| | Hortlıyan küfürbaz Balıkçının karısı, balıkçıdan e dayak yerdi; küfür işiti- di. Hem de, ne dayak, ne küfür,.. | Sm bütün mahalleli biliyor- Herifin viliider vardı; evi i ları vardı. Halbuki kadın | “ağızm dikili taşr yoktu; eli boş « “arak koca evine gelmişti. On sene evvel, nasıl olupta ev- lendiklerini anlatalım: ip ai © zaman gençti. Kasa h bulunduğu akşamlar, mey aneye gider; sekiz on kadeh ka- w çakıştırırdı. Kendi tabiri veç- ile seğer “keyfi yerinde olacak olursa, kadehlerin adedi on beşi, iyi bulurdu. eyhanecinin bir kızı vardı. Kız hey haneye müşteri ve müşteriye İtiha celp için, masadan masayı en, balıkçınm da aklı, kı Zin eteklerine dolaştı. Artık kara , Na da, denizde de onu düşünme - » onu arzulamağa başladı; ve, amm fakir olmasına rağmen, 1 nikâh ile aldı. Lâkin, izdivaçlarından üç gün ağ emişti ki, balıkçı; şunu an: i 1: Meğer karısı, ancak ispirto. üz Yarattığı serap arasında gü- > bei « meğer o da, öbür kadm : al farksızmış; meğer o da, a- de bir kadınmış! Balıkçı, kendi kendine: ve ah kafa! - diye söylenmeğe ' işe - Nah kafa.. kafa değil, ? İş köz CI). Bu'meteliksiz kix- ii ne halt karıştırmağa evlendim dilmem ki2..., Selen alır, demir verir. , > iskeleye yanaşır, iskeleden Ne - yelken indirir, yel. ki kaldırırken, hasılı her yerde, yerde, taliine küfürler yağdır. u. Ağızlığını dişleri arasmda il ,Mabiyetle parçalıyordu, hü döndükçe, karısma fena © surat asmağa; « ve gitgide ii kırmağa, tahkir etmeğe baş. ez Bir akşam, en olmadık bir e” ile hiddetlenerek indirdi , Omcağızın kafasma yumruğu... andan itibaren, meyhaneci- de. kızı için hayat cehennem ol- ji gi > ve bu cehennemi hayat tam Sene, on uzun sene sürdü. | Küfürler... hüyakin ne yakası açılmamış kü. | Man Bu küfürlerde geçen !ü- | du, “> Yeni bir lügat kitabı dol omağa kâfiydi!.. Sonra, bu kü- gölerin birde makamı vardı. enin en mükemmel küfür w bizim eri Balıkçı, a ileri doğru uzatıp, main rin burnundan, mı. NA mari küfreder, - kâh, — dolusu, karısını kalaylar, » Sonra ep namlusu gümbürderdi. Tak ka, 7 dmcağızın üstüne atlıyas Ver döver, ha döverdi. Yorge 2UMu, bütün mahalleli bili. Or Ve bu on sene sürdü. sene lke” pk kadm, pr - pısırıklaştı. Tavan Sirozj, nda dizi dizi asılı duran da en rna zayıfladı. Nazarm- aş yük gaye, mümkün mer- dayak yemekti, Baş * İ Kadın, 2908, balcı, denizde idi.| Bek ye Kulağına kuduz bir kö | uğul, di Onu eke” vg bir ses salmarak| Kadın, yatağıma oturup etrafı dinledi. Bacanın içinden müthiş bir ho murtu giriyor; bütün evi baştan başa kaplıyordu. Sanki kasaba, aç bir kurt sürürsünün hücumuna uğramıştı. Kalktı. Sıkıca sarındı. Başını örttü. Sahile gitti: Öbür balıkçıların karıları da, ellerinde fenezler, deniz kıyısı - na üşüşmüşlerdi. Herkesin gözü, üzerleri köpüklü dağ gibi dalga- larda idi. Fırtına, on beş saat sürdü. Sonra, hava sakinleşti. Ertesi sabah; kıyıda on beş ge mici naaşı buldular, Bizim balıkçı nın takası da, paramparça kıyıya atılmıştı. Lâkin ortalıkta naaşı yoktu. y Kadın, kocasının öldüğüne i- nanmıyordu. Dört sene, . ha bu gün çıka gelir, ha yarın çıkage - lir diye, . korku içinde bekledi. Her pıtırtı işitişte o sanıyor; tüy- leri diken diken ürperiyordu. Bir gün, komşu kadmlardan birile birlikte, çarşıdan geçiyor - du. Müzayede yerinde durdular, Yeni ölen bir balıkçının tere - kesi satılıyordu. Bunlar arasında bir de pâpağan vardı. Tellâl bağırıyordu: — Üç buçuğa! Üç buçuğa!.. Avukat gibi konuşuyor bu papa - ğan... Üç buçuğa!... Var mr art - tıran?... Harrraç? Komşu dedi ki: — Aman, ne güzel papağan! Bunu siz alsanıza... Vallahi üç buçuk değila, otuz kâğıt eder bu!.. Hem size can yoldaşı olur. — Harraç... Harraç... Hanen- deler gibi şarkı söylüyor.... Har . raç... Harraç... Üç buçuğa... Üç buçuğa.. Var mı arttıran? Kadın: — Dört! . Dedi Ve papağan üzerinde kaldı. * Ertesi sabah, uyurken, müthiş bir küfür duydu: — Ölüsü kandilli (2) 1... Hâlâ ne zıbarıyorsun, ölüsü kandilli?.. Kalk ulan kalk... Dehşet içinde kaldı, Başını yorganın altına sakla dı. Kocasının küfrüydü bu... Koca- sı, her sabah , onu,, yatağından böyle kaldırırdı. — Ölüsü kandilli!... Hâlâ ne zıbarıyorsun, ölüsü kandilli?... Kalk ulan kalk... Yatağından fırladı, Kançanağı gözleriyle kocasını karşısında göreceğinden emindi. Lâkin oda da kimse yoktu. Yanlış işittğine zahip olarak yeniden yattı, n — Ölüsü kandilli... Hâlâ ne zr- barıyorsun, ölüsü kandilli?... kalk ulan kalk.. Kocası mutlaka bir yere saklan- mıştı, Etrafı aramağa başladı. Koca sınin ayaş sesi, hâlâ evin içinde idi: - Amma da anasının gözü ha- va ha... Anasını sâttığımın ağzımı çöp koymadım be... p Kadr *-abiyet içinde"di: — Peki kocacığım... Sen üzül. Tefrika No. 17 Geçen kısımların hülâsası Ancello ile Robetro adında iki yabancı Rodos kalesine girmek istiyorlar, Bunun için kaleye para geliren bir Türk gemisine saldıracak olan bir korsan ge- misine dahil oluyorlar. Jak yeniden söze başladı: — Ben fazla kan dökmesini sev- mem, Eğer canınızı kurtarmak is- tiyorsanız, altınları ve gemiyi bi- ze bırakın, size yedekteki kayığı veririm. Bununla ister Rodosa gider, ister Pateraya dönersiniz. Nasıl işinize geliyor mu? Tevhit reisin alnı kırıştı. Bu 81- rada anbardan güverteye çıkmak istiyen Türk gemicileri merdive- nin üstünde kılıçlarla karşılaşınca büyük bir hayrete düştüler, Mer- diven dar, ve ancak bir kişinin sr- ğabileceği kadardı. Halbuki yu: karda bulunan dağ gibi iki kor- san dışarı çıkmağa kat'iyyen mü- saade vermiyorlardı. Bu sırada korsan gemisinden beş kişi daha Türk gemisine atla- mıştı. Bunların başmda Ancello bulu- / nuyordu. Jakın sesi yeniden du- yuldu: — Haydi çabuk cevap ver! Al- tınları mı vefiyörsun, canını mı? Tevhit reis başımı kaldırdı. Kat'i surette karar vermişti. Altınları ve gemiyi vermektense canını verme- ği daha evlâ bulmuştu.: — Bu yaptığınız alçaklıktır. Er | liğe yakışmaz. Size padişahın gön- derdiği emaneti vermektense ca nımızı vermeği tercih ederiz. Bu sözleri henüz bitirmişti ki bir işaret üzerine Jakım adamları Türklere saldırdılar, Ortalığı bir anda çığlıklar, ba- ğEırışlar, kılıç ve kalkan sesleri kap ladı, Aradan on saniye geçmemişti ki dokuz Türkten beşi kanlar için- çekilmişti . de yere yuvarlanmışlar, halbuk: korsanlardan hiç birinin burnu bi le kanamamıştı. Geri kalan dört Türk, başta Tevhit reis olmak ü zere geminin burnuna doğru koş: muşlardı. Korsanlar da halatların üstünden atlıyarak onları kovala dılar. Dört Türk kılıcına karşı on sekiz korsan kılıcı çekildi. Kırmızı sakallı Jak sevincin den aklını oynatacak raddeye gel mişti: — Haydi aslanlar! Temizleyin şunları! diye haykırdı. Sesini kı - lıçların şakırtıları ve küfürlerle karışık naralar yarım bıraktı. On beş saniye sonra dört Türkten iki- si daha upuzun yerde yatıyordu. Diğer biriyle Tevhit reis de ağn surette yaralanmışlardı. Fakat bu- na rağmen büyük bir metanet gös tererek kılıçları ellerinde ayakta duruyorlardı. Jak bir işaretle korsanların hüi- cumlarını durdurdu: * — Bunları öldürmeyin, diri di- ri tutun. Belki ileride lâzım olur. Bu sırada geminin iki tarafın- da iki başka hâdise cereyan edi- yordu. Ancello herkes burunu doğ ru koşunca iki gemiyi birbirine bağlıyan halatları süratle kesmiş, ve gemilerin birbirinden ayrılma sını temin ettikten sonra burun is tikametinde seğirtmişti. Vuruşmaların biraz berisinde Roberto elinde kılıç bekliyordu. Bu sırada Valero da fırsat bu fr- sattır diyerek arkasından yavaş yavaş yürüyerek ona yaklaştı. Genç silâhşor onun gelişini duy mamıştı. Valero elinde tuttuğu 23- hirli hançeri: — Geber! diye bütün kuvvetiy le bir anda Robertonun ensesine doğru indirdi. Roberto Valeronun sesini du - yunca tiz bir çığlık kopardı. Ve sırtıma girecek bançerin soğuklu me... Şimdi sana kahvaltını ha - zırlarım... Şimdi. Diye koşa koşa mutfağa doğru ilerledi. Maamafih, ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Ölüm, âsabına yayılmış gibiydi. Bu sefer, kula - ğinın dibinde: — Amma da anasının gözü ha. va ha... Tuwu... Amma da anasınm gözü hava ha... Anasmı sattığı- mın ağzıma çöp koymadım be.. nekaratı tekrar çınladı İste o zaman, kadın anladı: Ses, papağanın sesiydi. Papağanın zünoh göm?e emf Papağana set sert baktı. — Yaaa .. Sendin ha?... Başını sallıyarak: — Dur, dur, sana yösteririm Şimdi bana küfretmeği gösteri rim... Kadına nele* oluyordu? Zannetti ki, hissetti ki. anladı ki bu papağan “odur”!“o” bu| papağanın tüyleri #rasına saklan | mıştı.. Gene onu dövecek, - gene onn nörz dolusu küfrederek. - ge ne herkesi onunia alay 'ettirecek Şe pr e ZE ŞEN dual ti... Kafesin kapağını açtı. Papa - ğan, gagasile, pençesile, ellerini, kollarını tirmaladı ama kadın bu na aldırmadı. İki elile papağanı yakaladı... Kafesten çıkardı.: Ye. re yatırdı; üste çıktı; ezdi, ezdi.) ezdi... Bir yığın et ve mavi tüy külçesi haline getirdi... Artık ko- nuşmıyan, konuşamıyan, küfrede miyen minimini ve gayri müle | harrik bir külçe haline... OSonr: papağanın cesedini bir mendile sardı: — Tıpkı kefenine sarar gi- bi!... Koştu, koştu. “Kocasımı,, (— Hâlâ papağani kocası sanıyordu) “kocasmı, de nize attı, Ve gene koşa koşa gelerek ka- fesin önüne yıkıldı. Kendisini, büyük bir cinayet işlemiş sanıyordu. Nakleden : Hatice Süreyya (1) Gemiyi bağlamağa mahsus kafa biçiminde çimalık. (2) : Ölüsü kandilli tamamile bâhriyeli küfrüdür; Vaktile, ge - mide bir adam öldüğü zaman, di-. reğin tepesine bir kandi! asarlar mış ta bu tabir oradan kalmış. Yazan: Murad Sertoğlu ( Korsânlar bir anda Türklerin üstüne saldırdılar " dört Türk e karşı on sekiz korsan o ılıcı ğunu bekledi... , ü Fakat tuhaf şey.. Hançer bir türlü sırtına saplanmıyordu. Ar- 110) kasında bir gürültü duydu. Başını | , çevirdiği zaman Ancellonun Va- | leronun hançer tutan elinin bile. | | | ğini kavramış olduğunu gördü... “5 Ancello bütün kuvvetiyle Va leronun bileğini sıkıyordu. Vals- © | | | | | | ro bileğinin ezildiğini hissediyor. © du. Sarfettiği fevkalâde kuvvete rağmen parmakları gevşedi. Ve zehirli hançeri yere düştü. Ancello bundan sonra Valero- yu kavradı, bir bohça gibi denize fırlatverdi. Bu esnada başta Jak olduğu | halde beş altı korsan da gürültü yerine koştular. Vaziyeti görün- ce şaşaladılar. Ayni zamanda ge. minin arka tarafında anbardaki © Türkleri çıkarmamağa memur 6- lan korsanlarm sesi duyuldu: — Hiyanet var reis, hiyanet! Şeytanın oğlu Ancello ipleri kes- ti. Bizim kadırga bizden ayrıldı. Jak bir bakışta sözlerin doğru. luğunu anladı. Hakikaten içinde üç dört kişinin kalmış olduğu ka: dırgaları bir hayli geride kalmışt., Üstelik bir yanında korsan kadır- * gası olduğu için kürek çekemiyen Türk gemisi “şimdi'serbest kalmıs olduğundan anbatdâ”kilafi Tü lerin emriyle forsalar bütün kuv. ki vetleriyle küreklere asılmışlar ka. © dırgayı Rodos istikametine sekve (“| başlamışlardı. , , Kendi gemileri her dakika da- (| kika daha fazla geride kalıyors (| daha fazla geride kalıyordu. Kırmızı sakallı Jak kükredi: . 110) | , — Buraya delikanlılar, buraya, şu iki şeytanı kim öldürürse bin altm var, j Bu zamana kadar kendilerini kaybeden Tevhit reisle yanındaki adam korsanlar tarafından siki sıkı bağlanmışlardı. Bunun için “(| geri kalan on beş kişi bütün kuv. © vetleriyle iki yabancının üstüne a (5 tılmışlardı. ğini Bin altm, şaka değil, reis tam © bin altın yadediyordu. Ve onlar (©! kırmızı sakallı Jakım vadini her zaman tuttuğunu da biliyorlardı. Bu bin altın onların kanını ki durttu. Öldüresiye, parçalayısıya , bir hırsla saldırdılar. | Fakat bu şiddetli hücumlır | sırtsırta vermiş olan iki yabancı HÜ) tarafından büyük bir ustalık ve | maharetle çelindi. Üstelik korsan- lardan ikisi de aldıkları yaralar. dan yere yuvarlanmışlardı. ğü İki yabancı korsanların bir da- (©) kika gafletinden istifade ederek yerlerini değiştirdiler. Şimdi ön i i direğin yanıma gelmiş bulunuyor. lardı, Ancello kahkahalarla gül - meğe başladı: ! — Ama da acemisiniz be! Eli- nizdeki süpürge sapı değil, kılıç. tır. Ve güliba siz hayatınızda şim diye kadar kılıç değil, süpürge sa- pı kullanmışınız ! Ne dersin sen bu işe Jak? Alın işte bakin hop, bu üç, bu da dört, Geriye kaldınız | on bir kişi... , (Devamı var) z