16 AĞUSTOS — 1935 —— — Ma E o Yatan: KADIRCAN KAFLI Nc 95 Yanıyoruz, Don Fernando!.. Kızıl Kadırga rampa yapıyor !.. Bu sırada kamaranın kapısı vu vulüyor, birisi, anlaşılmıyan söz- erle Fernandoyu çağırıyordu. Fakat Fernando onu dinlemi- Yordu. O, tasarladığını yapmadan bu maradan çıkmamağa karar ver: mişti, Beatrisi asıl korkutan da buy- a, Genç kız Fernandonun can acı» *iyle gerilemesini fırsat | bilerek ” mini yuvarlak pencereye atıl. iL, Geriye baktı. . * İşte... Kızıl Kadırgâ iyiden iyi- Ye yaklaşmıştı. İspanyol gemisi ise Pek yavaş gidiyordu. Üstelik gü- Verte tarafından gürültüler, ku- Manda sesleri, bağırıp çağırmalar da duyuluyordu. Beatrisin yüzünde geniş bir ü. mit parladı. Gözleri aydınlandı. Kurtulabilecekti. Yalnız, bira? “Amd, görekii, 5 Hâlbuki o kadar bitkin bir hal. Sevdi ki. eredeyse olduğu yere düşecek. ğ Fakat korkunç bir canavar gibi erini ona dikerek saldırmağa zırlanan bu adam, sonra neler Yapmazdı?... Hayır, dayanacaktı.. 'Ohuna “kadar dayanacak rtulacaktı, Fernando yeniden hücuma ha- sırlandı. Ayni zamanda: — Pencerede ne var? Hüsmen #eliyor mu?... Hah hah hah!... Hâ. önü mu bekliyorsun? Şimdi İs. »Yaya gidiyoruz ve o bizim ar- mızdan yetişebilmek için yel yerine kanat takmalıdır... Diye eğlendi. — Onu da yapar!... Fernando ellerini yırtıcı iki kap an Pençesi gibi kıvırarak yürüdü. Bu sirada kamara kapısı kırılırca "na vuruluyordu. N €rnando buna da kızıyordu. *redeyse önce oraya gidecek ka Piyı yumruklıyan her kim ise he. Sn Oracıkta, bir tek söz söyletme. “n şişliyecekti” oğru ve güzel bir rüzgâr. da alabildiğine giden bir gemide “ rahatsız etmek için ne gibi T sebep olabilirdi? Ikinci kap- A, üçüncü kaptan ve zabitler ne me duruyorlardı?... 8 akat kapıyı yumruklıyan a - M ayni zamanda: Kk Yanıyoruz, Don Fernando!... zel Kadırga rampa yapıyor!... Ye haykırıyordu. inin yanmasına Fernando. İn eriyordu. Bu takdirde o- bı güverteye çıkması ve yan. m geçmeğe çalışması vi Fakat Kızıl Kadırza na- Li aye Yapabilirdi? ve ler Beatrisi o kadar se İ onu bir itişte kamaranın en geri-! vindirmişti ki... Fernandodan ön- ce kapıya koştu. Fakat Fernando deki köşesine fırlattı. Sonra kapiyi açtı. Çıktı, kilitle- di ve gitti... Genç kız pencereye koştu Kızıl Kadırgayı gördü. Ateş e- den İspanyol toplarını dumanla- rı arasında ve yirmi otuz adım ka- dar ileride, kızıl teknesi besbelli! idi. Kapıdan pencereye, pencereden kapıya koşuyor, kaçmak ve kurtul. mak, Hüsmen Reisin yanma git. mek için bir çare arıyordu. Bu sırada yukarda savaş başla- mıştı. Kızıl Kadırga bir anda İspan- yol gemisinin iskele tarafından rampa yapmıştı, İskele kürekleri kırılınca gemi. nin provasının sola doğru kıvrıl- şı, bu rampa işine o kadar yardım etmişti ki, İşleriyi gidiyordu ve Hüsmen Reis son gülleleri yalnız bu maksat la savurmuş olsaydı, ancak bu ka. dar güzel bir sonuç alabilirdi. Frenk Süleyman Hüsmenin ya: nına sokulmuş: — Buradan kımıldamayın... Ya. ralısınız!... Allah saklasın, size bir şey olursa bu kadar emekler neye yarar ? Biz düşmanı haklarız. Çok sürmez! Demişti, Diğer leventler de bunu idoğru bulmuşlardı. Hüsmen buna razı olmuyurdu. Fakat lâfı uzatmamak için: — Peki! | Dedi. Sonradan doğrusu hak da verdi. Çünkü fazla bağırdı atla- Yıp sıçradığı zamanlar sahiden ba şındaki yara zonkluyor, acıyor ve onu İyice sarsıyordu. Türk leventleri geniş ağızlı palalarını sıyırmışlar, sol kolların. daki ufak kalkanları siper ederek İspanyol gemisinin güvertesine fır lamışlardı. Fakat İspanyol askerlerinin #; yısı çoktu. Kızıl Kadırgadaki yüz adar Türk yeğitine karşılık onlar üç yüzü geçiyorlardı. Fernando işin pek sarpa sardığını görmüş can kaygusuna düşmütşü. Askerleri çabucak toplamış, bi- raz önce Türk güllelerinin yaladı. ğı güpeşte hizasında sıkı bir saf kurmuştu, Sırık Ahmet kocaman kılıcını iki eliyle bir ölüm çenberi halinde sallıyor, önüne geleni yere seri. yordu. Dalyan Mustafa, Frenk Süley- man, Koca Veli, Tilki Hasan, Ka- ra Memiş en başta idiler ve her biri beş altı İspanyola karsı ko- yuyorlardı. | «si den adamın bulunduğu tarafa bak! Birdenbire; — Fernando... Diye haykırdı... Sonra ilâve et- tiz — Fernando imiş... Vay canı- na... Ne iyi... Gene pençemize düş- tün işte... Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkâünıdır... Şimdi daha çok gayrete gelmiş- ti, Hüsmen de Fernandoyu görmüş o da Frenk Süleyman gibi haykır. muştı. Fakat ayni zamanda şöyle ho- murdandıt — Demek ki Beatris onua elin- de... Acaba?,.. Korkunç bir şüphe ile titredi. Leventlerin arasına karışarak en Öne geçmeyi ve Fernando ile karşı karşıya gelerek hesaplaşma- yı düşündü. Fakat bu yol uzaktı. Hem de Türk leventleri, zirhlı | İspanyol askerlerini sımsıkı safları karşısında; tepeden gelen oklar ve sapanlar altında güçlükle ilerliyor lardı. Halbuki işi kestirip atmak lâ. zımdı. | İspanyol gemisinin kıç kasarası bomboştu. Orada yalnız Feraando ile iki zabit vardı. Savaşçıları i- dare ediyorlar; kümanda veriyor. lardı. Onların yanlarına gitmek i. çin geminin hemenhemen ortasına kurulmuş olan asker safını yar. mak, ondan sonra da hiç olmazsa | otuz adım kadar yeri koşarak geç. mek gerekti. İ (Devamı var) RESE ZE ARAMA KREMLE ONERAN ei gaza Ni Borjiya v i Ragastanın oğlu Romanlarını ciltlendirilmek üzere Vakıt kütüphanesine bı - | rakmış. olan okuyuculrımızın ciltleri hazırdır. # Hergün sanat 18 e kadar uğra * #İ yıp alabilirler, 3 Büyük Hikâye Bir arada 210 Sayıfa Fiatı 40 kuruş Ankara caddesinde Frenk Süleyman dövüşürken, İspanyol askerlerine kumanda &- “ Vakit ,, kütüpanesi . ünya güzelinin peşinde... #ahrünname adi eski Farisi Nakleden: (Hetice Süreyya) tarih romanından alınmıstır No.36 Hüma, köy ağasına: | “Ben senden daha iyisini mi bulacağım? Elbette varırım... Fa- kat bir hafta müsaade etl,, dedi. Hüma: — Ben senin olabilir miyim?. Bunu nasıl aklından geçiriyor sun ?... Ölürüm, gene teslim ol - mam... * diye dövüşüyordu. — Benimle pehlivanlar güreşe- mez... Sen nasıl karşı koyabilir - sin?... Pişmiş bir piliç eti yer gibi sana sahip olurum... Kollarını kızın vücudüne sarı - yor, elbiselerini parçalıyordu... Hüma can korkusuyla dövüşü - yordu. “— Eyvah... Kurtulamıyaca - ğım... Beni zorla arzularına alet edecek... Bu hayduda mı nasip o- lacağım?,, diye acmıyardu. Bu didinmeler esnasında, bir - denbire, bir: — Ah... - sadası yükseldi. * Hüma, baktı; ve Eline, oluk oluk kan boşanma. ğa başlanmıştı. Bu kan Zengi bey- den akıyordu. Çete reisinin bağlı yaralarından biri çözülmüştü. Adam, kendi derdine düştü, Kızı bıraktı, Hüma da, bundan is- tifade ederek duvarda asılı du - ran kılıcı çekti. Kolunun bütün kuvvetiyle: — Al, mel'un! « diyerek, hara- minin boynuna indirdi. Ikinci bir: — Ah... Zengi, bunca yıldır işlediği mel'unlukların cezasını çekmişti. Cansız bir cisim halinde yere yı - ğıldı. Şimdi artık, Hüma, bu kalenin biricik sahibiydi... Mazgaldan baktı. Haramiler, ufukta, nöbetçi- lerinin işaret verdiği tarafa doğru ancak © uzaklaşıyorlardı. Daha kervnla muharebe edecekler, eş - yayı yağma edecekler, neden son- ra buraya döneceklerdi. Bu iş, en az beş altı saat sürerdi. Demek ki, yakayı kurtarmak için müsait za- manı vardı, Hemen üstünü başını değiştir - i di. Elinin kanlarını sildi, Şimdi, bir erkek elbisesi giymişti, Kalede yükte hafif, pahada a- ğır ne bulduysa, hepsini bir at ü- zerine yükledi. Kendi de diğer bir ata bindi. Kapıyı çektiği gibi, yalla, haydutlarm gittiği istika - metin aksine doğru yol almağa başladı. Ul Epeyce bir zaman gittikten son- ra, yollarda âç kaldı. Bir köye girmek mecburiyetinde kaldı. Köylüler, yakışıklı birinin geldi « ğini görünce, derhal ağalarına ha» ber verdiler, Bu, Ya'sub adında biriydi. Hümayı görür görmez, renkten renge girdi; — Senin gibi güzel bir kiz ni - sin böyle erkek elbisesiyle dağlar- da dolaşıyor? « diye sordu. — Bir kardeşim vardı. Öldür - düler. Haramilerin elinden kur - tuldum. Buraya geldim... ı i — Benim ebediyyen misafirim | ol... Seni ömrünün sonuna kadar yanımda alıkoyayım... Razı mı « sn? Kın: “— Eyvah... gene çatık... diye düşündü, Fakat: — Olmaz... » dese, ne fayda has sıl olacaktı? Köy ağası, küçük bir derebeyi idi. Onu zorla yanında alıkoymak iktidarındaydı. Onun için, Hüma politika yap- tı: — Olmaz, olur mu? Maalmem- nuniye, sultanım... Benim gibi bi- çare bir kızı yanında alıkoymak istemekle ne büyük lütuf gösteri - yorsum... — Demek, razısın? — Elbette... Bin canla... — Dinle, öyleyse... Seni, nikâk- la alacağım... Bütün malımı, mül- kümü seninle taksim edeceğim... Haydi, bu geceden tezi yok, dü « günümüz yapılsın... Hüma, bu aceleyi beğenmedi. â — Yol yorgunluğum ve maze « retim var... Bana bir hafta müsa- | ade et de dinleneyim, kendime ge- leyim... Hayat, uzun... Tedarikte de bulunuruz, daha iyi... Köy ağası, bu teklifi kabul et « ti. Hümaya, köy kenarında gayet şirin bir köşk verdi. Maiyetine iki de hizmetçi ayırdı. Bir hafta son- ra yapılacak düğünün tedarikine girişti, Hüma, pencerede oturmuş, “bu işin içinden nasıl sıyrılacağım?,, diye düşünüyordu. Düşünüp dururken, karşıki çeş» mede bir delikanlının peyda ol - duğunu gördü. Elinde altın bir ku- pa vardı. Fakat bir türlü doldura- mıyordu. Gözlerini Hümanın bu- lunduğu © pencereye çevirmişti, Sersem sersem oraya bakıp duru- yordu. Bu manzara, Hümayı eğlendir » diği için çekilmedi. Biraz sonra, 40 - 45 yaşlarında bir adam gele- rek, çeşme başındaki oğlanın en » sesine bir şamar indirdi. i — Nereden kaldın, be... » dedi. (Devamı var) HABER AKŞAM POSTASI İDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi İİ Tolaraf aüresi STANBUL HABER İl Telefon Yazı: 23872 idare: 24374 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik 1460Xr. 27004, 720 , ... 49. “sop Si 1 ayık 189 X 305 7 İLÂN TARİFESİ Tiçaret Ilânlarının satir 12,80 nlarım 10 Kurugtr. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası