28 Şubat 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ş Üai AĞ Si TefrikaNo.53 - Yazan: Murad Sertoğlu Genç Ali Pırlantaları tekrar ke- seye, ve keseyi de cebine yerleştir- di. Dümeni idare eden korsana lâzım gelen izahat verildikten son- ra her üçü dar merdivenlerden a- şağı indiler. Aşağıda ateş yakılmış çıra meşaleler tutuşturulmuş, elha- sıl sefere çıkan bir gemide alınma- &1 gereken bütün tedbirler alımmış- tı. Yerde elleri kolları sıkı sıkıya bağlı üç adam yatıyor. Ve bir kor- san başlarında yalın kılıç nöbet ; Kırmızı sakallı Jak, Kara Ha- san ve Genç Âli içeri girince bun- ların bağlarını çözdürdüler. Ve kendilerini sorguya çektiler. Esirlerden ikisi iri yarı ve kıya- fetlerinden İtalyan oldukları an- laşılan iki gemiciydi. Üçüncüsü za yıfnahif, kısa kır sakallı kısa boylu ve tüccar elbisesinde bir adâmdı. Suallere bu adam cevap veri- yaordu. Ş * — Kimin malı bu gemi? — Floransalı bir iüccann_ — İsmi ne bu tücarın? — Feodon! Kırmızı sakallı Jak sevinçle hay kırdı: ' . — Mükemmel.. Taliimiz var de- memiş miydim ben size.. Feodon İtalya ile Adalar arasında iş yapan en zengin tüccardır. En yollu ge- miler onun malrdır. Yemin ederim ki geminin anbarları boş değildir. (Yaşasın, turnayı gözünden vurmak buna derler. " “Sakallı' adam yüzü sapsarı susu- yordu. Kırmızı sakallı Jak sözün- de devam etti: —— '-'—'%"”Seı'i'kim'ıîn? Bu gemide ne sıfatla bulunuyorsun? DA M Adam cevap vermedi. Kara Hasan bu sefer iki gemi- ciye hitap etti: —— Eğer bu adamın kim oldu- ğunu söylemezseniz sizi gece vak- ti köpek balıklarına yemlik yapa- cağım. Zaten anlaşılan şarabı faz- la kaçırmışsınız. Leş gibi koku- yorsunuz. Bu suretle sizi yiyen kö- pek balıkları da çakır keyif olur- lar. Hi İki İtalyan gemici bu tehdit kar- şısında müthiş bir korkuya düştü. ler. Esasen gece yarısı balık gibi yüzerek gemiyi ellerine geçiren bu adamların korkunç manzarası ü:- zerlerinde hiçde iyi tesir- yapmı- yordu. Hele şu kırmızı sakallı, kor- kunç bakışlı, iri yarı adamın söz- Di leri hiç de şakaya benzemiyordu,.| Doğru söylemekten başka kurtuluş çaresi göremiyorlardı. Biri, öbürü- ne işaret etti: — Söylesene! — Sen niye söylemiyorsun? —— Biliyorsun ya kardeşim, sen benim büyüğümsün. Böyle şeylere senincevap vermen İâzım. — Benim mi? Amma da yaptın, Fakat şarap içerken benim daha büyük olduğum aklına gelmiyor- du. Şarap kupalarını birbiri arka- sından dikiyordun. “— Senin miden ağrıyordu. Faz- la şarap içmenin midene çok za- rarlı olacağını unutuyorsun. - Kırmızı sakallı. Jak daha fazla tahammül edemedi: — — Ulan ne. geveleniyorsunuz?| Söyleyiniz diyorum size, yoksa... |İki İtalyan gemici bu tehdit kar- şısında titremeğe başladılar: " —Merhamet ediniz! Bizi öldür-| meyiniz. Ne isterseniz söyliyece- — Kim bu adam? . — Fea.... —....don! ş Zayıf nahif adam bu sefer bem- beyaz oldu. Kırmızı sakallı Jaksa bu son söz karşısında hayret ve se- vincinden şaşkın bir hale gelmiş- $i Kör olası! Ne talidi bu be? Evvelâ iki Türkten üç bin altın vurmuştu. Mükemmel, tam kendisine göre hem yeni, hem küçük, hem de yol- lu bir gemiye sahip olmuştu. Bu gemi Akdenizin en zengin tüccarına aitti. Ve ambarları her halde kumaş vesaire kıymetli raal- larla dolu bulunuyordu. Geminin içinde de Feodon, Ak- denizin zengin tüccarı esiri bulu - nuyordu. Bu adam onun — nazarında en az yirmi bin altın duka kıyme- tindeydi. Kırmızı sakallı Jak bir- denbire zengin olduğunu hissetti. Ne iyi, ne talili adamlardı bu Türkler? Miskin miskin tahta bacağın meyhanesinde pinekleyip şarap di- ye ispirtolu, çamurlu su yutacakla- rı yerde, işte mükemmel bir iş (!) tutmuşlardı. Ne iyi etmişti de iki Türkün teklifini kabul etmişti. Vakia bu kabulde Türklerin korkunç kılrcı paradan daha ziyde rol oynamıştı. Fakat Jak şimdi o kadar memnundu ki adetâ haya- tında ilk defa olarak kılıcının Türk lerinkinden zayıf olduğuna sevin- mişti denilebilir. ei | Bu sırada vakit de iyiden iyiye gecikmişti. Nerede ise şefak sö- kecekti. - Kırmızı sakallı Jakın a- damları da bu müddet zarfında i- yi kötü yiyecek bir şeyler hazırla- mışlar ve reisleriyle iki Türk için kamaralarda yataklar yapmışlar- dr. On beş dakika sonra nöbetçi- lerden başka hepsi derin bir uyku- ya dalmış bulunuyorlardı. ' K 5.6 “Ertesi günü öğleye doğru uyan- dıklari zaman ilk işleri güverteye fırlamak oldu. Hava çok güzeldi. Oldukça kuvvetli bir doğu rüzgâ- rı gemiyi pupa yelken garp istika- metinde sürüklüyordu. Rodos dağ- ları tamamile ortadan kaybolmuş- tu. Her tarafta gökle denizin bir- leştiği görünüyordu. Yalnız gittik- leri istikamete ufuka ufak beyaz bir noka vardı. - (Devamı var) — | larak Mister Tomson, Prens Ömer- Prens ibrahim ikinci gece de eve gelmeyince, annesi polise müra- caat etmişti. Hâdiseyi hafiyesi Tomson takip ediyordu. Leylâ vücudünde hafif bir ür- perme duydu: — Ne münasebetle buradan ge- çecek?.. Ömerin onun yüzünden evden kaçtığını bilmiyor müusun? O böyle bir çocukluk yapıp bura- ya uğrasa bile, ben onu evden içe- riye sokar mıyım? Sonra birden muhakemesini toplıyarak ilâve etti: — Ağabeyin bana çok şiddetli emirler verdi: (Zeynepten maada kim gelirse, kapıyı yüzüne kapa - yacaksın!) dedi. Onun arzusu hi- lâfında hareket edebilir miyim, Zeynepçiğim? - Zeynep, Leylânın yalan söyle- diğini hem sözlerinden, hem de gözlerinden anlamıştı. Fakat, çantasına koyduğu kol düğmesini çıkarıp göstermeğe cesaret ede - medi. Zeynep, Leylânın zekâsın - dan daima korkar, onu incitme - meğe çalışırdı. O gün fazla bir şey konuşma- dılar.. Zeynep Leylâdan ayrıldı: — Ömer ağabeyim geldiği za- man, tekrar uğrarım, yengeciğim ! Cinayetin esrar perdesini kim yırtacak? - - Prenses Fatmayn evitelaş için- deydi. Prens İbrahim ikinci gece de eve gelmemişti. Zeynebin kafa- sını korkunç düşünceler sarmağa başlamıştı. Prenses Fatma telefonla polise müracaat ederek: — Oğlum İbrahim iki gündür meydanda yok. Onu arayıp bulu- nuz.. Meraktan deli olacağım! Demişti. Zabıta bir taraftan yılanı geti- ren hizmetçiyi, diğer taraftan da Prens İbrahimi arıyordu. Meşhur polis hafiyesi Tomson İskenderiyeden Kahireye gelince, Prens İbrahimin ortadan kayboldu ğunu öğrendi: — Mis Nelson vakasile alâkadar olduğu için saklanmıştır. Hükmünü verdi. O gün garip bir tesadüf eseri o- İ KOLALI YAZAN: İSHAK FENRDİ “Yeti terlip Edecek kabiliyette bir le bir trende gelmişlerdi. Prens Ömerin Mis Nelsonun ö- lümünden haberi bile yoktu. Tom- son: — Beni Kahireden bu iş için ça- ğgırdılar.. y Deyince, Prens Ömer bu habe karşısında söyliyecek söz bulama- mıştır. Sevinse, polis hafiyesi şüp- heye düşecekti. Fazla teessür gös- teremiyordu. Bunu yapmak elinde değildi. Prens Ömer hakikatte çok sevinmişti.. Mis Nelson, onu senelerce takip eden, her yerde ra- hat ve huzurunu kaçıran bir ka- dındı. Tomson, Prens Ömerin en- tellicens servis memurları tarafın- dan takip edildiğini biliyordu. E- ğer vaka günü Prens Ömer Kahi- rede bulunmuş olsaydı, Tomson ilk önce önun yakasına yapışacak- tı. İskenderiyeye niçin geldiğini sordu: — Burada nerede kaldınız? — Prenses Şayestenin evinde.. — Kaç günden beri buradası- nız? F — İki gündür.. — Kahireden niçin geldiniz? — Noterde bir pamuk işi muka- velesi imzalamak için.. Tomson, Prens Ömerin bu cina- adam olmadığını anlamıştı. O Mis Nelsonu öldürmek isteseydi, ken- disiyle karşılaştığı yabancı memle- ketlerde bu işi kolaylıkla yapabi- lirdi ve cinayet siyasi bir mahiyet alarak derhal kurtulurdu. Prens Ömerin Kahirede bunu yapmağa kalkışması çok zayıf bir ihtimal ile kabul edilebilirdi. Tomson icap edenlerin ifadele- rini aldıktan sonra, yılancı fellâh- ları sıkıştırmaktan bir netice çık- mıyacağını öğrenmişti. — Prens İbrahimi bulmalıyız. Onu ele geçirmeden, bu vakanın esrar perdesini yırtamayız. Diyordu. Prens Ömer evine ğelir gelmez Leylâdan vaka hakkiında epeyce tafsilât almıştı. Leylâ üç günden- beri gazeteleri merakla takip etti- KADIN —— — meşhur İngiliz polis | Tomson esen rüzgârdan neml:ll”._»' “derler. | duü: ğini söylüyordu. Ömer ihtiyaten Leylâya şunlarf sormaktan kendini alamamıştı: — Ben gittikten sonra sokağâ çıktın mı? — Hayır... — Evimize kimse geldi mi? — Dün Zeynep uğradı.. Biraz oturdu, gitti. İbrahim ervelki g0f eve gelmemiş.. Bundan bıhıeni: İ — Başka bir şey söylemedi mi? — Hayır.. Biraz Mis Nelson vâ” kası etrafında konuştuk.. Tabii bt ölümden çok memnun görünüyo”" du. İ — Ne dedin, memnun mu görü” nüyordu? : — Öyle ya.. Acıyacak mı sarr dın..? Elbette sevinecek. (BÖYI. bir akrebi öldüren yılanı bulsay” — dım, ağzından öperdim!) dedi. — Haydi sen de.. Bırak şu bi dalayı. Bu lâfları ötede beride söl” lerse, kendi başını ateşe — yakâ” | bir adamdır. Onun sevincini di yarsa: (İşte, katili yıkı.ladm"_n' diyerek Zeynebin yakasma yap” | şır. Hemen ona gidip ağzımı kap” masını söylemeliyim. Bu işin VC sonra bana da — Ümer bey telâşla sokağa - j mıştı. Ânnesinin evine gider&” yoldan koşarak geçen gazete "” vezzileri (Nelson hâdisesinin iç yüzü) diye bağırışıyorlardı. Prens Ömer çok İıeyeunllfdy Sökakta giderken bastığı yt F ';;ığ EETSETESTTZEYE zz < SFT ETFTEFTET Nelsonu Prens Ömer öldürtınül') h'*x müyordu. Ha — Acaba Mis Nelsonu w.ö h N dürtmüştü? K” | Herkes gibi, Prens Ömerin " | fasını da bu düşünce kurcnllîo:;g, Ömer annesinin evine V'_“ ; .," zaman, sokak kapısında polis fiyesi Tomsonla karşılaştı. — Prens Ömer! Annenizl* ü gınmışsınız. Başka bir ev wwö’u' nuz.. Âyrı o_tıuuyom“-!'“““ı’ mi? , Tefirka No. 59 Ben lâmbanın önünde eğilmiş bir prova işiyle tınca şaşırdı. Hayretle: — Bu çocuğuü tanıdınız mr dedi.. — Evet eskiden tânryordum. Kocam merakir gözlerle bana baktı: — Bu çocuk kim? Ben onu tanıyorum. Kendisine gösterdiğim fotoğrafa kısa bir göz a- için içerimde şiddetli bir arzu vardı. : " | — Size çok küçük olduğumu söylemis bilmiyorum. Belki dört beş yaşlarında 16? beyaz bir ev görüyorum. Belki de bir k çok geniş teras olacak.. Birkaç çimenlikler.. Yeşil bir halr gibi göz & SN ge e A idim! Büîdl.-' Ka ğ Jabildiğin meşgul oluyor Arif Nedret de mutadi üzere düzü- nelerle sigara içerek gazetelere göz gezdiriyor, baş- makaleleri bana anlatıyordu. Bu akşam ipeğim kal- madığı için prova işimi erkenden katlamağa mecbur oldum. Kocam derin bir surette okumaya dalmış gö- ründüğünden ben de bir fotoğraf albumünü çekerek bakmağa başladım. Fotoğrafların çoğu eskiydi. Bunların arasında kocamın akrabası olanlardan en başlıcalarını tanı- yordum. Ötekilerin birçokları bana tamamen yaban- cıydı. Bir sayfayı çevirirken birdenbire gözlerim bir resme takıldı. Bu on yaşlarında bahçede fotoğrafıydı. Bu çocuğu, daha doğrusu şu portreyi — tanımış- oynayan bir çocuk İ D FOK | Kİ - - yt 4 PAT , bi ( ü M Mür —x 'i Ç bi AER K” &î'—"'n'—-x"a gaşaa LA DA b ne milee h VÜ Çi S ada tım. Hafif bir nida koparmaktan kendimi alamadım, — — Nereden? — Şüphesiz Anadoluda iken.... Çocukluğumda.. İnanmadığını- gösteren bir hareket yaptı. — Çok küçüktüm. O kadar küçük ki hangi şe- hirde bulunduğumuzu ve adamların adlarını hiç ha* tırlıyamıyacağım. Fakat şu çocükla birlikte bulun- duğum zamanlarda yaptığımız en küçük şeylerin ha> tırasr iyice aklımdadır. - — Sizi dinliyorum. Küçük çocukların masalları pek hoşuma gider! : Benim yüzüm iyice aydınlıkta idi. Kocamınki gölgede kalmıştı. Bunun için anlatmamı söylediği var kit benimle alay edip etmediğini göremedim. Sonra içerimde büyük bir anlatmak ihtiyacı vardı. Bendeki bu duygu maziden sıçrayan tatlılıklardı. Ne olursa olsun onları anlatmak, bu hatıraları canlandırmak bi D S , M N el l İ L l z AT 5 M Ki Renlasü Yi df W Si zak l h Grükklira Un Y0 İt Ni ei E yi ) GK W < LA " 4 Ai L lnalük z a yük ve geniş.. Kısa bacaklarım durmldlnbü yükk çaf | gömülüyor.. Çimenliğin önünde, solda bi ıgiü'-“ büyük, sık yapraklı bir ağaç.. Bu ağacın gt serinliyen adamlar.. Hep bu ağac altında © damlar görmeden bu eski hayali canlarC” », öi nim için kabil değil! F MA “Gene ifğun, çok uzuün bir koru.. Aî:îhbif ıaf miyen ağaçlar.. Sonra su.. Irmak mr, Yo ğ | mü? bilmiyorum. e v “Bu suyun üzerinde küçük bir hyıt_;:.bpd' nim gözlerimde büyük, çok büyük ?iafırbir “nd.ı- j görünen cevizden yapılmış çok haf n WM “Bu küçük kayığın içerisinde küçw M,.w_ karşısında oturduğumu derin bir hey Ş z açi KDevamı VS ahi bi ht h. a

Bu sayıdan diğer sayfalar: