(Nakil, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.) Diyardu. Konuşurken paşaya yaklaşmıştı, küçük elleri ün'for. manın yaldızlarını okşuyor, şıma- rık bir sesle: “Amma siz geliniz, kuzum paşa baba..,, diye yalvas rıyordu. “Peki... Peki.. Yani, hanrme- fendi müsaade ederse...,, “Tabii, siz münasip gördükten sonra...,, i Gelinin muvaffakiyeti, Sabiha hanıma itidalini, bilhassa vekarı- nı iade etti. Kanaryaya döndü: “Rabiayı aşağı götür, seninle yemek yesin.,, İmamı torununu sofrasına al- . mak için gelinine söylemeğe ka- rar vermişti. Fakat artık bu müm- kün değildi. Paşa, herkes çıktıktan sonra ka- rısmın odasında biraz daha kal. dı. Dürnevin gözlerindeki zafer parıltısınm karısna yapacağı te siri tahmin etmiş, biraz bu tesiri gidermek istiyordu. “Demek senin küçük hafız mi safirlere Kur'an okuyacak... O soytarının kızının böyle çıkacağı- na İşimin aklı keserdi?,, “Tevfik şimdi nerede, paşa?,, “Siyasi mücrim değil diye. pek ne olduğuna ehemmiyet verme. dim. Halâ Gelibuluda olacak.,, “Acaba getirtemez misin?,, Paşanm sesi derhal kat'ileşti: “İrade ile sürüldü.,, dedi, sonra daha mülâyim ilâve etti: “Tevfiği ben getirsem, imam, senin küçük hafızı bir daha bize yollamaz.,, Sabiha hanım deyneğine daya- narak kalktı: “Misafirler gelmeden abdest alayım... Selim paşa oda kapısında dur- du, karısının gözlerini gözleriyle aradı: “Yatmadan gelir, yanmda bir cigara içerim, hanım!,, dedi. Çepçevre sedirlerin üstüne sr. ra sıra ihtiyar kadmlar dizilmiş. Başlarında beyaz namaz bezleri, buruşuk yüzleri mütekallis, göz- leri vecdiçinde.. Ellerinde rengâ»' renk tesbihler, parmakları hare. ket ediyor, soluk dudakları kımıl dıyor, yandan yana hafif hafif vü- vatları dalgalanıyor. Kız hafızın kalın, yanık sesi, konağı inletiyordu, Okuyuşu, tam klâsik bir Arap tarzı. Daimi bir lezatoile her sesi — ne kadar uzun olursa olsun — ötekine bağ- iyor. Gunneli, tecvitli - fakat ne kadar san'atıma hâkim bir ses ve şahsi bir üslüb! Bütün konak halkı, birer birer sofaya çıktılar, kapının arkasına zığıldılar. Aralarında Selim paşa, hattâ alafranga Hilmi bile vardı. Misafirler dağılıp Rabia ana- siyle evine döndükten sonra Sas biha hanım bitap, sedirine uzan: dı, Naziktere dizlerini ovdurma ğa başladı. Çok geçmeden Selim paşa, arkasında Şam hırkası, ba- şında beyaz gecelik takkesi, karı- sının odasına geldi. “Hakkın var hanım, çocuğun sesi de, okuyuşu da fevkalâde..,, Dargınca bir ses cevap verdi: “Dürnevin odasından nasıl duy. dun?,, “Gitmedim. Şöyle bir dinlemek için oda kapısına geldim, fakat nihayete kadar kapıdan ayrıla- madım.,, Selim paşa, hafızasında canla- nan hayale tebessüm etti. Bir ha- lâyık kapıyı açtığı vakit, aralık- tan kız hafızı, rahlesinin önünde, iki uzun titrek mum alevi arasm- da görmüştü. Altın rengindeki gözleri açılmış, içlerinde yeşil mevceli bir ışık yanıyordu. Ka- rısının odasında manasız ve silik gördüğü uzun çocuk yüzünün kes- kin ve muntazam çizgileri olduğu: nun farkına varmıştı. Solgun, penbe renkleriyle bu yüz ne kadar antika bir Acem minyatüründen fırlamış gibi görünüyordu! “O ses, mutlâk iyi bir musiki mualliminin eline düşmeli.,, “İmam ne der?,, “Memnun olsun, kızın hafız olarak kıymeti artar.,, Selim paşa, sekalını karıştıra- rak o sesin, dedenin semailerini ne güzel okuyacağını tahlil eder ken,kendi kendine mırıldandi: “Eski besteleri söylemek için yaratılmış bir ses.,, “Aman paşa, imam hiç kıza şar- kı söyletir mi? Onca şarkı söyle- mek günah...,, i “Benim dediğim şarkıları suls tanlar, dede gibi adamlar beste- ledi... Hepsi cennetmekân... Bir mahalle imamının itiraz etmek ne haddine...,, Selim paşa Rabianın sesini na: sıl terbiye ettireceğini uzun uzun Sabiha hanıma anlatırken, kapı açıldı. Hilmi girdi. Baba oğul, nerede karşılaşsalar yüzlerinde hasıl olan ifade, hep birdi. Hilminin hafifçe kaşları ça» tılır, paşa içinin acılığını, inkisa- rmı örtmek için yüzüne yarı istih- fafkâr, yarı lâkayt bir maske takı» nır, Zaptiye nazırı oğlunu, zama nında çil çeyrek gibi hep bir çır- pıda kesilmiş “Paşazade, örnek» lerinden biri diye görür. Kıyafeti onlara benzemez değil; Pantalon çizgilerine miibalâğalı bir ehem- miyet verir, yeleği, caketi kusur- suz kesilmiştir. Fakat, ona rağ men seçtiği renklerin koyuluğu, boyun bağında hiç fanteziye ka: pılmaması zevsinde bir başkalık, bir durgunluk clduğunu gösterir. (Devamı var) 20 İLKTEŞRIN — 1905 —— ——— Kaya Oğlu Tablatla, vahşi hayvanlarla ve birbirleriyle boğazlaşan insanların heyecanlı romanı, No, 19 Kayaoğlu baktığı zaman, ağaca tırmanmış Yaban domuz oğlunu görmüştü Her yer sessizdi. Yaban Domuz o ğulları ırmağı geçmiş olmalıydılar. Kaçakların sandalını bulamayınca dö neceklerinden korkulurdu. Onlar Iki | bataklık arasına koca sandallariyle girmekten çekineceklerdi. Çiğdem Kaya oğlunun bütün bu ma nevralarını beğenmiş ve gençliğinin verdiği bir pekgözlülükle, bulunduğu bu büyük korkular arasında güleceği gelmişti... Kaya oğlu sandalı çalılıklar arasın da yürütüyordu. Yürümek güçleşince baltasiyle yol açıyordu. Biraz gidildik ten sonra büyük ağaçlar göründü. Bu büyük ağaçlar gölgeleriyle yerdeki bütün otları erlız bırakmıştı. Sonra ağaçların seyrekleştiği bir yer gördüler, Kaya oğlu söyledi: — Burada duracağız. Yüksek kayalıklarla çevrilmiş bir yer seçmişti. Orada daha kolay koru nabileceklerdi. Köpeklerle, kurtla ko nuştu. Onlar susma, pusu, dövüş buyu ran sözleri biliyorlardı. Efendileri şimdi onlara &usmalarını buyuruyor du. Derin boşluklardaki bütün deği şiklikleri şaşılacak bir duygu ile an larlardı. Köpeklerin koku almaları kurttan daha çoktu. Kurdun'da kul fı pek keskindi, Kaya oğlu onları üç yere yerleştir di, Silâhları -Bir topuzu, bir Baltas, #kfmızrağı, beş oku, Mr yayı! yardı. Kadınlarda da bir topuz, dört ok, iki balta, hir kargı, çocukta küçük! bir yay bir de ok bulunuyordu... Kurt! korkunçtu... Köpekler bir adamla çar pışabilirlerdi. Kaçaklar, iste kurutulmuş etten ça buk çabuk yediler. Sonra Kaya oğlu ile çocuk odun parçaları, kuru yaprak lar topladılar. Dikenli dallarla aralıkları tıkadılar. Yalnız köpeklerle kurdun geçebilece &i küçük, dar aralıklardan başka de lik bırakmadılar. Eğer Domuz oğulla rı oradan geçmeğe kalkışsalar bir to puzla kolayca öldürülebileceklerdi. Bıraktıkları küçük küçük birkaç ya rıktan Kaya oğlu, Çiğdem, Papatye, çocuk her yeri gözetebileceklerdi... Kaya oğlu düşmanla kendileri ara sındaki uzaklığı çoğaltmayı düşünü yordu. Yalnız Papatye çok yorgundu. Çiğdem bile geçirdiği ölüm korkusuy la bitkindi. Eğer yollarında daha iler lemiş olsalar izlerini arayan düşman onları biraz daha geç bulmuş olacak tr. Yenilmeleri ihtimali de pek çoktu, Burası çetin bir savaşa o elverişliydi. Burada kadmlar için döyüşme daha kolay olacaktı. Güneş yavaş yavaş nlcalıyor, gün batıya yaklaşıyordu. Kaçaklar yüzler ve yıllık ağaçların saldığı iri gölgeler arasında, ormanın bu derinlikleri içe risinde büsbütün silinmiş gibiydiler. Şimdi korku oldukça ortadan kalk mıştı. Yaban Domuz oğulları onların izlerini hulamamışlardı! Bir savaşçı oraya yanaşmağa kalkışsa bile gün ba trmi kaçakları sisleri içerisine ala caktı, - Sığınak oldukça kuytu, emin göründü... Kaçaklar geceyi orada geçi receklerdi... Kaya oğlu ile Çiğdem arada srrada konuşuyorlar, ellerini kollarını oyna tarak sözlerini anlatmağa çalışıyorlar dı, Şimdi ikide bir söylenen sözlerle bi! ribirlerini daha iyi anlamağa başla | mışlardı. Çiğdem Gökırmaklıdan daha, çabuk anlıyordu: Yeşilgöl soylarının sözleri beyninin derinliklerinde git tikçe canlanıyordu. Papatye onların sözlerine karışmı | yordu. Çok yorgun gevşek anlayışla; yalnız çocuğuyla uğraşıyordu. Kendi sini büsbütün ötekilerin ellerine bırak mıştı. Kucağındaki küçük docuğa bakıp ba kıp gülüyor, bu yumuşak, tatlı gülüş leriyle onu çıldırtıyordu. Böylece bu varlıklar arasındaki başka başka duy gular, biribirine benzemeyişler yavaş yavaş azalıyordu. Kendisini şu büyük göçebeye karşı daha yabancı gören Papatyede bile, Gün batınımdan bir saat önce kö pekler kıpırdamağa, kurt sığınağın çevresinde dolaşmağa başladı. Kaya oğlu, Çiğdem, çocuk kulak kabartir lar. Dalların yavaş yavaş sallantıla rındanı yürüyen küçük bir canlının a yak seslerinden başka bir gürültü işit mediler. Yalnız köpekler, kurt yanıla mazdı: Bir düşman, iki veya dört a yaklı oraya geliyordu. Kurtların göz leri fosforlar saçıyor, köpekler savaş çıya keskin gözlerle bakıyorlardı. Kaya oğlu yavaşça ıslık çaldı, Bu, susma buyuran bir ıslıktr. Bun dan başka Gökrrmaklı onları körükle medikçe bir düşman yaklaşsa, bir kor ku belirse ne havlarla, ne ulurlardı. Biraz sonra coykuflükları artmağa başladı. Kurt daha kurnaz, daha sin si dolaşıyor, köpekler küçük aralıklar dan çıkıyorlar, yalanarak gene geli yorlardı. Kaya oğlu okunu pözden geğirerek söyledi: — Yaklaşan ya aslan, ya kaplan, ya bozkurt olacak... Eğer bunlar değilse Yaban Domuz oğullarıdır! Çiğdem, elinde topuz bekliyordu. Oklarmı savaşçıya vermişti. Kaya oğlu ile çocuk kulaklarını top rağa yapıştırdılar, Belli belirsiz ayak sesleri duydular. Bunlar yırtıcıların olamazdı. Kaya oğ Ja: — Yaban' Domuz oğulları geliyor lar! dedi, Papatya bile bu sözü anlamıştı. O nun tirtir titrediğini gören çocuk gül meğe başladı. Gözlerinde, Savaşçı, ye nilemez bir yarlıktı. Çiğdem o kadar güvenemiyordu, Yalnız kendilerini ö Tümden kurtaran adamla dövüşmek is teği onu sarhoş gibi yapmıştı. Adımlar durdu. Büyük göçebe düş manın ormanın ağaçsız yerinde sak andığını, sığınaklarını gözden geçir diğini anladı. Onlar da kendileri gibi gizlice sak Tanmağa, görünmemeğe uğraşıyorlar dı. Her iki düşmanda da büyük bir ses sizlik, bir sinsilik, bir tetiklik vardı, İki taraf da aynı büyük ihtiyatla öte kini kolluyordu. En yakın ağaç bir okun gidebileceği kadardı. Düşmanın bulunduğu yerde saklanmak için çimenlerden, iğrelti ot! larından, çok seyrek küçük fidanlar dan başka birşey yoktu... Sessizlik öyle derindi ki Kaya oğlu aldandığını sandı. Yalnız köpeklerle kurdun duruşları kuruntuya yer bırak mıyordu. Göz bebekleri büyüyor, bu rün delikleri kabarıyordu. Gökırmak Wu, adımların ayak sesleri olduğunu anladığı için simdi onları dışarı bırak mıyordu. Hemen saldıramadıkları için pek kız gm bekliyorlardı. Dört kişiden her birisi birer aralık önünde gözetliyorlardı. Papatye de ö tekiler gibi büyük bir açık gözlülükle bekliyordu. Birdenbire sığınağın aşağı smda beklemekte olan çocuk geldi. Savaşçının omuzlarına sürünerek söy ledi; — Ağaçlarda bir Yaban Domuz oğlü vari Kaya oğlu yavaşça döndü. Okuns aldı. Baktı: Bir Yaban Domuz oğlü çınar ağacına tırmanmış, dallarla y$ rı buçuk saklanmış, ağacın budak y* rinde duruyordu. Ağncm yarısına gel miş olduğu için kayalığın içerisini gö rebilirdi. Hiçbir Yaban Domuz oğula rının okları onun durduğu yere yetiş€ mezdi, Yalnız büyük Gökırmaklıların çok uzaklara yetişebilen okları vardi Göçebe gözlerini ağaçtaki adams dikmişti, Sol omuzun, gövdenin bira nm görülebilmesini bekledi. Sonra art daki uzaklığı ölçebileceğini anlıyarak yaymı gerdi, oku fırlattı, Okunu gövdeye saplamak istiyordu Yalnız mesafe çok uzaktı. Ok adamif elini deldi... Yaban Domuz oğlu kızgın bir bağ! rışla ağacın uzunluğunca kaydı. Ker dini yere bıraktı. Arkadaşları görül düklerini, ortaya çıktıklarını anlıya rak ulur gibi bağırıyorlardı.. Dövüş haykırmaları ormanı çınlattı. Şimdi susmağa hiçbir sebep kalmamıştı. Çiğ demle Kaya oğlu da bağırdılar, Kurt aç kaldığı akşamlar oldağu #İ b urun uzun Ulüyor, köpekler kesik * kesik havlıyor, bütün bu gürültüler Kaya oğlunun gürleyen sesiyle karıf' yordu: — Yaban Doğilir —a-rr— yağmacılardır! Onlar baltalar altnda” mızraklar, oklarla yok edileceklerdir: Yaban Domuz oğullarınmn başkan alayla karışık veriyordu: — Yaban Domuz oğulları hılarm karılarını aldılar. Gökrmek adamları koyunlar gibi korkak, sümtk lü böcekler gibi miskindirler. Karşılıklı iki düşman epeyce bağ rıp çağırdıktan sonra sustular. BU susma kuruntu veren, ağır, boğucU bir susmaydı... Kaya oğlu Ikinci ms daldaki savaşçılarm dn arkadaşlari le birleşip birleşmediklerini düşünü yordu: Sesler yalnız beş altı kişi göt teriyordu. Güneşin son kızıllıkları aşağıdaki büytik ormanm ağaçları arasma giri yor, ırmağın buğulariyle karışan pırt! tılar ormanları, ırmakları, çayırlıki$ rı büyük bir yangın gibi kaplıyodu. U cu bucağı bulunmaz duran bu görünü gecenin damla damla ektiği karani larla çesçevreleniyordu. Bu, Yırtıcıların inlerinden çıktıkls rı bir zamandı. Yaban sesler, korkun$ homurtular biribirine karışır, bir a9 Jan küikrer, kurtlar ulur, çakalların keskin havlamaları baykuşun uğursuf kahkahalariyle karışırdı. Şimdi yalnız yıldızlardan sızan ki çük aydmlıklar kalmıştı. Taşlık sığınaktaki adamlar, karss lıklara karışan gölgeler gibi yaln$ duygularına uyuyorlardı. Yaban Domuz oğulları şimdi biçis siz bir küme gibi olan Gökrrmaklılar* | kadmları görüyorlardı. Sessizliğin gizli durakları içerisin de karşılıklı iki düşman da susuyo” du. Yırtıcrlar dolaşmağa başlamıştı Yaban Domuz oğulları büyük gös” beyi nasıl şaşırtarak yakalıyacakla"9 | nı düşünüyorlar, nereden mızrak, si ri taşlar atabileceklerini araştırıyof lardır, Yalnız onlar taş kümeleri ars# na saklanmışlardı. Bu, pek boş olacaktı. Birisi söyledi" — Eker saldıracaksak ne ruz? Bütün gece bekleyip duracak 9 yız? Karaboğa oğlu bizi adada yor! Yüzü yaralı bir savaşçı söyledit — Nasıl saldıracağız? (Devamı vari