Deniz tarihinde en acıklı ve büyük kaza ..—. 46000 ton büyüklüğünde Titanik 1SOS5S yolcu ile birlikte Nasıl batmıştı ? Titanik Bundan yirmi üç sene (evvel, 1912 senesi Nisanının on beşinci Pazar ge- tesi Şimal Atlântiki ortalarında bü -| yük bir facia oldu. 46,000 tonluk ve zamanının en büyük gemisi olan Tita- nik bir buz dağına (o (İcberg) çarptı. İçindeki 2208 insandan 1505 yolcu ve denizci ile beraber battı. Deniz kazaları tarihinde kara sayfa lar birakan bu hâdiseyi buzün de bil- miyen, duym:yan yok gibidir. Fakat hâdisatın nasıl olduğunu, ne gibi se- beplerden ileri geldiğini, hangi hata - lardan doğduğunu bilen pek azdır. A- rTadan geçen uzun (o senelere rağmen bu mevzu dalma yeniliğini muhafaza edecektir. “Titanic,, in omurgası 1909 senesin- de İngilterede “Balfast,, da Harland end Wolff,, tezgâhlarında kızağa ko- nuldu. 31 mayıs 1911 de kızaktan in - di, Ve bütün inşaatı 1912 de tamam - landı, — “Müğu 285373, genişliği 92,5, derinliği 59405 kaldeki, Büyüklüğü 46,139 ton idi Titanic 10 nisan 1912 tarihinde ve 70 yaşında tanmımış bir denizci olan kaptan Smithin kumandası altında 0- larak 2205 yolcu ve mürettebat ile ilk seferini yapmak üzere binlerce teşyi - cinin selâmet dilekleri arasında Sout- hampton limanından hareket etti, O gün Cherburga uğradı, ertesi gü- nü Öneenstawn limanına geldi... Bu - radan öğleden sonra kalktı ve Nev - yorka doğru Atlântiki geçmeğe baş - adı. Kumpanyanın umumi direktörü de geminin bu seferine iştirak etmiş bulunuyordu. Direktörün bütün düşünce ve arzu- su bu hat üzerinde sürat ve zaman re- korunu kırmak, rakip kumpanyalara kargı bu muvaffakıyeti temin edebil- mekti. Bunun için kaptan Smithe ya - pılacak her şeyin yapılması ve en kı- sa yoldan gilidimesi tavsiyesinde bu- Junmuştu. Kaptan Smith İngiltere adalarınm cenubundan Nevyorka giden vaptırla- Tın takip ettikleri iki yoldan en kı- Sası olan kış yolunu tercih etti. Burada iki yol olmasının kış ve yaz başka başka yollar takip edilmesinin sebebi kış mevsiminde şimal buz de - nizindeki buzların gözülmemeleri dola yısiyle bunların aşağı arzlara inerek gemilerin yolları üzerinde bir tehlike teşkil etmeleri ihtimali olmadığından- dır. Okuyucularımız bir imkân bulup da Şimal Atlântiğine ait “Pilot Chart, denilen bir nevi deniz haritasını tet - kik ederlerse bir büyük daire kav-| si çizerek Vantouckel'e inen ve sonra doğru Nevyorka vâsıl olan bu yolu görürler, Kaptan Smith buzların çözülme mevsimi başladığı halde mesafeden kazanmak üzere bu kış yolunu takip- ediyordu. “Titanik sakin bir deniz üzerinde 24 mil süratle süzülerek Atlântikte iler- Hyordu. Bu güzel geminin bu kadar sesle ile vahim âkibete doğru koştu- ğunu kim tahmin edebilirdi. Gmeestavn'dnn hareket edildiğinin üçüncül akşamı... Ertesi günü pazar ol duğu için bü muhteşem denizler sa - vapuru rayınm süslü salonlarında yemekten sonra başlıyan dans ve eğlenceler git- tikçe artan neşe sağnakları ile bütün yolcuları kendinden geçiriyor. Kay - gısız ve düşüncesiz bir insan kalaba - lığı uzun ve rahat bir deniz seyahati- nin bütün manasiyle zevkini çıkara - bilmek için bu büyük fırsatı kaçırma- mağa çalışıyorlardı, Dışarda hafif bir sis tabakası rüyet sahasını kısmen örtmüş. Gemi süra - tinden bir şey eksiltmemiş gene o yol-! la gidiyor. Saat 23,45 de Titanik 41 derece, 46 şimali arz ve 50 derece 14, garbi tul nok | tasıma geldiği esnada müsterih ve coş kun eğlencelerine dalan yolcular şid - detli bir sademe ile sarsıldılar. Koca gemi büyük bir buz dağına çarpmıştı, Şaştlacak bir itidalle en küçük bir te- lâş olmaksızın hâdise tam bir sükü - netle karşılandı. Makineler derhal stop ve yara mu - ayene edildi. Bu sırada vaka telsiz tel. grafla civardaki gemilere bildirilmiş- t Titaniğin ilk telgrafını alan gemi Nevyorktan İngiltereye gelmekte o - lan ve kaza yerine 800 mil mesafede bulunan “Cunard, o kumpanyasına mensup bir vapurdu. Muayenede bodoslamanın parçalan- dığı ve müsademe (bölmesine kadar gelen yaranm bu bölmeyi de zedele - diği görüldü.. Bunun üzerine kaptan Smith yardima gelmek (istiyenlere telsizle buna lüzum kalmadığını, gi ren suların yenildiğini ve yola devam edeceğini bildirdi. Gemiye yol verildi. Bu dakikadan i- tibaren de asıl facia başladı, Gemi yollandığı zaman süratten do- gan fazla su tazyikma dayanamıyan yaralı bölme de patladı. Giren sular yenilmiyecek bir şiddetle geminin içi- ne hücum ediyordu. Vaziyetin vehametini gören süvari Can kurtaran filikalarının denize in- dirilmesini emretti ve etrafa imdat telgrafları verildi. Burada insanlık için yüz ağartacak bir imtihan oldu. Bütün tayfa ve yol- cu en küçük bir telâş göstermeksizin tam bir intizam içinde filikaları suya indiriyor, çocuklar, kadınlar, ihtiyar - lar bindiriliyor, sandalları İdare ede- rerleştiriliyordu. Bu suretle 705 kişi alabilen san - dallar gemiden avafa ettiriliyor. Geri kalan 715 yolcu ve 688 denizci ellerini göğüslerine kavuşturarak ağır ağır batan gemi ile beraber Şimal Atlân - tiğinin derinliklerine gömülüyorlardı. | Müsademeden iki buçuk saat sonra| Titanik ebediyyen kaybolmuş bulunu- yordu. Bütün bunlar gerçekten küçük bir panik bile olmadı, kocalarının, er- kek kardeşlerinin göz göre göre bo - ğulmalarma tahammül edemiyen ka - dınlardan denize atılanlar çoktu, fa- kat hiçbir erkek, âcizlerin yerine, ken dini kurtarmak yollarını aramak kü- çüklüğünü gösteremedi: İmdat telgraflarına koşan civarda- ki gemiler kaza yerine geldikleri za - man İngilizlerin — Artık bu gemiyi deniz yiyemez! Dedikleri Titanik'in yerinde sandal. | HABER — Akşim Poğtss | ! No — Dur, dur, dur hele yahu! A... A... Bu havayı ben (o vaktiyle bir yerde dinlemiştim âmma... — Buna derler (o bam bili bim bom havası... — Dur yahu... Sus azacık... Kemancı oturduğu yerden kalk- tı, aynı havayı o ayakta çala çala yürüyerek karşımıza geldi; gözle- rini yere eğdi ve ağzıyle çalgısına iştirâk etti: “Rağduk kele kana, beşe kana,, “Avrupa dana dana,, “Dan dini dana dana...,, Bizim nargile (tiryakisi ahbap | gülmeden katılıyor, ben ise derin i derin düşünüyordum. Biraz sonra ahenk durdu, herif İ başından yırtık ve'yağlı kasketini çıkarıp bana uzattı: — İsterseniz size bir de Kar - men çalayım! Yer deprentisini o (zelzeleyi) ömründe ilk defa duyan bir çocuk gibi oldum. Hiçbirşey söylemeden bir müddet adamın yere eğilmiş yüzüne baktım. Bizim şimdi bu karşılıklı duruşumuz, tıpkı rah » metli Manakyanın melodramla » rında bazı hazin ve ibretli manza- raları andırıyordü. Attık, ne o bir şey söyliyebiliyordu; nede benim dudaklarım kıpirdıyordu. Nibayet elimi cebime sokup iki yirmi beşer kuruşluk çıkarıp yırtık, yağlı kas- ketin içine koydum. olunu göğsünde çapraz- a lara sığınmış perişan bir okafileden başka bir şey bulamadılar. Gemi batarken gösterilen itidal her şeyin üstünde idi... Telsiz telgraf me- muru elektrik cereyanının kesildiği ve maneplâsının artık bir Iş görmediği son dakikaya kadar vazife haşından ayrılmamış, şef o dorkestr bile,suo- muzlarını örttüğü halde arşe ve ke - manını elinden bırakmamış; çalmıştı, Gemi süvarisi kendisini sandala al- mak istiyenlerin arzularını kat'iyet - le reddetmiş, sebep olduğu bu facia - şamak zilletini kabul etmemiş, sükün ve huşu içinde kendi idam hükmünü vermişti. Kazanın müsebbiplerinden dahi o - salar hu kadar zaman sonra hu faci - anın ölülerine hürmet icap ederse de hâdiseyi tahlil noktai nazarmdan kap tan Smithe düşen ağır ithamı tarih sil miyecektir.: 1 — Rekabet tesiri altında kumpan- ya direktörünün tavsiye ve ricaları - nın zxebunu olarak gidilmesi tehlikeli bir yolu kısalığına tamah ederek ter - <cih etmesi. 2 —Müsademeden sonra gemiye yol vermeden önce civardaki (o gemilerin yardım tekliflerini kabul ve havanın da müsnadesinden istifade eyliyerek gemilere yolcusunu geçirmek ve ya - ralanan bölmeyi beton ve (bloklarla takviye edip ağır yolla gemisini bir se. lâmet limanına atması imkânı varken bunu yapmıyarak tam bir tedbirsizlik le yola devam etmesi ve neticede 1503 insanla beraber o muazzam geminin “ye milyonların ziyama sebebiyet ver- mesi: Talihsiz ibtiyar gemici; bu faciayı görmemek için hayatını kim bilir ne kadar evvel feda ederdi! Özege'nin yazısından: nın kurbanları ebediyete giderken ya- ! “Deniz,, mecmuasında kaplan Salt | ' zavalir bir Darülâceze düşkünü » ÇiNGENELER ARASINDA Kavattan alınmış hakiki 5ir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Kemancı oturduğu yerden kalktı, “bam bili bom bom,, havasını çala çala yürüyerek karşımıza geldi. — Bırak canım, dinlenir mi 0? | layıp yarı eski dervişlerin gerdan kırması, yarı da o reverans yapar gibi önümde eğildi: — Allah, dedi, kimseyi düşür- mesin! Ve ayaklarını sürüyerek yanı - mızdan uzaklaşmağa başladı. Bir kaç adım gitti, gitmedi (tekrar döndü, geldi: iz her vakit buralara gelir misiniz? — Ara sıra! — Ben, bugün buraya ilk defa geliyorum... o Zaten bir daha ya gelirim, ya gelmem... Yalnız sizi bir kere daha bir (o yerde görmek isterim... — Görebilirsin... — Nerede? — Ne vakit istersen gene bura- da... — Yarm bu vakit gelsem bula- bilir miyim? — Hay hay!... — Amma yarın çalgı ile gelmi- yeceğim; başka birşeyle gelece - ğim... — Nedir o başka birşey... — Onu yarın anlarsmız... Her- halde o sizin işinize yarar. Yarm her ne kadar zahmetse , bu vakit buraya teşrif ederseniz. — Peki, gelirim... Yelek” — Allahasmarladık eski dost! — Güle güle efendim! Bizim nargile tiryakisi arkadaş deniz kenarına giderken yolda ba na boyuna bu herifi soruyor; ben de ona eski bir mektep arkada - şımdı, düşmüş, bu hale gelmiş di- ye işi kısa kesiyor ve hep yarın bana getireceği şeyi düşünüyor - dum. Ertesi gün serseri kemancı ge - ne aynı yere, gene aynı perişan kılıkla geldi, beni buldu; fakat, bugün koltuğunda kemanı yoktu. Bugün yanıma sokulurken dün- künden daha serbest, daha cesur gibiydi. Karşımda gülerek hem reveransa benzer bir eğildi hem de eliyle beni selâmladı. o Sonra etraftakileri yan gözle süzerek, pis, mundar, berbat koynundan eski püskü, soluk gazete kâğıtla- rına sarılı koca bir paket çıkarıp uzattı: — Bu, dedi, sana emanet; ya » hut sana yadigâr!... Bu koca pa - ketin içinde seni eğlendirecek, güldürecek, ağlatacak, düşündü - recek ve bana uzun uzadıya lânet- ler ettirecek çok şeyler var! Sen- den ayrrlalı ve bir daha senin yü- zünü görmiyeli belki yirmi yıl, beuki de daha fazla bir zaman ol- du. İşte bütün o upuzun yıllar, bütün o kolay kolay bitmez tü - kenmez zamanlar hep bu paketin içinde gömülüdür! Artık fazla söyleyip de başımı ağrıtmıyayım... İşte görüyorsun, dün neydim, bu- gün ne oldum. Dün koskoca İstan- bulun uçsuz bucâksız & kırlarma, bayırlarma, dağlarma, ormanları- na, denizlerine, derelerine sığa - maz, hoppa (bir gençken bugün “ BS AĞUSTOS — 1935 di yüm... Eğer bu kadar yorgun 9” gın, bu kadar düşkün bitkin, bU kadar meyus ve perişan olmasa?” dım da biraz dinç ve elim ayağı” tutar bir halde bulunsaydım belki kemanım gene beni az çok geçin” dirirdi. Gel gelelim, artık ne kok larımda, ne kafamda onu da ç8 * lacak bir kudret kalmadı. Neys& bu paket sende kalsın, şimdi va” tm yoksa okumağa, uzun kış ge” celerinde canın sıkılıp uykun kaf" tıkça okur, vakit geçirirsin... Şim” dilik müsaadenizle!... — Hele, otur bir kahve iç d€ öyle gidersin! — Heddim mi benim burada #İ" zin gibi efendilerin, beylerin y#" nmda oturup kahve içmek? (En* sesini kaşıyarak) âlemi rahatsi# etmeğe hakkımız yok... Eğer çal gım yanımda olsaydı, belki şöyle bir kenara çekilir, dünkü gibi g€© ne birşeyler tıngırdatır, beş on p#* ra da toplardım... — Çalgm nerede? — Dün akşam a yat* mağa giderken birisi çekti, kolun dan aldı! — Kimmiş o alan? — Ne bileyim ben... Vaktiyle herife iki buçuk lira borcum var * “İ mış, Varmış amma, ben farkındf değilim... Ben herifin yüzünü bile tanıyamadım... Belki var, belki yok... (Eliyle kafasına vurarak) Hâfıza kalmadı ki burada... Kırk yaşında âdeta bunadım... Cebimden bir lira çıkarıp uzat tım: — Hele al bakalım (sen şun“ da... Uzattığım liraya bakarak yar! hiddetle: — Onu sen affedersin, ben di lenci değilim! — Estafurullah! — Sen o lirayı götür de başk. kullarına ver, onları çırak çıkar! — Peki, ne istiyorsun? Daha fazla hiddelte: — Ne mi istiyorum? Allahta” belâmı istiyorum, be herif, Allar, tan belâmı! Dikkat ettim, beriki fitil. gibi sarhoştu. Gözleri kan çanağın* dönmüştü. Vakrâ üstünün başını” türlü pis kokusundan ağzmın rak kokusu pek £farkedilmiyord” amma bu halleri, bu sözleriyle * damakıllı sarhoş olduğu anlaşıl” yordu... Bu sefer, ben birşey söyleme * den oradaki sandalyalardan bir” ne çöktü ve bağırdı: — Kahveci, kahveci, gel bur# ya, bana bir sade kahve!... Şimdi orada benim vaziyeti güçleşmişti. » Kahveci geldiğ zaman onu san” dalyada yarı sallanır, yarı w lar bir halde görünce: — Haydi oradan yabanın sef ii | serisi sen de! Diyip geriye döndü. Bu aralık yanıma sokulan zayıfça, kırant* bir adam kulağıma: (Devamı var),