HABER — Akşcım Poslası 26 TEMMUZ — 1925 Yunan kralı Konstantinin Aşk Mektupnarn Türkçeye ceviren: A E Sırplar da elli bin kişi teklif et- tiler, Onlara askeri kıtalar gön - dermek istedik, yalnız bizimle kav a çıkarmak için burada tu"” ları yirmi bin kişilerini çekmele -| rini söyledik. Yanaş- -- 'ılar, Şir. - di de onlardan çekinmemiz lâzım ge" Araziyi taksimde neler vukubu lacağı daha şir:dicen beni ürkütü- yor; eğer onlarla şimdiden dövüş miyecek olursak, iki yahut üç yıl muhakkak bir Kanımız pahası- na elde ettiğimiz yerleri neden ve relim ve Bulgarların bundan isti- fade etmesine göz yumalım? Şim- di benim Selâniği h'le ve hud'a ile almış olduğumu bütün dünya - or. sonra aramızda harp çıkacaktır.. ya inandırmak istiyorlar, sözde şehre onlarla birlikte girmeğe söz vermişim de, sözümde durmamı- şım ve 17 kilometre uzakta Türk - leri mağlup etmekte olduklarını görünce, ben zelilâne şartlar tek - lif ederek onların bana teslim ol- malarını başarmışım. Bu, büyük küstahlık doğrusu! Bana söyledikleri her şey olabili- | rim. Fakat Ben böyle pis oyunlar oynamayan bir centilmen oldu - ğuüm iddiasındayım, Bunu ancak | Bulgarlar uydurabilir. Ben Selâniğe taarruz ettiğim za | man, Bulgarların yakınlarda olı:lut ğunu kat Ben Selâniğe taarruz ettiğim zaman, Bulgarların yakmlarda ol- duğunu Kt'iyyen bilmiyordum. Onların yaklaştıklarını, Tahsin paşanın teslimiyet teklif eden mek tubundan ancak bir buçuk saat ev. | vel öğrendim. Bana Bulgarların yaklaşmakta oldukları havadisini getiren ayni süvari zabiti (Bulgar | lar şehirden kırk beş kilometre u- zakta idiler.) Benim de şehre gece | perşembe Londrada başlıyor; er - 9 takdirde kimse size kulak asmı - yor, Bütün dünya dört gün dört gece sürmüş olan Manastır muharebe - sinde Sırpların kahramanca dö - vüştüklerinden bahsediyor. Bu 4 günlük savaşta yedi yüz kişiden az telefat verdiklerini biliyorum. Benim bir günle bir kaç saat sür - müş olan Yenic: .ardar muharebe sinde emrimde Sırplarinkinden daha az kıta olduğu halde bin beş yüz kişi kaybettim. Bu muharebe- den kimse baksetmiyor! Gör” yor- sun ya, dünyada yalnız reklam pa hayatta olduğu reklâm ra edizor, hususi gibi siyasal hayatta da.. yapılmadığı takdirde insan bir kö- şeye atılıyor. İşler artık can sıka - cak raddeyi buldu. Hakkımız ola- nt elde edemezsek, Bulgarların üs- tüne çullanmak için Türklere bir ittifak teklif etmekten çekin -| miyeceğim, ve bu harbe verilen yeni ehli salip adı böylece h-rbal. bir biçimde sonuna — ermiş 4 olur! İnsan birazda kendi- ni düşünmeli, —öyle — değil mi? Hele mesele yurda ait oldu mu, bu bir vazife halini alır. Politika ile senin de başmı ağrıttı-ı, ancak bana bu makaleyi göndermekle i- şe sen başlamış oldun. Bununla be raber müzaketeleri ypacak, ben değilim. Ben vazifesini yapan kı - lıç olarak kaldım. Şimdi sıra diplo matlara geldi.Müzakereler gelecek künsharbiye başkanım da murah - has sıfatile gidecek olan Venizelo sa askeri müşavirlik yapacaktır. Bu mektuptan sonra hâdiseler biribirini kovaladı. Eski müttefik- lerin arasında ihtilâf çıktı, Bul - garlarla Türklere karşı olan ikinci Balkan muharebesi başladı. kartanlık basmadan evvel girece 1 ğgimi, kuvvetli bir mukavemet um- | duğumu fakat yardıma ihtiyacım | olmadığını bildiren mektubumu 1 Bulgar generaline gönderdi. | Buna rağmen ilerlediler ve ancak ertesi günü gelerek benim şehre hâkim olduğumu gördüler, İki ta - burlarına misafirperverliğimi rica | ettiler. Bunu reddetmedim. Mu -| kabilinde mükâfatımı görmekte | gecikmedim bana karşı yapmadık ları; rezalet, oynamadıkları uyun kalmadı. Pis insanlar! Buna rağ - men kendilerine Avrapa öyle rek lâmlar yapıyor ki, sanki bez işi on- lar gördüler, biz hiç *'” şey yap - madık. j Yurttaşlarım hakkında söyledi -| ğin kötü düşüncelere zağmen seni | temin ederim ki Balkanlarda özü | |nepsini birden aldığım a#vimli mek 21 Temmuz 1913 Sevgilim, Kurşun kalemile yazdığımdan kusura bakma, bulunduğum de- likte mürekkep yok.Dün akşam tuplarıma teşekkür ederim; birisi 8 ikisi de 10 tarihli idi. Dörtte üçü yanmış olan bu Bul gar köyüne geldim, Geriye ancak beş ev kalmış; hem de ne evler. Son mektubumdan beri ne hâ - diseler geçti! Kendi hatamız ol - madığı halde müthiş bir surette tehlikeli bir sergüzeşte girmiştik. (Devamı var) u aa z ee | sözü doğru, namuslu yegâne millet | biz Yunanlılarız. Ben de harpten | evvel Bulgarların blöflerine inan- | mıştım, fakat şimdi ne olduklarını gözlerimle gördüm, A-tık inanmı yorum. Hakikatte harbe ha.:rlanmış yegâne memleket biz tik ve müte- vazi görünmek için hi; bir şey söy | lememiştik; Bulgarların orduları - nr methederek yaptıkları gürültü- | ler karşısında ağzımızı açamamış | tık. Lâkin şimdi biliyoruz ve ta -| Sase göctermemek İcap ettiğini de anladık. Bilâkis en üst perde - den bağırıp çağırmak lâzımgeldi - ğini öğrendik, Böyle yıpılmıdığıl ÇiNGENELER ARASINDA No Burada niçin Çingene yok acaba? B-gfıvaman alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız harmancılara bakıyorum, hep köylü rum kızları... — Pek güzel!.. Şimdilik eyval- lah, ben işe gidiyorum!.. — Güle güle. Bari oldu olacak, şu defter d de kalsın, yarın birlikte getirirsi — Ne defteri 07. — Bir defter işte canım.. Canım sıkıldıkça okur, gönlünü eğlen - dirirsim!. O saat anladım, bu defter zim saf yürekli san'atkâr duyuşlu genç arkadaşım benden ayrı kaldı- ğı günlere aid tuttuğu — bir not defteri idi. Kimbilir içinde ne - ler, ne antikalıklar vardı. Defte - ri gülerek aldım, — bir kaç adım yürüdüm.. O arkamdan tekrar seslendi: — Defterin içindekileri yalnız Kkendin oku ha, kimseye göstere - yim deme!. — Tabii, tabit.. Hiç kimseye gösterir miyim, Bebek misin sen, yoksa Arnavutköyü mü?. Arkadaşımın defte- rindeki notlar Yolda bacaklarını köpek ısırdı - ğı için çadırında hasta yatan es - mer, narin, tirşe gözlü kıza götür- düğüm kolonya ile şeker çok çok makbule geçti.. Yalnız çadırda pi- nekleyen bir köca karr hunlara itiraz etti: — Abe, dedi, bunları getirece - ğine niçin getirmedin biraz zey - tinyağı, sirke, kahve şekeri ve bi- razacık kuru fasulye.. Ve biraza. cık tütün, cigara kâğıdı.. Çadırdaki alçak kervette yan üstü yatan tirşe gözlü kız utandı; kocakarıya çıkıştı: — Bıragasın çingeneliği tutasın çeneni! Sonra bana döndü: — Madamki gelirdiniz buracı - ğa hatır soruşturmağa, alsa idiniz yanımıza kemanenizi de şinci çal- saydmız bana yanık yanık bir iki beyzade havası, ne iyi olurdu; benim de biraz hasta yüreciğim açılırdı. şinci, Bir aralık tirşe gözlü hasta krza | bize ilk çingene ninnisini dinleten çocuklu, dul kadını sordum: — Kim bilsin, dedi, nerededir.. Almış başını bir sabah, kıçmıı bi- | zati.. O birazacık bengaladır (si- nirli, yarım deli, cinli, perili, ba - balı demek) Ne vakit ki eser akıl- cağma hep öyle yapar. Tekrar sordum: — ÂAcaba şimdi neredededir ?. Bu sefer tirşe gözlü kız: — Ne sorarsın yabanın kaçığı - nı, dedi; nerede ise elbet bir gün gene çıkar gelir buracığa... Bu cevab üzerine fazla üstele- medim.. O gün çadırlarda Etem de yoktu.. Ancak Etem çocuklu dul kadmın şimdi nerelerde bulu- nabileceğini bana önceden söy - lemişti. Hasta ziyareti pek uzun olamıyacağı için tirşe gözlü kızla savurduktan sonra kalktım, ken - disiyle vedalaşırken o benim ge - tirdiğim kolonyadan benim üze - rime bir kaç damla serperek: — Bekleriz, gene — buyurasın, biz her ne kadar çingene isek de sakm bizi unutmayasın!.. Diyor, kocakarı da bir daha ki gelişime şunları ısmarlayordu: — Bir dahsama gelirken bana gda getiresin birazacık kırpımtı et, | birazacık kuru fasul, bir ufak | somun ekmek.., . Çadırdan çıktiğım zaman eski - si gibi gene çocuklar etrafrmı sar- dılar, onlara da birer ikişer onluk dağıtarak ayrıldım. Artık anlıyorum ki çingeneler kanı sıcak insanlar.. Yeter ki bun- lar terbiye edilsin.. — ” 27 Temmuz Bizim arkadaş ettiği ile kalsm! Sanki benimle birlikte gelmedi de ne oldu? Ben tek başıma daha iyi gezip tozuyor; daha iyi aradıkla- ramı buluyor; gönlümü oyalıyo - rum.. Sanki şimdi o yanımda ol - saydı, ne olacaktı? Tabiatin bu eşsiz güzellikleri karşısında o bir takım gevezeliklerle benim kafa- mr ağırtacak, gönlümü kararta - cak değil miydi?. Ooh.. Litroz denilen şu yer ne güzel bir yer miş.. Koca İstanbul- da gönlümün hoşlandığı bu kadar | hoş bir yer ben görmedim. Bura- | nın havası insanın ne kadar da iş- | tahmı açıyor, Burada, ateşte kı - zartılmış taze dana suçuğu, doma- “| tes salatası ve şarapla yeniden bir öğle yemeği insanm ne kadar ca- | nma can katıyormuş.. Amma | burada niçin çingene yok acaba ? | Harmancılara bakıyorum, — hep | köylü rum kızlrı.. Yarı aşçı, yarı | bakkal, yarr meyhaneci barbaya | soruyorum: — Burada hiç çingene yok mu? Yüzü pancardan daha kırmızı, burnu patlıcandan daha mor, en- sesi kilise direğinden daha kalm, ve göbeği dükkândaki şarap fı - çılarından daha şişkin ve daha yu- | varlak olan dımdızlak başlı barba Kralın sevgilisi olan prense sin, İtalyadaki Sarmoto köşkü | hiç istifini bozmadan : — Bir iki gün önce beş on ta - ne vardı amma, onları da salataya | doğradık... Şakayı bırak yabu! Sahiden | hiç yok mu buralarda çingene? .. — Bir kaç gün önce beş on ta- çadırdan gün doğarken, O öyledir. | dereden tepeden bir kaç söz daha | ne vardı, onlar da işlerini bitir * diler, çadırlarını topladılar, Fer- hatpaşa çiftliğine yollandılar.. Ne yapacaksın ki soruyorsun çingene- leri, turşusunu kuracaksın müba * reklerin?, — Hiç.. LAf olsun! dum.. diye sor* Barba eliyle Litrozun karşısın « daki Vidos köyünü gösterdi: — Nah, karşıki köyün alt ya « nında kıyamet gibi çingene çadırı var, Lâzımsa git, oraya, daniska- sını bulursun mübareklerin.. — Peki barba.. Sen belki bilir - | sin, bunların içinde iyi çalgı çalan ve şarkı söyleyen yok mudur? — Sen nereden geliyorsun bu « raya evlâd?. —İstanbuldan!. — Koskoca İstanbulda çalgıcı, şarkıcı çingene bulamadın da bu- yaya'tar geldin? Gözün görmedi |mi ocanım Sulukuleyi, gözün görmedi mi o canım Kasımpaşayı, | gözün görmedi mi o hepsindeln | kıryak Ayvanasraydaki loncayı ?. Anlaşılan sen İstanbulun acemisi | olmalısın?. — Değilim Barba.. Ancak be. | nim aradığım başka şey.. 'Barba çok tuhaf bir adamdı, onun için, bana şu cevabı verdi: — Ara bakalım yavrum, ara ! Menşur kelâmdır: Arayan mevlâ- sını da bulur, belâsını da.. raz da tok sözlü barba ile hemen ahbab olduk.. Bana bu göçebe çingeneler için hayli malümat ver. di. Bir zamanlar, İstanbul çalgı- cilarının en iyilerinin bu göçebe lerin arasından çıkmış olduğunu, gelgelelim çalgıcılık musikicilik işinin sonradan yavaş yavaş Sulu- kuledeki, Kasımpaşadaki, Üskü - darda Selâmsızdaki, ve hele Ay- vansaraydaki yerlilere geçmiş ol- duğunu anlattı. Bu arada bir za- manlar İstanbulun en namlı zur - | nacısr Vidoslu Yakomi ile gene Istanbulun en gözde Hiristiyan kemançecilerinden, lâvtacıların - dan bir kaçının da Vidoslu zurnacı Yakominin cinsinden ve hemşeh- rilerinden olduğunu söyledi. Daha sonra beni yakımda kuru> ' lacak olan Litroz panayırma dı - vet etti: — Al arkadaşlarmı, bu panayı- ra gel de burada o gün ve o gece çingene çalgıcılarının çeşidini din- le, çeşidini!, Dedi. .. » Vidos da hoş yer amma, Litroz daha başka idi. Vidosun içinden geçerken, bir kaç köylü çocuk koltuğumdaki kemanı görünce peşime takıldılar, beni para ile ke» | man çalan biri, belki de şık bir | çingene sanarak peşim sıra şöyle konuşmaya başladılar: — Düğün var galiba bir yerde l bu gece?, Bu hazır cevab, nükteci ve bi - (Devamı var) l mhcrmnecm - x u . a