“Hortlak insanlar,, yurdunda bir heyet Amerikanın eski ahalisi “inka,, ların bir gölün dibine sakladığı Milyonlarca liralık altın hazinesini arıyacak Nevyorktan: yazılıyor : İngiliz kâşiflerinden yüzhaşı Erik Loç Nevyorktan zamanın en tehlike - li istikşaflarından birine doğru yola çıkmıştır. Yüzbaşı sergüzeşt sever, bir takım bilginleri korkunç Andes dağlarının henüz istikşafı yapılmamış bölgele - rine doğru götürmektedir. Dünya tarihinde yalnız iki (beyaz adamm görmüş olduğu bir ülkeye varmak ü- midindedir. Yüzbaşı “İnka,, Amerika yerlileri - nin hazinelerini bulmağa (çıkmıştır. Bu hazine bilinmiyen bir gölün dibi - ne gömülmüş milyonlarca lira kıy - metinde som altındır. Bundan başka yukarı Amazonda şindiye okadar hiç kimsenin görmemiş olduğu için “hort| Jak insanlar,, diye çağırılan bir kabi- le ile temasa gelmek niyetindedir. İstikşaf heyeti henüz haritası ya - pılmamış olan yabanilerle omeskün bir ormandan geçecektir. Bu yabani - ler uçları zehirli ok kullanmaktadır. Hastalık ve türlü türlü tabii | belâlar| dolayısiyle bu ülke şimdiye kadar be-; yaz İnsanlara kapalı kalmıştı. İ Yüzbaşı bilhassa “İnka,ların me - deniyetine ilgi göstermektedir. Di - yor ki: “İnka,, medeniyetinin yükselme ve sukutu dünya dramlarının en büyük - lerinden biridir. Eğer biz bu medeni - yet üstüne bir ışık atabilecek olur - sak insaniyet tarihine meraklı bir fa-| sıl ilâve etmiş olacağız. İ Ekuvator'ün vahşi bölgelerinde, yük sek dağlar üstünde yalnız iki beyaz ada örmüş old. bir göl eğer, eFAaMelerii EMET —Toğre se bu göl bütün dünyanın bugünkü fi - nans sistemini değiştirecek miktarda altınla doludur. | “İnka,lar altmı buraya ( getirerek| İspanyol fatihi Pizzaro elinden kur » tarmak için göle attılar. Biliyorsunuz ki Pizzaro İspanyanın boş kasalarmı altınla doldurmak hırsı yüzünden 19 askerle 12,000,000 kişilik bir ulusu mahvetmişti. Pizzaro hile, intrika ve hiyanet vası- tasiyle İnkaların son hükümdarı Ata- hualpayı esir etmiş ve 2,000,000, İngiliz altını fidye mukabilinde serbest bı - rakacağını söylemişti. Bu iki milyon altın lira İspanyola verilmiş fakat o dakikadan itibaren de “Güneşin oğul. ları, imparatorluğu (O çürümeğe yüz tutmuştu. Amerika yerlileri bundan evvel al - tını para saymazlar; fakat şahsi süs olarak kullanırlardı. Gerçi bu adam - ların parası yoktu fakat ülkelerinde hiçbir yoksul da bulunmazdı, Gölü görmüş olan beyaz adamlar. dan birisi İspanyalı Valdeverde'dir ve on altıncı yüzyılın o sonlarına doğru öldüğü zaman oraya (gidilecek yolu bildiren gizli bir vesika brrakmıştı, 1912 yılında Amerikalı yüzbaşı C.E, Brooks yerli üç klaruzun delâletiyle bu göle varabilmişti. Gölün karşı yakasında acaip yapılı bir bina görmüş ve bunu bir kilisenin kubbesine benzetimşti. Buraya varmak için gölü aşmağı acole etmiş, fakat müthiş bir fırtına onu yolundan alıkoymuştu. Yanındaki yerliler kaçmış, yüzbası Brooks ise binbir güclükten sonru me. deniyete dönebilmişti. Brooks birkaç yıl sonra Nevyork - ta ölmüş, fakat ölmeden evvel de ar- kadaşlarından birine bu göle dair bir çok şeyler söylemiştir. İşte bu arkadaş bana her şeyi söyle di, Biz de bundan 300 yıl önce Valde - verdenin takip etmiş olduğu yoldan | gideceğiz. Bu yol çok sarp bir dağın çevresinden gittiğinden çok tehlike - Ndir; fakat oraya varmak için en kı.| sa yoldur. Şu bıçakları görüyor Şık giyinen- bulabilirsiniz Letafet hanında Bunları güney Amerika yerlileri muz kesmekten tutun da insan öldürmeğe kadar olan bütün işlerde (kullanır - lar. İşte bunları yerlilere hediye ola - rak götürmekteyim. Gemi, tren, kamyon, yerli sandalla. rı, sal ile ve yaya olarak yapacağımız çok uzun bir yolculuktan sonra biz “hortlak insanlar, diyarma varaca - gız. Bu adamlara dair (hiç kimse bir $ey bilmiyor; çünkü onları birkaç sa- niyeden fazla görenler yoktur. Bun - Jar dünyanın en çekingen adamları - dır. Ayaklarma da çok o hafiftirler. Yabancı gelmekte olduğunu duyunca vetsiz yoldan geçen bütün yolcular hemen ormanlarına dalarak gözden kaybolurlar. Bunların hâlâ taştan balta ve tah - tadan bıçaklar kullanmakta olduk - ların sanıyoruz. Belki de hâlâ ateşi bile keşfetmemişlerdir. Bu o biçakları onlarm oturdukları çadır, kulübe, ma- Zara yahut herne ise sekenelerinin ya nı başına birakacağız. o Yerlilerin bu bıçaklara dayanamıyacaklarına emi. ! niz. İşte vereceğimiz o bıçaklar,, hiç bir beyaz adamın şimdiye kadar gö - rememiş olduğu bu insanlara belki bir minnet duygusu uyandırır da bize karşı arkadaşça davranırlar... Yüzbaşı Loçla arkadaşları bilinmi- yen bölgelerin haritasını (o çıkaracak buraların madenleri, nebatları, hay - vanları hakkımda malümat getirecek - lerdir. Bundan başka havaya yükselince boğazı etrafındaki (tüyleri şemsiye gibi yüzüne açan şemsiye kuvvetle - rinden, kan kırmızı tavuklarından ve bekte ör GEN WPEF UENEK ÇETrMeze uğraşacaklardır. Yüzbaşı Loç yorgunluğa ve tehli - keye alışmış bir'adamdır. İngilizle - rin Kamerun müharebelerinde bu - lunmuş ve yanımda yalnız bir yerli ol- mak Üzere beyaz adamların hiç geç - memiş olduğu bir bölgenin İstikşafını yapmıştır. Genel savaşta garp cephe- sinde dört yerinden (yaralanmıştır. Bir vakitler de İngilizlerin İntellicens Servisinde çalışmıştı. Ihsan Yavuz lerin terzisi Her ayın modelini orada ISTAN'UL Yenipostahane karşısında Foto Nur yanında Büyük Hikâye Bir arada 210 Sayıfa Fiatı 40 kuruş Ankara caddesinde musunuz? e Vakit, kütüphanesi İ ken söylediği şarkıların, kantola- HABER — Akşam Postası Ç No53 NGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız LOoncadaki bu çingene çingene düğünü değil; âdeta bir saray, bir vükelâ, vüzera düğününü andırıyordu Hele o yemekler içmekler hiçf hatır ve hayale gelir şeyler değil- di. Düğün evindeki hususi misafir | sofralarımdan başka Loncanın| geniş meydanlığına kurulan upu - zun sofralardan çorba, kızartma, pilâv, zerde tepsi ve kâselerinin biri inip biri kalkıyor; davetli da- esnaf, fakir fıkara zorla çevrilip tıka basa doyurulduktan sonra| kahve kahve üstüne, şerbet şerbet üstüne ikram edilerek salıverili - yordu. Ya öğleden başlayıp da ge- ceyarılarına kadar süren içki sof- raları, sanki Loncada insana bir içki bayramı yapıldığı duygusunu veriyordu! O gün ve o gece bu muazzam çingene düğününde acaba kimler) | yoktu? Bir kere Ayvansarayın, Sulukulenin, Kasımpaşanın, Üs - küdarın en namlı kıpti çalgıcıla » rından başka gene İstanbulun en gözde çalgıcılarından Türk, Rum Ermeni, Yahudi kemancılar, ut « çular, kanuncular, hanendelerden bazıları davetli olarak oradaydı. Sonra gene davetliler arasında Mesin A eek ALİ m e el zatları da göze çarpıyordu ki bun ların arasında sarayın, mabeynin| en gözde ve en nüfuzlu sivil paşa” | larından birinin genç damadı; | devletlâ bir müşür paşanın genç oğlu ve sonra taşra eşrafından çok zengin ve yaşlıca bir zat vardı. Hülâsa Loncadaki bu çingene düğünü bir çingene düğünü de » ğil; âdeta bir saray, bir vükelâ, vüzera düğününü andırıyordu. Çarşamba sabahından başlayıp cuma akşamına kâdar süren bu eşsiz menendsiz ahenk arasında ve bizim Reha Beyin sayesinde ben yeniden kimleri ve neleri ta- nımadım acaba? Lâkin, bütün bu bayhuy, bütün bu cümbüş; ahenk arasında yeni - den görüp tanıştığım kimselerin i- çinde beni en çok kendisine ilgili eden Sulukuleli Çakır Emine ol- du. Cildi esmer olduğu halde göz- leri yarım çakır o olan bu uzunca boylu, balık etli, kıvrak ve çok şa- kacı kız cümbüş arasında kendi- sine sıra gelip de (göbek atarak Reha Beyle benim önüme geldiği zaman bana öyle gülümsüyor, be- nim karşımda öyle edalı kırıtıyor; öyle cilveli omuz titretiyor; öyle çalımlı ayak atıyordu ki bu halleri gören Reha Bey bile ikide bir ku- lağrma eğilip: — Çakır Emine galiba senden çok hoşlandı! Diyordu. Bir aralık Emine gene önümüze gelip de alnına para ya-| pıştıralım diy başını arkaya eğip ensesini diz kâpağrma dayadığı zaman baktım, bana beyaz nar ta neleri gibi dişlerini göstererek ha- fifçe pembe dilinin ucunu çıkar - masm mı? Eminenin düğünde geriz eder -| İstanbul kahvelerinde gezgin ke - mancılık yapan Serezli Cemil rm o pek tatlı, pek cana yakın nağmeleri hâlâ kulaklarımda çın- İsyor; hele onun sanki kendisi için çıkarılmış gibi pek severek, bayı- larak, gerdan kırarak söylediği: “ADEN GENE ÇAREYİ TORİ buldur tombul,, “Yangın var, yanıyorum göz - leri mahmur!,, Kantosu ile: “İlkbahar olunca leylim, şen o- lur yanareler!,, Köçekçesi hâlâ bana Nazlının mahut ninnisinden daha doku- naklı geliyor! Korkuyorum ki böylelikle ben yavaş yavaş alafrangayı flân u « nutup tamamiyle alaturkaya hem de alaturkanın salt todi havaları- na alışacağım! Iki üç gündür hiç durmadan sürüp giden bu hayhuy arasında çalgıcılar, hanendeler, köçekler tarafından ikide bir: “Bir Hoca Alim var! Her ki- “me? Filânın başma!.. Alaala - hey!,, Diye tekrarlanan mahut ma - kamlı tekerlemenin ne demek ol - duğunu Reha Bey sordum, şöyle anlattı; — (Eliyle orada yüksekçe bir tepeciğin üzerinde duran Hoca Ali camisini göstererek) Burada dedi, (Hoca Ali) adında bir evli- ya yatar ki bizimkiler onu pek se- ver, ona pek hürmet ve itibar eder ler. Bütün adaklarını hep ona a - darlar, Böyle düğün, dernek, zi - yafet, bayram, cuma gecelerinde onun cami kapısının o önündeki mezarına mumlar yakarlar ve işte böyle düğünlerde, eğlentilerde i » kide bir: — Bir Hoca Alim var her ki - me! Diye bağırmaları ve sonra: — Gelin hanımın, yahut kay - nananm başına alaalahey! diye çırpınmaları bundandır. Yani eli- mizde Hoca Ali gibi bir mübarek 26 AGUSTOS — 1935 düğünü bir f evliyaya benzeyen biri var; o si* ze damat olsun! demek... Yahut da bizim sevgili evliyamız Hoca Ali size yardımcı olsun manasinâ da gelirmiş bu tekerleme... Fakat Reha Beyin bu izahatını * dinliyen tulumbacı reislerinden Arap Hüseyin Ağa adlı biri güle“ rek: — Amma yaptın Reha Bey ha! dedi; bir Haca Alim varın aslı bir hecelim vardır. Hoca Ali yanlış" tır, Onun doğrusu: “Bir hecelim var kimedir!,, — Ey, o nedemek? — Artık ötesini kurcalama; iş“ te bunun aslı böyledir: “Bir hecelim var, her kime? Filân beye, yahut filân hanıma!,, Bunun üzerine Arap Hüseyin reise ben sordum: — Demek Hoca Ali evliyanın filân aslı yok! — Olmaz olur mu? Hoca Ali di ye şuracıkta (o bir evliyaları var. Fakat, o başka, bu benim dediğim başka... çe mal ee mekte olan muşmula - suratlı-bir kocakarı: — A... dedi... Hoca Ali efendi - miz, sizden iyi olmasm!! Çok mü- barek bir zatır. Bir işinizin, bir hacetinizin olması için kendisine birşey adayın ossaat olur, — Meselâ ne adamalı? Kocakarı ağzını yayarak: — Ne adayacaksın tosunum? Paran bolsa adarsın bir boynuzla” rı yaldızlı koskocaman koç.. Yok eğerleyim seni, ona çıkışamazsan adarsın bir keçi... Ona da kolun kudretin yetmezse adarsın bir yağ Irca hindi... Bunları duyan bir başka koca” karı: — Olaydı şimdi! Beriki kocakarı: — Hay pisboğaz hay! Akı (a kız) tıka basa habeye kayalı dah kaç dakka oldu ki... Bir de olaydf şimdi diye yağlı hindi sayıklıyor * sun? — Akı, ben mi sayıklıyoru©. önceden sen demedin mi bir yağli" hindi! diye... — Ben dedimse evliya için de” dim! — Hay çarpsın seni evliyalar! — Evliyalar çarparsa beni sans neyim kalacak? — Ensenin kılları kalacak! — Ensemin kılları yüzüne pe€* olsun! : — Benim yüzüm de senin ağı” na keçe olsun ! Reha Bey baktı ki olmıyacak” o canım cümbüş ahengin ei da kızılca bir kıyamettir kopacak Hemen araya girdi: ge — Susun yahu, ayıptır; kendi | nize gelin, burada şimdi bu ksd8” kibar misafirler var. (Devamı var), denilen