Manen kli DKOULIK 2 ya ra nşr ke Fa m ve ça bari Vr HALİDE EDİB 114 Evet, Türk ülkesinde, bilhassa padişahlar hüküm sürdüğü gün- lerde ruhların zincirini ancak Mevlâna Celâlettin Rumi gibi kud- retler kırabilir. Selim paşa ciga- rasının külünü silkerek cevap ver- di: “Şama giderken evimi, ailemi emanet edecek bir dosta ihtiyacım var. Dededen daha emniyetli bir dost bulmak kabil mi? (Güldü) Bugünlerde biz geçmiş günlerin debdebe ve daratını tasfiye et- mekle meşgulüz. Selâmlığı kapı yorum. Eşyasını satıyorum, Müna- sip bir kiracı bulunca kiraya vere- ceğim. Kâhya Şevketten ve bir tek bahçıvandan başka uşakları da sa- vuyorum, Bostanıda kiraya ver-! dim. Kiracıdan para almıyacağım amma, evin sebzesini ve yemişini bedava verecek. Arabayı... İkisini de, ve atları da sattık... İçini çekti. Atlarını evlât gibi severdi, “Konaktaki cariyeleri ne yapa- caksınız?,, “Hepsini azat ettim, Hepsinin esasen birikmiş birkaç parası var! Ekserisi tahsil gördü ve musikişi- nastır. Şimdiden bütün İstanbul onlara mürebbiye diye, musiki hocası diye talip. Hanım, iki yaş- h azatlısını yanında alakoyacak.,, “Artık bol bol misafir kabul e- der, tatlı tat sohbet edersiniz, pa- ga, Selim paşanın dudakları büzül- dü, gözleri gülüyordu. “Bizim vaktimiz ve arzumuz uzun sohbete müsait amma, eski yârândan kimsenin kapımızı açtı ğı yok. Konağın bahçesine arada! giren bir tek konak arabası, Nejat efendinin hanımının.. Fakat ben artık Sinekli Bakkal sokağındaki komşularla ülfet etmeğe çalışaca- ğım.,, Sinekli Bakkal! . Rabianın ma- hallesi... Mabeynci bir ay evvel billâr gibi bir sesin Bebek koyun. da dolaştığını hatırladı. Kendi! kendisine mırıldandı. “Cifeyi dünya değil herkes gibi matlubumuz, “Bir bölük ankalarız, Kafı ka- naat bekleriz.,, Paşa başını salladı. “Rabia ile kocası da her gün bizde. Ben yokken onlar da Veh- bi Dede ile beraber bizim hanı- mı yalnız bırakmıyacaklar.,, “Fakat gelin hanımı getirmek için siz neye gidiyorsunuz? Şev - ket ağayı yollasanız olmaz mı?,, “Olur amma, ben yer değiştir- mek istiyorum.,, Elini başına götürdü. Tepesine vurdu: “Çok düşünmek, burada temiz- lik yapmak zamanı geldi, bey bi- rader. Kafamda toplanan süprün- tünün yanında Kasımpaşa çöplü- ğü tertemiz kalır.,, O akşam Selim paşa konaktan! yalnız çıktı, Sinekli Bakkal kah- vesine doğru yollandı. Şevket a- Bakkal Ma Leylâ gözlerini süzerek : “Yılmazcığım dedi, emin ol ki çok yakında seninle birleşeceğiz. Ben sözümde duruyorum. Kalbimi senden başkasına vermedim !,, lerdeki gibi arkadan gidiyordu. Paşa döndü, Şevkete eski gün- ler gibi gürledi: “Ben çocuk muyum ki arkam- dan geliyorsun, be herif!,, sonra birdenbire yarı tatlı, yarı müsteh- zi bir sesle ilâve etti: “Ben artık nazır değilim, Şev- ket. İnsanım.,, Kahve halkı, birdenbire Selim paşayı aralarında görünce çekin- diler, sıkıldılar. Fakat o, aldırma- dı. Elbet alışacaklardı. Kahvesini içtikten sonra doğru İstanbul bak- kaliyesine daldı. Dükkândan ve mutfaktan, oranın kırk senelik a- şinasıymış gibi geçti. Rakımın göz leri hayretle, korku ile birer fin- İ can gibi açılmıştı. Fakat mutfak kapısmın dışında yaseminleri be- raber suluyan Rabia ve Osman onun gelişini o akşam tabii bul- dular. “Rakım, paşaya iskemle çıkar... “Bu akşam bize yemeğe gelmez misiniz, çocuklar?,, Osman elindeki kovayı bırak- madan gülerek cevap verdi: “Siz kalsanız da bizimle bah- çede yemek yeseniz... (Böğe bak- tı) Azıcık hava bulutlu.. Mutfak- ta yeriz. Nasıl olur, paşa efendi?,, Paşa, cevizin altındaki hasıra giderek: — “Ben de bu daveti bekliyor- dum, Osman efendi.,, dedi. On dokuz Ağustosa kadar gün- ler hep böyle geldi, geçti. Selim paşa Ağustosun yirmi ikisinde ha- reket edecekti. Eski efendisine son bir nezaketi, onu cülüs günü- nü İstanbulda geçirmeğe mecbur etmişti. Evini gene donatacak, es- ki günlerin saz takımı, büfesi ol- mıyacak, sünnet düğünü yapılmı- yacak, hokkabaz gelmiyecek. Fa- kat buna mukabil bütün bunlara sarfedilen para hesap edilmiş, Si- nekli Bakkal heyeti ihtiyariyesine, mahalle fıkarasıma kışın kömür, o- dun alınmak için verilmişti, (Devamı var) YAZAN: a, O “Ben, senden başkasını sevemem .. Yılmaz o gece Adalar kayma kamı Şemsi beyle klüpte buluşa- caktı. Büyükada iskelesine çıktığı za- man ortalık yeni kararmağa baş- Tamıştı. İskele caddesinde müthiş bir kaynaşma vardı.. Yılmaz sağına soluna bakına- rak İsplandid palasın önüne kadar yürüdü. Güzel bir tesadüf burada Yık mazı sevindirmişti. Kaymakam! Şemsi bey, Yılmaza raslamıştı: — Uğurlar olsun yahu.. Bu ne dalgmlık böyle..? Yılmaz, arkadaşınm elini sık- tr. — Vallahi kalabalıktan başım döndü.. Etrafımdakileri görmüye- rum. — Klüpte yemek yiyeceğiz, de- ğil mi? — Telefonda öyle sözleşmiştik yâ. — O halde doğruca klübe gide- lim, Bahçe çok kalabalık. — Prens cenapları gene orada mı âcaba.? ' İSHAK FERDİ — Şüphesiz.. O, klübün gedikli müşterilerinden.. — Ben onları iskelede görece- imi ummuştum. — Prens iskeleye her zaman inmez. O akşam nasılsa bir tesa- düf eseri olarak onu iskelede gör- müşsünüz! Yürüdüler. Klübün bahçesine girdiler. Cuma gecesiydi. Klüp azaları- nın birçok misafirleri vardı. Ye- mek salonu baştan başa tutulmuş- tu, Yılmaz: — Oturacak bir yer bulamıya- cak mıyız? Diye sordu. Şemsi bey güldü: YY EW. / ihtiyarı sükütla dinlemişti, — Sana pek çok teşekktir ederim, iyi yürekli Ah- — Bize yer bulunmaz olur mu canım?! — Doğru.. Adalar kaymakamı olduğunu unutmuştum. Şemsi bey, Sotiri adlı bir garso- na daha gündüz talimat vermişti. Yemek salonuna girdiler ve gar sonun önceden hazırladığı küçük! bir masaya karşılıklı oturdular, Şemsi bey uzaktan gelen çift- leri göstererek: — Şu kalabalığı görüyor mu- sun? . dedi - Biraz ilerideki masa- ya şimdi kimlerin oturacağını sa- nıyorsun? Yılmazın keskin bakışlı gözle- ri Leylâyı görmekte gecikmedi. — Geliyorlar. Dedi ve önüne baktı.. Şemsi bey konuşmağa başladı: — Güzel yer intihap ettiğimden memnunsun değil mi? — Şüphe yok.. Fakat, ben sinir-| lenmeğe başladım.. Hemen garso-| na emret derakı getirsin. — O kadar çabuk sinirlenme canım! Bu klüp, böyle ne hâdi- selere sahne olmuştur. Garson rakıyı getirmişti. Yılmaz önündeki kadehi durdu ve bir yudumda içti. Şemsi bey: — Ne yapıyorsun azizim; dedi, duble kadeh hem de susuz ola- rak bir yudumda içilir mi? Yılmaz çok dalgındı: dol- — Kusura bakma Şemsiciğim! — Sen de içindeki ateşi ateşle mi söndürmek istiyorsun? Leylâ tam Yılmazın karşısında oturmuştu. Prens Ömer beyin ar- kası Yılmaza dönüktü. Leylâ ile gözgöze gelmişlerdi. Yılmaz dişlerini sıkarak gü - lümsedi., Leylâl süzgün bir bakışla Yıl- mazın içine uzaktan bir yığın ateş daha dökmüştü. Kurnaz kadının bu tatlı, ezici bakışları yılmazı çıl- dırtıyordu. Leylâ şampanya içiyordu. İlk kadehini Prensin kadehin? vurarak, şakrak sesiyle: — Şerefinize... ğ Diye bağrdr.. Fakat kadehi ağ” zına götürürken, Prensin omuzla” rından aşırtma olarak Yılmaza bâ- kıyordu.. Ve baygın gözlerini Yık maza dikerek, şampanya kadehi” ni son damlasma kadar boşalttı. Yılmaz da ikinci dublesini 81" ni şekilde uzatarak Leylânm 40 refine içmişti. Zavallı Prensin bir şeyden b&- beri yoktu.. Sevgilisi kendi şerefi ne içiyor diyerek kadehlerini mü- temadiyen şampanya ile dolduru” yordu. Şemsi bey: — Nasıl. Bu gece çok neşeli görünüyorsun? Diye mırıldanıyordu. Yılmaz: ! — Ona bir çift sözüm var, dedi, bu gece bu sözü söylemek fırss” tını bulursam, çok sevineceğim. Küçük bir tesadüf Yılmaza yar” dım etmişti. Bu sırada bahçede dolaşan şişman bir adamı uzaktan Prens Ömer beye selâm veriyor” . du. © Mısırlı Prens bu adamı görünce, y yetinden fırladı... .Bahçeye çikti # İki dostun konuşmaları epeyce sür müştü, İşte Yılmaz bey bu fırsattan is” ifade etti.. Yavaşça ayağa kalka" rak sevgilisinin yanına gitti: —Leylâ.. Beni neden aldattın? Leylâ, Prensin gelmesi ihtima”. Tini düşünerek çekiniyordu. Yılmaz teminat verdi: ; — Korkma.. Seni müşkül vazi” yete düşürecek kadar düşüncesi? bir adam değilim. Yeni âşılır dönerken, ben de çekilip giderim: Haydi, sözlerime cevap ver: Beni | atlatmağa ne lüzum vardı? Bant evlenmek teklifinde bulunan 109 değil miydin? (Devamı var) Ve yavaşça onu daireden dışarı doğru iterek: — Şu buz deryası odaları bir ân evvel ısıtmağ” ğa, telâş içinde, hemen paşanm © şemsiyesini yakalamış, eski gün- A) TetirkaNo.34 Diyerek birdenbire önünmde diz çöktü. Sözlerini daha pek iyi anlamamış ve bu hareketinin önüne geç“ meğe vakit bulamamıştım. Elbisemin eteğini tütarak dindarane bir saygi ile dudaklarına götürdü. — Hanımcığım bu eve hoş geldi. Uzun yıllardan. beri beklediğimiz harımcığımız safalar getirdi. Hiz- metçilerin en emektarı olan şu ihtiyarın bu yaptığını hanımım hoş görsün. Şu duvarlar arasında bügü- ne kadar yaşıyan bütün famliyanın adamları için sana hoş geldin diyorum hanımcığım... Şimdiye kadar na- sıl onların hizmetine candan ve yürekten (koştumsa senin de bütün sözlerinin başımın üzerinde yeri ola- caktır. Evimize uğurlar, kademler getirdin gürel ha- numcığım. Bu ihtiyarın önümde böyle birdenbire diz çökerek eteğime sarılması zaten beni şaşırtmıştı. Sonra da â- detâ bir söylev kadar uzun süren bu hoş geldin! söz- leri beni adamakıllı heyecana düşürdü. Ben ki oraya nasıl gelmiştim. Bir yabancıdan başka bir şey değil dim. Aramızda geçecek küçük bir tecrübeden sonra gene bir yabancı olarak oradan çıkacaktım. Arif Nedrete baktım. Yüzü birdenbire ciddileşmiş, | — metağacığım. dedim. Sana ve Arkadaşlarıma karşı bü- yük bir teveccüh göstereceğime inan. Yeni hanımlık mevkiimde benden evvel yaşıyanlar gibi olmağa çal“ şacağım. Bu son sözlerim üzerine Arif Nedret kaşlarını çâ- tarak yüzünü büruşturdu. Sebebini anlamıştım. Ona doğru dönerek yavaşça :! — Annenizden, ninelerinizden bahsetmek istedim, Arif Bey dedim. Sonra iki ellerimi ihtiyarın omuzuna koyarak: — Sana gelince, aziz dostum, yalnız şu kadar #öyliyebilirim ki bana çok tatlı bir sürpriz yaptın.Şim di küçük Samiyenin de yeni evinin en tatlı bir adamı- na karşı ne yolda teşekkür edeceğini gör!, İhtiyarın her iki yanakları üzerine iri birer buse kondurdum. Zira şu dakikada kendimi iyice şaşırmış hissediyordum. Hem de şu beklenmiyen hâdiseden çabucak sıyrılmak için en iyi çare bu değil miydi? ihtiyar titremeğe başladı. Bu öpücüklerim onu adamakıllı şaşırtmıştı. Kısılmış boğazından bir kelime kekelemeye uği taştı. Snora bu büyük heyecanma karşı imdat ister gi. bi soğuk ve sessiz durmakta olan Arif Nedrete döndü. Arif Nedret yavaşça: — Hadi Ahmetağacığım. Artık çekilebilirsin dedi, bak dedi. Adam çıktıktan sonra bana doğru ilerledi: — Beni büyüten, hattâ babamın bile doğduğunu len şu ihtiyara karşı büyük bir müsamaha gösteriy”” rum, Onun böyle serbest söz söyleyişine ve ken: mecbur olduğumu sandığım cevaplarıma şaşma; Bu ihtiyar bütün ömrünü burada geçirmiştir. Keri” #ini ailenin bir adamı saydığı gibi ben de onun ibti varlığına ve sarsılmâz sadakatine karşı saygi rim. . — Bu kadar sade bir şey için özür dilemeyi” AH Bey: Sizi temin ederim ki şu saatte. burada geti bur #linle bana çok tatlı bir heyecan verdi, evinizi diğim ilk saniyede böyle bir muamele görmekle ço j bahtiyarım.. İçerime nüfuz etmek istiyen keskin gözlerini Lei rime dili, Sonra birdenbire mükâlemeyi dei ii rek şöyle söyledi: i — İşte sizin daireniz burası: Burası salon, a Pİ dali de yatak odanız, bitişikteki tuvalet kabinesi” J Böyle söyliyerek salonun nihayetindeki bir wii il yı açmıştı. Arkasından yürüyordum. Birdenbire © vardaki bir tablo önünde durdum. Biraz heyecani" © — Mânevi babam! dedim. a (Devamı var) p”