18 EYLÜL — 199 — — ———— Tefrika numarası: 8 HABER — Akşam Postası ilyas Reis şehit olmuştu, fakat Orucun ne olduğu- nu söylemeye kimsenin dili varmıyordu. O daha feci bir vaziyete düşmüştü: j i esirdi. Bir Türk korsanı için, bu, biricik felâkettir! Geçen tefrikaların hulâsası Hızır Reis (Barbaros) kendi . ne tâbi Ağrıbos adasının pren » sine iki kadırga ile geliyor. Bu tabilyete isyan gösteren pren - sin karısı Anita, ona bir suikaşt hazırlıyor. Merasim merdive « ninden çıkarken başına somaki bir saksı düşürüp öldürecek. Fa kat Hızır şimdilik bahçedeki çi» narın altındadır, Taraçanın öte ucunda bir ka - nepe vardı. Çınarın altı oradan daha iyi görülür, konuşulanlar da| daha iyi işitilirdi. Anita, kanape. ye oturdu. Sarmaşıklarla gizlene-! rek seyre başladı. Hızır Reise, en yumuşak, puf- la kuştüyü minderleri ikram edi -| yorlardı. — Yok, hayır, eyvallah... Şu hasır daha iyi... Orada oturayım.. Hasan!.. Sen de o yumuşak yere çökme bakayım... Yanma gel... Korsanlıkta kuştüyü minder yok - tur... Korsanm gözü rahatta olur- sa hali berbattır! Gülerek çocukla şakalaşıyor - du. Ona, bütün bu asilzadelerden daha ziyade ehemmiyet verildiği belliydi. Kendisine ikram olunan yemişlerden en seçmelerini de e - liyle soydu, oğlana yedirdi. Bütün bunları yaptığı sırada, kaşları çatıktı. Güldüğü zaman bile alnmda bir elem çizgisinin iz- leri görülüyordu, Her halde zihni- nin pek meşğul olduğu anlaşılı » yordu. Çivarındakiler ise, ona hürme- ten alçak sesle biribirleriyle ko - nuşuyorlardı. Hızır maiyeti la! rak gelenler, buranın yerli Türk ve Hıristiyanlarma besbelli heye- canlı ve matemli bir şey anlatı. yorlardı ki, arada sırada şu ses » ler yükseliyordu: — Ya?... Vah vah... Vah vah., — Vay alçaklar vay!ı.. — Allah rahmet eylesin.. Ma ! kamı cennet olsun | — Ah Ilyas Reis... Ateş parça- sıydı, ateş! — Sen - Jan Şövalyelerinin ka- lelerini kafalarma geçirmeli... | | — Onun da zamanı gelecek... Görürler, Iâinler! — Peki, Oruç Reis?... Anita, kulağma çalınan bu söz- leri toparlryarak bir türlü biribiri- ne ekliyemiyor, hepsinden bir ma. na çıkaramıyordu. Buna rağmen, Hızır Reise taallük eden bir felâ. ket olduğunu anlamıştı. Hızırm Oruç adında bir ağabeyi ile İlyasi isminde bir küçük kardeşi oldu - ğunu ve bunların Midilli ile Mısır arasında ticaret ve korsanlık yap- tıklarını biliyordu. — Oruç Reis, o ne oldu yahu. Söylesenize... Hızır, bu sual üzerine başmı çevirdi. Artık, çocukla meşğul ol. madı. Elindeki bıçakla yarı 80- yulmuş yemişi maiyetinden birine >zatarakı — Hasana sen yedir! - emrini verdi. Burun üzerine, çinarm altımda” ki yerliler, hemen hep bir ağız - dan ve ayrı ayrı dillerle: — Başın sağ olsun, efendimiz... İlyas Reis şahadet mertebesine e - rişti, öyle mi?., - dediler. Hızır, cevap yerine, fasi'ı Arap- ça ile bir cümle dua okudu. Gelen korsanlardan biri: — Aslanlar gibi döğüşerek, Tanrının ulu adını zikrederek ve üzerine saldıran Rodos Şovalyele- rinden yirmi otuzunu öldürdükten sonra, kendi de öldü.. . dedi. Derin bir süküt... Orucun ne olduğunu söyleme - ğe kimsenin dili varmıyordu. O, daha feci bir vaziyete düşmüştü. Bunu havsala almıyordu: Düşman elinde esirdi! Bir Türk korsanı için, bu, biri- cik felâkettir) Bir ses: — Allah, kulunu öldürmeyince öldürmiyor, işte... - dedi. Bir Hıristiyan: — Müslümanlıkta intihar ha - ramdır derler.., — İster istemez esaret hayatı- na katlanıyor! — Peki kimin esiri imiş7... — Iki kaptanın birden müşte. rek mali imiş... Kaptanlardan bi » rine Rutani diyorlar... Öteki ise... Neydi adı? — Bir Kont... Şey... Kon d'Am- bro.. Yerliler arasmda, umumi bir hareket görüldü. Bütün başlar, Benito'ya döndü... Oda Kont d'Ambro değil miydi?... Bu umumi alâka üzerine, deli- kanlı şarardı ve titredi, Bilhassa, herkesin ona baktığmın Hızır ta- rafından da fârkedildiğini ve yer- li Türklerden birinin eğilerek Rei. se birşey fısıldadığını da görmüş- tü. Bu esnada ise, gelen korsan - lardanbiri anlatıyordu. — Bizim Midillide bir tüccar var, Rodosla da iş yapar. Rutani kaptanı iyi tanıyormuş. “Verile - cek fidye, karşılığında Orucu koyvermesi için yardım ederim!,, diyor. oAma, öteki herif, yani Kont d'Ambro keçiye benziyor.. Kendisiyle nasıl baş edeceğiz bi - lemem... “Malrmdır, veremem!,, diyormuş galiba... Onu bir tanıya- na da rastiryamadrk ki, yumuşa « talım... Benito, bu sözü fırsat bildi: — Hakkmız var, efendim... Çok hasis ve inatçı bir adamdır... Amcam olduğu halde beni bile e- sir etseler, bir pul fidye vermez... Buna rağmen, eğer efendimiz Hr. zır Reis müsaade ederlerse tavas- sut edeyim... Bunu şeref bilir, ifti- harla ve gönül rizasiyle yapa - Hızır, yanındaki Türklerle ge - ne usul usul bir şeyler konuştu. Konta, kısaca: “Eyvallah... Gö- rüşürüz,, dedikten sonra, Pren - se döndü: — Fidye ile nasıl baş edeceğiz, bilmem! « dedi. . paraca pek siki. Düşman elinde şık vaziyetteyim... Belki işitmişsi- nizdir, son zamanlarda, bütün bütçem, 1800 Müslüman esirinin kurtarılmasına gitti... Şimdi ise, kendi öz kardeşimi kurtaracak halde değilim... İki kapatnın söz“ de en kanaatkârı olan Rutani bi - le, 25.000 akçadan başlamışken, 10.000 altın diye tutturuyor. — On bin altm?... Prens, düşünceye daldr. Âdeta ürkmüştü. Reis bunun farkına vararak, Cilberto'nun © yüreğinde doğan şüpheyi yatıştırmak, onu derhal teskin etmek istedi ve düşüncesi - ni, açıkça ortaya koydu: — Bu parayı yalnız senden ve karşılıksız olarak istiyecek deği « lim! Civarda haraç kestiğim di - ğer yerler de var, biliyorsun! On- lardan da toplıyacağım. Esasen, Kont d'Ambro'yu tatmin için, on bin altından pek daha fazlasma ihtiyacım var... Sana teklifim şu- dur: Anlaşmamızı yedi sene daha uzatmamı geçen sefer istemiştin. Ben, yeni anlaşmada haracı arttı. racağımı düşünerek “Olmaz, za - manı gelsin de Obakarız!, diye baştan savmıştım, Eğer müşkülü. mü haledersen seni ve sana tabi o- lanları, kaledeki bu adamlarımla ve gemilerimle şimdiye kadar ol - duğu gibi, yedi yıl daha koru - rum... Birinizin kılmıza zarar gel. mez... Prens, yerlere kadar eğildi: — Allah ömürler versin efen - dimiz... Fakat, eğer müsaade bu - yurursanız... Etraftaki kalabalığa çekinerek baktı, Hızır, hak verdi: — Evet, sarayda konuşalım, tenhada daha iyi olur, En yakın adamlarından birkaç kişiye işaret etti. Kendi de kalktı. Merasim merdivenine doğru yü - rürken, başını arkaya çevirdi: — Sen de gel bakalım, küçük kont d'Ambro!... Seninle de ko - nuşacaktık... (Arkası var) Sarıyer gençler mahfelinin büyük deniz gezintisi Sarıyer mahfeli Kırklareli say İ lavı Bay Şevket Ödülün himaye lerinde güzel bir gezint! tertip el mişlerdir. Gezinti 21 eylül bu cumartesi akşamı şirketin 71 numaralı vapu- riyle yapılacak ve sabaha kadar sürecektir. Vapurda mükemme! bir caz - bantla bir de incesaz heyeti var - dır. Ondan başka da makfel genç leri tarafından birçok hümarala, yapılacaktır. Davetlilerin hoş bir çece ge - çirmeleri için şimdiden hazırlık lar yapılmaktadır. Üye arkadaşların «umartesi akşamına kadar davetiyelerini ai- maları rica olunur. . ORMANIN KIZI ——— Vahşi hayvanlar arasında ve Afrikanın balta girmemiş ormanla” sında geçen aşk ve kahramanlık. heyecan. esrar ve tetkik romanı BNO'şgammam Yazan: Rıza Şekib mm — Bundan korkma.. Dişarıya önce aslanları çıkarırız. İki üç sa- niye içinde ortalık tenhalaşır,. — Sanıyor musun? — Hiç şüphe yoktur. Dışarda bulunanlar, (şimdi neşe içinde. Hiçbirinin üzerinde en ufak bir si- lâhın bile bulunduğunu zannetmi. yorum. — İnşalalh söylediğin çıkar. — Hava gittikçe ağırlaşıyor, aslanları muhafaza etmek güçle - siyordu. Karşa daha fazla bekliyemedi: — Aç artık şu kapıyı.. Hayvan- ları tutmak güçleşti, dedi. Ebülülâ kapıya yakın olduğu için Karşanın ve hayvanların bu- lunduğu vaziyeti tahmin edemi - yordu. Bu yüzden azacık daha sa- bır tavsiye edecek oldu. Fakat Karşanın itiraziyle karşılaştı, Kapıya sntmı vererek doğrul- du. Bu kapı değil, tünelin ağzını kâpayan odun ve çalılarla yapıl - mış bir kapaktı. Çok kuvvet sar - fetmesine lüzum kalmadan kımıl. dandı. Kapak açılır açılmaz, Karşa as- lanlarından birini dışarıya salı - verdi. Hayvan, saatlerce süren sıkım - tılr bir havadan, açıklığa çıkıp da bol bir havaya kavuşunca ciğer - lerini şişirdi ve kocaman ağzmı toprağa yaklaştırarak kükredi. Aslanm etrafta akisler uyan - dıran bu kükreyişi, meydanda bu- lunan yüzlerce vahşiyi şaşkına döndürdü. Herkes kaçacak bir köşe, saklanacak bir delik arıyor- du, Aslan, durmadı. Önüne gele - ne saldırdı. Şaşırmış mahlükları o kadar kolaylıkla yakalıyor ve o kadar kolaylıkla yere seriyordu ki bunu görenler aslanm bu mehare- tine parmak ısırırlardı. Hele Karşa, ikinci aslanı da dr-| şarı bırakmca iş bir hayli daha | alâkalı göründü. İki aslanm yorul mak bilmiyen atılmaları karşısın- da meydanlarda kimselre görün - mez olmuş, herkes bir kulübeye kendini zor atabilmişti. Fakat verdikleri kurbanların sayısı da bir hayli idi. Ebülülâ ile Karşa artık dışarı - ya çıkabilirlerdi. Fazla vakit kay-| betmek de doğru olmazdı. Kulü - belerine çekilen yerlilerin silâh - larını alarak çıkmaları ve yüzler- ce kişinin kendilerini bastırmaları ihtimali vardı. Ebülülâ: — Karşa, dedi, vakit kaybet - meden çıkalım. — Pekâlâ! Haydi, — Fakat ne yapacağımızı ka - rarlaştırmalıyız, — Yapacağımız iş basit. Bura - larda eğlenmeden, köyden uzak - laşmalıyız. — Evet... Ber de bunu söyliye- cektim. Ya sonra? Bu adamların cezasını vermiyecek miyiz? — Bunu da sonra düşünürüz. Hele şuradan bir kurtulalım. — Ben çıkıyorum. — Çık... — Gecikme... — Hayır, hayır... Ben de geli - yorum, Ebülülü önden, Karşa arkadan fırladılar. Aslanlar, ortada görün- müyorlardı. Kim bilir hangi avml Aslanlardan birinin ağzı ve pençesi kan- lanmıştı, belli idi ki, bir çok av yakalamış ve parçalamıştı peşinden koşup gitmişlerdi. Karşa, onları aramakla vakit kaybetmek tarafma gitmedi, On - ları, ormanda çağırdığı gibi sesi- nin bütün ahengini kullanarak bağırdı. Kısa bir zaman içinde, ikisi de göründüler, Birinin ağzı ve pençesi kan i - çindeydi. Belliydi ki birçok av parçalamıştı. Karşa ile Ebülülâ, köyden uzak- laşabilmek için çok dikkatli bu - lunmak lüzumunu görmüşlerdi. Buna rağmen, çitlerden birini aştıktan sonra, yerlilerin vahşi hayvanların hücumlarmdan kur « tulmak için kazdıkları, gizli bü - yük bir çukura Ebülülâ âni olarak yuvarlanmıştır. Çukurun derinliği, en az beş kulaçtı. Karşa, Ebülülânın yanmdan bir denbire kaybolduğunu görünce şaşırmıştı. Geri döndü, aslanm çukur başmda olmasından ve ken- disine haber verir gibi durmasm- dan vaziyeti kavramıştı. Ebülülâ fena düşmüştü. Çuku- run ağzında açılan delikten içeri ye sızan aydmlık Ebülülünın iyi ce görünmesine müsaade ediyor - du. Dibinde upuzun yatıyordu. Kıpırdıyacak halde değildi. Karşa, bu kötü vaziyetten çok müteessir olmuştu. Şimdi ne ya « pacaktı? Ebülülâyı nasıl! çıkara caktı? " Hareketsiz 'durması, belki de bir yerinin kırıldığma işaretti.. Bu beklenilmiyen felâketin çok fena bir zamanda kendilerine çat- ması bütün düşündüklerini altüst etmişti, — Ebüldlâ! Ebülala!... diye seslendi. Çukurun dibinden gelen bir i « nilti, yaşadığını £ gösteriyordu. Şimdi çıkartma yollarını aramak- tan başka yapacak birşey yoktu. Fakat bu da imkânsızdı. Elinde ne ip, ne de etrafta içeriye sarkı - tacak sırığa benziyen bir ağaç parçası vardı. “Devamı var) HABER AKŞAM POSTASI IDARE EV! Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu: Istanbul 214 Telgraf adresi: Istanbul HABER Yazı işleri telofonu : 24672 idâre ve ilân : 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye © — Ecnebi 1400 Kr. 27004r, 730 . 1456 ,, 3 aylık 400 so , * aylik 0 200 ,, İLÂN TARİFESİ Tıcaret ilânlarının satırı 12,80 Resmi ilânların 10 kuruştur. Senet 8 aylık Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası KUPON 247