Tefrika No Ivan Mihailof Bize siyasal ihtirasların korkunç sonuçlarını, kanlı tablolarla bildire - cek olan bu yanlarımıza Vmro yani (Makedonya arsuslusal ihtld? komi - tesi) ni iki sene önceye kadar elinde tutan komite başkanı İvan Mihailof ile bir Amerikalı gazeteci arasında ol. muş bir görüşme ile başliyacağız. Bir Vaşington gazetesinin aytarı| olan bu adam da Bulgardır. > Küçük) yaşında Amerikaya gitmiş ve yeni| dünyanın, yeni be geniş (kültürü ile büyümüş ise de, Makedonya toprağın - da yetişmiş ve çocukluğunu eli bom. » balı, saçı sakala karışmış, Makedon - ya çetelerini görerek geçirmiş oldu - undan onun yazısında Makedonyact. lara karşı duyduğu sempati açıkça gö rülüyor. Ancak böyle bir kalemle ya - zılan yaztların bize iç yüz üzerine da. ha derin bilgiler vereceği o meydanda olduğundan bu görüşmeyi doğrudan doğruya onun ağzından okuyucuları - muza sunuyoruz. İleride okuyacağınız kanlı yapraklar için en uygun bir ön sözün bu görüşme olacağına şüphe yoktur? * » Kulübenin kapısı açılınca, otuz yaşlarında kadar görünen, sakal, bıyık traşlı, bir genç odanın orta* sında görüldü. Bu oda Meryema: na resmi altında asılı bir gaz İâm-. basının soluk ışıklariyle aydınlar» mıştı. Genç adam orta boyluydu;| sırtrda yeşilimtırak bir askeri ce- ket, bacaklarında kum rengi bir külot vardı. Başında tepesi sivri meşinli, kırçıl bir kalrak göze çarpıyordu. Baldırlarına tabii, bo-| yasiz yünden dolaklar sarılmıştı. ! Tepeden tırnağa kader silâhir| id, Belinde fisekle dolu meşin fişeklik görünüyor, yanında da a- ğır bir tabanca sarkıyordu. Göğsü. ne ve omuzlarına, bu fişekliği tut&n çapraz kayışlar şeçirilmiş | omuzda bir tüfek, belde tabanca| ve daha bir takım komiteci teç»! hizatı arasında bir de fotoğraf ma. kinesini andıran elektrik © feneri vardı. Ayakları aşık kemikletine sıkı skiya bağlanmış öküz derisi çafıklara geçirilmişti. Omuzda tü- fek ve gövdesinin öte berisine iyi» ce dağıtılmış diğer silâhlarla * bu! adam, her hangi bir şeyi: üstüne, atılmak için tamamiyle hazırlan:| mış bir halde idi: O, hazırliğır. bir resmini temsil eder gibiyd». Bir misafirle en güvendiği iki ar: kadaşını kabul etmek üzere olma! sının bu hazırlıkla hiç de müna sebetii yokmuş gibi davranıyordu. Elimi güçlü bir biçimde sıktık- tan ve beni ihtilâlin umumi kar raryâhı olan çıpiak odaya dave! ettikten sonra İvan Mihailof ar- kadaşlariyle kucaklaştı. Onları yandRlarından ptü. Sunra da he- pimiz bir arada toprak olan yere se&len komiteci gocukiarmın üs tüne bağdaş kurduk. Oda dediğim gibi çırçıplaktı, hattâ bir ot minder bile yoktu. İs van Mihailofun sinirli bir gövde- si, keskin çizgili ve inıtçi bir sw ratı vardır. Könuşmadığ. zaman: larda dudakları srmısik: kapali durduğundan yüzüne sert bir ger- ginlik vermektedir. Pek sağlam değildi, fakat yıllarca dağlarda . geçen meşakkatli komiteci hayalı onu sertleştirmişti. Boyu orta, vücudu zayıf ve ke mikli, gözleri bat'k, yanakları çö- kük ve çenesi dört köşe idi. Makedonya komitesinin kırk senelik ihtilâl tarihi işte bu adar | MAKEDONYA vilal Komitesi B3.zanları ölüm mi ve MP yeri hetine getirmiş olan teşkilâtın iç yüzü | e Yazan: "” Stoyan Kristof da bağdaş kurmuş olduğum balde| " bu adamın yüzüne bakarken, son) yüzyılın ilk on senelerinde Maker) ——— donyada geçirdiğim çocukluk ha» tıralarımın komiteci kahramanları olan Gotse Deltçef, Damian Gruef, Boris Sarafffof adlarmı düşün- düm. O günlerde Makedonyada her çocuğun en büyük amacı ko- miteci olmak, sakal salrvermek, o muzuna bir tüfek asmak ve göğsü- ne içi fişek dolu çapraz kayışları geçirerek Makedonyanın egemen- liğini kurtarmak için kavga et- mekti, Çocukluğumda (Makedonya Türk buyruğu altındaydı. Şiradi ise Mihailofun göğsündeki çap- raz kayışlar gibi çapraşık sınırlam la parça parça edilmiş bulunmak- tadır. Sırplar, Yünanlilar ve Bul- garlar bu ülkeden birer parça ak mışlardır. Biz şimdi Makedonya- nın Bulgaistana düşmüş . parçası üzerinde idik. Mihailof Sırbista- nın elindeki kısımda doğmuştu; ben Yunan Makedonyasında dün» yaya gelmiştim. Fakat hepimiz Makedonyalı 'dik. Benim Ame- rikan yurtdaşlığına girmiş olmak. lığımın hiç bir tesiri yoktu. İşte şu dağ kulübesinde hep birleşmiş baş başa vermiştik. Ben buraya sadece meraklı ve sergüzeşt peşinde koşan bir gaze teci sıfatiyle gelip gecenin ölü su- künu içinde, korkunç ağ tepele- rinde bir ihtilâl şefiyle görüşerek okuyuculara Balkan ısazlıkları i» çinde komitecilerin silâhlı çetele- ri hakkında malümat vermek sev- | dasında değildim. Mihailof benimr| le, her hangi bir gazeteci ile gö- rüşür gibi Vmro'nun ns «'duğunü, niçin binaları, demiryöılarını, köp rüleri bombaladığını, neden devlet adamlarını, generalleri ve hattâ son zamanlarda bir kraiı öldürdük! lerini anlatmağa kalkışmadı, O. benimle bir Makedonyalı ile konu. şur gibi davranarak beni tekrar kutlu amaç uğruna vafti: etmeğe uğraştı. Ben yirmi yıldanberi bu müşterek amaçtan ayrılmış ve As merikada yerleşmiş buluruyordunı ve kendimi bu heyecana kaptır- mak zor geliyordu. * Ben Make fonya dabili ihtilâi komitesi olan Vmro ile münase- betlere girişerek, teşkilâtın şefi clan İvan Mihailofla görüşmek is» teğini onlara bildirmiştir, Onun genç ve çok alçak göniillü bir de- likanlı olduğunu söyled'ler. Bun- dan başka yabancı maibuat müs messillerinin kendisiyiz görüşmek için yapmış oıdukları birçok mü- racaatlara rağmen heniiz bir tek mülâkat bile vermemiş u!duğunu anlattılar. O deima giz.enmekte ve kendisine çok sadık Li, çete tar rafından muhafaza edilmekteydi Çevresi o kadar esrarla sarıl- mıştı ki Sofyadaki Yugoslav slçi- liği, Sırpların Vauçayı görebil- meleri için bir fotoğrafıru 200 İn- giliz lirası vermeğe hazı: olduğu - nu ilân ettirmişti. (Vaaça, İvanın Sırpçasıdır). Makedonyada doğ» muş olmam bana yardım ettiği i- çin mülâkat talebinde büuyuna is- rar ettim, YDevamı var) HABER : - Asia Postam > Ke va açırıları Arslan Turgut, o gün, polis müdüriyetinde tertibat almıştı.. Sahte banknot yapan Kumpanyanın merkezini basacaktı.. Tam bu sırada, Neclâ, onu Modaya çağrıyordu! BAŞLANGIÇ Arslan Turgut, İstanbul polis müdürlüğünün en değerli sivil me- murlarındandı. Bir kaç dil bilir, bildiği diller arasmda İngilizce ve! Fransızcayı pürüzsüz konuşurdu. Polis müdürlüğünde Arslan Turgut göze çarpacak kadar siv - rilmişti. O zaman İstanbul işgal altında bulunuyordu. Mütarekenin üçüncü yıl sonları idi, Arslan Turgut henüz otuz ya- şma basmamış, orta boylu, balık etinde, çevik, kuvvetli ve yakışık- Ir bir gençti. Arslan Turgudu ailesi evlen * dirmek istiyordu. O, Modada, Ab- dülhamit paşalarmdan çok zengin birinin kızı ile yeni nişanlanmıştı. Neclâ... Bu, onun nişanlısmın ismiydi. Neclâ Amerikan kollejinden çıkalı henüz üç yıl bile olmamıştı. Görünüşte yirmi, fakat hakikatte yirmi üç yaşını bitirmek üzereydi. Biraz maceraya temayülü vardı.| Basit, hareketsiz erkeklerden hiç! hoşlanmazdı. Arslan Turgut onun için biçilmiş bir kaftandı. Bir aydanberi nişanlı bulunu- yorlardı. Sonbaharda düğünleri olacaktı, Arslan Turgut, nişanlısmı çok beğeniyor ve çok seviyordu. Nec- lâ, Arslanın o güne kadar gördü - ğü güzel kızlardan hiç birine ben- zemiyordu. Kumraldı.. Zeki ve çe-! kici bakışları vardı. Konuşması, | yürümesi, yemek yemesi, piyano çalması, şarkı söylemesi.. Herşeyi güzeldi. Arslan Turgut onu biraz da çapkınca buluyordu. Fakat, o, bu! buluşunu nişanlısma sezdirmemiş-! ti.Çünkü bu hali, delikanlının en hoşuna giden tarafı idi. Arslan Turgut o gün Galatada| Perşembe pazarında yarım liralık! banknotları taklid eden kumpan- yanın gizlendiği yeri basacaktı. Polis müdürünü bekliyordu.. Ar - kadaşlarını hazırlamış, icabeden tertibatı yapmıştı. Odasında sinirli adımlarla aşa“ ğı yukarı dolaşırken, bir akşam ön, ce nişanlısının okuduğu sarkiyı! hatırlıyordu. Neclâ bu şarkıyı neden #ik sık söylüyordu? Beyninin içinde bir aydanberi! takılıp kalan bu soruya kendi de! cevap veremedi. Cigarasmı yaktı.. Ayni şarkıyı kendi kendine mırıldanmağa baş- ladı; “Gülmekte çiçekler; dereler şevk ile çağlar, Hicritile bu ruhum fakat öksüz gi-| bi ağlar.! Süslense dehep renk ile, âhenk ile dağlar, Ruhum yine hierinle bir öksüz gibi ağlar!, Sonra birden kendini, masası - nın önünde duran geniş koltuğa at tı. Düşündü.. Düşündü.. Acaba, bir öksüz gibi ağlıyan bu ruh, nişanlısının ruhümüydu Arslan Turgut, Neclânm bu şar kıyı neden sevdiğini bir türlü an - İryamıyordu.. Bereket versin ki, daha fazla düşünmeğe vakti yok. tu, v “4 Telefon çalıyordu.. Çok defa, sabırsızlığın, musi - bet doğurduğuna inanan Arslan Turgut, cigarasmı söndürdü.. Te » lefonla konuşmağa başladı: — Alo alo... Sen misin Neclâ?.. Ah, ne güzel bir tesadüf. Ben de! şimdi seni düşünüyordum.. Ne de-! din... Şimdi Modaya gelmek.. Val lahi bu mümkün değil, Fakat, söz! veriyorum, akşama gelirim. Bili . yorsun ki bugün mühim bir baskm yapacağız. Polis müdürünü bek» liyorum, Talimat “alıp hemen işe başliyacağım. | Yarar etme canım! Söz veriyo » rum dedim ya.. Akşama herhalde. gelirim, Dün akşamdan beri nasıl-| sın?... Bir Amerikalının yatına mı gideceğiz dedin?.. Bu adamla ne rede tanıştm?... Ne ise, akşama bol bol görüşürüz. Allaha ısmarla dık. Arslan Turgut tekrar ayağa kalktı; — Neclânm sesi çok neşeliydi. Halbuki akşam benimle konuşur. ken ne kadar suskun, ne kadar ha-| reketsizdi. Bir Amerikalı ile tanış») miş.. Mister Hopkins... Amerikada bir demir kralı... Büyük-bir yatla İstanbulu gezmeğe gelmiş. Arslan Turgut, zengin bir Ame. rikalının yatında verilecek çay zi- yafetinin oldukça eğlenceli olaca- ğını ğını umuyordu. Akşam üstü, ses Moskovanın 5S. kilfassofski ens- titüsü kan şirin - POE ga etmek işinde kendine başlı ba şma bir tarih yapmıştır.Bu ens titü ölmüş bir a - damdan alma- £ rak muhafaza &- dilen kanm bü- yük bir muvaf - fakıyetle hasta - lara şiringa edi * İeceğini nihayet bir çok misaller. $ le isbat etmiş « tir; : Sekakta bir otomobilin altında) kalmiş olan resimde gördüğü - nüz on beş yaşmlaki kız üç kilo kadar kon zayi ettikten sonra Skil. fassofski enstitüsüne taşınmıştı. Hemen ameliyat masasına yatırı- i Jan kıza, de olsa, iş dönüşünde vakit geçir» meden Modaya gidecekti, Diline doladığı şarkının beste- sini tekrariryarak, biraz sonra te lefonu açtı. Kadıköy polis merke- zinden, Moda önünde duran yat hakkmda malümat istedi. Merkez memuru, Arslan Tur - guda kısaca şunları söylemiştir — “Yat sahibini dün yakından gördüm. Kırk yaşlarında, yakışık- Ir, uzun boylu bir erkek. Bir bu - çuk aydanberi Avrupada dolaşı - yormuş. Fakat, ne gariptir ki, A - merikadan gelen bu yatla İstan - bulda bulunan Amerikalılar hiç de alâkadar olmadılar, Hatta merke- zin arka sokağında oturan Nev - yorklu bir un tüccarı, Amerikada bu isimde bir “Demir kralı,, olma- dığımı bile söyledi. Mister Hopkins in, Kalamış koyunda gezen ve yi- kanan genç Türk kadınlarını yati- na davet ettiğini - yarı şikâyet tar- zımda - baber verenler de vardır... Bu sırada telâşla odadan içeri" ye giren bir polis memuru: — Müdür Bey geldi, dedi, sizi bekliyor. Arslan Turgut kaşlarmı çatmış- tr. Telefonu kapadı.. Çekmecesin- de duran tabancasmı aldı; arka cebine yerleştirdi. Polis müdürünün odasına doğ” ru yürüdü. Dizlerine birdenbire sebebini anlıyamadığı bir kesiklik çökmüş- tü. Beyninde bir kaç kelime sanki carilanmış da raksediyor gibiydi. Şarkı.. Plâj.. Yat.. Hopkins. Sahte banknotlar... Bütün burlar polis hafiyesinin beyninden şim * şek süratile geçiyordu. Poliş müdürünün kapısı önüre gelince kendini topladı.. Önürü ilikledi.. İçeriye girdi. (Devami var) > Kan şiringaları bir kaç dakika içini# muhafaza kan nakledilmiştir. Bi” rada operasyonun bitmek üzer€ ol. duğunu görüyozsunuz. Ameli en dakika sürmüştür. Kiz az A“ manda iyileşerek enstitüden mıştır,