üzerine kırmızı sakallı Jak evvelkilerinden daha neşeli ve daha şen bir kahkaha attı: — Dünyade tahmin edemezsin. Demin çocuklar beniuyandırırken haber verdiler. Gemi tamamiyle şarap yüklü imiş. Anlıyor musun? Hem de halis Kıbrıs şarabı. Tüc- car Feodon da sırf bu şarapları bizzat seçip almak için Romadan kalkmış ve gemisiyle Kıbrısa ka- dar gitmiş. Söz aramızda 'bu şa- rTapları papa ısmarlamış, beher fi- çısına avuç dolusupara vermiş.Fe- odonun ne için Romadan kalkıp buraya kadar geldiğini anladın ya? Şimdi bu şarapları Feodon ye- rine papaya bizzat kendimiz sata- cağız. Şarapların içinde yüz sene- lik olanları da varmış. Hem yalnız şarapları mı ya? Fe- odonu da satacağız, Vakia Feodon yüz yaşımda değil amma, yüz sene - lik şaraplardan daha kıymetlidir. Kırmızı sakallı Jak kahkahalar- la gülerken Kara Hasan yavaş a- dımlarla güverteden aşağıya indi. Geminin arka tarafmda bulunan kamaralarına doğru ilerledi. Her zaman olduğu gibi şimdi de Genç Ali ile birlikte ayni kamara- da yattyorlardı. Hem de Feodo- nün kamarasında.. Gemide bizzat patron seyahat ettiği için geminin içi yumuşak halılar, yolkeçeleriyle kaplıydı. Ve yürürken kat'iyyeni ses çıkarmıyordu. Kara Hasan böylece kapının ö- nüne geldiği vakit duraladı. İçin. den: — Acaba Genç Ali hâlâ uyuyor mu? Zavallı dün korkunç bir gece) geçirdi. Çok yorgun düştü. Eğer| hâlâ uyuyorsa,içeri girip kendisini rahatsız etmiyeyim. diye düşündü. Ve eğilerek anahtar deliğinden baktı. Aman yarabbi, ne görüyordu? Kara Hasan birdenbire sersem- lediğini hissetti. Doğruldu, gözlerini uğdu. Son- ra gene gözünü anahtar deliğine uydurdu. Hayır, yanlış görmüyordu, his- siyatı kendisini aldatmıyordu. Gör düğü şey hakikati, Aldanmıyordu. Kamaralarında, | yani Genç Ali ile birlikte yattıkla- rı kamarada bir kadın, daha doğ- rusu genç bir kız vardı. Kimdi acaba bu? Nasıl girmişti i kamaraya? Nasıl olmuştu da ge- Lg HABER — Aksam potter RA NN KA TefrikaNo.Sâ Yazan; MuradSertoğlu yan korsanlar bu genç kızı göre- memişlerdi. Bu sualler Kara Hasa- nın zihninde bir yılan gibi kıvrılı- yordu. Muhakak bunda bir iş vardı. Bir daha baktı... Genç kız giyi- niyordu. Hem de, erkek elbisesi gi. yiyordu, Anahtar deliğinden başı görünmiyen genç kız tıbkı bir er- kek gibi pantalon giyiyordu. Fakat. Sakın.. Muhakkak... Kara Hasan bir anda şimşek gi- bi hakikati anladı. Giyilen elbise. yi tanımıştı. Bu Genç Alinin deri elbisesiydi. Ve Genç Ali hakikat- te erkek değil, kızdı. Bu fikirler kendisini şaşkın bir hale getirmiş. ti. Kafası zonkluyordu. Gayri ih- tiyari bir hareketle geri döndü. Mümkün mertebe ses çıkarmama” ğa gayret ederek dar koridordan ilerledi ve yeniden güverteye çıktı. Kırmızı sakallı Jak bu sırada bay- rak direğine Floransalı Feodonun gemide bulunan bayrağını çek- mekle meşgul idiler. Kara Hasan hiç durmadı ve ge- minin arka tarafına doğru yürü- yerek düşünmeğe başladı. Genç arkadaşınm evvelce dik- kat etmiş olduğu halde sebebini anlıyamadığı birçok hallerine şim- di gayet vazıh olarak mana vere biliyordu. Çekinişleri, konuşması, sesi, hattâ yüzünün şekli, heyecanı, ibti. razları şimdi birer birer kafasın. da aydınlanıyordu. Ve kendi keri disine şaşıyordu. Bunu şimdiye ka- dar nasıl anlamamıştı diye... Böyle düşünürken omuzuna bir el dokundu. Dalgın bulunduğun- dan bu temastan birdenbire irkil. di. Geri döndü. Bu, Genç Ali idi. — Bu ne dalgınlık? Ne düşünü yorsun? İlk defa olarak Genç Aliye baş- ka bir gözle bakıyordu. Pürüzsüz, beyaz fakat kasten esmerletilmiş ve kirletilmiş bir yüz, hafif çıkık elmacık gemikleri, iri, siyah göz- ler, taze bir ağız... Bakışları ne ka- dar azimkâr, ve sert olmağa çalı şıyorsa da tatlılığını gideremiyor- du. Genç Alinin gözlerinde birden- bire şüphe ışıkları yandı. Kara Ha- san şimdiye kadar kendisine asla böyle bakmamıştı. Yüzündeki renk yavaş yavaş solgunlaştı. Kara Ha san gözlerini ufka dikti. Ve cevap vermek mecbüriyetini hissetti: bakıyorum da... o (Devamı var) PKOCALI YAZAN: İSHAK FERDİ —6co— — Evet.. Bir geçimsizlik, Başka bir şey değil.. Sizin burada ne işi- niz var? — Malüm ya, biraderiniz Prens İbrahim de iki geceden beri orta- da yokmuş. Eve yatmağa gelmi. yormuş. Valideniz polise ihbara mecbur olmuş. Kendisinden bu hu. susta malümat almağa geldim. Si- sa, lütfen beni tenvir ediniz! — Emin olunuz ki bir şeyden haberim yok, Mister Tomson! Tren den çıkar çıkmaz kendi evime git- tim.. İbrahimin iki geceden beri eve gelmediğini öğrenince, merak ettim, buraya geldim. Tomson bu sırada gözlerini sü- zerek piposunu yakıyordu: — Acaba bir kadına falan tu- tulmuş olmasın, Prens? — Zannetmem, Mister Tomson! Bir kadına tutulmuş olsa bile, her halde iki gece kendisini kaybede- cek kadar içki müptelâsı değildir. İ Evine uğraması lâzımdı. yorsunuz? — Bir kazaya uğraması ihtima- Tini düşünüyorum. Nilde dolaşma- sını çok severdi... Acaba... Tomson daha fazla duramadı.. Ayrıldılar. Prens Ömer annesi- nin evine gi çok dalgın ve MUG Tdi, Pröns Ömer evdeki telâşı gö - rünce, uşaklara: — İbrahim hâlâ meydanda yok mu? Diye sordu. Bu srada Zeynep de Ömeri karşılamıştı: — Hâlâ İbrahimden bir haber yok, ağabeyciğim! Siz İskenderi - zin duyduğunuz yeni bir şey var-| — O halde siz ne tahmin edi! yeden yeni mi geldiniz — Evet. Bugün geldim.. Ibra . himin kaybolduğunu yengenden öğrenerek hemen buraya koştum. Oturdular., Konuşuyorlardı. Zeynep çok telâşlıydı: — Ağabeyciğim, dedi, annem İngiliz polislerine büyük bir ikra. miye vaadetti.. İbrahimi şiddetle arayorlar, Fakat, ben onun izini İngiliz zabıtasın'an önce bulaca- ğımı umuyorum. — Haydi, sen böyle tehlikeli işlere burnunu sokup durma! Zeynep fikrinde ısrar ederek çantasını açtı; — İşte bu bir delil. Şu düğme- — Hiç... Karşıdan gelen gemiye| yi dün yengeme uğradığım zaman orada buldum. İbrahimin oraya miyİ en ufak ddliğine kadar | Neden birbirimizi aldatıyoruz, Leylâ Onun cesedini, kolayca bulunamıya- cak bir yere saklamışsındır, değil mi ?,, uğradığı muhakkak değil mi? Ömer düğmeyi aldı ve gülerek: — Budala, dedi, bu benim düğ- memdir.. Bir tanesini İskenderi - yeye gitmeden düşürmüştüm. Sen bulmuşsun.. Ne iyi tesadüf. Bun - ları İbrahimele bir örnek olarak al. mıştık. Zeynep şaşaladı: — Ben de bir ip ucu buldum diye sevinmiştim. Ömer soğukkanlılığını muhafa. za ederek, ümit verici söz söyli- yordu: — Bence merak edilecek bir şey yok. O İsviçrede çapkınlığa a- lışmış.. Burada srkıyı görünce da- yanamadı. Kimbilir hangi kadı. nm koymunda sızıp kalmıştır. — İki gündenberi uyanmaz mı? Bir insan küplerce içki içse, üçüncü gün elbette gözlerini açar, değil mi ağabey? — Belki bir kadına tutulmuş - tur, Her halde meydana çıkacak dedim ya.. Lüzumsuz yere ortalığı velveleye vermeyin! Ömer annesiyle darğıri olduğu için, yanma sokulmadan evden çıkıp gitmişti, Prens Ömer yolda bir polis ko- miseriyle karşılaştı, İngiliz polisi. nin kendisini takip ettiğinden şüphesi olmıyan Ömer, komiseri görünce hiç de şaşalamamıştı. Komiser kendisini karakola götürdükten sonra, aralarmda söyle bir konuşma geçti: — Sizi karakola davet edişi - min sebebini şüpheisz anlamışsı- nızdır! İskenderiyeden Mis Nel - son vakasını takip etmek üzere buraya gelen Mister Tomson, ba - na biraz önce telefonla, sizi sor. guya çekmemi bildirdi: Birader niz Prens İbrahimin iki günden - beri ortadan- kayıbolduğunu el - bette duydunuz! İngiliz zabıtası bu gaybubeti çok manalı bulmak- tadır. Prens İbrahimin bu vake ile alâkadar olduğunu zannediyo. ruz. Kendisinin nereye gitmesi, kim lerin evinde saklanması ihtimal varsa, bize açıkca söylemenizi ri- ca ederim, Pekâlâ bilirsiniz ki, İn. giliz zabıtası, parmağını koyduğu bir vakanın esrar perdesini yırt - makta geçikmez. Prens Ömer bu sözleri dikkat- le dinliyordu. Komiser son söz olarak şunları KADIN / N “2. da ilâve etmişti: — Eğer bu cinayette sizin hiç“ bir suçunuz olmadığı anlaşılırsa ve Prens İbrahimin saklandığı y€& ri bize haber verecek olursanız, İngiltere hükümeti, size harp 78“ manmda müsadere edilen malla * rınızı da iade edecektir. Bunlar! size söylemek için mahrem emir * ler aldığımı da memnuniyetle ilâ“ ve edebilirim, — İngiltere hükümetinin beni bu vesile ile hatırlamış olmasın ben de pek memnun oldum. Fa * kat, sizi namus ve şerefimle temi ederim ki, ben bu vakanm geçtiği günler İskenderiyede bulunuyor * dum. Esasen bir kadın yüzünde# kardeşimle aramız da epeyce # çıktı, Onun Mis Nelsonu öldüre * ceğini zannetmiyorum. Çünkü buna sebep yoktur. O, her hansi bir kimseyi öldürmeğe karar ver miş olsa bile, saklanacağı bana söylemez. Dedim ya. Bir 87” danberi kavgalıyız. den söylediği için, ayağa kalka * rak: — Pekâlâ.. Başka bir sözün yok. Ben vazifemi yaptım. Şimdi sizden aldığım cevabı âmirim” bildireceğim, dedi. Prens Ömerin manevivatı be” Komisere bir şey sezdirmer!# ğe ai > Diye sordu. Komiser gülerek kikada duyduğu teessürün aci nişanesi olarak gözlerinden damla yaş döküldü: — Zavallı İbrahim... Diye mırıldandı. Gazindif duramadı... Bir viski içerek Kal” tr. Sendelememeğe çalışıyord” Bir otomobile atlıyarak eve dön” dü. p Leylâ, Ömeri pencerede peki yordu. Kafes arkasmdan Öm* 5 rin geldiğini görünce kapıya k9$> tu. t w Ömerin rengi sapsarrydı Leylâ merakla sordu: ei — Ne var Ömerciğim.. Kard şin bulundu mu? (Devamı v9” Terirka No. 6O “İçerimde güneş, işik, neşe hatıraları canlanr yor!,. Gülüyorum ellerimi çızpıyorum.. Yüreğimde kaynayan sevinç ve keyif tulann: haykırarak göste riyorum. “Rürekler suya dokunuyor. Arkadaşım kızgın güneşin suları kuvvetle barelendirdiği yere doğru açiliyor. “Benim mösumane sevincim onun genç gururu nu kamşçılıyor.. Kürekleri daha çok hızlı hareket et tiriyor.. “ Sonta birdenbire ne oldu? Suların İçerisinde sandalın yanı başında yüzen balıklara doğru eğil dim? Yoksa suya sürüncrek geçen altın yaldızlı bir kelebeği mi tutmak istedim?, Sandalımız devrildi? Küçücük beynim yalnız birdenbire beni dondu ran buz gibi bir soğukluğun hatırasını sakladı. “ Çırpınıyorum.. Göğsüm sıkışmış. o Soluğum keskin. Sinirli bir el beni yakalıyor.. Beni çekiyor. Başımın içerisinde, kulaklarımda herşey uğulduyor.. “Gene üzerime eğilmiş ayni çocukla kendimi gü neşte, çayırlar Üzerinde uzanmış görüyorum. İkimiz" de sirsıklam olmuşuz. Her yanımızdan sular akıyor. “Arkadaşım haykırıyor. Bana sesleniyor, hıçkı" rıyor. Beni kucaklıyor. “Fakat ona cevap verdiğim, kollarımı boynuna sardığım vakit kendisi gibi (o yaşadığımı o anlıyarak kahkahalarla bir deli gibi gülüyor. “Sonra köşke doğru süratli bir gidiş. Beni çe kiyor. Yanımıza koşan adamlara doğru beni sü rüklüyor. “Suya düşmüştüm. Beni kurtarmak için kendir Lİ a İŞ VA sini tehlikeye Okoyanbu çocuğa şüphesiz yi si yatımı borçlüydüm!.. “Anlattıklarımla kendimden geçmiş, vak e lerin bltün hatıralarını tekraz görüyordum ve hemen hemen dindarane bir sesle konuşmak dinliyen adamin mevcudiyetini bile © tm Hafif bir öksürük kendisini bana beta self eline dayamış, dirseği koltuğun kenarmd! çe nun gölgeli yerinde kalan yüzünü pek li besi | dum. Fakat gözlerinin üzerime dikildiğini tetkik ettiğini seziyordum. g — Belki bana gene inanmıyorsunu?! dedi ger bu garip çocuğu tanıyorsanız onun kü ea arkadaşı için hayatını tehlikeye koyacak bir patır” terde olup olmadığını bilirsiniz... Bu mü? ne pek kolay kolay unutulamıyacağı için belki anlatmıştı. | « - var a y 2 İ ak.