& SONKANUN — 1988 Kösenin karısı Güzide'nin hatırat defterinden: Hele çok şükür.. Evlendiğimi- zin onuncu senesi, İstanbula, ab lamın evine gitmek için kocam- dan izin koparabildim... Köse mu- #ibet!!... Kılsız maymun!!... San ki harikulâde bir müsaadede bu lunmuş gibi, beni Bandırmadan Yapura bindirdiği gün, deve du dağını andıran lop lop alt duda ğını tüysüz çenesine devirerek: — Bak hanım! - dedi - Bir ay- dan fazla yecikirsen karışman! On sene sonra tekrar sıla zamanın gelince seni İstanbula yollaman gaaari! (1) Her ne hale... Kocam olacak| köse Emin ağanın tütsülenmiş ta yuk gerisine benziyen suratını bir ay olsun karşımda görmiyeceği ya; gözlerimi dinlendireteğim. . Hem, - Hayatımda ne büyük de- ğişiklik yarabbi! Tam on sene ka fesle döşek, döşekle kafes mabey ninde mekik dokuyup yaşadıktar: sonra tekrar adam arasına karış- mak?.. Demek ki eski günlerimi, - Genç kızlık günlerimi bir ay için olsu. yeni baştan yaşıyacağım?.. Ah, on sene evvelki muhtaç, fakat hür ve insân zamanım ah. Şimdi, Bursa- k köse Emin ağanın, - bu kılsı. maymunun adelâ esiresi gibiyim On senede bir ay “sıla,,2.. Oda zorla, naz ve niyazla.. Nedir bu!” Vapurumuz ilerliyor.. Kocam, Mırdanyada iken, - ge minin hareketini müteakip asl: güverteye çıkmamamı, kamarad kapanıp hattâ çarşafla oturmur sıkı frkr tenbih ettiydi. Amma köseyi kim dinler?.. Derhal çarşafı attım. Sıkma baş yaptım. Entariyle güverteye çıktım. Kaptan kulesinin yanında do laşıyorum; salona girip çıkıyo | rum; hattâ bir aralık üç beş ya - bancı erkeğin yan gelip kurulduk ları kanapelerden birinin kenarı- na da ben iliştim. Erkekler bana bakıyor. Fakat ben onlara bakmıyorum. Çünkü hepsi de sinekkaydı traş olmuşlar, yüzlerini görünce köse Ümin ağa- Yı hatırlıyorum. Bu nuhuset sakal bıyık traş: modası da neredn çıktı bilmem i? Li # » Ablam ve eniştem beni iskele- den karşıladı. Ablamla sarıştık, öpüştük. E - Diştemle “toka,, yaptık. İstanbul, eski İstanbul. Fa - kat o da benim gibi on yaş koca Miş... Kaldırımları daha bozuk, #vleri daha viran... Tanıdığım si- malar da şehirle beraber ihtiyar - lamış... İhtiyarladıkça da başların- daki bütün kılları yolmak suretiy le gençleşmeğe yeltenmişler: İ sene evvel erkeklerin bi-| Yıkları vardı; şimdi kimsede bı- Yik yok... Kadınlar saçlarını kırk- v. Kaşlarını yoldurmuş. Hattâ erkekler de kaşlarını yol - urmuş... Hasılı bir kıl düşmanlı - #rdir gidiyor... Herkes bizim köse d ağaya benzemekte... Han - ra dünyadan iğreneceğim, dün Adan nefret edeceğim. Kime Cİ) Ganari — Gayri, Tefrika No. 18 baksam, karımda ksekem| Maron kılıcı yer yemez öyle bir bağırmaya başladıki boğazlanmak üzere olan bir boğa bile bu kadar müthiş bir ses çıkaramazdı görür gibi oluyorum... Hakiki ve anlı şanlr bir erkeğe hiç raslıya-! mıyacak mıyım? »... Ablam anlatıyor: | — Zavallı kaynım öyle dertli ki... İşi ayyaşlığa vurdu... Yollar- da, saç sakal birbirine karışmış, dolaşıyor... — Ne? - diye sordum - Naşıl?... Saç sakal birbirine karışmış mı, dedin? Ablam: — Evet, Güzide... - cevabını ver- di - Eniştenin kardeşi “Cemal, bey dervişler gibi saçlı, sakallı!... Ona herkes “Sakallı Cemal,, lâ kabını taktı... Cemal beyi, sevgili- si aldatmış da... “ # » Demek ki?... Demek ki sakallı öyle mi? Eniştemin kardeşi sakallı?... E- niştemin kardeşi tam erkek?... An- İr şanlı erkek!! Ah, şunu bir görsem... Bu akşam gelecek miş... En yeni entarimi giydim.. Süslendim, püslendim, sofraya indim. » ,. # Gözgöze bakıştık; ve titredik... Evet, aslan yeleli Cemal, beni gö- rünce, dişisi ile karşılaşarak ye- lelerini diken aslanlar omisali ta e ona baktım, baktım.. Kumral ve kıvırcık sakalı ne sa- hane, ne şahane... Horozlarm kuy- rukları ile parlak tüyleri horozla- ra ne kadar yakışıyorsa, erkekle- rin sakalları ile bıyıkları da erkek lere öyle yakışıyor! Oh! Köse Emin ağa kıyafetine girmiyen bir erkek buldum hele “Sakallı Cemal,, beyle ne ça buk da anlaştık. Sofrada yanyana oturup uzun vzun konuştuk. k Ertesi gün, birlikte, sinemaya Beyoğlu sinemalarmdan birinin oldukça siper bir İocasına gitme ğe karar verdik. «8 gi Randevumuz üçte, seansına yetişeceğiz... Aynanın önünde giyinmiştim. Gözlerime son sürme milini çek tiğim esnada idi ki kapım a dı; gelen, muhakkak ki “Cemal di; “Sakallı Cemal... En şakrak sesimle: — Giriniz ! diye seslendim. Fakat, a... Bu yabancı herif de kim... E- vin içine girmiş, selemetüsselâm odama kadar çıkmış... Hem de üs- telik, pırıl pırıl traşlı suratiyle yü. züme yılışkancasına gülümsiyor . Köse Emin ağa gibi!.. — Ne istiyorsunuz? - deyip hay retten donakaldım. Traşlı adamın ağzından “Sa- kallı Cemal,, in sesini duydum: — Beni tanıyamadınız mı? — Eyvaaah... “Cemal,, sakalını kesmiş! — Niçin?... - diye sesim boğa: zıma tıkanarak sordum sakalını zi... niçin.. kestiniz.. “Cemal,,.. bey? — Ahdım vardı, hanrmefendi.. Ahdım vardı: Sevgilim tarafın dan aldatıldıktan sonra ahtötmiş Dört buçuk sakalını kabarttı. Bana baktı, bak-| Ben Geçen kısımtarın hülâsası Aneello ile Robetro adında iki yabana Rodos kalesine girmek istiyorlar. Bunun için kaleye para getiren bir Türk gemisine saldıracak olan bir korsan ge- misine dahil oluyorlar, Robertonun da ince sesi duyul- du: — Bu da beşi: Hakikaten yere yeniden üç kor- san yuvarlanmıştı. Kırmızı sakallı Jak, çok ağır bir küfür daha savurarak adamla rını teşyi etti; — Allâh belâlarınızı versin! Haydi, çocuklar, gayret! Şunları gebertene iki bin altın var. İki bin altın sözü yeniden kı- ıç, küfür ve homurtularla karşı. landı. Dünyada servetle ölüm hiç bir zaman birbirlerine bu derece yakın olarak onlara görünmemiş- ti, İşte servet, iki bin altın, hira dım önlerinde duruyordu. Kılıç - larını daha iki karış ileriye uza - tabileseler onu elde edebilecek - lerdi. Fakat iki yabancının elin - deki kılıçlar kılıç değil, şimşekti sanki. Bütün saldırışlara bütün hamlelere görülmemiş bir maha - İ creme” kalı Höyüğü Lddandime biraz yaklaşmağa cesaret eden kolları deliyordu. Jakın sesi yine duyuldu: — Ha gayret çocuklar! Yoru- lüyorlar! Evet, hakikaten iki yabancıda yorulmak alâmetleri görülmeğe başlamıştı. Bilhassa Robertoda Fakat buna mukabil korsanlarm sayıları da gitgide azalıyordu. On kalmışken, şimdi sekiz olmuşlar - dr. İki korsan daha aldıkları ya - samara e mi ae tim: Hoşuma giden bir kadınla karşılaşanadek saç sakal perişan dervişler misali (o dolaşacaktım.. Halbuki işte şimdi sizi gördüm. Sizi sevdim... Sizi sevince de saka- İrmi... Kulaklarım oğuldadı. “Cemal, in sözlerini gayri işitemez oldum. Şezlonga yıkıldım. Kolum ka. nadım kırılmış bir halde: -—— Ben... sizi... Sakalmız.. için. » diyebildim - sakalınız.. için... sevmiştim... (Sonra, hiddetle hay- kırdım:) Gidin! Gidin!! Soyul- muş yumurta gibi sizi gözlerim görmesin! “Cemal bey,, önümde dize gel- di. Yalvardı. Yakardı. Fakat ben kestirip attım: — İmkânı yok! Sakallı ikendi o... Şimdi geçmiş ola... — Emredin... Sakalımı tekrar u zatayım!! — Sakalınız bu gelişimde uza- miyacağına göre iştahınızı öbü” gelişime saklayın! “Cemal,, bey heyecanla sordu* © — Bir daha ne zaman gelecek siniz, hanımefendi? — On sene sonra. —, (Vâ - Na) ralar üzerine inliyerek yere yu - varlanm:ş bulunuyorlardı. Bu sırada Roberto bir çığlık kopardı. o Çünkü Maronun kılıçı sol omuzuna girmişti. Ancello çığlığı duyunca telâşla sordu: — Ne oldu? — Bir şey değil, ehemmiyet. siz, Roberto arkadaşının maneviya- tını sarsmak istemiyordu. Korsan- İar bu hâdisenin üzerine yeni bir ümide daha kapılmışlardı Hele Jak mükâfat mikdarımı beş bin altına çıkarmca büsbütün kudur. dular, Ve daha müthiş bir kuvvet le saldırdılar, Bu görülmemiş bir manzaray- di. Bu müthiş, tüyler ürpertici, seyrine tahammül edilmez bir manzaraydı. Kan ter içinde kalmış olan i- ki silâhşörün etrafmda sekiz iri yarı korsan, sekiz aç kurt gibi dö. nüyorlar, uluyarak görülmemiş bir şiddetle saldırıyorlardı. İki si- lâhşör kurnazca manevralar ya - parak geminin güvertesini am - bardan ayıran menfeze doğru yaklaşmağa çalışıyorlar, ve bu hususta oldukçada muvaffak olu- yörlardı. Bir taraftan da kürek - ler mütemadiyen işliyor ve gemi yavaş yavaş batmakta olan güne. şin kan rengine boyadığı denizi yararak Rodos adasına doğru yaklaşmakta devam ediyordu. Gene Ancellonun sesi duyul- du: — Siz hepiniz ölümünüze su- samışsınız gâliba. Al bakalım Ma. run bu da sana! Ancellonun kandan kıp kırmı- zı olan kılıcı Maronun kolunu bir yandan bir yana deldi. Maron ya- ralanır yaralanmaz gök gürleme. sini andıran bir sesle uluyarak! yere yuvarlandı. Maron o kadar bağırıyor, o kadar bağırıyordu ki, anda boğazlanmak üzere olan bir boğa bu kadar müthiş bir ses çı- karamazdı. Geminin içindekiler de bu se- sin dehşeti karşısında titrediler Güvertede neler olduğunu fevka- lâde merak ediyorlardı. Yalnız onları hayrete düşüren şey: — Allah! Allah! seslerinin dü- yulmaması, ve yukarıdaki müthiş şarpışmada hiç bir türkçe söz işi- tilmemesiydi. Acaba yukarda çarpışanlar kim lerdi? Bunu dehşetli surette me - rak ediyorlardı. Bir taraftan da forsalar durmadan kürek çekiyo lar, ve gemi Rodos sadema mü - temadiyen yaklaşıyordu. / İçinde birkaç korsanın bulunduğu kadır ga şimdi pek uzak takalmış bulu- nuyordu. Marondan sonra iki korsan da- ha yere serilmiş, karşılarında ah- cak beş kişi kalmıştı. Fakat buna mukabil onlar da fevkalâde bit kin bir hale gelmişlerdi. Bilhassa | Roberto! Sol omuzundan sızan kanlar tamamiyle elbisesinin 40), tarafmı kana boyamıştı. Üstelik! ufak tefek aldığı yaralardan sızan kanlar da kuvvetini büsbütün kes mişti. Kulakları oğulduyor, ve gözleri hiç bir şey görmüyordu Ancello: — İşte, işte birinizi daha tepe- ledim! diye sevinçle haykırırker büyük bir gayret sarfederek: — Ancello! Ben bittim. diye ol- duğu yere dizüstü düştü. 4 Ne aksi tesadüf? Halbuki men- feze iyiden iyiye yaklaşmış bulu- nuyorlardı. Ancello tam bir ham- le ile menfezi muhafaza eden kor- sanlara saldırarak onları meşgul edecek, ve içeridekilerin dışarıya çıkmasma temin edecek hamleyi yapacaktı ki Robertonun sesini “ duydu. Derhal mevkiini terkede- N rek ona doğru ilerledi. Ve Roker- toya saplanmak üzere uzanan kı- lıçları bütün kuvvetiyle çeldi. Korsanlar bu ani hücum kar şısmda gayri ihtiyari gerilemişler di. Ancello bu bir saniyeden is- tifade ederek sol koluyla Rober- toyu kavrıyarak geri çekti. Ve o- nu bordanm kenarma koyarak o- na siper olacak şekilde yeniden dövüşmeye başladı. Ancello eğer böyle yapmasay. dı ve menfezi müdafaa edenlerin üstüne saldırıp, onları mevkileri ni terke mecbur etseydi, o şüphe yok ki bir anda Türklerin güver- teye çıkmasına meydan verecek ve binnetice korsanlar mahvole- caklardı. Yalnız bu takdirde Ro- berto da delik deşik edilmiş ola: caklı, Bu sırada kırmızı sakallı Jak geri çekildi. Ve belinden çıkardı- ğı tabancanın fitilini ateşlemeğe koyuldu. Bir taraftan da Ancel- lo ile çarpışan üç kişiyi teşvik e- diyordu: — Haydi aslanlar, göreyim sizi. Biri gitti, biri kaldı. Biraz daha gayret ederseniz bu da hapı yuta- cak. Bu sırada Ancello da: — Ah, yaralandım! diye bağ rarak dizüstü düştü, Bunu gören Jak: — Haydi, bravo! Gebertin su köpeği! Dökün barsaklarını! Şey- tanım hakkı için bunu hak etti. di- ye haykırıyordu. (Devamı var) HABER AKSAM POSTASI IDARE EVI Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi: Istanbul KABER Yazı işleri telolonu . 21475 idsre ve ilân 24970 ABONE ŞARTLARI Türkiye Eemebi 1400 Mr. 2700. 730 «VAS “©. 00 . wo, 300 , İLÂN TARİFESİ Tearet ilanlarının satır 12.80 Resmi sâararn 10 Küruğtür. Sahibi ve Neşriyat Müdürü; Hasan Rasim Us Basıldığı ver (YAKIT) matbaası Senelik 8 aylık 3 ayık * avtk