TOPRAKALTI KRALİÇESİ Mo — Öbür taraftan da keskin dişli kertenke le göründü. 141 — Havadan da bir canavar kuş ayni hedefe hücum etti, 139 — Salamon haykırdı: — Bakınız meyveyi kapmak için bir vahşi hayvan geliyor. 144 — Bu kadar iştahlıya karşı biz gene aç kalacağız. 143 — Jorj: — Bakım, gördünüz mü? O yara salar gene meydana çıktı... 286 PARDAYANLAR bir papa bulunduysa da kendisini DL.| yandan ayıracak bir papa bulmak im kânsızdı. Bununla beraber Jandan u- zak yaşamanm, masum bildiği bu ka- dını sefalet içinde bırakmanın da mümkün olamıyacağını anlıyordu. Hayatının perişan olduğunu, saa - det günlerinin artık geçtiğini, mes'ut olarak yaşaması lâzımgelen on yedi genenin acı ve ümitsizlik içinde geç - tiğini düşündükçe hiddetinden elleri-! ni ısırıyor ve müthiş bir intikam dü . şüncesi dimağını sarsıyordu İşte bu namuslu've bedbaht ada - mm zihni bu suretle bir o perişanlık içinde idi, Şövalye yanma girdiği zaman ona 7 şey sormağa cesaret edemedi. Fa- kat ateş fışkıran gözleri bütün iste - dizimi ortaya koyuyordu. Pardayan, daha dün tabii gururu, azameti, Konnetablin (o hareketlerile şöhreti ve şerefi kat kat artan Mon - moransi sülâlesinin muhteşem necip - Jiği ile kendisine dehşet veren bu yüz. deki değişik'” “-—- ürktü. Şimdi bu zavallı acı içinde ezilen bir adamdı. O kadar kuvvet, şiddet ve gürer mahvolmuştu. Bu âciz ve fakir şivalye bile böyle Fransanm en bü - Yük bir senyörüne acıyordu. Gözlerinde, bekleyişten doğan acı- yı gördü: — Monsenyör düşüncemde aldan mamışım, Kadınlar hokikaten otel Dö memede imişler, dedi. — Orada imişler ha! — Fakat artık şimdi orada değil - len Ah, Monsenyör, bu isin içinde ak- ım ermediği bir uğursuzluk o var, Az kalsın onları kürtarıyordum. . Fakati boşa giden bir kurşun, titriyen bir kol yeniden başlamayı icap ettirdi. — Demek ki vuruştunuz öyle mi? — Evet Monsenyör, fakat muvaf fak olamadım, Bazan taliim o kadar aksine gider ki; kuvvet, cesaret gibi tedbir ve hile de bir iş göremez. — Benim için vuruştunuz öyle mi? Şövalye, size o kadar teeşkkür borç » Tuyum ki, dostluğumu nasıl göstere - ceğimi bilmiyorum. Sizin gibi feda - kâr, cesur, kendisini düşünmez bir a- dama rastladığım için hakikaten bah- tiyarım, Şövalye hafifçe kızardı. Dudakları bir ân kadar alaylı bir tarzda bükül, düyse de pek çabuk geçti, Çünkü bu anda Marşalı o kadar bedbaht, o ka- dar acınacak bir halde görüyordu ki hattâ Luize olan aşkı olmasa bile ge- ne ke Tisine bütün kuvvetiyle ve bü - tün kalbiyle yardım edecekti, — Demek ki kardeşim bu kadına işkence etmekten hâlâ vaz geçmiyor öyle mi? Ailemden, kanımdan böyle bir adamın yetişmiş olması hakika - ten acınacak bir şeydir. Haydi baka - im bildiklerinizi anlatınız bu sırtlan herifi gördünüz mü? — Monsenyör, sakin olunuz. Hid - Jet, idare edilebilirse iyi bir (o şeydir. Ya'-ız yakayı onun eline vermemeli, daima ona hâkim olmalı, Ben Monsen yör dö Damvili görmedim. O da beni görmedi. İşte vaka şudur.. Şövalye vaktiyle babasına anlattı. ğı ayni hikâyeyi kısaca ; tekrarladı, Bazı tafsilâtı ve bu arada babasını söylemedi. Bu suretle bile hikâye o Marşalin hayretine sebep oldu. — Bünü yaptınız ha! diye bağırdı PARDAYANLARoOW. — Evet Monsenyör. Bundan da bu kadınları kaçıranların Marşal dö Dam vil olduğunu anladık. Arabanın nere - ye gittiğine gelince, bunu kısa bir za- man sonra öğreneceğim. Fransuva onun elini şiddetle tut - tu: — Delikanlı, ben de bunu şimdi öğ renmek istiyorum. — Mönsenyö-, Monsenyör! ne yap mak istiyorsunuz? — Bana söylediklerinizi, sizin için bazı tehlikeler doğurdu bile, hattâ kardeşim Hanrinin karşısında bile tekrarlar mısınız? — Mazırım! Tehlikeye ogelinee, Monsenyör, tehlikeyi bir eğlence say- dığımı size bir kaç kere isbat ettim. Zannederim. Benim gibi dünyada hiç bir şeyden korkusu olmıyan bir adam kılıç veya hançer darbesinden kork - maz, — O halde benimle beraber krala kadar gidersiniz değil mi? Titremekten kendisini (o alamıyan Şövalye: — Hattâ bu anda, dedi. | — Pekâlâ, şimdi Luvr o sarayma gideceğiz kral âdildir. İki Monmoran- sinin biribirini öldürmesi gibi vahsi bir hareketle âlemi kendimize güldür. mektense böyle hareket etmek daha doğrudur. Eğer kralın da âdaleti kâfi gelmezse... — Evet?.. — Evet Allahın adaletine müra - caat edeceğim. “Tarsal bu sözleri söyledikten son - Ta dairesine giti Pardayan kendi kendisine düşü: yordu Vay canına! Kralın vanına ha! Ya- ni kraliçe Katerinin evine. Bu uğur - suz kadın beni vaktiyle Bastile tıktır. dığı gibi şimdi de muhakkak yakalat- tıracak. Galiba gene geri kalan ömrü » mü muhterem Kitalanm himayesi al, trada yaşamağa mecbur olacağım, Haydi bakalım verilen sözler geri a - Immaz. Luvra gideceğim... On, on beş dakika sonra Marşal tekrar göründü. Resmi elbisesini giy- miş, boynuna uzun bir zincirle takılı Kolyedor nişanını takmış, başıma be . yaz tüylü siyah şapkasını koymuştu. Ceketiyle pantalonu siyah ipekten ve mantosu boz kadifedendi. Ayağına u- zun çizmelerini giymiş fakat resmi günlerde takılan kabzası elmaslı kılıç yerine demir sapı istavroz (şeklinde bir muharebe kılıcı kuşanmıştı, Rengi belirsiz sararmış olduğu halde kendi - sine pek fazla yakışan bu elbise içinde Konnetahl kadar muhteşem görünü - yordu. Kral ile ayni seviyede olan Mon «- moransi hakikaten devrinin en byük senyörü gibi görünüyordu. Şövalyeye kendisini takip etmesini isaret etti, Avlıda, Marşalin koşulmasını em- vettiği bir araba duruyordu. Bu ara - ba; dört yağız at koşuldu. Klavvz önde iki arabacı ile dört uşağı Mon « —oransi ailesine mahsus armalı res » Ibiseleri giymiş oldukları o halde arkada duruyorlardı. Ma”. "ile Pardayan arabaya bin. diler, önlerindeki yerde beyaz o ipek öğüsleri armalı, ceketli dört sr 3 Tar aha, selâm (duran on iki askerin nden geçti ve konaktan çıktı. Ağır ağır Luvr sarayına doğrn gitmeğe başladı. Geçtiği yerlerde halk bi:!birine: