ek AĞLAR yazam: a7 lela dn1l 87 XXV İkinci mabeynci lâkırdıyı açtı. “Demek Tevfik hâlâ kimin ken- disini postahaneye gönderdiğini söylemiyor. Belki de kendi hesa. bına gitti.” Selim paşa başını salladı. “Tanısanız böyle demezdiniz. Aklı birşeye ermiyen bir Karagöz. cü, cahil bir mahalle bakkalı. Ha. yır, hayır... Arkasında başkaları var,” “Zati bey onun, (hayâl) oyna tırken büyükleri taklit ettiğini, ef. kârı teşviş eden ince imalar yap- tığını söyledi. Bu, onun çok kur. naz olduğunu göstermez mi? Bel. ki sadece hilekâr, zeki bir anar - şist” “Zati bey mezmum âdetlere da ir kim bir ima yapsa üstüne alı - nır... Yapanı sürmeğe kalkar. Altı yüz senedir (hayâl) oyununda bu taklitler, bu imalar olagelmiştir.” Bir zaman ikisi de sustu, sigara dumanlarını seyrederek (kendi kendilerine düşündüler, Sonra Se lim paşa son günlerde âdet edin. diği tefelsüfe başladı: “Herifin kalbi kadın gibi... Ka- fası da öyle. Devlet, hükümet, si. yaset, padişah... Bunlardan birşey anlamıyor. Karşıma aldım konuş. tum. Karınca kadar ehemmiyeti olmadığını kafasına sokmağa ça- lıştım. Fert bir buğday tanesi, hü- kümet ve devlet bir değirmen... Onlar her taneyi ezer, istediği şek. le sokar. (Garb) 1 taklide başlıya. Ir, çürük fikirlerini kendimize mal elmeğe yelteneli bu hikmeti unu. tuyoruz. Sözüme (mim) yapıştı. rın, beyefendi. Farzı muhal ola. rak Genç Türkler bir gün hükü. mete gelseler onlar da bizim ka. dar, belki bizden fazla ferdi eze. cekler!” Paşa terini sildi. Gözleri uzak. lara daldı. Kendisiyle beraber göçmeğe mahküm muazzam fa - kat köhne bir devlet makinesinde hayalini seyrediyor gibiydi. Fa. kat bir dakika sonra aynı mevzua “başka bir cepheden girdi: “Kadınlar... Kadınlar isabet ki devlet işine girmiyorlar. Çünkü hiçbiri bu hikmeti anlıyamaz. A. kıl eksikliğinden değil ha! O ka. dar perde arkasından icrayı hü- kümet eden kadm geldi. geçti, Hepsinde bizim Tevfik gibi hissi. ne mağlüp olan bir şey var. Me. selâ Tevfik âdi bir soytarı olsa çoktan itiraf ederdi. Kuvvetli bir) erkek olsa bir kadın gibi ağlamaz. dı. İkisi de değil. (Göz patlatan) ım yumruklarına dayanıyor, ağlı. yor, kendinden geçiyor gene sev. diği bir adamın sırrını elevermi. yor. Kadınlar da böyle. Meselâ bizim hanımı alm... Sadrazam ol- du farzedin... Emin olun bugün- a Sine kli day Bakkal (Nakil, tercüme ve EĞİ MN sdü zik Si iktibas hakkı mahfuzdur.) kü sadrazamdan daha dirayetle |“ İŞİ, kad görülen ime birleşti. idare eder. Fakat bir de vazife- siyle analık hissi karşı karşıya gelsin, değil idare ettiği devleti, kâinatın bütün devletlerini eliyle yıkar.” Mabeyncinin dudaklarında, bi raz Vehbi Dedeyi hatırlatan de- runi bir gülümseme belirdi. “Aşk ahlâkı! Kim bilir belki is. tikbalde insan müesseselerinin nâzımı © olur... İnşallah olsun.” Sustu. İhtiyarın içini yiyen kur. du çıkarmak istiyordu. Dost ve ilk defa teklifsiz bir tavırla: “Niçin mutlak oğlunun müc- rim olduğuna inanmak istiyorsun, a birader?” dedi. Paşanın son günlerde bir kar. tal iskeletine benzeyen kuru yüzü üzüntüden, uykusuzluktan âdeta yeşil bir renk almıştı. Fakat ma - beyncinin son sözleri elmacık ke miklerinde iki kırmızı humma mıntakası uyandırdı. “Beruttayken ben de masumi. yetine inanır gibi olmuştum. Ah gene inanabilsem! Bilseniz şimdi nasıl iki can düşmanı olduk. Fır. sat buldukça Tevfiğin istintakta “çektiklerini anlatıyorum. Zerre kadar erkek vicdanı olsa itiraf eder, diyorum. Dişleri kilitleni- yor, gözleri dönüyor fakat itiraf edecek yerde beni tahkir ediyor. Hattâ bir defa el bile kaldırma. sma ramak kaldı... Bana... Baba- sma! Bilseniz artık evim bir ce- hennem. Kırk senelik ayâlim, o sakat hatun yüzüme bakmaz ol- du. Kahrmdan ölecek. Tevfiğin kızı, kendi evlâdım gibi büyüttü. ğüm çocuk konağa ayak basmı- yor. Ben ne yaptım? Dünyanın ummacısı oldum. Dine, devlete hürmet için evlâdı bile fedaya hazır bir emektar bu muameleye lâyık mı?” Dudaklarımı kıstı, sustu. Devam Yüzü eski çetin, yavuz Zaptiye Nazırı maskesini takındı. Ayağa kalktı. Mabeynci de kalktı. “Mevkuflar için ne düşündüğü. nüzü padişaha arzetmek zamanı geldi, Selim paşa. Tevfiği itiraf ettirmek için daha fazla uğraş. mak beyhude...” Paşa bir zarf uzattı. Kısaca: “Maruzatım” dedi. Mabeyinci padişahın mevkuf- lar halkında iradesini çarşamba günü Selim paşaya tebliğ etti. Büyük rütbeli, küçük rütbeli memurlar, bu sefer sayısı çok olan talebe karmakarışık sürülüyor, ya- rısı Trablusa, yarısı Yemene gön- deriliyordu. Gerçi tahkikatta, mek tupta isimleri zikredilenlerin, ke yama hazırlandıkları tebeyyün et- memişti. Fakat bunlar İstanbul- dan defedilmezlersre padişahım NE Turgut davasını Mühendis Grift (tarassut maki nesi) önünde oturuyordu. — İşte şimdi uzun bir yoldan gidiyorlar.. diyerek, polis hafiyesi imi de yanma oturtmuştu. Cim birdenbire plâkanın üzerin deki gölgelere bakarak: — Burada iki çizgi var. Acaba Tomsonla buluştular mi?! Diye bağırdı. Cimin bu sözleri alaydan başka bir mana ifade etmiyordu. Plois müdürü, bu sözden canı hin sıkıldığını manalı ve sert bir bakışla anlattı. Mühendis Grift de bu alaya hiddetlenmemiş de ğildi: — Dostum, dedi, bu bri fen meselesidir. Fazla alay etmek, feni ve hakikat; inkâr etmek de ğildir. Biraz düşünseydiniz, bu çizgiler den birinin su yolcusuna ait oldu ğunu keşfetmekte güçlük çekmez diniz! Gazetecilerden biri bu sıkıcı ha vayı değiştirmek kastile söze ka- rıştır — Affedersiniz! ister Cim, Türk polisinin yanında bir de su yolcusu bulunduğunu © unutmuş olacak. Hakkı da var.. O, Mister Tomsonun kaybol * gündenbe- ri, zembireği kırı. o ..r saat gibi işliyor!... (Tarassut makinesi) oo kadar hassas âletlerle mücehhezdi ki, bu çizgiden birinin gerilediğini bile! gösteriyordu. Polis müdürü hayretle: — Bu ne demek, Mister Grift? diye sordu. Mühendisin kaşları| şatılmıştı. Hiç şüphe yok ki bu, iyi bir işaret değildi. — İkisinden biri yarı yolda kal- dı. Öteki ilerliyor. Diye mırıldandı. Gazetecilerden biri: — Su yolları bekçisi ilerliyor zannederim. Çünkü bu yolları on. dan iyi kimse bilemez. İiye ilâve etti. fikri sükün bulmıyacaktı. Devleti: temel taşı, din ve devletin biricik mümessili olan bu zatı âlinin sükü- nuna varsın birkaç, hattâ birka; yüz fert feda olsun! Selim paşa böyle düşünüyordu. Tevfik Şama sürülüyordu. Şs- hirde serbest bırakılacaktı. Paşa memnun oldu. Fakat onu öteki sü.| rüden ayıran atıfetin nereden gel-| diğini merak etti. İfkinci mabe-! yinci: “Padişah oğlunuza karşı aldığı-| # nız bitaraf vaziyetten mahzuz oi- du. Hem vicdanınızı müsterih kıl! mak, hem de Hilmi beyin müzir! edebiyata karşı nâbeca hevesini kırmak için bir çare düşündü.,, (Devamı var) HABER — Atam poslar. e kazandı. Şimdi, Mühendis, geriye dönen şizgi-| nin süratle gerilediğini görüyordu. | Cim ciddi bri tavırla mühendi- sin yüzüne bakarak: — Bir tehlike ile karşılaşmış olmasınlar? dedi.. Gözünü plâka-! dan ayırmıyordu: Mühendis, polis müdürüne dö- nerek: — Menfezdeki polislere tele- fonla emir veriniz, birisi yola in- sin. Gelnein kim olduğunu süratle bize bildirsin. Polis müdürü telefonla o mın- takanın poliş âmirine emir verir- ken, mühendis kendi kendine 4öy- leniyordu: — Dönen adamın su yolcusu ol- duğuu ve süratle haber getirdiğini zannediyorum. Polis müdürü sordu: — Bunu nereden anladınız, Mister Grift? — Öteki gölge yavaş yavaş iler- lemekte devam ediyor. Parmağının ucile, plâkada çizi- len gölgeleri gösterdi: — Bakınız 'bu hatlar gittikçe hafifliyor.. Türk polisinin havasız bir mıntakaya düştüğünü tahmin ediyorum. Polis müdürü meraktan çatlı- yordu. Mütemadiyen sönen pipo- sunu yakıyor.. Ayakta dolaşarak: — Elimizde böyle bir makine varken bile takipte güçlük çekiyo- ruz, dedi, fennii vasıtalara müra- cat etmesek, işin içinden çıkamı- yacağız. Mühendis Grift birden bağırdı: — Telefonu bir dah açınız! Gölge, menfezin ağzında durdu. Polis müdürü telefona sarilır. ken, telefon zili çalmağa başla- mıştı, İşte bir garip haber! Polis müdürü kulaklarına inan- mıyordu. Heyecanla telefonu bı- raktı: — Su yolcusu geri dönmüş. İfa- desine göre, Türk polisi Arslan Turgut, yolun son dönemecinde Tomsonun yattığmı görmüş. Ya-| peer <i Geçen hafta Fransanın Avinyon şehri civarında büyük bir su muş, birçok köy ve kasabalar su altında kalmıştır, Aradan bir hafidde” la zaman geçtiği halde elân sularla mahsur bir şekilde köyler vardır. de, sokaklarında sandalla dolaşılan A vinyon sular altında görülü "SEE $İLKK AANUN —W ve Arslan polis hafiye” Tomson'un yaşadığını katiyetle iddia edebilirim'n nina doğru ilerlemiş. Fakat ye yollarda bava tazyikı çok kuvvetli olduğundan göğsü şişmeğe başl?” mış. Suni hava makinesi gönderik mesini istemiş, z Cim bu sözleri işitince knedisi tutamadı: — Meslektaşrmıza yer p hayaletler görünmüş. Hiç onu gidip kurtaralım! Gazeteciler heyecan içinde reşiyorlar, hadiseyi, not edi rine kaydediyorlardı. Poli's müdürü, polis inboreti varına telefonla emirler veriyo” il du: — Su yolcusunun yanma öö i ve ciğerleri kuvvetli iki mem veriniz. Bir sun'i hava maki ile birlikte hemen yer altma İ sinler.. Ve Türk polisine yardı” koşsunlar. Polis müdürü, mühendise — dü: —Tomsonun cesedi bul: nu cumur reisine telefonla söjl“ mek istiyorum.. Siz ne dersiniz? € Cim atıldı: a — Mahcup olursunuz, vi İşin sonunu öğrenmeden, bu sele hakkında kimseye ri vermemenizi rica ederim. Grift polis müdürüne cevap ve di: — Türk polisin plâkada göst!” diği çizgilerin yanında yeni biri timal belirdi. i Yüzde seksen br ihtimal ile #İ liyebilirim ki, Tomson yaşıyor!” Gazeteciler hep birden hayret? ağızlarmı ve gözelrini açtılar: — Sahimi söyliyorsun Mi Grift? Sahimi?... Mühendis makineden kaldır” yordu. Plâkadaki gölgeleri vi ederek, biraz daha ümit verici sesle şu sözleri ilâve etti: — İkisinin çizgileri biribirir? karıştı, Ve bri noktada tenleri Şimdi, Tomsonun yaşadığımı yetle iddia edebilirim! ;