ö 246 TEMMUZ — 1935 B” HABER — Aksşam Postasr Oh!... Şimdi ne kadar rahat idi- ler... Yalnız kollarının çözülmesi bile onlar için bu kadar güzel o- lursa büsbütün azat edilmek, ne engin bir saadet olacaktı. Fernando onların yüreklerin- den geçeni anlamıştı: — Nasıll... Rahat değil mi? Bu sözleriyle sanki eğleniyor - a. Kont dö Vilyerin sabrı tükeni - Yordu. — Rica ederim Senyor Fernan- do, ne istediğinizi söyleyiniz!.. — Söyliyeceğim... Şimdi söyli- Yeceğim. Yalnız bu dileğimi yap- Mazsanız ne olacağını da — şimdi söyliyeyim. Böyle olursa daha iyi üşüneceğini, daha iyi bir karar vereceğinizi umarım. — Söyleyiniz!... — Lüiçi!... Bir ip getir... İyice yağla ve şu serene bağla... Ucunu güzelce ilmik yapmayı unutma !.. Altına da bir i«kamle koy... Hah... İşte şimdi tamam oldu. Şimdi be: hi dinleyin Kon dö Vilyer!... Bun- ları gördünüz değil mi? Neye ya- radığını da biliyorsunuz... Fransız kontu sarardı ve yüzü- he bir ölüm rengi çöktü. Knnd!ıl' gibi olan oğluna sevgi dolu bakış- lar atarak uzun bir nefes aldı: — Biliyorum... Diye mırıldandı. i —— İşte, size verdiğim işi yap- Mazsanız, yahut yapmağa çalışır da yüzünüze gözünüze bulaştırır, bana faydanız olmazsa oğlunuzu oraya asacağım.. Baba ve oğul birbirine sokuldu. lar. Kont dö Vilyer: — Vereceğiniz iş nedir? Ya e- limden gelmiyecek bir şey ise... Diye kekeledi. — Hiç kimseden, onun bece-| Temiyeceği işi istemek adetim de- ğildir. Hem de bu iş umduğunuz- dan daha kolaydır. Şimdi seni en güvemdiğim bir askerle birlikte, bir sandala bindireceğim. Yelkeni açacaksınız... Doğruca Türk do- nanmasına gideceksiniz. Amiral Polin de gemileriyle birlikte ora- dadır. Geminizin yolda İspanyol filosuna rasladığını, esir olduğu- nuzu söylersiniz. Sözlerinizin bu- raya kadar olan kısmında hiç bir yalan yok. Olduğu gibi anlatırsı- nız, Bundan sonrasını — gizlemek gerek. Onlara Napoli hapishane- sinden bir kolayını bularak yanı- nızdaki askerle beraber kaçtığını- zı ve bir sandalla oraya kadar ge. lebildiğinizi söylersiniz... — Yalan söylemek... Bu... — Evet.. Biraz ağır amma.. Düşünüznüz ki oğlunuzun yaşa- Masr ançak bu yalana bağlıdır. Fransız kontu boynunu böktü. Fernando devam etti: — Orada iki şey öğreneceksi - L “Yazan: KADIRCAN KAFLI Size verdiğim işi yapmazsanız ve bana faydanız olmazsa oğlunuzu oraya asacağım... niz !... Birincisi Hüsmen Reisin ö lüp ölmediği, ne halde olduğudur. Bu çok kolaydır. Kime sorsan bi- lir. İkincisi de Kontes Viçençiyü sün kızı güzel Beatris şimdi nere- dedir? İşte bu kadar... — Bu kızı tanımtyorum. — Hüsmen Reisin sevdiği kız, derseniz tanıyanlar ve bilenler çoktur. Eğer Hüsmen Reis sağ ise her halde onun yanında olması lâ zım, Fakat vurulduğunu söylüyor- lar: Öldü ise, yahut ağır yaralı bulunuyorsa belki başkalarının e- line geçmiştir. Piyale Beyin eline geçerek diğer esirlerle birlikte İs- tanbula götürmesi de ilk düşünüş- te akla gelebilir... Fransız kontu düşünüyordu: — Bu bir casusluk olur... Diye mırıldandı. — Yanilıyorsunuz kont... Siz yurdunuzun ve kralınızın bir sırrı. nı satmıyorsunuz ki... Bir &ir ki. zın nerede olduğunu öğrenerek bil direceksiniz. İstersen Hüsmen Re-; isin ne halde bulunduğunu da öğ- renme!... Nasıl olsa bugün yarın bütün İtalya ve İspanyaya yayı- hır... Kont dö Vilyer hak verdi. Sahiden bu işte casusluk bir şey göremiyordu. Üstelik bu sudan işi yapmakla biricik oğlunu kurtarmış olacak- tr. gibi Genç Pol babasına, yaslı göz- lerla baktı. Sanki o da: — Yap baba!... Beni kurtar!... Diyordu. im B DALTABAN | Bu sırada Beatris acaba nerede idi?... Hüsmen Reis ne oldu? Yoksa öldü mü?... Taopal Şaban Hüsmen Reise: — Fakat... Bunu ben nerede saklıyacağım?... İşte Kızıl Kadır- ga geliyor. Oraya götürün!... Demek istemişti. Fakat buna va kit bulamamıştı. Çünkü genç Türk akıncısı, Sı- rık Ahmetle arkadaşının düşman tarafından kuşatıldığını görmüş- tü. Böyle bir zamanda aşk kadar. arkadaşlık sevgi ve borçlarını da düşünmesi gerekti. Hattâ bunun için, bile çoktu. Zaten Türk kırlangıcı bundan sonra açıklara gidecek, denizde düşmanla çarpışacak değildi ki... İşte Türk donanması da geliyor. du ve genç kız için hiç bir korku yoktu. Fakat işler umulduğu gibi ol . mamıştı. Frenk Süleyman Hüsmen Reji - sin karaya gittiğini, oruda Sırık Ahmetle beraber İspanyollara kar düşünmek No. 74 şı dövüştüğünü görünce — onlara yardımdan başka hiç bir şey dü- şünmemişti. Gemiyi kıyıya doğru ileri sürmüş, sonra en yakın yere demir atarak hemen leventleriyle beraber kumsala fırlamıştı. Topal Şaban yarı baygın du- ran genç kızı küçük teknesinin kıç tarafında, kanape gibi bir yere yarı uzanmış bir halde bırakmıştı. Şaşkın bir haldeydi. Bunu ne yapabilirdi? Bu küçük gemiler büyük filo - nun pişdar koluna ayrılmıştı- Şim- di Türk donanmasının en önünde pişdar kol kumandanı da gemisiy. le birlikte görünecekti. Bu, Dal. taban adıyla meşhur Osman Reis- ti. Kumandası altında bulunan: ların en küçük kusurlarını bile ba- gışlamaz, fena halde cezalandırı- dı. Hem böyle zamanlarda karşı- sındakine söz söyletmek de âdeti değildi. Böylelikle herkesi yıldır- mıştı. Daltaban örüya golir gelmez, ilk bakışta Şaban Reisin deniz or- tasında şaşkın bir halde bakındı- ğinı görecekti. O zaman gemisi- le beraber bir anda küçük kırlan- gıca rampa edecek. Topal Şaba- nın sağlam bacağını da belki o ka- lın ağızlı ağır kılıcinin — tersiyle vurarak kıracaktı. Hattâ savaş yerinde bir esir kız- la uğraştığı için onu küreğe vur ması ihtimali de vardı. Topal Şaban Türk akıncısı Hüs men Reisin adını işitmiş, onu da. ha önce de görmüştü. Onun ver diği her işi canla başla yapmak boynunun borcu idi. Zaten Beat risi bunun için mümkün — olduğu kadar muhafazaya çalışıyordu. Fa kat küçücük gemisinin de onu sak- İryacak bir kamarası yahut amba rı yoktu ki... Bundan başka genç kızın rasgele bir esir olduğunu sa: nıyor, Hüsmenin canından çok sevdiği sevgilisi olduğunu bilmi- yordu. — Bunu ne yapacağız şimdi?.. Diye mırıldanıyordu. Askerlerden bitisi hemen cevap verdi: — İşte... Kızı! Kâdırga geliyor. Oraya varelim..: O zaman Topal Şaban birden- bire kendisini toparlamıştı. Kızıl Kadırganın geldiği tarafa dön.- müş, onun kırk elli adım kadar i: lerisinden geçerek kıyıya - gittiği- ni görünce: : — Heceyyy!.. Arkadaş!... Hüs- menin leventleri... Buraya bakım... Burada reisin bir emaneti var... Diye haykırmıştı. Kıyıdaki savaş © kadar kızış - mıştı ki hiç kimse buraya bakmı -| yordu. (Devamı var) Dünya güzelinin peşinde... Fahı Nakledan: tarın (Hatire Süreyya) kayaya verer rünname adlı eski Farisl romanından alınmıştır No.15 ek aslan gibi dövüştşler, hepsini birer birer yere serdi... Bunun üzerine babası emrederek bir gemi hazırlattı. Dadısını da yanına kattı. — Sakın fazla kalmayın... Bir| iki gün gezerek geri gelin! diye sı. kı sıkı tenbihte bulundu. Kız, maiyetiyle birlikte, vapura| bindi, Ferruh ile Hurrem yamyamlar sultanının esirleri olduğu için, on- ları da yanına aldı. Yelken açtılar. Sahilden hayli uzaklaştıktan sonra, kızın dadısı olan cadı: — Aman, geri dönelim... Gali- ba havalar fenalaşacak! - diye tutturdu. Ferruh. — Bir şey olmaz... Sen karışma. dedi. — Vay... Sen, —hem esirsin.. Hem bana karşı mı geliyorsun?... Kesin şunun kafasını! Fakat, Ferruh, dadının emrini yerine getirmek üzere bulunan a- damın elinden kılıcı kapınca, da- dının kafasını uçurdu. Artık, iktidar iki delikanlinin eline geçmişti. Amir kendileri ol. muştu. Kurtuluş kyısına — doğru rüzgâr gibi uçmağa başladılar, Bir gün, uzaktan karayı gördü ler. Eğilip şükür secdesine kapan- dılar. Geldikleri sahil, harikulâde gü- zel bir yerdi. Ferruh ile Hurrem başbaşa ve- rerek ne yapacaklarını kararlaş tırdılar. Evvelâ, gemide bulunan bütün adamlara dağılmak, istedik leri yere gitmek iznini verdiler. Bunlar da, bu izni ganimet, nimet bildi. Çünkü hepsi de, esir, cari- ye kimselerdi. Şimdi, hürriyetle- rine erişmişlerdi. Zaten, gemide | birçok mal vardı. Hepsini arala | rında taksim edeceklerdi. Onun için çok sevindiler. Yamyamlar padişahına sadık ©- lan kaptanla ona sadık olan - ve geride evleri, barkları kalan tay- falar: | — Eyvah, biz şimdi ne yapaca gız? Geri dönersek de padişahımı za ne cevap vereceğiz? - diye esef- lendiler. Fakat, tabitdir ki, yolunnup dö vünmelerine ehemmiyet veren ol madı. Uzatmıyalım, iki delikanlı ile yamyam kızı, bir hayli gittikten sonra sekiz haraminin bulunduğu bir yere geldiler. Meğer, bunlar | öyle vahşi heriflermiş ki, o yerden kuş uçurmazlar, kervan geçirmez- lermiş. Bizim üç kişi ile sekiz harami | birdenbire karşılaştı. | İki taraf da kılıçlara, — oklara davrandı. Arada adelâ bir küçük muharebe oldu. Ferruh, önüne gelen melünu, okla yere serdi. Onu görünce ö- bür haramiler de gayrete — geldi. Fena halde kızmışlardı. Cana kı bir kayaya vererek aslan gibi dö « vüştüler, hepsini birer birer yere serdi. Kimini okla ve kimini kılıç- la öldürdüler. Haramilerin gayet güzel atları ve elbiseleri vardı. Bunları gani « met aldılar. Lâkin, canları epeyce sıkılmış » tı. Zira, muharebe ettikleri esna - da, haramilerin attığı oklardan biri uçarak, yamyam kızın kalbine saplanmış, onun ölmesine sebep olmuştu. Ferruhla Hurrem, bu manzara karşısında pek müteessir oldu. Zi- ra, bu kız, onların canını kurtar - mıştı. Yalnız canını değil, esaret- ten kurtulmalarına da sebep ol « muştu. Ferruh, bir müddet ağladı: — Zavallı, benim için, anasını, babasını, memleketini ve saltana -» tını biraktı., Dağ başlarına düştü , Nihayet, başına bu felâket de mi gelecekti?. Hurrem, arkadaşını şu yolda te- selli etti: — Ey kardeşim! Canım şehza - dem! Niçin böyle ağlıyor, kendini üzüyorsun? Allaha şükret ki, vü- cudumuz sıhhattedir Cenabıhak , onun ömrünü bu kadar yazmış « Toprağı da buradaymış, çekti.. Ö lüme ilâç yoktur. — Ne yapalım ?, elden bir şey gelmiyor. O kadının gerçi üzerimizde çok hakkı var. Fakat biz de ecdadının canının ce- hennemden kurtulmasına dua ede- riz!.. “Hem sonra, düşün ki, sen, Hü« mayı seviyorsun, Daima onun pe - şinden gideceksin. Halbuki, o, buna mâni olacaktı. “Onun için ağlama, üzülme ... Hüma lâkırdısı — üzerine, deli- kanlı, kendine geldi. Daha doğru - | su kendini kaybetti. (Devamı var) HABER AKŞAM POSTAĞI İDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Telgraf adresi:|STANBULHABER Telefon Yazı: 23872 Idare: 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye Benebi Benelik 1400 .KI. 2700 Kr. 6 avlık 730 » 14850 ., 3 aylik 400 » ..0 . 1 aylık 1850 .— 200 İLÂN TARİFESİ, Ticaret Hânlarının satırı 12,50 samı Hânların 10 kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası yarcasına hücum ediyorlardı. Ferruh ile Hurrem arkalarını