HABER — Akşâm Poslat Haber'in hikâyesi 'Talebenin devamı hakkındaki son talimata rağmen pek nadiren gittiği fakülteye o gün tesadüfen uğradığı vakit arkadaşı Kâmilin kendisini büyük bir sevinçle kar- şıladığını gördü: — Aman ne iyi! Ben de seni a— rıyordum. Bana bir iyilik yapar- mısın? Mahir bu tekliften pek memnun olmuş görünmüyordu, — isteksizce sordu: a — Ne gibi iyilik? — Merak etme! Para istiyecek değilim! Aybaşındayız, kâfi dere- cede param var. Mesele şu: Hatır- larsın ya, ingilizcemizi ilerletmek için Londrada bir mektebe müra- caat etmiştik. Hani mektup yollı- yarak bize dersler verilecekti. Mahir arkadaşının sözünü kesti: — Evet hatırlıyorum ama bunun sana yapmamı istediğin — iyilikle alâkası ne? — Sabret, şimdi anlıyacaksın. Sen bu mektupla ders almaktan çabuk vazgeçtin, fakat ben devam ettim, Hattâ bu mektep vasıtasile bir İngiliz kıziyle tanıştım. — Deme yahu! Sen bu mahcup- huğunla bir kızla, hem de bir ecnbi kızla tanıştın ha? Kâmil mahzun mahzun güldü: — Acele etme! Filvaki bir kız- la tanıştım ama yalnız mektupla.. Çünkü kiz Londrada, bense İstan- bulda bulunuyoruz. Bu lisan mek- tebi, talebesine kolaylık olmak ü- zere böyle adresler veriyor, mek- tuplaşmak — suretile öğrendikleri dilde ilerlemelerini temine çalışı- yor. Neyse gelelim asıl — meseleye.. 'Tanıştığım kızın ismi Nansi.. Ken- disiyle evtelârgayet ciddi mevzu- lar üzerinde mektuplaştık. Gitgi- de daha samimileştik. Nihayet bu samimiyet yolunda daha ilerliye- rek biribirimize ilânı aşk ettik!.. Mahir katıla katıla gülüyordu. Kahkahaları arasında: — Aferin sana! dedi, ben de se- ni ciddi bir adam — sanıyordum. Sen de benim gibi âşıkane mace- ralara başlamışsın! Kâmil düşünceliydi: — Gülme azizim, dedi, iş şimdi gayet çapraşık bir safhaya girdi. Nansi İstanbula geliyor. — Yapayalnız mı? — Evet. Bilirsin ya İngiliz kız- ları gayet serbest büyütülürler. E- sasen doğrudan doğruya İstanbula da gelmiyor. Mısırda halası var. mış. Oraya gidiyor. Ekspresle İs- tanbula kadar — geldikten sonra buradan ayni gün kalkan vapurla Mısıra gidecek. Yani burada an- cak beş altı saat kalacak. Yarın sabah saat 10 da Sirkeci- de kendisini karşılamam lâzım.. Mahir: — Tebrikederim azizim, dedi fa- kat sana bu işte ne gibi bir iyilik yapabilirim ki? Kâmil gene düşünceye dalmış- tı. Arkadaşının sualine hemen ce- vap veremedi. Oldukça şaşkın gö- rünüyordu. Nihayet — mahcup bir tavırla söze başladı: — Anlatayım. Mis Nansi ile kar- şılaşacağımı hic aklıma getirme- miştim. Bu sebeple — şimdi onun beni görünce — müthiş bir sukutu hayale uğramasından — korkuyo- rum. — Sukutu hayal mi? — Azizim beni açıkça — söyle- meğemecbur - ediyorsun. Hiç de güzel olmadığımın sen de farkın- dasındır. Şimdi düşün, ben bu yüz- 'Yakın tarihten — kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtibi mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 17 zavallı ne hale girecek, ne müthiş bir sukutu hayale uğrıyacaktır. — Demek biribirinize fotoğraf- | larınızı yollamadınız? — Yolladık. Bak işte onun fotoğ- rafı.. Mahir arkadaşının cebinden çı- kararak ona uzattığı fotoğrafı al- dı. Dikkatle ve uzun uzadıya bak- tıktan sonra âdeta kıskançlıkla: — Güzel kız. doğrusu! dedi. Ve devam etti: Odasenin fotoğrafını gör- düğüne, ondan sonra da mektup yollamakta devam mesele yok. Kâmil kıpkırmızı olmuştu. Başı- nt önüne iğerek yavaşça mırıldan- di: — Ona kendi fotoğrafını gönder- | medim. Senin bir fotoğrafını gön- derdim. Mahirin hayretten ağzı bir karış açılmış, sordu: — Benim fotoğrafı mı? Kâmil, bir kere itiraf sonra artık acılmıştı: — Evet senin fotoğrafını.. dedi. Senin yakışıklı bir genç olduğun muhakkak.. Âşıkane muvaffakı- yetlerin de bunu ispat ediyor. Kı- sacası benim gibi değilsin.. Senin ettikten | resmini göndermeği tercih ettim. Şimdi senden istediğim hizmetin ne olduğunu anladın ya? Yarın sabah Sirkeci İstasyonuna giderek Nansiyi benim — yerime karşılıyacaksın. Hülâsa yapmak mecburiyetinde olduğum şeyleri benim yerime yapacaksın, . & * Mahir ertesi — sabah Sirkeci is- tasyonundaydı. İki arkadaş anlaş- mışlar,Mahir biraz nazlandıktan sonra zaten honşuna giden bu tek- Hifi kabul etmişti. Şimdi elinde bir çiçek buketi, düşünüyordu: — Zavallı Kâmil! Kırk yılda bir kadın yakaladı, onu da başkasının hesabına! Nihayet tren göründü. Mahir- cebinden Nansinin — Kâmile gön- derdiği mektuplardan — birini çı- kardı, eline aldı, — Nansi de Kâ- milin gönderdiği bir mektup elin- de olduğu halde trenden inecek, biribirlerini tanıyacaklardı. Tren durmuş, kalabalık bir yol- cu kafilesi istasyonu kaplamıştı. Mahir bu kalabalık içinde aradı- ğını nasıl bulacağını — düşünüyor, etrafına bakınıp duruyordu. Bir- den yanıbaşında mahcup bir sesin ingilizce olarak: — Gud Morning Mister Kâmil! dediğini duyunca — başını çevirdi ve hayretten durakladı. Karşısın- da bir kanbur kız duruyordu. Mis Nansi kanburdu. Sarı saclı güzel başı cok yüksek omuzları üstünde iğreti, yanlışlıkla bu iğri büğrü vü- cuda kondurulmuş gibi duruyor- du. Geniş bir manto kanbur sırtı- nı örtmüştü. Zavallı kız gülümsü- yordu, fakat masmavi güzel göz- leri mahzun bir ışıldama ile san- ki: — İşte görüyorsun ya, diyordu, ben zannettiğin gibi değilim. Da- ha evvel bu kusurumu sana bildir- meğe cesaret edemedim, oynadığı- mız oyuna kendimi tamamile kap- tırmıştım, Sizi tanımak, — görmek istedim. Beni affediyorsun değil mi? Mahirin ilk — şaşkınlığı geçmiş, merhamet hissi donjuanlık hissine galebe çalmıştı. Tren yolcuları bu güzel delikanlının kanbur kızca- ğızın boynuma bir çılgın gibi atıl- dığını gördüler. ettiğine göre | 12 MAYIS — 1925 yaparsın?,, Bu meclisi meb'usanda şimdiki Ökonomi Bakanı Bay Celâl Ba - yar da meb'ustu. Eski kâtibi mes'ullerden olduğu için çok iyi tanıdığım ve sevdiğim Celâl Bayara bir mektup yazdım. | Beni gelip görmesini rica ettim . | Mektubu alınca beni görmeğe gel- | di. Doktor Mithat da beraberdi. | Oturduk, dertleştik. Bize Anadolu hakkında iyi haberler, müjdeler verdi: — Siz merak etmeyiniz, her şey düzelecek, rehber, şef var .. Proğram hazır.. Hepimiz kurtula « cağız.. Sevindik, gülüştük.. Bu aralık Celâle, muhafaza altında — gidip gelmek şartiyle mağazamın işleri- ni tasfiye etmek üzere —merkez kumandanlığından bir — kaç gün için bana izin istemesini rica et - tm.. Hakikatli arkadaş, bu ricamı da ihmal etmedi.. O zaman merkez kumandanı olan, şimdiki ordu mü- fettişi General Ali Saide giderek da bulunmuş.. Her temiz yürekli Insan gibi Generat ATİ Sald vazi - vaidde 4 yetimle alâkadar olmuş, bulunmuş... Bir gün, hastahaneye kolağası | Yasin ağa isminde alaylı bir zabit bir tezkere getirdi. Merkez ku - mandanlığının bu tezkeresi ile ba- na muhafaza altında mağazama gitmek müsaadesi — veriliyordu. Yasin ağa Araptı. Tuhaf bir ko- nuşmaşı vardı. Her sabah o geli- yor, beni alıyordu. Bir onbaşı ile iki nefer de bize refakat ediyordu. hafta yazıhaneye gidip geldik ... Işlerimi şöyle böyle yoluna koy - dum. Yasinağa ilede tamamen anlaştık.. Ufak tefek hediyelerle bana verilen bir hafta müsaade on beş gün oldu. Bir gün mağaza - latasaraya gelmiştik. Sokaklar mahşer gibi kalaba - lık.. İki taraflı binalar, renk renk her milletin bayrağiyle donanınış.. Bayraksız pencere görünmiyor ... Bunların içinde görünmiyen yal - nız Türk bayrağı... Kaldırımlar İtilâf askerleriyle dolu.. Pipoları baca gibi tüten el - leri kırbaclı İngilizler; kısa, orta- dan ayrık takkeye benziyen mavi sevgili Nansiciğim! Nihayet biri- birimizi görmek bize nasip oldu. Bak seni bugün nasıl — gezdirece- ğim, Ertesi günü Kâmil merakla ar- kadaşına sordu: — Ne oldu? Mahir anlattı: — Fotoğrafının — yanında bin kat daha güzelmiş! — Fevkalâde güzel bir kız azizim., Kendi res- mini göndermemekle hata etmiş- sin, böyle bir kız nadir bulunur. | bana müsaade edilmesi için rica- | Böylece bir | dan hastahaneye dönüyorduk. Ga- | diye sordum. serpuşları kafalarının bir kenarı - na iliştirilmiş Fransızlar, — siyah | mantolu, sorguçları tüylü İta'yan karabinerleri, bir dudağı yerde bir dudağı gökde Senegallılar, kısa boylu Avusturyalılar.. Her taraf - tan büyük ve bıktırıcı bir oğultu ve zırıltı halinde yükselen lâtarna sesleri şehrin bütün — gürültüsüne hâkim.. Sokaklar canlı birer borsa gibi her nevi paraya — satış yapan yosmalarla dolu.. Ihtiyar Yasin ağa ile ağır ağır | kalabalık arasmdan ilerliyoruz .. Askerler de arkamızdan geliyor - lar. Evimin bulunduğu — sokağın önünden geçmek üzereyim. .İçim sızlıyor.. Bir senedenberi uzak kaldığım | yuva gözümde canlanıyor.. Yasin ağaya soruyorum: — Sen evli misin?. —Evet.... — Çocukların var mı?. — Evet.... — Seni bir sene evinden, çocuk- larından ayırsalar memnun olur musun? : Bo 4 — Hayır ... Bir sual daha sordum: — Ve seni böyle bir sene hasre- tini çektiğin yuvanın önünden bir gün #öyle geçirip götürseler ne ya- parsın?. Ihtiyar adam başmı salladı, he- | yecanlı idi; gözlerime bakarak: — Aklımı oynatırım! dedi.. Yasin ağamın ellerini tuttum. Tam sokağın başında idik.. Evi- mi gösterdim: — İşte, dedim, evim orası.... Ben ayni vaziyetteyim.. Tamı bir senedir ki oradan, çoluğumdan çocuğumdan uzaktayım.. Yasin ağa şaşırdı. Benim göz- lerim yaşarmıştı. O kıpkırmızı ke- silmişti. Biran ne yapacağını şa- şırdı, etrafına bakındı. Sonra as- kerlere döndü: — Hadi siz hastaneye gidin, biz | geliriz. dedi., Ve sonra koluma | girerek beni evime götürdü, kapı- yı çaldı. İçeri yarı baygın bir hal-| de girdim. Karım çılgına döndü. Evdekiler bağırıp çağırmağa, se- vinçlerinden ağlamağa başladılar. Onlar benim tamamen kurtuldu- ğumu zannediyorlardı. Ben hiç ses | çıkarmadım. Yalnız, tevkif edil- dikten beş ay sonra doğan ve şim- di Erenköy Lisesinde okuyan kı- zım Jaleyi kucaklıyarak sessiz ses- siz ağladım. Ertesi günü tekrar hastaneye döndük, . * * Ne tuhaf bir tesadüf... Kürd Mustafa, divanırharp ürfi riyaseti- ne geçtiği birinci gün yolda gider- ken arabadan yuvarlanmış, kafa- sı kırılmış... Benim yattığım hastaneye ge- — Bir senedenberi hasretini çektiğim evimin önünden geçiyordum. Muhafızım Yasin ağaya: “ Seni böyle bir senedenberi uzak kaldığın evinin önünden geçirseler ne sını sardılar, Tedavisi biter bit- mez: — Hastaneyi gezeceğim. Bura- da divanıharpte muhakemeleri görülecek mevkuflar varmış.,, de- miş.... Divanrharp reisi olduğu gündenberi lâkabı olan nemrut- lukta hakiki nemruda taş çıkartan Kürd Mustafa ile karşılaşmamız hayli garip oldu. Ben karyolanın ortasında bağdaş kurmuş oturu- yordum. Gözlerimde siyah göz- lükler, elimde de bir tesbih vardı. Kürd Mustafa, arkasında bir ka- | labalık olduğu halde paldır. kül- dür koğuşa girdi, doğru başucu- ma geldi. Kıpırdamadım bile... | Yalnız siyah gözlükler altından o- nun halini seyrediyordum. Bu so- ğuk kanlı hareketimden hiç mem- nun olmadığı, kendince küstahlık telâkki ettiği bu halime çok - içer- Tediği belliydi. Hiddetli bir sesle sordu: — Adın ne? Daha içerledi, âdeta bağıra: rak: | — Neve burada yatıyorsun be adam? : B; sualin de karşılıksız kal- masını hazmedemedi Topuğunı yere vurarak haykırdı: Ona soğuk kanlılıkla ve kısacâ şu cevabı verdim: — Cani sensin! Kıpkırmızı oldu. Garip şivesile ayın'ı çatlatarak: — Mel'un diye mırıldandı. Bu sırada arkasında duran sşer” tabip Talât iğilerek kulağına bif şeyler fısıldadı.. O bu sözleri dikkatle dinledi « Bana ters ters baktı.. Bir şey söy * lemeden çekilip gitti... Bu vaka'nın üzerinden bir haftâ geçmedi.. Bir gün divanıharptaf gelen muhafızlar gelip beni aldı” lar. Divanıharba götürdüler.. Divanı temyizi askeri, Dürzü Esad (Paşa) divanıharbinin be” nim hakkımda verdiği mahkümi” yet kararını, — cezayı az göl bozmuş, benim tekrar muhakem? edilmeme lüzüum göstermişti. BU evrak divanıharbe “iade edildiğ! zaman Kürd Mustafanın eline ge$ miş, © da kendisine yaptığım hâ * karetin intikamını almak - için bi fırsatı kacırmamıştı. — İşte, bunuft için ilk olarak beni muhakeme © * diyordu , Yanımda bermutad asistan "_' duğu halde, divanıharp heydi", önüne çıkarıldım.. Kürd MN“"' iblisane birbakışla beni süzüy0” du. İsticvap başlar başlamaz, ei ne delilik numaralarına bl!l'd'; Saçma sapan söylenmeğe h dım. Bir aralık Kürd Mustafay? dönerek;