eğ. » 8 SONKANUN — 1936 arkada - Hüseyin Mükerrem, $ı Davuda sordu: — Ay, sen bu güzel kadını ta- mıyor musun? Davud; şaşırmış bir halder - — Evet, tanıyorum... Fakat bir taz tanıyorum... Çünkü Kendisini | ancak bir defe gördüm. Mükerrem israr etti: — Büsünle beraber, önümüz | den geçtiği vakıt, sana öyle bir tebessüm yolladı ki, pek mânidar... Ben bu tebessümlerin mânâsını pek iyi bilirim. Mutlâka aranızda bir şey var: — A... Vallahi şüphelenme... Jale hanım, en şayânı hürmet ka- dınlardandır. Bütün yazı, koca -! sının şato gibi mükemmel evinde geçirdi... İzmirlidir... Onu bura 7 da görmemiz tesadüf. eseridir.., i yenilemeğe gelmiş © lacak... — İhtimal... Fakat bütün bun- lar, tebessümün mânâsını boz maz.... Aramizda BİF şey var... hususi bir münasebet! Davud, bir dakika tereddüt! gösterdi. — Sen benim arkadaşımsın. Sana her şeyi itiraf edeceğim. Fa- kat rica ederim çeneni tutmağı bana vadet bakalım. — Ettim gitti. — Öyle ise dinle... Bu yaz, oto” mobille İzmir civarında dolaşı - Yordum. Bir kadının yolda durdu- ğunu gördüm. Elinde bir bisiklet vardı. Hayli şaşırmıştı. Zihnime ne fikir hâkim olduğunu tayin e. demem. Bu kadının benden hiç bir şey istememesine rağmen, o * tomobilimi durdurdum. Kendisi - he “ Bir emriniz mi var? Bir yar- dıma mı muhtaçsınız?,, Diye sor. dum, “Hakikaten de , bisikletinde BİP Krıklık varmış. Bundan dola. YI ne yapacağını bilemiyormuş. Rica ettim: Kendisini ve bisikleti. Nİ otomobilime bindirdim. On ki- lometre kadar birlikte ilerledik. — Demek bu kadın, Jale ha. nımdı? — İyi bildin... Kendisine “Si » 3i yerinize bırakayım!,, Dedimdi Bunu kabul ettiydi. Fakat, ben do- lambaçlı yollara saptım. İtiraz et- ti. “Öğle yemeğinde mutlaka ev- bulunursunuz !,, Dedim. “Gülerek , şakalaşarak redde diyordu. Ikimizin de kötü fikir iğimiz yoktu. Biraz sonra biribirinden ayrılacak olan yek- diğerinden hoşlanmış adamlar - dık. “İşte tam o esnada beklenil - medik bir hâdise oldu. Bir köşeyi çi saptığımı sırada, saman dolu. bir araba ile burun büruna geldim. Ben derhil frene bastım. Önü üze bir ağaç dikildi. Tekrar)" ana kıvrıldım...Büyük bir sarsın- tı hissettim. | “Bayılmışım.,, “Ayıldığım vakıt, kendimi, pek mütevazi bir odada buldum. So - yulmuş, bir yatağa yatırılmıştım. Jale hanım da yanımda yatı - yordu. “O da benim gibi bayılmış... Soyulmuş... Yatağa uzatılmış... b kimizin de üzerimizde ayni yor gan... “Biraz sonra meseleyi öğren - dim.,, “İkimize de pek mühim bir şer olmamış... Yalnız başlarımızı bi.| ribirimize çarpmışız. ve bayılmı * $ız. Otomobil de, yalnız çamurluk ları ezilerek olduğu yerde kal - miş... “Biraz sonra; Jâle hanım da gözlerini açtı. Beni kendisile ayni yatakta görünce: “ — Burada ne arayorsunuz? Ayıp değil mi? Diye haykırdı. “Böyle kızıp bağırması ho - şuma gitti, Zira, onun da sıhhi va- ziyetinde bir fenalık yok demek * ti. “Macera, cidden hoştu.,, “Jâle, diyordu ki:,, “.- Haydi... Bu yataktan ve bu odadan dışarı çıkmak için ne bek- liyorsunuz, beyefendi?; “Etrafa birgöz attım.,, “. Emrinizi yerine getirmeğe hazırım, efendim. Fakat, elbisele- rimi alıp götürmüşler. “Gürültümüzü duyunca, ev sa- bibi ile karısı göründü: “.- Doktor şimdi gelecek... o zamana kadar yerinizden kımıl - damayın... Sonra biz mesul olu - ruz. “Doğrusu bu teklif, şahsan be- nim fevkalâde işime geldi. “Arkadaşıma usulle: “«. Bizi evli sanıyorlar. Karı koca olmadığımızı söyleyin! De . dim. “Fakat, o, buna cesaret ede * medi.,, “Bir saat kadar beklememiz, lâzım geldi.,, “Jâle hanım, somurtmuş, vah- şileşmiş, susuyordu. El, yahut ba- cağı benim bir yerime değecek o. lursa ateşe dokunmuş gibi çeki * yordu. “Nihayet, doktor geldi, Bizi muayene etti. Kalkmamızda hiç bir beis olmadığını söyledi.,, “Arkadaşım, bunun üzerine, derhal yataktan fırladı, İnce ipek , Tefrika No: 3 Yazan: Murad Sertoğlu Birdenbire dışarıdan duyulan keskin bir ıslık, konuşmaları yarım bıraktı. Herkes gözünü kapıya dikti. Korsanlardan biri bu ıslığın manasını tefsir etti: — Tehlike var! Geçen kısımların hülâsası Rödosta Kanlı Balta meyhane.) sinde kırım: sakallı Jak avene- sile Rodos şövalyesine yirmi bin altın düka getirmekte olan Türe gemisini nasıl soyacağını düşü! nürken Ancello adında olduğunu | söyliyen bir adam da onlara ka. tışmak istiyor. Jakın O muavin Velero bu gelen adamla alay et- mek istiyorsa da Ancello onu dö- vüşte mağlüp ediyor. Jak kendi. sini kabul ediyor. Ancello kırmızı sakallı Jakm sözünü kesti: — Fakat ben Sicilyada iken Bayezidin kardeşi Cemin Romada olduğunu duymuştum. Bayezit ne diye şövalyelere para veriyor? Kırmızı sakallı Jak bir kahka ! ha attı: — Sen Doblüssonu bilmezsin. O öyle kurddur ki, Cem onun ya- nında olmadığı halde hem Baye-| zidden, hem Mısır kölemeni Kayt baydan, hem Venediklilerden, hem de Fransa kralı sekizinci Şa- rldan para alır. İşini bilir o ih .! iyar kurd! İ Bundansonra. haydutlar yeni - den başbaşa verdiler. Şarap ku - paları doldu, boşaldı. Gözler par- ladı. Küfürler savruldu. Tahta masalar yumruklandı. ve geminin ne şekilde soyulması lâzımgele . ceği uzun uzadıya kararlaştırı! - dı. Birdenbire dışarıdan duyulan keskin bir ıslık, konuşmaları ya-| tim bıraktı. Herkes gözünü kapı. | kombinezonu altında mevzun vü-. cudünü biran gördüm... “Sonra, derhal giyindi.,, “İşte azizim, bu akşama kadar kendisile asla tesadüf etmemiştik. ... Mükerrem, düşünceye vardı. — Fakat eğer Jâle hanım sa - na pek darğın olsaydı, böyle gü . lümsemezdi! Dedi. Sonra, birbirlerinin uzaklaşhk. Sonra, birbirlerinden uzaklaş tılar. O gün, akşama doğru, Davud - Ja Jüle karşılaştı. — Nasılsınız, beyefendi. Sizi tekrar gördüğüme memnun ol - dum... Ben çok iyiyim, görüyor - sünüz ya,.. O hâdisenin hiç bir ye rimde izi kalmadı. Niçin gözleri. , nizi öyle açtınız? Beni tanımıyor- musunuz? Bisiklet, otomobil.. Ve, bayılma hâdisesini hatırlamıyor . musunuz? Davud: — Pek iyi hatırlıyorum... Dedi... Fakat sizi bana pek kızgın sanı * yordum. — Niçin?... Bilâkis..Pek eğ - lendimdi... Haydi, gelin, azıcık gevezelik edelim... İşim yok... İs-! tanbulda yalnızım... İl Gece yarısına doğru, Jâle ile| Davud, bir bardan içeri girdiler, Nakleden : Hatice Süreyya ya dikti, Korsanlardan biri bu 15-| lığın mânâsmı tefsir etti; — Tehlike var! Bir anda kılıçlar çekildi. Fi - tilli tabancalar, tüfenkler hazır - landı. Fakat aradan yarım daki - ka geçmemişti ki, yekdiğerini ta- kiben duyulan iki ıslık endişeyi sildi. Korsanlar küfür ederek kı - lıçlarını kınlarma soktular; — Biri geliyor amma tehlikeli değil! Hakikaten biraz sonra meyha- nenin kapısı açıldı. Meşin bir el- bise giymiş, başma Napolilerin giydikleri şapkaya benzer üç kö. şe bir şapka geçirmiş, on sekiz, yirmi yaşlarında tahmin edilen bir genç içeri girdi. Ürkek ürkek etrafına bakmdıktan sonra bir kö- şeye doğru ilerledi ve boş bir ma- sanım başma oturdu. Korsanlar yüzünde henüz sa - kal belirmemiş olan bu delikanlı yı tuhaf tuhaf, ve bin bir mânâ- ya gelen bakışlarla bakiyorlardı. Derhal konuşmalar kesildi. An . cello da bu yeni gelen müşteriyi dikkatle tetkik ediyordu. Çamurlu ve kirli olmasina rağmen çok güzel, ve biçimli bir yüzü vardı. Başında şapka, aya- ğında pantolon ve belinde bir kı. İrç olmasa, saçları erkek saçı gi. bi kesilmiş bulunmasa belki bir kadın zannedilebilirdi. Ancello: — Çok genç! Diye düşündü. Herhalde buranın çok yabancısı idi. Ve Kanlı Balta meyhanesinin müthiş şöhretini bilmiyordu. Böyle bir müşterinin içeriye! girişi meyhaneciyi de şaşırtmıştı. Biraz bekledikten sonra tahta a- yağını yere tak tak diye vurarak ona doğru yaklaştı. Ve gözlerini gözlerine dikti, Genç yabancı elini cebine sok. tu, sonra çıkararak masanın üze- rine bir altın koydu, pırıl pırıl ya- nan bir Mısır altını... Altının sesi bütün meyhanede. kileri harekete getirmişti. Herke- sin gözü masanın üzerinde pınl pırıl yanan altına dikildi. Meyha- neci evvelâ gördüğüne İnanma - dı. Sol elinin bileğile gözlerini u- guşturdu. Hayır, yanlış görmüyor- yordu. Çünkü altın hâlâ masa - nm üzerinde duruyordu. Bir anda altını kavradı. Usta- ca ve süratle gözden geçirdi. Sah- te değildi, Bunun bir buçuk duka kıymetinde bir Mısır altını oldu. ğunu hemen anladı. Yüzünde ne mânâya geldiği anlaşılmayan çizgiler göründü. Belki tebessüm ediyordu. Fakat bu tebessüm tekmil sarı ve çürük dişlerini meydana çıkarıyor, yü- züne büsbütün korkunç bir ifade veriyordu. Anlaşılan genç müşteri de bu surattan korktu. Gözlerini yere indirdi. Hattâ belki bir an dışarı çıkmayı da düşündü. Kapı tarafı- na doğru baktı. Fakatiri yarı! haydut kıyafetli adamlar Köoyzl çok yakın bir vaziyette oturmuş « lardı. Bunlardan biri geniş kasatur rasını çıkarmış, hem ıslık çalıyor, hem de tırnaklarını kesiyordu, Göz ucile de kendisini kontrol al- | tında tutmaktaydı. . Haydutlar hiç belli etmeden kendini çevirmiş bulunuyorlardı. Bunu gayet iyi anladı, yüzü sap- sarı kesildi. Maamafih mümkün mertebe kendisini tutarak, lâkayt bir vaziyet aldı. Hâlâ önünde du. ran tahta bacaklı meyhaneciye | emretti; — Bana bir şarap getir! Topal bacak bunun üzerine ri- ne ayağmı tokurdata tokurdata | tezgâha doğru ilerledi. Haydutlar şimdi aralarmda fr- sıl€r halde hararetli hararetli ko- nuşuyorlardı: — Cebi altın dolu!... dır, — Desen e, talili bir günümüz- deyiz, — Kim acaba bu? A — Pek çocuk görünüyor. On sekizinde ya var, ya yok. — Başında şapka Napolili tüe- — Belki kemerindede altın var. car gemicilerin şapkasma benzi « yor. Anlaşılan bir tüccarın oğlu olacak, — Eğer tüccar hakikaten zen- gise... — İyi bir fidyei necat alabile- ceğiz. Sesler yavaş yavaş yükseliyor. | du. Yabancı kendi aleyhinde ko » nuşulduğunu anladı. Etrafa endi- | şeli endişeli göz gezdirdi. Sonra | birdenbire ayağa kalktı. Tam bu sırada biraz evvelki hâdiseyi u « | nutarak tamamile neşesi avdet et- miş olan Valero da reisin bir işa- | retile ayağa kalkmıştı. Fısıltılar birdenbire kesildi. Valero yavaş | adımlarla çocuk denilebilecek ya. bancıya yaklaştı. Bütün meyha « neyi sarsan kalın bir sesle bağır »« , dı: — Kimsin sen? Yabancı hiç cevap vermiyerek omuzlarını silkti, i (Devamı var) HABER AKŞAM POSTASI IDARE EVI Istanbul Ankara Caddesi — Posta kutusu : Istanbul 214 'cigraf adresi: istanbul HABER Yazı Işleri telotonu : 24872 'dare ve lân : 24370 ABONE ŞARTLARI 25. İLÂN TARİFESİ Resmi Hanenin an 180 Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matböaş;