ay ii 112 Dükkândan çıkınca, Osman, Fehmi efendinin dükkânma değil! imamın evine gitti. Aylık günü üç gün geçmişti. Başörtülü, yaşlı bir kadın kapı yı açtı ve Osmanı derhal tanıdı. “Üç gündür imam efendi yatı . yor. Çok hasta. İyi ki geldiniz Ben! sizi Boğaziçinde sanıyordum. Een| sevabrma çorba pişirip getirdim Amma bugün pek yalnız bırakılır | gibi değil.,, | “Sen git hanım, ben sen gelinci- ye kadar efendi babayı bırak mam.,, Kadınm eline iki mecidiye sı - kıştırdı. Yukarı çıktı. İmamın yatağı odan ta ortası na serilmiş. Arkasına evdeki yas tikların hepsi üstüste yığılıaış. İh tiyar âdeta oturur gibi yatıyor. Fa kat gene nefesi kısık. Dizlerinde yazma bir yorgan arkasında, belinden bir kuşakla kavuşturulmuş bir basma hırka. Tâkkenin altında beyaz bir çatkı. Şakaklarında ve alnında birer tümsek. , Gözleri sıtmalı, yanakları daha çökük. Kadavraya benziyen sima- nın üstündeki burunu, Osman, ti- yatrolarda kullanılan takma bir bu runa benzetti. Fakat delikleri kaba rıyor, nefes almakta çok güçlük çektiği hissediliyor. Ve boğazın - da garip bir hırıltı var. Herhalde ihtiyar çok hastaydı. Fakat buna rağmen içine çöken gözlerinin içinde haşin, ve iğilmiyen iradesi parlıyor. Başucundaki rahlenin üstünde biri açık duran üç cilt el yazısı kitap, imamın hâlâ okuya - bilecek kadar dimağına hâkim ol. duğunu gösteriyor. Osman rahlenin altında, pul şi- şede tembel tembel dolaşan üç sü. löğe baktı, (gayrı ihtiyari güldü, Odanın havasında lavanta çiçeği ile karışık soğan kokusu vardı. İmam Osmanı tanımış mıydı? Herhalde çok aksi sesiyle hırıldı- ya hırıldıya sordu: “Ne istiyorsun?,, “Hastasm, efendi baba!,, “Nihayet geldin mi? Üç gün ge-| ciktin, İhtiyarın içi rahat © etsin diye| Osman beş altını, yorganın üstün. | de tesbi h çeker gibi — kumıldıyan' parmakların arasma koydu. Par . | maklar altınları hastanın gözleri. ne yaklaştırdı. Sonra göğsünden kesesini titriye titriye çıkardı. Ve kese göğsüne girip hırka kavuşun- cıya kadar konuşmadı. “Böyle yalnız hasta nasıl olur? Aşağıdaki kadını tutayım senin yanında kalsın olmaz mı?,, “Estağfurullah! Kim para vere cek? Çorbamı Obileo pişiriyor Yoksa para getirdiğini söyledin mi?,, “Söylemedim.,, “Kesemde altm olduğunu kim- (Nakil, tercüme ve iklibos hakkı mahluzdir. se sezmesin ba... Gırtlağımı koyun gibi keserler... Mel'unlar, haydut- lar, kahpeler...,, Göğsü kalaycı körüğü gibi inip çıkıyor. “Ama ben bir doktor getirece - ğim efendi baba, Merak etme vi ziteyi ben veririm.,, “Ne dedin, ne dedin? Hepsi kâfir, hepsi ilâçların içine şarap kor.... Estağfurullah....,, Sesi kesildi, Göğsü ve burun de- likleri şiddetle işledi. Parmakları şakaklarını sıktı. “Kafamı çekiçler dövüyor. So- Zan bağladım kâr etmedi. Gece arkama sülük çekeceğim.,, “Peki, peki, sen biraz rahat et. Ben beklerim.,, Hasta gözlerini kapadı, başı yastığa düştü. Dudakları ıslık ça- lar gibi fısıldadı. “Şeytana biraz ekmek ufağı ver,,, Sayıklıyor mıydı? Hayır. Ya- tağın yanında hakikat bir tabakta ekmek ufağı var. Osman pence - reden bir “Ciyk, ciyk,, duydu. Ba- şını çevirdi. Kafesin altından par- mak kadar küçük bir serçe çıktı, pencerenin bu tarafına geçti. Kuyruğunu salliyor, başı bir ta- rafta Osmana bakıyordu. Osman yavaş ayvaş ilerledi ekmek ufa - ğını pencerenin içine serpti. İhti- yata hiç lüzum yoktu, Serçe, hep başı bir tarafta küçük kuyruğunu titreterek (o penceredn omindere sıçrıyor, odada kim olursa olsun, kaçmıyacak kadar alışık olduğu- nu hissettiriyordu. Sayıklar gibi hasta mırıldandı. “Emineye kavuşmak günü ge- liydei,, > “Rabiayı görmek istemez mi- sin, efendi baba?,, “Ne dedin? Ne dedin?,, Gözlerini açtı, Fakat Osmanı değil eski günleri görüyordu. Bir. az sonra daldı ve horlamağa baş- ladı. (Devamı var) A Tİ KOCAMLA HABER — 79 KE KOCALI İSHAK FERD F ERDİ memmamammmammmmaam YAZAN: e Celâl, kaymakamla zabıta me- murunun tanıştıklarını görünce geniş bir nefes alarak birer kadeh daha yuvarladı. Yılmaz bey yavaş yavaş anlatı- yordu: — Bu gece adanıza niçin gel- diğimi söylersem gülersiniz, kay- makam bey! — Her halde meşhur bir yaa- kesiciyi takibe geldiniz. değil mi? — Yok canım.. Gülersiniz de - dim ya! Bir gönül işi.. — Gönül işi mi? ! — Gördünüz mü, ne kadar hay- retle karşıladınız! — Olur ya azizim. Nihayet siz de genç ve bekâr bir erkeksiniz! Fakat... — Fakat..? — Yani demek istiyorum ki, in- san bir kadınla adaya gelince. — Luna parka... Bellâ Vistaya . Dile gider.. Buralara düşmez de- mek istiyeceksiniz, değil mi? — Ha şunu bileydin.. Kaymakamla kadehleri çakış- tırdılar,. Yılmaz, kaymakamın çocukluk arkadaşıydi. O gecendaya gelişinin sebebi- ni anlattı: — Beyoğlunda birkaç ay önce güzel bir kadınla tanıştım. — Bu kadın, seni peşinden koş- turacak kadar çekici ve sürükle- yici bir mahlük olmalı! — Şüphesiz. Ayni zamanda da mert ve sözünde durur bir kadın- dı, — Birleşmediniz mi? — Kocası vardı. Ben kocalı kadınlara bakmam.. Bilirsiniz ya! — O halde..? — Kocasının başına bir felâket geldi.. Hapse düştü. o Ayrıldılar. Bazı geceler buluşuyorduk. Evlen- meğe karar vermiştik. Birdenbire ortadan kayboldu. Kaymakam bıyıklarını bükerek gülümsedi: — Sözünde durur bir kadın ol- duğunu isbat etmiş... — Yok.. Yok.. Zannettiğin giyi değil, azizim! Ben, onun bu gay- bubetiyle kanaatimi değiştirme- dim.. Biraz bende de kabahat ol- muştu ya. O günlerde sık sık uğ rayamamıştım. Evden taşınmış. — Nereye çıktığını ev sahit bilmiyor mu? — Çıkarken söylememiş. Eşy- larını alıp gitmiş. — Tuhaf şey! Bu tarafa mı ti şınmış yoksa..? — Hayır. Bu tarafa taşınmış. değil. Fakat, bir dostum onu bu! rada bir iki kere görmüş. — Şu kadını bana da tarif | bakayım! Malüm ya biz her saat buradayız. Her gün adaya geli> giden kadınları görüyoruz. yılmaz cigarasırı tüttürdü: — Uzun boylu.. Mat benizli.. U- zunca çehreli.. Sol dudağının ü- zerinde siyah bir beni var.. Zeki bakışlı.. Tatlı sesli.. Hasılı ateş gi- bi sıcak bir kadın. — Yaşı..? — Doğru.. En mühim noktasını | unuttum.. Otuz beş, otuz altı yaş- larında. Fakat, görünüşte otuzdan yukarı değil. Kaymakam dalgın dalgın masa nın üzerine gözlerini dikmiş, Yıl. mazı dinliyordu. — Sol dudağının üzerinde si-| yah beni olan bir güzel kadın gözüme ilişti amma.. Yılmaz bey merakla sordu: — Sahi mi söylüyorsun, azizim? Demek bana yanlış haber verme- mişler.. Nerede gördün onu? — Burada, Hem de her akşam. — Aman, ne iyi oldu da bu ge ce birbirimize rasladık. Ben ise bu- rada biraz içtikten sonra polis merkezine uğrayacaktım. — Buna hacet yok. Ben eminim ki, gördüğüm kadın, senin sevdi- gin, aradığın kadındır. — O halde birer tane daha çe- kelim... — Dur bakalım yahu! O kadar sevinme... — Neden? — Çünkü bu tarif ettiğin ka dın, Prens Ömer beyle Yat klübün- de beraber oturuyor. Yılmazın saçları birden dimdik oldu. Bu muhavereyi dinliyen Celâlin içini de göze görünmiyen bir el burgulayıp duruyordu. KADIN | Celâl polis müdiriyetine gitti. Yıl- mazı gördü: “Beyim, Adada bir kadın beni dolandırdı.. Adı Leylâ.. Sol dudağının üstünde de bir et beni var.! zattı: — Hanımın dairesi?.. diye sordu. Demek ki Leylâ. Yılmaz bej? de evlenmek için söz vermişti! Celâl kaşlarını ça'mış düşü” hürken, Yılmaz “bey hiddetle ar* kadağma sordu: — Sakin bu söylediğin kadı” başka biri olmasın? Çünkü kenif sevdiğim kadın, bu kadar karak tersiz, bu derece hercai meşref mahlüklardan değildir... — Tecrübesi kolay, Yılmaz€” ğım.. Hiddetlenme! Şimdi seninl€ klübe gider, bahçede oturur. b'r€* kahve içeriz. Onları gözünle rürsün! — Bu fikir fena değil, O olm# sa bile, adaya gelmişken hava # mış, gezmiş olurum. Haydi gid” lim... Birer kadeh daha içtiler. Yık maz o kadar sinirliydi ki. Ayağ” kalktığı zaman bir müddet müv# zenesini bulamamıstı.. Sendeledi* — Aç karnına bu zıkkımı 9* vakit içsem başıma çarpar... Diye mırıldandı. Hesap gör” düler.. Lokantadan çıktılar. »# Sözünde duran kadın! Celâl ertesi gün Yılmazbeyif İstanbula indiği vapuras-bindi* Zabıta memurumu polis müdüriy*” tine kadar takip etti. Toy delikanlı, Leylânm vasi" yetini anlamak için şöyle bir çar bulmuştu: Leylâ ile evlenme © selesi karşısında Ce'âl ikinci, üçü! cü plânda kalıyordu.. Ona kendi sinden daha kuvvetli bir tali? vardı: Yılmaz bey. Celâl müdüriyete girdi.. Yılma beyin odasını buldu.. Kapıyı dı. Celâl odaya girdiği zaman, yık maz bey pardesüsünü çık masanın önünde düşünüyordu. * Celâl: — Beyefendi, bendeniz Büyük adada oluruyorum.. Sizinle mü him bir sirkat işi etrafında rüşmek isterim. Dedi. Yılmaz delikanlıya Y* gösterdi. (Devamı var) 74 YA Aİ TerirkaNo.3z2 — Hayır, hayır! Yalnız şu küçük çantayı alaca- ğım. Ötekiler için yarın gene gelirim. Kapadığım valizi alde. Hazır olduğumu görerek odadan çıktı, — Otelci ile hesaplarınızı gördüm dedi. Her şeyin yalnız iyi tarafmı görmeği kendimce tasarladığım için sadece: — Teşekkür ederim! dedim. Çünkü “kocam, ne yaptığımı görmek iğin oda- ya çıktığını anlamıştım. Otomobil Arif Nedretin Nişantaşındaki apartıma» nı önünde durmuştu. Kapı açıldı. Evvelce gördüğüm ihtiyar uşak eşikte gözüktü. Fakat beni tanımamış gi- bi görünüyordu. Yere atiryan Arif Nedret valizi ona verdi. Sonra bana dönerek inmeme yardım etmek üzere elini u- ” ve güzel kabulünden başka hçr şeyi unutmuş — Hanımefendi dedi, evime hoş geldiniz. Geçen gün size bilmiyerek yaptığım muameleden dolayı be- ni mazur görünüz ve affediniz. Bu fena hâdiseyi unu- tunuz ve bu candan mazeretlerimi kabul ediniz... Hatasını açıkça söyliyen bir kimseye karşı kat'iy- yen kin tutmak âdetim değildi. Sonra evine ilk adı- mımı atarken söylediği bu sözler bana çok dokundu. Bu sözleri son derece büyük bir nezaket ve saygı ile söylüyordu. Fakat sesinin tonunda, şivesinde go kü- çücük bir sıcaklık sızmıyordu. Uzattığı elini alarak hafifçe sıktım ve bana şimdi göstermiş olduğu nezaket oldu- Kumu söyledim, Antrenin tavanmdaki elektrikli bir avize ışıkla- rt saçıyordu. Buna rağmen ihtiyar uşak (eline altı kollu gümüş bir şamdan almıştı. Mumlar oymalı, na- kışir parlak maden arasında pırıl pırıl parlıyordu. Arif Nedrete dönmüş, saygı ile Pe emirleri bekliyordu. — Ahmetağa bizi hanımınızın dairesine götürünüz.. Adam anlamamış gibi: Arif Nedret biraz sert bir sesle $ ek — Evet hanımınızm dairesine! diye tekrar Yoksa nerede olduğunu unuttunuz mu? İhtiyar uşak geniş bir merdivene doğru geğirt” rek: unut” — Beni affedin. Efendiciğim., Hiç orayı muyum ben. Tanrının günü şafak vakti ilk işim ar sını temizlemek oluyor. Benim İçime doğmuştu” diciğim doğmuştu.. Hep namazlarımda bunu du8 3 yordum. Hanımımızın günün birinde geleceğini ep biliyordum. Allah benim dualarımı yerine getirdi di diciğim... Arif Nedret müsamahakârane onun sözünü ye rek: “ — Of ne kadar çok konuşuyorsun betist vallı Ahmet ağacığım! Keşki annen şu dilinden parçasını kesmiş olsaydı çok isabet edecekti. gi” Haydi bakalım. Çabuk şunları aydınlat. güzel bir ateş yak. Uzun zamandanberi burada gi rulmadı. Her yer buz deryasma dönmüş. ç (Devamı var), A e