Ali - Elbet!.. Oluçs:ıîıobdi Os - manlı devletinin ü ra en büyük adamıdır. Omın eli nereye ulaşamaz?. Hem, senin o - örünmen, ONa verdiğin - sÖzü tutman, ilerisi için de çolf ıyıdır.. lık, sancak bıyliiğ.. :ım ık hazır demektir. Şimdi, o, :ı:i.ııı yaptığın y'ıiitl'ıkl_ari h'a.yı z na yaymıştır. Olüç Al.ı,. yi seven ve anlayan bir yiğittir. O - nun dostluğu olduktan sonra Ây - şeyi aramak için değil, zılıııı A - nadolu ve Rumeliyi, bütün 'Aldeb z niz kıyılarını hallaç pamuğu gibi attırabilirsin!. in Reis: î.hıinvd! Doğru söylüyor.. Kay- natamın yerden göğe hak - kı varl.. Dedi... n Eğer bu sözler söylenmemiş o- laydı Ali Reisin İstanbula kadar yorulmağa hiç niyeti yok_tu.. pmn gözleri daha ziyade Adrıyııık.v_c 'Yunan sahilleriyle Venedikte idi. Ayşenin her halde bulu - mabileceğini düşünüyordu. Bu belki Venedikli — sarı kıza, kmın onu sürüklediği yolun ucun- da olduğunu sanıyordu. .. * ” Birarmağan - - Oluç Ali Paşa İstanbula gider- adaların korunması için bıra- 'l(:l:n irili ufaklı gemilerle İno.bıh- tıdan dağılan diğer gemileri de toplayarak donanmasının .ııyumı seksene kadar yükseltmişti.. Böy » lelikle İnebahtr bozgununu we İstanbuldaki büyüklerin gözün- de biraz daha hafifletmek, onla - rın umutlarını kırmar acıları nr azaltmak istemişti. Lâkin Sokulluya da her şeyi ol | du, duğu gibi ve bütün çr_pl,lıhiiylı anlatmaktan çekinmemişti. G j ZL tü Oluç Ali, sarayda Inını i yük bir divanda Müezzin zadenin çılgınlığı, lıendiı'ıniıf sürdüğü düşünceleri, ııvıçm bap tan sonuna kadar gidişini uzun Ü- zun — anlattı. Bunları — ayrıca beraberindeki leventler ve sancak beylerinin şahitlikleriyle isbat et - ti. —Ali Reisin yiğitliğini anlattı- ği zaman herkes şaşa hldı l'.l::; si de şaşa kaldı. Hepsi de m etmişlerdi. Padişah: . — Bu deli oğlan nondodıı?. ç Bu söz Sokullunun hqımı ıı!h: Oluç Ali, adaşının nereye .'ııtilın'ı anlattı. Geleceğini söyledi.. Padi- sah: — Gelir gelmez, onu bana ge - 'rin!.. Dedi... ğ Gerek Sokullu ve gerek Pıd.ı - şah çok üzülmüşlerdi.. Oluç Aliye yenilmiş değil, yenmiş bir kaptan gözüyle bakıyorlardı.. Hele bu- ee Üzülmeyiniz — Şevketlüm!.. Üzülmeyiniz « Elbet bunun öcünü alırız.. İnebah- tıda ölen yoldaşlarımızın yerini dolduracak olan sayısız leventler bulabiliriz.. — Yalnız, devlet ç:: gayret göstermeli ve hemen donanma hazırlamağa başlamalı.. İsllrilielü... a0 i a| ÖCÜ N Reisin Istanbula kadar yorulmıya hiç niyeti yoktu ludan son- | gitti. orada ileri | açtı. Büyük Deniz Romanı Demesi, Sokullunun hoşuna Birdenbire coştu: — Elbet!. Oluç Alinin hakkı var Padişahım! Bahara kadar es- kisinden daha büyük bir donanma yaratır, Ali Paşayı da (Oluç Ali) | değil, Kılıç Ali Paşa adiyle Derya kaptanı yaparız.. Öcümüzü alırız.. Akdenizi gene onlara haram ede- TİZ4 * Bu sözler Padişahın da, diğer wezirlerin de hoşlarına gitmişti .. İkinci Selim Oluç Aliye dönerek dedi ki: — Senin adın artık — Kılıç Ali Paşa olsun!, Şimdiden Derya kap- tanı yaptım.. Hazinemden diledi - diğin kadar para al, dilediğin gi - bi hazırlan!.. Göreyim seni, gele - cek yıl küffar elçilerinin ayakları- ma kapanarak yalvardıklarımı görmeliyim!. — Bana güveniniz Padişahım... Oluç Ali divandan çıkınca Ikinci Selime belli başlı bir arma- ğan getirmediğini, — fakat gemi - sinde çok güzel bir kız olduğunu, şsaray için sakladığını söyledi. Genç kız hemen o akşam saraya göııdc!"dî.. İkinci Selim bunu ha- ber alınca: — Armağan ğeri çevrilmez.. İyi bakrlsın ve saklansın... Dedi, sonra her yere tezkereler Her yandan yardımlar toplandı. Haliçteki tersaneler de iki üç yüz geminin birden yapılmasına baş - landı.. Hattâ tersane dar geldiği için has bahçeden — yer ayrıldı.. ret Hakkı'nın Zile kazası için yap- tığı Atatürk heykeli dökümdedir.. Bir haftaya kadar hazırlanıp di - kilmek üzere yerine gönderilecek- tir. Resmimiz, bu pek muvaffak heykelin bir modelini gösteriyor. Yapma mücev- herler Bizde bunlara halk hiç rağbet etmiyormuş Arkadaşımız Hikmet Münir geçenlerde gazetemizde — yazdığı bir yazıda bütün dünyada yapma mücevherlerin hakikilerinin yerini tuttuğunu yazmakta ve “kadınla - rın süsleri artık bir lâboratuar mahsulü olmuştur,, demekteydi. Arkadaşımızın bu yazısı mühim bir noktaya temas etmesi itibarile büyük bir alâka uyandırmıştır. Bilhassa kaçakçılığın durması ve satanların azalmasından — sonra memleketimizde tam bir elmas buhranı olduğu ve “sahte elmas,, sözünün sık sık ağızdan ağıza do- laştığı şu sıralarda.... Bütün dünya bilir ki bizde halk mücevherata bir çok milletlerden Kışın. yağmur altında çalışabil- | daha düşkündür. Yapma elmas - mek üzere tersanenin üstü de ör - | |az.n bu şekilde çoğalması aldan - tüldü.. F Haliçte balta, çekiç, destere, çi- ma ihtimallerini arttırmaktadır. Dün bu hususta bir muharririmiz vi sesleri gece gündüz kesilmiyor -| Yiy ga larla görüşerek — bizde Lükin Oluç Ali Paşa bahara ka- dar üç yüz geminin yetişmesine akıl erdiremiyordu.. Bir iki hafta sonra bu korkusunu Sokulluya K"o.u Sokullu — sakalmı kaşıdı, başını salladı ve gülümsiyerek şu cevabı verdi: — Paşa!.. Paşa!. Sen daha bu milletin neler yapabileceğini öğ - renememişsin... Eğer biraz daha dişimizi d m':ı;bıhırl kadar yetiştirmek, donanmanın yelkenlerini atlastan, iplerini ipekten ve demir yerleri - de altın ve gümüşten yapabiliriz! Oluç Ali, kendisi denizde ne ka- yapma elmas satışı olup olmadığı- nı, varsa ne kadar bulunduğunu öğrenmek istemiştir. Piyasanın ta- nınmış mücevheratçılarından biri bu hususta diyor ki: “— Yapma elmasların dünya - mvn her tarafında süratle çoğalma- s1 ve rağbet bulması halk arasın da şüpheleri çoğalttı. Yapma taş - lar âdeta bir korku — uyandırıyor. Şayanı dikkattir ki başka memle- sikarsak, değil bu donan- | ketlerde âdeta istenilerek alman bu taşlar bizde bu aksülâmelin ne- ticesi olarak hiç yer bulmadı. Ne sahte taş satan var, ne de alan! Yalnız bizde “Beyoğlu taşı,, denilen bir nevi cam taşları bu dar anlayışlı ise, devlet idaresin -| yapma taşlarla karıştırmamak lâ- de de © kadar usta olan bu tecrü - beli vezirin önünde baş iğmişti.. Sokullu iki üç günde bir Oluç Aliye: p — Senin adaşın daha görünme- di?. Diye soruyor, Padişahın bile ge- çen gün onu sorduğunu söylüyor- du. Ali Reisin, daha boyunu posu - nu göstermeden, bu kadar sevil - mesi Kılıç Alinin hoşuna gidiyor, ileride yapacağı zımdır. Köylüler ve geç kızlar ara- sında oldukça rağbet kazanan bu “Beyoğlu taşları,, Avrupa ve A - merikada yapılan kimyevi taşlar- dan çok farklıdır. Beyoğlu taşları- nın hiç bir kıymeti ve san'atkâra- ne değeri olmadığı halde kimye- vi taşların bir değeri ve san'at kıy- meti vardır. Yapma mücevherler o kadar meharetle yapılmıştır ki asıllarından en mahir mücevhe - savaşlarda bu | ratçılar bile bazan fark edeme - Türkçeye Geçiren : NA-Bİ CEBiDEL Cebidelikler Şahı Açıkgözler Padişahı Ali Cengizin başından geçenler F iğae İçeriye daldılar.. Demir çok sar- | zin boyunuz kadar yüksek olduğu: hoş olmuştu.. Ayakta dururken â- | nu görüyorum.. deta iki tarafa yalpa vuruyordu . Satranç — masalarından birine karşılıklı oturdular.. Burası, — satranççıların kahvesi idi. Kahvenin dört bir tarafında karşılıklı oturan — oyuncular hiç ses çıkarmadan oyunlarına devam ediyorlardı.. Ali Cengiz bir müddet yüksek sesle gözlerini güçlükle açık tutan Demire taşların hareketini öğret - meğe çalıştı.. Bir ara o kadar yüksek konuş - maya kahvede o derece — gürültü yapmaya başlamışlardı ki kahve - ci yanlarına gelmek mecburiye - tinde kaldı: — Efendiler, dedi. Siz çok gü - rültü yapryorsunuz.. Ali Cengiz atıldı: — Yasak mı?. — Tabiatiyle.. Satranç denilen oyun sizin yaptığınız gibi gürültü ile değil, düşünerek oynanır.. Ne- redeyse kahvenin altını — üstüne getireceksiniz.. Müşterilerimi si - zin yüzünüzden kaybetmeyi iste - mem.. Yavaş oynayacaksanız oy - nayın .. Yok böyle gürültüde de- vam etmek istiyorsanız, — sizden alacağım yirmi kuruşu almamayı tercih ederim... Bu Ali Cengizin gücüne gitmiş- tiz — Senin işin yalnız kahvene gelen müşterilerden — paranı al - maktır. Üst tarafına karışamaz - şın.. — Hayır efendiler mükemme- len karışırım... . — Karışamazsm... Bu gürültü —arasında Demir gözlerini aralamış, uğuldayan ku- Jağı dibindeki bu gürültünün se - bebini öğrenmeye çalışmıştı. Ali devam etti: — Artık çok oldun!.. - Haydi çekil git, ve bizi rahat bırak ... Kahveci ellerini beline dayadı: — Kahve sahibi olduğumu unu- tuyorsunuz galiba!.. — Paramızı verdiğimiz müd - detçe asıl sahib biziz.. Ve biz bu- rada istediğimiz gibi hareket ede- biliriz. — Size yanrıldığınızı isbat ede - ceğim.. Siz artık oynayamıyacak - SINIZ... « — Beni oyundan mennetmeğe bakkınızyok. Bu satraç takımları buraya oynamak için konulmuş - tur. K — Fakat, oyun bilmiyenler ve gürültü yapanlar için değil.. — Oynamak hakkımızdır. Sen git de koca kafanla mahalle ço - cuklarını korkut.. — Sizin beni tahkir — etmeye hakkınız yoktur. Kendinize gelin. Ben eğlenceye gelmem. kld Ali Cengiz kahvecinin pek inat- | çı bir adam olduğunu gördü. Fesini yana iğmiş olmakla bera- ber dövüşmeği de arzu etmiyordu. Satranç tahtasmın — üstüne yirmi kuruş atarak: — Ahn paranızı da gürlütü bit- sin, dedi, bundan sonra buraya a- yak basmayacağız.. — Beni memnun edersiniz. Ben Wı yalnız para almayı değil, ayni zamanda kahvemde gürültü edilmemesini de isterim.. genç, ıtxl:ııı ve tecrübeli deniz -| mektedir. Halbuki bizim Beyoğlu| — Kahveci kısa boylu olduğu için Ali Cengiz: — Maşallah, dedi, düşünceni - €iden çok faydalı göreceğini dü - şünüyordu.. n ada aei ee z Gi Hüi ö taşı dediğimiz taşların cam oldu - (Devamı var) | ğunu herkes anlar.,, Ali Cengiz Demirin - kolundan yakalayarak ayağa kaldırdı.. — Haydi, dedi.. Demir, mütemadiyen fesini ara- makla meşgullü.. — Ne arıyorsun?. ei — Fesimi!.. — Fesin başmda ya!.. Demire fesinin başında - oldu « ğunu inandırmak çok müşkül ol « du. « Sokağa çıkmışlardı.. Ali Cenyiz: t —- Kahveci pek terbiyesiz bir adam imiş! Sen olmasaydın ben ona gösterirdim.. Demir kendini sarhoş göstermi- ye çalışarak: — Bizi tahkir mi etti, diye sor « du. « — Şüphesiz! O alçak herif.. — O halde gidip çatalım.. Hay. di.. Kahveye dön.. Demirin geri dönmekiçin yap « tığı israra mukavemet ederek : —Hayır!. Hayır!, dedi... Ken- disi bizim muhatabımız olamaz .. Şimdi akşam yemeğini düşüne - lim.. . — Akşam yemeğini mi?. — Evet.. Saat sekiz oldu.. Zam nederim tam yemek zamanı.. — Senin karnım acıktı mı?. — Evet... — İştiha dediğin şey — yemek yerken gelir.. — Başımda müthiş bir sersemi - lik var.. W saliklşta Sersemliğin bir çorba ile da- ğılır... — Öyle mi?. — Evet. .Nereye gidelim?. — Sen nereye istersen.. — İki adımda bir lokanta var.. Rast geldiğimiz birine girelim » Bize güzel hizmet etmezlerse her şeyi kırıp geçireceğim.. Çünkü müthiş kızgınım. . İki genç Beyoğlunu — bir hayli dolaştıkları halde girecek bir lo « kanta bulamadılar. Demir gömlekçi dükkânlarmı lokanta zannederek girmek isti « yor, Ali Cengiz de her lokantayı sahibi ile kavga ettiği kahve zan « nederek kaçıyordu.. ' (Devamr var) HABER Akşın Postası İIDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESI Telgrat Ağresi: İSTANBUL HABER Telefon — Yazı: 28878 — Tdare: 24910 ç ı EER ABONE ŞARTLARI 1 8 6 1 aylık Türkiye: 120 350 660 1230 Krş. Kenebls: 150 415 840 1610 ILÂN TARIFESİ Ticaret Hânlarının satırı 12,50 Resmi ilânlar 10 kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: HASAN RASIM US Basıldığı yer: — (VAKIT) Matbasası LÜĞĞ üK ÜE ei GÜĞÜ İ e BAA Üi ilene ö Dalae BĞ D de aötn el ee ...J