29 TEMMUZ — 1935 St EEE S Daltaban yüzünde ve gözlerin: * parlak bir zafer rengi ile gü - Bmsedi., Sonra kıç kasaraya dağ- F haykırdı: — Ulan moruk.. Köse Musta - A, Reredesin, al bunu.. kasaradan onların yanına dnl'“ı buruşuk va kılsız bir yüz - © elli beş yaşlarında bir köse gö- Tündü... , _ç__"ilk bacaklariyle hızlı hızlı Yürürken iki tarafa sallanıyordu. K Bu Daltabanın vekilharcı gibi İT şeydi.. Reisin oturduğu, yatt- &ı Yerlerle, yeyip içtiği şeylere *p o bakardı.. İnce bir ses yarı yarıya titreye - tevab verdi: — Geliyorum reis!. .Buyur !, 'altaban onun gelmesini bek - Smedi., , Hülâ kurtulmak için çırpınan Zenç kızı son defa alıcı gözlerle Yran hayran süzdükten sonra *nu tutanlara emir verdi: — Bunu çabuk kıç kaşaranın Ytma götürün.. Köse Mustafa ©- _'"_'l rahatına baksın.. Sarınmak B n bir şey versin.. Üs- h:m' kilid Vursun, bir yere gitme - sin,. Eğer bu kuşu yuvasından w- Sürürsa ben de onun canını ce- '“'.'_"h' uçururum. e Mustafa bu scözleri duy - Muştu.. , Daltaban ona bakarak; — Anladın mı?. 1ye sordu.. d* Anladım reis.. Her şey İsto- finden âlâ olacaktır. Genç kizin zeki gözlerinde işin :.'Pl sardığını sezen bir parıltı ı"dı. Çırpındı, haykırdı. Onu “tanların üstlerine saldırdı. Ön- m"" Yüzlerini tırmalamak, yırt. ak için uğraştı.. , at onların elleri, birer men- Sene sertliğiyle genç kızın kolları- ! bilek ve omuzlarından sımsıkı Avramıştı, , leri ittiler... G“lç kız geriye çekildi Daltaban: — Götürün.. Bununla mı başa ç"""l!lyorıımuz'!. Diye kökredi.. İki adam kız. ürüklediler.. Fakat ancak üç dört adım git - Mişlerdi ki geminin beş on adım '_ ünden, gök gürültüsüne ben- Ziyen korkunç bir ses gürledi: — Götürmeyin onu.. Durun!.. Askerler dönüp baktılar ve Tum gibi durdular. Daltaban başını — çevirmeden bu sesin sahibini tanımıştı . Bu adam donanmanın cenah k"—lınlıııı ve — Piyale Paşadan YOnra en yükşek adamı, Midilli Beyi Kurdoğlu Ahmed Beydi.. u—İıiyle Hüsmenin dövüştü - ÜÜ kıyıya giderken Daltaban Os - Man Retsin, yanındaki başka ge- Mileri öne sürdüğü halde kendi - Sİhin orta yerde durması, deniz - __fa"z;nî—kğîbîk.lırv KAFLI T i Eğer bu kuşu yuvasından uçurursa en de onu cehenneme uçururum!.. de bir şeyler yapmakla uğraştığı, onun gözüne çarpmıştı.. Biraz a- çıktan geçeceği halde hemen ka- dırgasının provasını Daltabanın kadırgasına doğru çevirmiş; ona mahmuz vuracağı sırada yaptığı güzel bir manevra ile bu kadar yakına gelmi,; Daltaban iki askerin sımsıkı tuttukları bir genç kıza hayran hayran bakrıyordu.. Bu ne demekti?. Fakat kız da amma güzeldi hat,, , Araları epeyce uzak — olduğu halde gözleri kamaşıyor gibiydi . İtalay kıyılarına - geldiktenberi elinden yüzlerce ve binlerce esir kız geçtiği halde içlerinde böyle - sine rastlamış değildi. Kurdoğlu Ahmed Bey: — Güzel parça.. Kaçırmama - lıyım!.. Diye mırıldanmış, genç kızı gö- türmekte olan askerlere bunun için: — Durun!., Götürmeyin onu !.. Diye haykırmıştı. S d ELDEN ELE... Kurdoğlu Ahmed Beyin gemisi, hızlı bir manevra ile Osman Re- isin gemisine hemen aborda ol- muştu. Ahmed Bey kırk yaşlarında to pak sakallı, orta yapılı, çevik bir adamdı. Gemisinden, Daltabanın gemisine genç bir aslan çevikli - ğiyle atladı., Genç kızı götürmek isteyenle - re: — Getirin onu buraya!.. Emrini verdi. İki asker, genç kızı Ahmed Beyin önüne doğru getirdiler, Beatris her nedense bu adam - dan o kadar ürkmemişti.. Dalta - bana göre daha uysal ve söz an- lar bir yiğit olduğunu sanıyordu , Bunun için kendisini ona doğru itenlere karşı koymadı. Hattâ onun önüne gitmekte a. gele etti ve ellerini çaprazlaya - rak yalvardı: — Beni Kızıl Kadırgaya gön - derin.. Ben Hüsmen Reisin ni - Ahmed Bey şimdilik onu din - lemiyordu. — Hele dur bakealım, sonra konuşuruz! . Dedi, ğ Daltabana baktı.. Daltaban azacık sararmıştı.. Bı- yıklarının uçları kızgınlıktan tit - riyordu. Fakat herkesin görebile - ceği kadar hızlı değildi. Ahmed Bey ona çok şert bir sesle çıkıştı: — Yoldaşları savaşa sürersin, | sen burada karı kız ardında eğ - lenirsin!.. Öyle mi?. Bu sözler, o kadar askerin ö. seninle şanlısıyım.. Beni ona gönderin .. nünde yenilir yutulur soydan de- ğildi., Fakat haksız mıydı?. Daltabanın tek söz için yüzü yoktu. Ona ürkerek bakan genç kızı gözlerinin ucu ile son defa süz - mek istedi. Kurdoğlu Ahmed Bey sordu: — Neden susarsın. Ağzını aç da bir şey söyle!.. Daltaban suçlu ve küskün bir sesle: — Ben onun ardında koşma - dım. Onun ardında koşan Hüs- men Reis imiş. Topal Şabana ver- miş. Onun elinden kaçtı.. Deniz - den çıkardım. Bütün diğer — esir- ler gibi onu da Piyale Beye gön - derecektim. — Verdiğin emirleri duydum . Onun için mi kıç kasaranın altına gönderiyordun?. Hem de üstün - den kilitlenmesini, kaçırılmama - smı sıkı sıkı tenbih ediyordun!... Değil mi?. Daltaban bunun da cevabını | hemen yapıştırdı: — Elbet oraya göndereceklim. Savaş sırasında esirlerin, güver - tede bırakılmadıklarını çocuklar bile biliyor reis!, Ahmed gülümsedi. Önceden olup bitenleri öğren- miş olmasa bile, şimdiki bakış ve duruşlarından bile Daltabanın yü- reğinden geçenleri okumak zor değildi. Fakat Ahmed Bey bu ka- dar incelemedi. O da genç kızı beğenmişti . Her saniye onu daha güzel bu- Juyordu. Gemisine götürmek için acele ediyordu. Türk donanmasının İtalya se - ferinden dönüşünde her halde en kârlı çıkan Kurdoğlu Ahmed Bey olacaktı. Ahmed Bey Daltabanın sırtını okşadı: — Anladım, anladım.. Demin- ki sözlerim şaka idi. Göreyim se- ni, çabucak — kumsala koş ve şu İspanyol köpeklerinin — elinden Hüsmen reisle leventlerini kur - tar! Çabuk, daha duruyorsun ya.. Bu kızı da benim gemiye verin.. Orada kıç kasaranım altındaki kamaralardan birine götürsün - ler. Ahmed Bey geriye döndü. Ken- di gemisinin küpeştesinde Beat - rişe bakan orta yaşlı bir zenciye : — Sözlerimi duydun mu? İşte sana sahiden bir inci., İyi sakla, Senden isterim!. Dedi.. — Başüstüne sultanım, Beatrisi Ahmed beyin gemisine doğru yürütmek istedikleri zaman © ayak diredi: — Beni Kızıl Kadırgaya götü - rün,. Ben Hüsmen reisi isterim... Başka yere gitmem ben.. Ben ©- nun nişanlısıyım.. söylemek ünya güzelinin peşinde... Fahrünname adlı eski Farisi Naki&den: (Hatice Süreaya) * tarih romanından alınmıstır No.lS_J Huma Sultan gözlerine inana- madı. Kilisenin duvarına yak- laşıp iyice baktı hakikatşn _bu' resim sevgilisinin resmiydi ... Vüâlâ beyin romanı 1 Ferruh, Hürreme dua etti: — Aferin benim kardeşim! Çok yaşa.. Benim bakiki dostum sen - sin! dedi. Iki arkadaş vedalaştılar. Ferruh, kilise tarafma' gitti. Ab | şama kadar yürüdü. Burası,sultan Hümanın dajma geldiği manas - tırdı.Akşama doğru oraya vararak misafir oldu. Rahipler, Hürremin misafirliği | ni kabul ettiler, Onu, yanlarına al dılar, Bir hayli görüştüler, — Nereden geliyorsunuz? Ne iş yapıyorsun? — Sualine karşılık, Ferruhun arkadaşı, dedi ki: — Ben bir seyyah — ressamım. Memleketin en büyük üstadıyım. Şehir şehir dolaşarak, kiliselere gider, orada İsa tasvirleri yapa - rem, Yaptığım resimlerin eşi yok - tur! Rahiplerin ressamlara rağbeti çoktur, Hele güzel İşa resmi yapıl- dığını duyunca büsbütn alâka gös- terdiler: — Yapda görelim! — dedi - ler, Hürrem, evvelâ, — küçük bir yaptılar. Pek beğendiler. — Bunun büyüğünü yap! — dediler. — Fakat, hangi duvara yapa cağımı kendim tayin edeceğim. — Olur, Hürrem, manastırın her yerine gezmeğe başladı. Hümanın bura- ya geldikçe kaldığı hücreyi kestir di '—Resmi buraya yapacağım! dedi. Başrahip: — Aman pek muvafık olur. Bu- rası zaten Hüma sultanm odası - dır. Gelip de bu yeni resmi görün- | ce pek memnun kalacaktır. | Delikanlıya kalacak yer göster diler, Ne gibi alât ve levazım icap | ediyorsa hepsini tamamladılar. Birkaç gün içinde, — delikanlı, resmi tamamladı. Her gören pek | beğendi, — Sen hakikaten söylerdiğin - den âlâ ressammışsın! — dediler. Hürrem birkaç gün daha kaldık - duvara tan sonra, şehirdeki adresini ver- | | di, ” — Başka bir iş için lâzım olur ! | sa bey birkaç zaman daha bura - lardayım! dedi, ve ayrıldı. Hüma şultan, dadısının nasiha - | | çıktı. So » | | tile birkaç gün ortaya murtuk halini bıraktı, Güldü, oy - nadı, içti.. Kalbindeki aşk alevini göştermemek için — elinden gelen her şeyi yaptı.. Fakat, biraz fazla içince, ah ve enie başlıyordu. Görenler de: — Sultanımıza içki yaramıyor! | — diyorlardı. Sultan, dadısiyle başbaşa kal - dığı zaman: — İşte nasihatlarını tutuyo - rum, Fakat, her biri kâr etmiyor. Zira, derdim dağılmıyor, avuta - mıyorum ! - dedi. Parsa, onun sahide- boynu bü- külen Nerkis gibi sararıp soldu - ğunu görüyordu. O değil, Hümayun Şah ta bu « nun farkına vardı. Doktorları ça- ğırdı. İlâçlar emretti. “Kızımın yemesive, içmesine iyi dikkat e « din!,, dedi. Fakat bütün bu tedbirler kâr etmiyordu. Sultan, sararıp solu « yordu. Bunun üzerine, manastırm maneviyatından istifade etmeği düşündüler, Bunu kız da istedi: — Oranm sükünu belki yarar., Gidelim. Secde edeyim,., - dedi. | Dadılar, lalalar, cariyeler ha » zırlandı. Sulan, nikabını örttü. A« tına bindi. Kiliseye doğru ilerle « diler, Genç kızı yolda giderken göre mek üzere birçok kulaktan âşık - lar yol'ara üşüşmüştü. Fakat, o, bu sefer, nikabını açmadı. Kimse- nin canına kıymadı. Zira, artık aşkın ne demek olduğunu kendi tatmıştı. O alevin ne alev olduğu- nu öğrenmişti. Kiliseye vardılar. Büyük âyin- ler yapıldı. Sonra, daha candan i- badet ederek ferah hissetmek i » çin, genç kız kendi höceresinc çe« kildi, Orada ibadet ettiği sırada, göz- leri, birdenbire, duvardaki resme ilişti, n Derhal secdeye kapandı, Aca « ba ikinci bir raya'mı görüyordu?. Yoksa, kalbinin bir köşesine nakşolan tasvir, göz bebeklerine mi sirayet etmişti?.. Daha yaklaştı. Baktı, hakika » tenorada — yeni bir resim vardı ve bu resim sevgilisinin resmiydi. (Devamı var) ZAYI — Çerkeş askerlik şubesin- den almış olduğum askeri terhis ve- sikamı ve nüfus kâğıdımı ve 3952 Na. l sandalcılık ehliyetimi askerl vesa - iti nakliye komisyonundan almış ol- duğum vesikamı zayi ettim. Yenisini “çıkaracağımdan bunların hükmü ol - madığını ilân eylerim. Çerkeş kazasının Uvacık kariyesin- den Hasan oğlu Sadık, Tevellüdü 319 HABER AKŞAM POSTASI İDARE EVİ | Istanbul Ankara Caddesi Telgrar adresi: ISTANBULHABER Telefon Yazı 23872 idare: 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye — Ecnebi 1400 Kr. 2700 K 3 aylık " * eylik 180 . İLÂN TARİFESİ Yicaret ilâı Senclik © aylık Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) motbaası