— ükü Kayaların kenarından, dolam - baçlı ve düzensiz bir ının_livın_— den iner gibi geçiyordu. İkide bir sendeliyor, omuzlarındaki yük sallanıyordu ; o unıın" Hüsmen de istemeksi- zin sendeliyor, kalbi titriyordu. —46 — BİR KOVALAMA Fernando, hiçbir şey olmfdtn kayaları inmişti. Şimdi küçük fundalıkların arasındaydı. Bir an için durdu. Belki nefes almak istiyordu. Bu sırada Hüsmen Rcisin ar . dında bir gürültü oldu. Dönüp baktı.. Leventlerden biri kayalıklar - dan kopan bir taş parçasma çarp mış, onu yuvarlamıştı. Fernando o aralık yürümüş ol- âaydı, kendi ayak sesinden ve ça- Tima G, uazaaaerlerTczr yakâi gürul füden ötürü bunu duymıyacaklı. Fakat burada da — bir aksilik ol- Muştu ve taş, tam da Fernandonun bir an için durduğu sırada yuvar- hmıştr, Fernando, kovalandığını anla - Mıştı. Yükünü omuzlarına daha gü -| zel yerleştirdi ve hızlr hızİr, adetâ koşarak uzaklaşmağa başladı. Hüsmenin canı sıkılmıştı. Fa- kat buna rağmen onu her halde Yakalıyabileceğine emindi. Çün- kü önünde, epeyce uzayan bir düz- lük vardı. Civarda Fernandoya Yardım edecek bir kimsenin bu- lunmasına da imkân yoktu. Çün- kü Türk donanmasının Salerno ö- Nüne demir attığını, kaleyi kuşat- tığını duyan halk, akın akın - talyanın içerilerine doğru dağıl- mışlardı. Fernando hiç değilse kendi ca- nını kurtarmak için taşıdığı yükü bırakacaktı. Zaten Hüsmenin de eninde sonunda istediği buydu. Fakat şimdi Hüsmenin aklın: İ — Fernando hiç değilse kendi ci canını kurtarmak için taşıdığı bırakacaktı. ni kaybetmeğe, kendisini gizleme- ğe çalışması da beklenebilirdi. Frnando böyle yapmadı ve sola saptı. Denize doğru koştu. Omuzundaki yük kımıldanıyor: du. Hüşmen buna sevindi- Baygınlı. ğı geçen Beatris, şimdi Fernando- nun kolaylıkla yürümesine, koş- masına ve kaçmasına engel ola - caktı. Fakat neden denize doğru gi- diyor. Orada ne yapacak?.. Orada bir derenin ağzı ve bu dere ağzında iki sıra kavak ağacı görünüyordu. İki sıra çalılık dere- | nin büsbütün görünmesine engel oluyordu. Daha ileride birkaç balıkçı ku- lübesi vardı. Onların da boşanmış oldukları nlaşılıyordu. a ” Hüsmen Refsle e arkatdaşları kayalıklardan inebilmişler ve düz lüğe varmışlardı. Birer yıldırım gibi iki sıra kavaklara doğru koş- tular. Hüsmen en önde idi: — En sonra ele geçtin Fernan- doö... Şimdi bir delik bul da kaç bakalım, Kale tarafından uğultular, da - vul ve zurna sesleri geliyordu. 'Türk ordusu, kazandığı zaferi kutlulayordu. Hüsmen, Fernandonun genç kı- za bir fenalık yapmasına meyden vermeden yetişmek için acele edi- yordu. Çalılardan atlıyor, patikalar - dan geçiyor. ikide bir Fernando- nun gözden kayblduğu yere baka- rak ondan bir iz arıyordu. — Kaçıyor... Kayıkla kaçıyor.. Vay canına... Sırık Ahmet böyle bağırmıştı. Hepsinden uzun boylu olduğu için Fernandonun ufak bir balık - çı kayığı ile derenin ağzından çı- karak açıldığını görmüştü. fena bir şüpbe gelmişti: Acaba| — Hüsmen onun gösterdiği yere Fernando Beatrisi bırakmağa mec-| baktı. olursa ona bir şey yapmıya- Sahiden Fernanda kaçıyordu. Sak mıydı? Yoksa: Demek ki bu balıkçı kulübele- — Mademki bana kalmadı, ona| rinin yakınında, _ılııl hi_ı liman a kalmasın!..: gibi uzayan dere içinde bir kayık Diyerek bir hançer veya kılıçla h!ılı.nlmx ummakla yanılmış de- Sldürmez miydi? .. gildi. V ŞS Hrzmı arttırdı. Hüsmen bir küfür savurdu. Sonra denize baktı- Bir yaban keçisi gibi kayaların birinden diğerine atlıyor, Fernan- Sonun indiği düzlüğe yaklaşıyor- u, Fernando şimdi denize yakın o- ııl’ık 'llıyıı: yola i. Bel- bi oradan kaçacaktı. Fakat sağa f“inı dönerek üç beş yüz adım i- Srideki ormana, oradan da ağaç- h tepelere gitmesi, böylelikle izi- leri, birer martı gibi uçuyorlardı. yan bu girintinin bir ucundan diğre ucuna kadar gidip geliyorlar. Ba. zan uzaklarda kayboluyorlar ve tekrar görünüyorladı. Açıklarda Türk karakol gemi- Geniş bir körfez halinde uza - Fernando kayığın dümenine BABER — Akşam Postası ee No. 58 ——— dibine koymuştu. Kayığın ikide bir sağa sola sallanmasından, Be- atrisin kendisini kurtarmak - için çırpındığı avlaşılıyordu. Fernandonun kayığı güzel bir rüzgârla gittikçe uzaklaşıyordu. Hüsmen: — Başka kayık yok mu burada.. Diye bağırdı: Frenk Süleyman cevap verdi. — Var... Burada bir kayık var.. Başka biri de: lnı— Burada bir kayık... Yalnız ürekleri kırı! ğ Dedi. B ba Hüsmen sevinmişti: — Çabuk... İkisine de binelim. Rüzgâr güzel... Yelkenleri tamam ya?.. En yakm olanın içine atladı ve atlamasile geriye çıkması bir oldu: — Vay alçak... Bunun da dibini delmiş... — x Bunun da öyle.. de çekilmişlerdi. — Bunlar da yeni delinmiş... — Fernando yapmıştır.. — Kürekleri de o kırmıştır. Biraz daha dikkat edince yel - kenlerin de boydanboya kılıç ves, ya ördüler. Hüsmen de, Frenk Süleymanla arkadaşları da kızgınlıktan ho - murdanıyorlardı. Biribiri arkasından küfür savu- ruyorlardı. Frenk Süleyman sordu: — Ne yapacağız, reis?... Hüsmen Reis, hayatımda bu ka- — Bir kırlangıç, Fernandoyu gördü. Bu tarafa geliyor. Hüsmen sevinçle haykırdı: — Taliimiz gülüyor gene... Kar- şıki burnu geşmeden önce onun önünü kesecekler... Frenk Süley - man, Dalyan..: Siz ikiniz hemen Kızıl Kadırgaya dönün ve buraya gelmek üzere demir alın.. Levent. leri çabuk toplarsınız. Birkaçı ek- sik olsa da ziyanı yok. Sonra dö- ner, tamamlarız. Haydi... Göreyim sizi... Biz kıyıdan giderek Fernan- doyu gözden kaçırmayacağız. Baş ka çare yok.. (Devamı var) — stanbul Asliye üçüncü Hukuk da: iresinden: Fethiye tarafından Çen- berlitaşta Sofucular hanında seyyar satıcı kocası Akif aleyhine açtığı bor şanma davasından dolayı tayin olu" nan günde tebligata rağmen gelme- diğinden hakkında gıyap kararı itti- | haziyle 401 inci maddeye tevfikan i- Jânen tebliğine karar verildiğinden mahkeme günü olan 17 — 9 — 935 Salı günü saat 14 de gelmesi veya bir vekil göndermesi aksi takdirde gıya- oturmuştu. Yükünü de ayaklarının| bında karar verileceği ilân olunur. hançerle kesilmiş — olduğunu bal îl']’_ıı"ı;r A Evet, sahiden de Bahri, oraday- dı. Karısının yanında iskemleye o- turmuştu. Samiyenin çıkardığı gürültü ü- zerine başını çevirdi. Gülü â. — Ay.. Sen misin, baba?.. misin?. — Evet.. Benim ya, yavrum.. Geleceğimi ummamış mıydın?. Kız, babasının boynuna atıla - rak: — Ah, babacığım, babacığım .. — Neylersin? Orada fena hal - de sıkılıyordum, .Hem sonra, boş duruyorum, para — kazanamıyo- rüm.. Halbuki, siz burada *para - sızsınız.. Onu da düşünüyordum . Kalktım. Geldim işte, Bu sabah, doktor bana baktığı vakit “artık iyileştim, çıkabilirim!.,, — demiş- tim. O da bana “pekâlâ çık!,, ce- vabını verdi. , — Peki, hiç birşeyin mı, baba?, — Aşağı yukarı hiç bir şeyim kalmadı.. Hattâ, kolumu bile kul- lanabilecek hale geldim. Gideyim de, bizim patrona bir görüneyim. Benim yerime başka birini alma - sın. — Ne kadar olsa korkuyorum. Iş bulmak güç, .Ne yapalım?.. Ca- nımı dişime takar, çalışırım ! Dülger, halsiz olmasına rağ - men neş'eliydi.. Hasta kolunu gösteriyordu. Olduğundan daha canlı imiş tesirini vermek istiyor- du. ; — Baba kaz, şimdi artık kanape - nin üstünde yarı cansız gibi ya - tan anneye dönmüşlerdi. İhtiyar adam, esefle başını sallayarak : — Ah, niçin karıcığım da be - nim gibi iyileşip ortaya çıkamı - yor?, - dedi. — Onun da zamanı kalmadı gelecek, — Haydi, bakalım... — Inşaal- lah. İnşaallah diyelim de hayırlısı ©l İhtiyar dülger içini çekti. Bir kaç saniye müddetle baba kız sessiz kaldılar, İlk söze başlayan gene oldu: — Anlat bakalım.. Gene gazi - noda çiçek mi satıyorsun? Samiye: — Hayır.. - diye kekeledi. baba şkın Hikâyesi i Hatice Süreyya Yanakları kızardı.. Baba, ağız aradı: — Niçin bakayım? — Bana yakışan bir iş değildi de- onun için.. Hem, sonra, yeri - ne girdiğim kız iyileşmiş.. O işe başladı, ben çıktım. — Daha iyi, evlâdım.. Senin daha başka bir iş yapman hakkın- da hayırlıdır. — Fakat şimdilik işim yok.. — rsun... Bir saniye sonra, baba ilâve et- tiz — Zararı yok, ben çalışırım.. Sizi de geçindiririm, kendi mi de. Gülümsedi: — Hem, sürpriz olsun diye so- na saklıyordum, söylememiştim. | Bak, sana iyi bir haber vereyim... Bizim iflâs eden eski patron yok | mu? İşlerini düzeltmiş buraya ge- lirken kahveye uğradım, orada gördüm. Ben? yanma alacak... Es. ki paramı verecek... İnşaallah an- nen de iyileşirse saadetimize tek-. rar kavuşuruz. Hem dahası da' | var.. Senin boşta olup iş aradığı- nı da bizim patrona anlattım. Şe- — refinle mütenasip bir iş verecek.. Bu işi evde yapacaksın... Makine —| ile yazacaksın... Karısının pek çok meşguliyeti olduğunu bilirsin... Hattâ bizim patronun pek çok İş- lerini karısı idare ediyormuş.. Görürsün... Ne kibar hanımefen- didir... — Tabii, zaten öteden beri methini işitirdim.. — Böylelikle hem evde kalabi- lecek, hem de çalışıp para kaza- nacaksın... Fena mı?... Annene de bakarsın, benim yemeğimi de ha- zırlarsın.. — Ah, bilsen, sizin ayrılığınıza nasıl dayanamıyorum, baba... O- rada öyle zamanlar geçinmiştim ki... Ben, size karşı nankörcesine hareket ettim ve felek işte ceza- mr verdi. ” Bahri, — Böyle şeyler söyleme, krzma —Böyle şeyler söyleme, kızım! *dedi.- Sen, çok iyi kalpli bir kız- sın., Senin iyi kalpliliğini sana karşı bir silâh diye kullandılar... Fakat, bütün bunlarr unut... Bun- lar eski şeyler.. Şimdiden sonra« sına bakalım... n Kız, içini çekti. Gene babası: — Bundan sonra, eğer müm- kün olursa, üçümüz beraber, mes- ud olalrm... İhtiyar amele, ti ellerii “kızma doğru uzattı. " Onu” Üı'â göğsüne çekti. Kalbi üzeri, tırdı. Gözleri yaşla doldu. Öyle- ce, uzun müddet, biribirlerine sa- rılı kaldılar, Bu saniyede, ikisini de biribi- rine benziyen bir his sarsryordu. — Haydi, anmnene de sarıl... O- Nu da öp yavrum.. O da her şeyi unutarak seni affetmek istiyor- dur, eminim... Haydar Rifat atı 30 kuruş AKŞAM POSTASİ İDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Telgraf âdresi:!STANBUL HABER Telefon Yazı: 28872 idare: 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiş Şensiik' ' va00 Kr. aşco";u Kr. vi K Z30 .. 1480 .. * avlık 1so S 300 2 İLÂN TARİFESİ. Ticaret ilânlarının satı BO Resmi Hânların 10 ıv"v'u'ızıı'. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası