8 Gine PA rAY.R AYRİ deYİ TAT Edebi Li EYŞAN Gy Bakkal 6 Yüzünün birbirine o kadar ya- kım duran buruşukları açıldı. Fa- kat bu defa gülmek için değil, Bir şeye şaşmış gibi, açık ve ayrık duran yuvarlak gözlerinden yaşlar dökülmeğe başladr. Kocaman ka- fası Peregriniye ağlıyan bir cüce, eski bir resim gibi geldi. Sesi çık- mıyor, kımıldamıyor... Yaşlar dö külüyor, fakat yüzü, içindeki ıstı- rapla gaşyolmuş gibi... Peregrini müteessir oldu. Mut. lak bir şey yapmak, Rakımı da, Rabiayı da teselli etmek istiyordu. “Vehbi Dedeyi bir göreyim de! söyliyeyim. Sık gelsin, Rabia ha- nıma sözü geçer. Kederini unuttu. rabilir.,, “Vehbi Dede?,, Rakımın yüzü, göz yaşlarının arkasından sırıtıyo: gibiydi. “Vehbi Dede evliya gibi amma, insana huzuru, mevlüt dinlemiş gi- bi hüzün veriyor. Mabiaya bugün. lerde böyle ağır şeyler lâzım de gil. Kız avunmalı, unutmalı, gül 'meli...., gözleri Peregrini'nin göz- lerini aradı: “Akşamları arada sen bize gelemez misin? Rabia seni görünce hep neşelenirdi.,, Peregriniye bu sözler, önünde beklediği bir yüce hisarın kapıla rını açıyor, hissini verdi. İçinde| zafer vardı. Demek o, Vehbi De. deden ziyade bu harikulâde çocu. ğun zihnini oyalıyabilecekti. Bir daha ; gelirken Rakıma mutlak koca bir kutu kalıp cigarası geti recekti, Dünya kuruldu kurula bu kadar hikmet söyliyen bir cüce ye san'at kitaplarında bile tesadüt edilemezdi. “Yarım akşam gelirim, bu civar- da dersim var.,, Fakat ertesi akşam dersinden sonra Sinekli Bakkala uğramadı. Yemeğini yedikten sonra gece Vehbi Dedeye oturmağa gitti. Şahinağa sokağında, Galata mevlevihanesi civarında, küyük bir sokakta; büyük bir bahçe için- de ahşap bir ev. Sokağm iki tarafı bahçe içinde küçük küçük evlerin bahçe duvarlariyle kapir. Kaldı- rımlar bozuk, fakat tepede bir ay var. Onun için Peregrini zahmet çekmeden yolunu buluyor, katası kendi düşüncesiyle meşgul olabi- liyordu. Düşüncesinin bir tarafı, ona,, kendini zavallı bir kıza yar dım etmek istiyen yaşlı bir dost gibi gösteriyor. Öbür tarafı, on sekiz yaşında bir kızın derdiyle bu kadar derin dertlenmeği şüphe- li görüyor... Vehbi efendiyi kırmızı bir ba- kır mangalın önünde buldu. Beyaz pöstekisinin üstüne bağdaş “kur. muş, oturuyordu. Yanındaki rahle. Bin dstünde yeşil kaplı, sarı yap- raklı, mesnevisi açılmış. İki bü- yük mum yanıyor. Fakat o, oku- muyordu. Harmanisi omuzlara İ (Wakil, tercüme ve iklibos hakkı mahfuzdur.; atılmış, ağzında bir cigara, gözle- ri ateşe dalmıştı. Peregrini onu süzülmüş buldu. Gözleri her za- manki dost tebessümüyle piyanis- Wi karşıladı, karşısında yer göster- di. Bir zaman konuşmadılar. Altı seneyi geçen dostlukları onları bir araya gelince mutlak lâkırdı söy lemek mecburiyetini hissettirmiye. cek kadar birbirine alıştırmıştı. Peregrini bir zaman Dedenin uzun takkesiyle, duvardaki gölgesini seyretti. De- de, arada gözlerini misafirine kal- dırdı, birşey söyliyecekmiş gibi dudakları kımıldadı, fakat bir .». söylemedi. Peregrini'nin gelişine memnun olmuştu. “Metafizik, münakaşalar açacak, devrişin fik- rini meşgul edecek ve belki onun- la münakaşa ederken devrişin fik- ri o aralık saptığı çıkmazdan kur- tulacak bir yol bulacaktı. Çünkü Vehbi Dede Tevfiği teşyi ettiği gündenberi bir buhran geçiriyor du. On beş senelik bir riyazet ve fikir mücadelesinden sonra ku harmanisinin beyaz rabildiği hayat felsefesi zaman zaman böyle sarsılırdı. “Kâinat halik ressamın müte- madiyen çizip bozduğu, kendisi- Ve beraber her an baştan yara:tığı hayaller ve gölgeler geçidi! Bu- na inandıktan sonra ber hangi hayat fırtmasını sükünetle sey- retmesi lâzım gelirdi. Halbuki bazan bu gölgelerin öyle ezeli 1s- tırapları vardı ki... Bu insan yığı nin öyle hakiki faciaları vardı ki... Vapurdaki manzara onun de- runi müvaywnesini sarsmışlı. Yeni baştan düşünmek, eski sükünuau, sual sormıyan imanını bulmak lâ- zımdı. Piyanist, doğrudan doğruya gündelik ve insani bir mesele ko- nuşmağa gelmişti. “Dün Rakımı! gördüm.,, diye başladı ve cücenin| Rabia için söylediklerini biraz da- ha mübalâğa ile anlattı. Gözleri mangalın ateşinde, kulakları De- denin cevabını bekledi. Fakat De- de bir şey söylemedi. “Bunları anlatıyorum, çünkü hatırımda kaldığma göre, insan- lar, bilhassa kadınlar, kederli ol dukları zaman ruhanilerin teselli. sine muhtaçtırlar. Meselâ annem.. Kiliselerin kuytu köşelerinden ay- rılmazdı... Galiba her hafta da gü- nah çıkartırdr. Ses, müstehzi olmak istedi, ola. madı. Kafasında yanan ateşteki hayal içini sızlattr. Kederli kadın- lar kafilesi... Başmda anası, 80- nunda Rabia... Ortadakiler silik! ve müphem birer tayf... Yalnız a-| nası ve Rabia yaşıyor. adetâ hırçın: Sabırsız, İ “Niçin cevap vermiyorsun, dos- tum?,, dedi. (Devamı var) HABER — Akşam $r gi 9 i # İçtiği cigaradan başı büsbü - tün sersemleşen Aslan Turgud, bu dar sokakta, haydutlar tara fmdan tuzağa düşürüldüğünü an- lamakta gecikmedi. Fakat, iş iş- ten geçmiştir. Birdenbire taban * calarını çekerek üzerine çullanan memurlar, artık maskelerini in dirmiş bulunuyorlardı.. Ve şoför, dar sokağın sonun - dan tekrar bir caddeye çıkarak, yıldırım süratile otomobili götür meğe başlamıştı. Şoförün yanında oturan adam çarçabuk otomobilin perdelerini indirmişti. Aslan Turgudun ağzını ve kol. larmı sımsıkı bağlıyarak ayakla- rinin altın aldıktan sonra, pen - cerenin perdeleri tekrar kaldırı! - mıştı, : Aslan “Turgud kendini müda - faa edecek vaziyette değildi. Hem kafası sersemlemiş, hem de silâ * hma sarılmak imkânmı bulama - mıştı. Haydutlar, Aslan Turgudu ne” reye götürüyorlardı?. Aslan Türgüd, gözü açık olsa da, uzun ve karışık yollardan ne reye götürüldüğünü nasıl anlıya - bilecekti? Türk polisi heyecanımı gizle - meğe çalışıyor ve haydutların a * yakları altında yatarken, bu tu * zaktan kolay kolay kurtulamıya - cağını anlıyordu. Haydutlar çok kuvvetliydi... Şoförün de onlara bağlı bir adam olduğu belliydi.. Ufacık bir göz işaretile otomobili seri veya ya - vaş götürebiliyor, bu gibi işlerde yabancılılık göstermiyordu. Aslan Turgudun omuzu çok a TÜ -İ türdüler. AmerikayajA» kaçırılan rk Kızı Arslan Turgut, otomobilde giderken, haydutların tuzağına düştüğünü anlamıştı. Biraz sonra Parkerle karşılaşınca bağırdı: Bankadaki para)! sana verelim.. Bana Neclâyı teslim et!,, Otomobilden inerken, Aslanın! beli ve bacakları tutmuyordu. Hay dutlar zavallı Aslanı tekme ile pestile çevirmişlerdi. Aslan Turgudu kayaların ara- sından elli adım kadar sürükliye- rek bir küçük kapının önüne gö- İşte bir haydut daha.. Kapının önünde iri boylu bir| adam duruyordu.. Ağzında kalın bir pro vardı... Ellerini ceketinin! cebine sokmuş, dişlerini göstere - | rek siritıyordu. Aslan Turgud bu adamı görür” ce: —Parker... Diye haykırdı. Aslan Turgüdun kolları serbest olsaydı, dizlerinin ve belinin tut- mamasına rağmen, yegâne hasm:' olan Perkerin üzerine atılmakta tereddüt bile etmiyecekti.. Ne yap | $ın ki, elleri kalın bir iple bağlıy- dı... Ve arkasından gelen hay * dutlar onu mütemadiyen muşta. İryorlardı. Bu sırada Aslanın kafasından şimşek süratile geçen bir fikir, o- nu sükünete davet etmişti. Acaba Neclâyıda burayamı! kaçırdılar? Onu bir kere daha görebilmek arzusile her türlü işkence ve ha karete tahammül etmeğe karar veren Aslan, şimdi bir kuzu gibi başını önüne iğmiş duruyordu. Parker gülerek yürüdü: — (Kızilotel) de elimden kaç- tın? Tomsonu meydana çıkardın! Fakat, bundan sonra elimden kur- tulamıyacaksın! Ve izini şeytan l lar bile bulamıyacak... 11 İLKKANUN — 1935 w Ve yanına sokularak, parmsi” nin ucile Aslanın burnuna bir di ke vurdu: di — Hesaplaşmak sırası gel değil mi? » Aslan Turgud başını kaldırd” — Başbaşa kalırsak, her # man hesaplaşmağa hazırım. ik nında mertlikten eser varsâ, önce bana (Neclâ) nın ha olup olmadığını söyle! Parker gözlerini süzerek cev verdi: — Onun hayatta olduğunu | de pekâlâ bilirsin! i 0 Bir müddet sustular. a Aslan Turgud derin bir sö ğüs geçirirken, Parker ilâve etti | — Onun hayatı serden 2iY9 bize lâzım... O elimizde olma? bankadaki paraları nasıl alabili *i riz? : — Bütün bu tuzaklar, bu işke” celer hep bankadaki para için v pılıyorsa, Neclâyı bana teslim © diniz. Bankadaki paraları het size verelim... di — Böyle bir uzlaşmaya si zamanı çoktan geçmiştir. Şim: kadar bu uğurda yaptığımız raflar, hemen hemen bankadaki paraya yaklaştı. — Belki biraz daha fazlar” verebiliriz. Parker parmağile haydutls”* işaret ederek: — O paraları almanın da yol nu bulduk! dedi. Haydi, götü bu açıkgözü bodruma... (Devamı çar) cıyordu.. İnler gibi bir ses çıkar - - Bir dansöz mıştı, Haydutlardan biri zavallı As. lan Turgudun başına müthiş bir yumruk indirerek: — Türkiyeden, işlerimizi ali üst etmek için mi geldin? Fakat, artık (Parker) in pençesinden kur tulamıyacaksın ! Sus... Sesini çıkar ma... Gebertiriz.» Diye bağırdı. Otomobil şehir dışına çıkmıştı. | Aslan Turgud bütün bu işkence ve hakaretlere tahammül edecek - ti. Amerikanın ne müthiş bir en * trika beldesi olduğunu şimdi an - İıyordu. Burada iki kardeşin biribirine itimad ettiğini görenler (aptal!) deyip geçerlerdi de, Aslan Tur - gud buna hayret etmekten kendini alamaz: — Bu nasıl memleket..! Bu na” sıl kardeşlik..! Diye söylenirdi. Meğer bu gibi insanlara aptal diyenler ne kadar haklı imiş.. * # » Otomobil bir saat kadar git - tikten sonra, kayalık bir yolun ke- narmda durdu. Aslan Turgudun gözünü aç * mışlardı. vahşi mürebbiliği nyvan yapıyor İngilterede bir dansöz vahşi hay van mürebbiliği yapmanın çe iş olmadığını iddia ederek tecrübeye girişmiş ve bunda muvaffak olm şii Dansöz bunun üzerine dansı bırakmış ve hayvan mürebbiliğine başlan Şimdi canbazhanelerde müthiş para kazanmaktadır, i