80 MAYIS — 19035 veneeeneneceneree seLederAEmeALA Yazan: ; İ Kadircan Kaflı ! No. Sarayda büyük bir telâş başla- Mişti. Halk etrafa toplanmış, pen- terelere bakıyor ve büyük balkon - dilerine gösterilecek olan Socuğun erkek veya kız mı oldu- hl_h anlamak için sabırsızlık gös- a. Güneş battı. Avluda, mihrap tibi iki büyük ocakta, demir ka - lerin içinde, ateşler — yakıldı. ğ ışıklar, merakla bekliyen- lerin Yyüzlerinde parıltılar yapıyor, Arastra fazla ileri gelenleri geri 'â!n askerlerin sesleri duyuluyor - a. Hazar Han odasında bekli - Yordu. İki genç kadın da en sondo - ağrılariyle kıvranıyorlardı. a Arasıra Termizin acıklı sesi işi- liyor, iniltileri kalabalık geçit - I"ĞO titreye titreye eriyordu. Bu sırada Hazar Hanın kapısı Açıldı.. Tangut koştu — ve yerlere eğilerek bir ricası olduğunu Hîdifdi.ı n — Söyle!... — Termizin ağrıları pek fena... Jkay da sessizlik ve yalnızlık is- tiyor... Ebe ile iki hizmetçi kadın- d_'h başka herkes dışarı çıkarsa i- Yi olmaz mı?... Hazar Han buyurdu ve birkaç ikada saray boşaldı. | Jıngımın yüzünde — şeytanca parlayış göründü. s"lnîyordu. “Acaba niçin?... akan odasına çekildi. 'nk'-ıgluk, Tangutun yanına sokul. — Bir çare bulmuştun... Bana töylemedin?... ü & — Söylemek için vakit yok şim- bw Fakat boş durmuyorum... Sen ız benim dediklerimi yap!... angut, saray bakanı ve hırı—ı :nı biricik buyurganı idi. Her ya- T gezerdi. Bu arada Ulcayın oda- da uğradı. Batu orada idi. h ' iyi yürekli kadına kötü göz- Srle baktı ve: ü — Hakanın buyruğundan habe- '& yok mu? 4 _,:? Lâkin, Ulcay yalnız mı kala- T“İlll bağırdı: — Çık dışarı!... n Muyu kolundan tutarak kapı- doğru itti. Zavallı kadmcağız, yatakta kıv- .."':ı'e hiçbir şeyden haberi ol. shn yarı baygın Ulcaya baktı. dleri gözlerini onun başucunda, hlııı Böğsünde olarak bekliyen &tçi kadına çevirdi. & larında ne derin bir yal. d:;'î. bir üzüntü ve kuruntu var- e;::::: onu yeniden kapıya 8_8“" bir gölge gibi dışarı git- leîu saraydan çıkmadı. di o Yüreğinde bir korku var: h,.“:':n Ulcayla yavrusunun Vallr dan korkuyordu. Bu za- İqh Yaşlılık zamanında, kalbin- hm;'ut sevgisini o genç kadın %qhş:ğl. alevlendirmiş, onu leıî"“vı © kadar çok seviyordu Kapıdan biraz ileride büyük Tarih? âşk ve savaş romanı ; 33 varın arasında büyücek bir gir'ın—ı ti vardı. Burası vaktile bir ocak iken her nedense önüne bir direk konduğu için boş kalmıştı. Oraya girdi, büzüldü ve sessiz kaldı. Koridor, ta uzakta, büyük sa- londa yanan ateşin solgun ışıkla- riyle yarı karanlıktı. Hele onun sindiği yer hiç görünmüyordu. Oradan Ulcayın kapısın çok ı[ yi gözetliyor ve arasıra onun acı- dan inleyişini işitebiliyordu. Genç kadının kapısında bir a- dam vardı. Dalları budanan kö- caman bir kütük gibi dimdik ve uzundu. Bu Kuçluk'tan başkası değildi. Tangut, görünürde yoktu. Her halde Termizin kapısında olma- lıydı. Bir saat, iki saat hep böyle, bir cehennem gibi geçti. Hâlâ gebelerden haber yoktu. Ebe, yirmişer, otuzar dakika a- ra ile Ulcayın odasma giriyor, yok. Tuyor ve gidiyordu. Bir aralık Termizin sesi bir çığ- lık halini aldı. Bir inilti duyuldu ve çok geçmeden kesildi. Neriden, telâşli ayak sesleri, gürültüler işitiliyordu. A SEZEEZEMESSN! Bunlar da bitti. Şimdi, fısıltılar duyuluyordu. Batu, bu fısıltıların geldiği ye - re değru daha dikkatle baktı. Ora- da Tangutu görebildi. Tangut, Termizin odasına gir- di. Bir dakika sonra kapıyı araladı, iki yana göz attı, gene geri dön- dü. Bu sırada Ulcay da en son ağ- rılariyle inliyordu. Ebe koşa koşa onun odasına git- ti. Çok geçmeden oradan da te- lâşlr ayak sesleri, bir çocuğun ilk ağlayışt duyuldu. Lâkin, ne oluyordu? Od kapanan ve işin sonu- nu bekliyen Hazar Hana bir şey söylenmiyordu. 'Tangut bu sefer bir yıldırım gi- bi Ulcayın odasına girmişti. Bir saniye sonra dışarı çıktı. Kuçluk kapıda idi. Tangut arkadaşının göğsünden tutarak kendisine doğru çekti ve sarstı: — Fena haber!... Diye fısıldadı. — Ne oldu? — Termizin çocuğu kız... Ul - cay bir oğlan doğurdu. Kuçluk, olduğu yerde sallandı. 'Tangut devam etti: — Beni dinle!... Cesaretin var mı? Yaşamak istiyor musun?... — Elbet... Tangut odadan içeri baktı ve bir işaretle ebeyi çağırdı. İhtiyar kadını Kuçluk'a göster- di: — Çabuk, bununla beraber git. Termizin kızını sana verecek, bu- raya getir... Ben de Ulcayın oğlu- nu alıp oraya götüreyim... Kuçluk sevinmişti. Şağşırmıştı. Kazık gibi yerinde duruyordu. Tangut onun bağrına bir yumruk, vurdu: — Düşünecek vakit mi var koca salak?... Haydi, çabuk ol!... Kuçluk, söylenen yere dağru, a- Yirek gördü. Bu direkle du-| yaklarının ucuna basarak, titreye HABER — Akgam Postast ASEEAİ — Hakiki bir macera Asiler Adası Türkçeye çeviren : Ahmed Ekrem Tefrika No. 7 VETTEİ SDELLERETEETIRU TENTT DA TLLRSTLEÜLENZEEDLEMTETENLTMN ESSEDITTTTETAEDİZEMSNTZTTTUN R B :::.—::'.'.-:.—r.::z:.':::::::::::r.::mıil Esrar perdesi artık açılmıştı. Topazenin kumandanı âsilerin gizlediği yeri bulmuştu... Pitken adasının kayalık kıyıların dan karaya yanaşılabilecek yegâne yer... Bu koy, tam bu noktaya bundarı 150 yıl önce gelip demir atmış olan âsi geminin adını almıştır. Boun- ty koyunun kıyısında gördüğünüz üç kayığı yerliler büyük bir ustalık la kullanmaktadırlar. ! O da bizim gibi karaya çıka - rılınca, karşısıma bembeyaz sa - kallı hâkim dikilmiş ve İngiliz bahriyelileri gibi selâm vermiş. Herkesin itaat ettiği bir ihtiyar - Amerikalı zabit, hatıratmda, bakın ne diyor: “Adadakiler hep çoluk çocuk- tu. Bunların yanıbaşında ihtiyar kadınlar ve herkesin en küçük bir parmak ve göz işaretine itaat et- mekte olduğu bu beyaz sakallı a- dam vardı. Bizi köye doğru gö- türdüler. Burada evleri yarı İn- giliz, yarı yerli usuliyle kesilmiş keresteden yapılmıştı. Evlerin i- çi temiz ve iyi bakımlı idi. Akşam herkes dua için bir yere toplanıyor sonra da hep birlikte yemek ye- niyordu. Bize de külde pişmiş mühtelif meyvaları ikram ettiler. Kadınlar sofraya oturmadılar.,, Çok iyi terbiye görmüş bir a- dam olan Topazenin kumandanı sual sormaktan çekindi. Bütün gördüklerine şaşıp kalmıştı. Bu ih- tiyar İngiliz acaba nereden gelmiş H? Ya bu yerli kadınların bura- da ne işleri vardı? Hele Teymis ırmağı kıyılarına mahsus olan İn- giliz argosunu konuşan bu çoluk çocuk?.. Dinde bu kadar taas- sup niçin? Bütün bu insanlar dün- yadan niçin bu kadar habersiz- di?.. Evet, Baunty gemisine dair Topazenin kumandanı bir şeyler işitmişti. Zaten bu meşhur gemi- nin sergüzeştini hangi denizci işit- memişti ki? - Bligh'in açıkta, de- nizde bırakılması, âsilerin kaybo- kuşu, İngiliz amirallığının araştır- maları; bunların hepsini — herkes duymuştu.. Esrar perdesi artık açılmıştı. Topazenin kumandanı hiç de bil- titreye gitti. Tangut, Ulcayın odasındaki hiz- metçiyi de savmıştı. (Devamı var) miyerek âsilerin gizlendiği yeri bulmuştu. İngiliz kralınm harp gemileri tarafından bu kadar aran mış olan adayı nihayet bulmuştu,. Bu delice sergüzeşti şimdi bütün dünyaya anlatacaktı. 'Tüyler ürpertici cinayetlerden sonra birdenbire bu kara zühdü tekva kimsenin inanamıyacağı bir işti. Sözü Adams'ın kendi ağ - zından dinliyelim: — Deniz talebesi Yaung'u kay- bettikten sonra artık tek başrma kalmıştım. Ben okuyup yazmak bilmez bir adamdım. Bu Young kaybolmadan evvel bana okumağı öğretecek kadar vakit bulmuştu. Kaptanımız Bliyh kamarasında bir incil bırakmıştı. Gemimizde bulunan biricik kitap da buydu. İşte okumağı bundan öğrendim. Tek başıma kalınca uzun uza - dıya düşündüm. İşlediğim suç ve| günahlar sonsuz denecek — kadar| çok ve ağırdı. Vicdanımı teselli etmek mecburiyetinde idim. E -| limde tuttuğum kitabım dedikle - rini yanımdakilerine öğretsem a - caba biraz rahatlık duyabilecek miydim? İçime bu kuşku girince kolları| sıvadım. Çevremdeki kadınların, hepsi dinsiz, inançsız, putperest. kişilerdi. İşe onlardan başladım. İnançlarını değiştirttim. Çocuk- larr okutmağa başladım. Bunlar rasgele yabaniler gibi büyümüştü. ve Tahiti dilinden başka bir dil konuşmuyorlardı. Onlara kendi dilimiz olan ingilizce — öğrettim. Ellerinde tahta çubuklarla sözleri toprak üstüne yazmağa koyuldu - lar. Bu çocukların ne kadar cana, yakın ve sözdinler kişiler olduk- Tarını bilseniz ... Onlara yalan söy-| lememeği, çalmamağı ve kötü şey- ler düşünmemeği öğrettim. Dünyanın hiçbir yerinde be - nim çocuklarımdan ve kızlarım - dan daha iyilerini bulamazsınız . Bakın nasıl gelişip serpildiler. Kö- tülük nedir bilmezler bile!.. Onlara kim olduğumuzu hiç - bir vakit — söylemedim. Geçmişi unutturmak istiyordum. Tam bir ahenk içinde yaşıyoruz. Kadın - lar çocukları büyütmeğe uğraşı - yorlar, küçükler talim ve terbiye görürken, erkeklerle kadınlar tar- lalarda çalışırlar. Pazar günleri bütün işleri tatil ederiz. Bu, bizim istirahat günümüzdür.,, İşte Amerikan zabitinin hatrra- tından Adams'ın sözlerini naklet- tim. v Mümtaz bir yolcu — sayılarak, geceyi bu Azizler adasında geçi- recektim. Yelkenliye dönmeği düşüncemizden bile geçiremez - dik. Çünkü karanlıkta kayalar - dan aşmanın imkânı yoktu. Beni konuklayan adamin evi « ne döndüm. Bu zat deniz talebe- si Youngun torunu idi. Hani şu yakışıklı ve güzel deniz talebesi ni anlatmamışmıydım? İşte ada da en çok çocuk bırakan adam o idi. Genç Tahiti kadınları onu boş yere ölümden kurtarmamışlar... Torunu ciddi vakur bir adamdı. Beni bir madama ile tanıştır - dr. Kadının ten rengi İngilizlerin açık penbe Tahitilerin koyu es < merliği biribirine karışmıştı. Ka-, dmi: — Arkadaşım. Diye takdim — ettikten sonra, beni bir salona davet etti. Burası sade bir köylü odası, — duvarda baba ve dedelerin — büyütülmüş resimleri var. Sofraya çağırıldık. Yemek odasında bir kaç konser- ve kutusu var. Ara sıra — buraya uğrayıp bir iki saat kadar yeni Zelânda vapurları bunlara hedi - yeler veriyor ki; belli ki yabancı ülkelerin malı olan konserveler, bu adamlar için nadide yemekler sayılmaktadır. Bunları — ancak ö- nemli konuklarına takdim ediyor- lar... (Devamı var)