İz. gi 20 EYLUL — 1995 BARBAROSTAJ İNT - Tefrika numarası: 20 ——.. 8 i ii yi Wi İK AMİ Kİ e Yazan:(vâa-ra) HABER — Akşam Postası > Tavandaki makaralara geçmiş bir sürü. ipler, işkence dairesinin boşluğunda efsanev iri örümceklerin ağları gibi sallanıyordu Geçen kısımların hülâsası Yılanlı manastıra mektup ge. tiren kızlar ağası casus zannederek yakalıyorlar be bir bostan kuyusunun dola- hina bağlıyarak suya doğru in» diriyorlar. Yakalıyanlar, köylü kılığında olan ve Yönl namı müs tenrile Türkler arasında casus» lak yapan bir genç Monsenyör- le manastırın dört papazıdır.. Bir taraftan haremağasının yü- reği çarpıp dururken, öte yandan da dolap dönmekteydi. Ne olu » yordu Onu, bostan kuyusunun dibinde boğacaklar mıydı?... “Çık mazlar dehlizi,, dedikleri burası mr, Yukarıda: — Tsss... höst... — diye bir #63 duyuldu. Yeraltı dehlizlerde Bostan dolabı durdu. Herhalde, papazlardan yalnız bir tanesi yu- karıda kalmış olacaktı. Zira kız - larağsı, deminki rahip ayakları - nın yanında, iki çift rahip ve bir çift köylü ayağının daha belirdi - ğini gördü. Papazlar, iri kalaslar üzerinde ilerliyerek, kuyunun icinde duva! ra .yaklaştılar. Urana birşeyler yaptılar, Zencinin aralık gözü faltaşı gibi açıldı. Zira, kuyunun duvarında bir insanın ferah ferah gireceği büyüklükte bir kapı be . lirmişti, Dört adam, kızlarağasını yaka- ladı, Bu gizli kapıdan içeri sok . tular, Sonra, tekrar methali ka - Pattrlar, İçlerinden biri, hemen orada hazır bulduğu feneri yaktı. Kız - larağası, bunun aydmlığında et . 2 ğe bir dehlizde ol - nu ve yanı küherçeleyle kapk bu kâgir ei leri doğru uzandığını gördü. ii papaz önden yürüdü, di rahip de Ramarama'yı başm . ehri VS ayağından yakaladı. Onu veta bir köy kilisesinin içi kadar büyük bir yere getirdiler. Zemin taş, sütunlar taş, kemere lez ve tavanlar taştı. Birkaç yere ear asılmarştı. Ramarama, bunların ışığı sa yesinde, müthi, zarala! gördü; yz ot Ağ i Kemerlerin üçünden ru ipler sulanmıştı. mal — cunda, ellerinin baş parmakların. dan, adamlar asili duruyordu. A. “lr insanlardan biri köylü kılığı Pa rağmen delikanlıyı tanıdı. Fa; *ih bir türkçeyle; > Habis... -- dedi, “marama. işkence gören za - valllaş, melid Türk oldüklarmı derhal Monsenyör, rindeki örtüyü t e van hile, #0 LİRA all — Siz, varın hâlâ — nızı haber vermeyin... Biz, bir ta. nasini daha yakaladık işte... Öte- kileri de bulacağız... Hele bu ma- nastrrm içindekileri... Eğer kim ol duklarmı bize söylerseniz, işken . beş dakika içinde ölürsünüz diye | vadediyorum size... Hattâ, baş - papaz Sinos cenapları, daha bü . yük bir şefkat eseri bile gösteri - yorlar: Hangi ölümü tercih eder - seniz onunla öleceksiniz... İster - seniz, kafanız gayet keskin bir kr lıçla uçurulacak, isterseniz, asıla. caksmız, isterseniz gayet müessir bir zehir içeceksiniz... Hülâsa, iş kenceden kurtulacaksmız... Elve- rir ki şu manastırda şerikleriniz kimler”... Burada konuşulanları, tertip edilen plânları Türklere kim haber veriyor?... Onu söyleyin... Deminki Türk, insan hançere - sinden çıktığına binbir şahit isti » e bozulmuş, mahvolmuş bir ses- ©: — Söyliyecek hiçbir şeyimiz yok... — dedi. — Getirdiğiniz fel- ir 4 sıkıştırın... Belki esrar onda - YT... Monsenyör, ötekine döndü: — Ya sen?... Sen ne diyecek - | sin? Aşağı yukarı ayni derece bitkin | bir seş; — Nasıl olsa bir günden ziyade yaşryamam... Bu zamanımı da Altair Peygamberi ünşünetek ge: şiriyorum... Beni manen olsun ra.| hat bakm! — Ya sen?... Üçüncü maslâp, ruhunu teslim etmek üzere olduğu için cevap ve- remedi. Papazlar, sahte köylüye dalka - vakluk etti: — Ne inatçı adamlar... Değil mi, efendimiz?.. Şunlara fareli çömlek cezası tertip etmeli de günlerini görsünler... Yâni ismini sahte olarak tası - van Monsenyör, Ramarama'va baktı; Türkler gibi s1.| — Bu kı ağızlı değildir... Onların neye, uğradığımı da gördü.. Herhalde; esrarı ondan öğrenebiliriz... İ Papazlardan birine döndü; İ — Birader! Siz şunun üstünü | başmı araym da, ne bulursanız yukarı getirin bakalım... Ben, baş. Papaz Sinos'un yanma gidiyo - rum. Diğer iki papaza: — Haydi... — diye işaret etti, Yürüdüler, Yâni, duvarın bir tarafımı itti. Gizli bir kapr açıldı. Bir dehlize indiler. Buranm da tavanmda fe, netler yanıyordu. Sol taraftaki bir odadan iniltiler geliyordu. Aldım. madan geçtiler.Monsenyör, sağda. ki ilk kapıdan içeri baktı. Bu o - dada birtakım alet ve edevat gö . rünüyordu. Tavandaki makaralara geçmiş bir sürü ipler, odanm boşluğunda, efsanevi iri örümceklerin ağları gibi sallanıyordu. İplerin uçları, ya şekilli koltukların, kerevet » rölyef (1) bir ayak tabanı resme-| “eden kurtulup rahat bir ölümle | dilmiş bir mangal. Yarı yarıya' zeytinyağı dolu, dibi islenmiş bir lengerin yanında irili ufaklı huni. ler... Kimi duvara asılmış, kimi kanlı olarak yere atılmış baltalar. satırlar, kıskaçlar, miller, kerpe - tenler... a Yâni, suratını buruşturup pa - pazlara hiddetle baktı: — Bravo!!... İşknece dai. resine doğrusu bu kadar temiz bakmak olur... Zaten burada ta - bii olarak rütubet kokusu var, üs- telik bir de bu kir taaffünleri biri. kirse tamamdır... Sinos cenapla - rının ne kadar titiz, ne kadar me- raklı olduğunu bilmiyorsunuz san- ki... Daha geçen gün kulağınızla işittiniz: “Cellâş dairesi bile be - nim beyaz güvercinlerim kadar saf ve lekesiz olmalı!; dedi... Ah, bu büyük ruhlu adam, kendisin - deki yüksek meziyetleri size nasıl aşılıyacak?... Yöraltı dehlizlerini bir gün teftiş etse de: “İnsanlara bu pislik ve intizamsızlık içinde mi işkence ediyorsunuz ,. dese yüzünüz kızarmıyacak mı?... Rahipler, telâşla: — Monsenyör... Haklısınız, fa - kat, kusura bakmaym... Dün ge » ve, Beyaz Zambak manastırindan rahibeler geldi, âyin yapıldı da. herkeş uykusuz kalıp sabahleyin geç kalkıldı... Onun için işkence » hanenin temizlenmesi bu saate kaldı... Bizi affedin, hem rica e - deriz, Sinos cenaplarma da bu gördüklerinizden bahsetmeyin... Yâni, yürüdü: — Peki, fakat, siz de derhal buralarını temizleyin... Madem ki dün gece rahibeler gelmiş, bir ke- re de Beyaz giden ye- raltı yoluna da baktırm... Sarhoş döndükleri sırada geçen sefer ba-| zı yerleri kirlenmişti, hatırlarsmız ya,., Sonra, zannederim, denize çıkan yeraltı yolundan biraz son « ya geçmem İâzımgelecek... Geçi - din sonundaki gizli mağarada du - ran yelkenliyi derhal hazırlatın! ! Bu yolun bütün tuzaklarını ben geçinciye kadar kaldırın ve mü - teharrik taşları sabitleşitrin, dal - gmlik tarafıma gelip başıma bir iş açılmasın... — Emredersiniz, efendimiz... — Maamafih, ben de gene dik» kat ederim ya... Doğrusu, bu ye - raltı yolunda yanlış bir adım atıp, açılan yaylı ka; aşağı yu - varlanmak, yahut tepeden inen manivelâlr bir taşm altında yam- yassı kesilmek hiç de hoş birşey olmaz! — Sizi her türlü kazadan Allah esirgesin, Monsenyör... Siz, biris. tiyanlığın müslümanlığa. bahusus Türklüğe karşı mücadelesinde en güvendiğimiz bir mücabitsiniz... Katolikliğe ve ortodoksluğa bak» madan, bütün hıristiyanlığın Türk lük aleyhine seferber olmasma ça- İışıyorsunuz.... — Tabii değil mi ya... Maksat Türklüğü ezmek... Bumun için de en evvel, onun denizlerle rabıta . amy kesmeliyiz... Halbuki Yakup Beyin oğulları varken imkânı yok $ e e Pisi ORMANIN KIZI Vahşi hayvanlar arasında ve Afrik onun balta girmemiş ormanla” vanda geçen eşh ve kahramanlık. heyecan. eşror ve tetkik roman: BN“ gg mmm Yayan: Rıza Şekib e Ebülülânın. yanında gerçi bir aslan vardr, Fakat gece yarısına yalın bir zamenda bunların peşinde daha çok ilerlemek bir tedbirsizlik olurdu — Ben hemen gelmiye çalışı | lik olurdu. Geri döndü ve gsliiği rım, — Pekâlâ!.. Yalnız gitme, as) lanlardan birini yanma al.. Hissolunur bir serinlik ormanın en kuytu yerlerine kadar dağılmış. | tr. Ay, tepede o kadar büyük ve| o kadar yakın görünüyordu kil bu gündüz aydınlığını da Afrika topraklara, bu yüzden bu kadar bol verdiği sanılırdı. Ebululâ, karanlıktan şikâyetçi | değildi, hattâ her ihtimale karşı kendisini bir tehlikeye karşı ko- ruyabilmek için daima ağaç göl- gelerine dalarak yol alıyordu. Böy lece tam yarım saat daha yürü - dü. Yüksek, etrafı ve önünü bütün açıklığıyla gözen bir noktaya gel- mişti. Başımı ıki tarafa yavaş ya- vaş çevirerek gözünün alabildiği yerlere kadar araştırdı. Solunda bir ışık parlıyordu, E- peyce uzaktı. Küçücük, . arasıra yanıp sönen bu parlaklığın bir ateş olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Işığın yanıp sönmesi de etra - fında dolaşanlardan ileri geliyor » du. Ebululâ bunları görmüyordu. Fakat buna hükmetti, Kendi ken. diner ! — Bunlar, muhakkak ormanı altüst eden vahşiler olacak, dedi.. Ebülülâ bunda yanılmıyordu. Bunlar hakikaten ormanı altüst eden vahşilerdi. Sebep? İşte bunu anlamak ve kat'i şe » kilde söylemek imkânsızdı. Ebülülânn yanımda gerçi bir as- lan vardı. Fakat geceyarısına ya - İ yollardan kafasının içinde kıvrıs lan istifbamı . halledebilmek için düşüne düşüne Karşa'nn bulundu. ğu yere geldi.Karşa, onu bekliyor. du. Takip işi midelerini düşünme» lerine, açlıklarını gidermeğe ye * ter öteberi toplamalarına mâni ol. muştu. Genç kız: — İyi ki geldin... Bu gece aç mr yatacağız? — Gördün mü yaptığımızı? Bunu hiç de düşünemedik... Am» ma güç birşey değil, Şimdi temin ederiz. Ebülülâ daha bunu söylerken ayrılmağa yüztutmuştu. Karşanm bir cümlesi onu bir müddet daha alıkoydu: — Bizim genç yerli de ortada yok... i Ebülüliânm kafasmda birşez “Dang!,, etmişti. — Sakm yerimize bu vahsile- ri musallat eden bu adam olma » sm?.. Karşa cevap vermedi. Düşünce. K duruyordu. Ebülülâ ilâve etti: — Bunu dönüşümde konuşuruz. Şimdi ben öteberi toplamağa gidi yorum. — Git... Çabuk gel yalnız... Ebülülâ ayrıldıktan sonra Kar » şa, kuru otlarla yatağını hazırla » mağa uğraştı. Düşünüyordu: Ormanın artık eski sakinliği kal mamıştı, Ebülülâünm geldiği gün » denberi, canmdan çok sevdiği hay leriyle istediği kadi l olamıyor ve aralarındaki mesafe günden güne fazlalaşıyordu. Bun» km bir zamanda bunların peşinde | da Ebülülünm kahahati var mıydı? daha çok ilerlemek bir tedbirsiz - işin üstesinden gelemiyecektik... Neyse, hayırlışiyle İlyas'ı temizle- dil! Oruc'u esir ettik... Bunda şah san muvaffakiyet benim olduğu i: çin pek memnunum... Şimdi de a- sıl en yamanı kaldı; Hızır... Kar » deşlerine verdiğimiz gibi bir bas. kmı ona da vermemize ramak kal. mıştır... Ah, şu Golos baskınında muvaffak olsam... Haber aldığı - ma göre, Hızır, buradan çıkınca, Golos'a uğrayıp orada gemilerini yağlıyacak, yoluna devam ede - cekmiş... Onun için, ben, o körfe - zin ağzımı kesip bekliyen dört Sen Jan galisine (2) oradan yarılma» malarımı bu geceden itibaren pu- su kurup beklemelerini haber ve - receğim... Rüzgür müsaitken he - men hareket edeyim ki, Hızır'ın kadırgalarmdan önce varayım... İki papaz: — Hıristiyanlığın yüzünü gül - dürecek sizsiniz, efendimiz... Bü » tün ümitlerimiz sizdedir! Baba, Oğul ve Ruhülkudüs teşebbüsü - müzde muvaffak etsin! — diyerek dalkavuklüklarmı tekrarladılar. Yeraltı geçidinin bir dörtyol ağ- zmda durdular. .Monsenyör, bir köşebaşındaki taşı itti. Yukarıya doğru yükselen bir merdiven gö - rüldü. Kırk elli basamak kader çıktıktan sonra, bir taşlığa vardı - (Devamı var) lar, Bu taşlık gayet geniş, aydın » lik, muntazam ve temiz bir binaya ait alt sofa gibi bir yerdi. On iki tane mermer sütunu vardı. Çıktık» ları gizli merdivenin üstünü, bu mermer sütunlardan biri, kaide - siyle örtmek vazifesini görürken, o üç kişinin merdivene basması ü - zerine yana doğru kaymış, geçidi açmıştı. Son çıkan papaz, mermer sütunu kolaylıkla iterek merdive- nin methalini tekrar gizledi. Ancak iki üz adım ilerlemişler. di ki, zehirli einsten belki kırk elli tane irili ufaklı yılanın dört bir ta- raftan fışkırarak üzerlerine doğru yürüdüğünü gördüler... Yâni irkilip geri geri sendele di. (Devamı ver) (1) Barölyef, yani kabartmanın ak- si; hakkedilmek suretiyle vücude ge tirilen resim, (2) Hiristiyan kadırzalarına veri len isim.