e , BÜYÜK DENIZ ROMANI K— Şahln Yavrusu — Kaptan pek şaşırmıştı: “Nereye , 500 O l—“ zan: Alma ve başka dile çevirme Aka Gündüz No. 56 Devlet vasasınca kovu'udm_l Ingilizce derslerır e Müellifi: ömerRıza — Kİ — Hepimize şampanya geti - | bir eski profesörün çocukça is- Şu cümleleri okuyalım: rin! teklerine avuçlar dolusu para ver- (1) He became suddaniy ill Besleme, uşak yamağından | memelidir. Zaten son aylarda Zeus'a kadar hepsine şampanya gidiyoruz?,, diye sordu — Söylesin bakalım!... Ali reis koridorun ağzma gel- diği zaman kaptan kamarasının tokmağı oynadı. Hazırlandığı ve dışarı çıkmak üzere olduğu anla- şılıyordu. Onun kapısında duran leven- de bir işaret yaptı: — Hemen oradan savuş, gö- rünme !.. Demek istedi. Levend hemen kenara çekildi. Büyük bir direğin arkasma sindi. Ali Reis güvertede olanlara da birer tarafa gizlenmelerini işaret- le anlattı: Kaptan giyinmiş, tuvaletini yap- mış, ıslık çalarak geliyordu. Koridorun ağzında mülâzim Paolinoyu görünce yüzünde geniş bir gülüş dalgalandı. Elini uzat- tı: — Bonjurna sevgili dostam!. — Bonjurna kaptan!, — Nasıl?.. Geceyi iyi geçirdi- niz ya!.. —Sayenizde hayatımın en me- sud gecesini yaşadım, muhterem Sinyor Manitelli!.. — Teşekkür ederim. Doğrusu ben de güzel bir gece geçirdim... Şarabı biraz fazla kaçırdık amma, ziyanı yok, ben dayanıklıyrm!.. Deniz de durgun!.. Ali reis kaptan Manitellinin koluna girdi. Güverteye, geminin bordasına doğru yürüdüler. Şahin reisin oğlu, onu hemen bastırmak istemiyordu. Biraz ko- nuşacak, rüyada Leoyu ona ba - gışladığından, gemiye top koyduk tan sonra — korsanlık ettiğinden, milyonlar kazandığından, Vene - dikte şatolar — satın aldı bunların birisini de kaptana ver- diğinden bahsedecekti. Bu suretle ona hiç bir fenalığı dokunmayan bu ince uzun Ceno- valıya karşı kabalık etmiş olma - Fakat kaptan, şaşkın şaşkm geminin sancak ve iskele tarafla- rm, yanlara ve gerilere bakıyor - du. Mülâzim Paolinoya baktı: — Ben mi yanlış görüyorum?. Biz nereye gidiyoruz?.. Ali reis, kaptana sezdirmeden eliyle işaret etti. Kara Yusuf sindiği yerden sıy- rıklı. Kaptanm arkasına, biraz sağa doğru hemen hemen yanrba- şına geçti. — İnebahtıya gidiyoruz muh - terem Sinyor Manitelli!.. — İnebahtıya mı?.. Ne demek istiyorsun?.. Sen delirdin mi?. Ne kadar olsa bu yolardan çok geçmişti. Fazla olarak yıllardan beri geze geze bütün sahilleri ez- berlemişti. İlk bakışta geminin baş tarafınm nereye dönmüş ol- duğunu anlamıştı. Manitellinin gözlerinde bir a- lev yandı. Dümene doğru gitmek için bir hamle yaptı. Fakat o am da, bir taraftan Ali reis, diğer ta- raftan Kara Yusuf adamın kolla- Fını tutmuşlardır. — Ben delirmedim kaptan!... Her zamandan daha akıllıyım.... Fakat viz, sözüme inanmamakla aptalın biri olduğunuzu gösteri - yorsunuz... Eğer uslu durmaz ve sözümü dinlemezseniz büsbütün aptalllık etmiş olacaksınız.. Ali reis bunları söylerken kap- tan Manitelli sık sık nefes alıyor, kurtulmak için kendini zorluyor - du. Uydurma mülâzim Paolino ba- şındaki tüylü şapkayı eline aldı. Bir tekme vurarak denize savur - du. Sonra kaptana sordu: — Sen Şahin reisi tanır mısın? —0? çesce — İşte ben onun oğluyum... —0? c — Babam şimdi Venedikli sinyorların Gemilerinde forsadır.. Bunları bilirsin!... Duydun, de - ğil mi?. — Evet!... — Sen onun yerinde olsan ve oğlun da seni kurtarmak için be- nim gibi yapsa buna ne derdin?.. Etrafıma bakınma, bütün tayfalar zincirlere vuruldu. İkinci kapta- n da onların başma vardiyan yap ö ae Bre Kaptan başını eğmişti. — O halde lütfen kılıcınızı ve- -. Kara Yx»uf haydi kapta- yarayacak daha ne varsa onları da unutma.. Geminin parası da o- radadır. Yalnız elbiseleriyle ken- di eşyalarına dokunma. Kaptan, son bir ümidle yeni - den başını kaldırmış, etrafma ba- kınıyordu. Adamlarımndan yar - dım umduğu anlaşılıyordu. Ali Reis yoldaşlarına bağırdı: — He....yl!... Çıkm meydana da görsün!.. Hepsi de meydana çıktılar. Hiç şüphesiz bunlar geminin tay falarından daha canlı, daha çevik cesur ve atılgandılar. Kaptan Manitelli, Ali reisi baş- tan ayağa kadar süzdü: — Demek beni aldattınız!... Öyle mi?... — Sizden öğrendik... Dorya- nm bütün harb plânları tek sözle anlatılabilir: Kancıklık... Mar- ki Valerya babama baksın verdi - ği zaman pek mi merdcesine ha- reket etmişti? Adamcağız fena halde sarsıl - mıştı. Bütün vücudu titriyordu... Olduğu yere, halat yığınlarının üstüne çöktü. Başımı ellerinin arasmna aldı.. Öylece kaldı. Ali reis elini omuzuna koydu: — Üzülme aziz dostum!.. Si- zi pek yakında İtalyaya çıkaraca- ğim... Yanmıza Cenovaya gide - bilecek kadar para vereceğim... Ne yapalrm Leio bana çok lâzım- dı. Kurusa bakma!... — tleride belki bu gemiyi de geri veririm!.. Hattâ kirasını da öderim... Kaptan Manitelli omuzunu sars- tı. Artık dinlemek istemediğini anlatıyordu. Ali reis onu olduğu yerde bı- (Devamr var) (2) That bos an American. Birincinin manası: — (O ansı- zın hasta oldu.) İkincinin manası: Amerikalıdır.) Birinci cümledeki yalnız: He became. (O oldu) demektir. Bundan bir şey anlaşılmaz, bir mana çkmaz. Geride kalan: Sudeniy ill Kelimeleri (ansızm hasta ma- nayı tamamlıyor. Fakat bu fiil nakıs olduğu için meful almaz ve meful yerinde duran ill kelimesi faile işaret eder. İkinci cümledeki American ke- Jimesi de öyledir. O da fail olan (weuk) a şaret ediyor. Bu nakıs fiillerin en mühimmi tobe fiildir. Onu daima kullanı- rız. Onun bütün tasrifleri şazdır. Bakınız: lam (Şu çocuk (Ben .., im) Weare (Biz... iz) Youare (iz ... siniz) Heis (O..dır) Theyare — (Onlar ... drlar) Bu tasrife bir bakımca am, are, is fiilleri arasında hiç bir münase- bet bulunmadığı zanedilir. — Hal- buki bunların hepsi to be fiilinin diğer şekilleridir. Bu fiüil, İngilizcede en çok kul- lanılan nakıs fiil olduktan başka fiillerin de zamana göre tasrifine yardım ettiği için pek büyük bir ehemmiyeti haizdir. Hâve fiili de bu vazifede kul- lanılır, bunların hepsine auxiliary verbs (okzilyeri) yardımcı fiiller denilir. Her hangi bir fiil, zaman yap- mak için başka bir fiile yardım e- der ve bunu yapmak uğrunda ken di manasını feda ederse yardrmcı fil olur. Onun için do, can, may gibi fiiler de yardımcı fiillerdir. Shell ile will istikbali yapmak için kullanılırlar. Do sual sormağa yarar, Have tam zamanları ifadede kullanlır. May, şarti sığayı yapmak için (1) F am working Yani (çalışyorum.) (2) He wos not trying. O, işiyle uğraşmıyordu. (3) You will de brought back at seven o clock. Saat yedide geri getirileceksi- niz. (4) Do you cetffee?. Kahveyi sever misiniz? (5) If İ mey come tomorrrow İ vohvulet like to. Yarın gelebilirsem gelmek iste- O bu gece burada görülmüştü. Bu yardımcı fiillerin müstakil kullanılmalarına da bir mani yok- tur, Have fiili bu şekilde çok kul- lanılır. Misâl; Ahmed has over a thovs and stamps. Yani (Ahmed binden fazla pu- la maliktir. Bu cümlede has, müstakil ve esasl bir fiildir. Bir müteaddi fi- geldi. Zeus kanburun pek sevdi - ği ve sevdiğini bütün evin bildiği bir şarkıyı da okuyarak çalma - ğa başladı: — Sevişelim insanlar! Barışa- lım insanlar! Sevgi bir kaynak - tır ki, ondan insanlık denilen son suz ırmak akar. Neşe bir ırmak - tır ki, Sonunda sevgiye varır. Ya- şarken de, ölürken de, öldükten sonra da sevişelim insanlar! Ba- rışalım insanlar! Zeus bardağını alıp ayağa kalk tız — Yukarıdaki ölünün sağlığı şerefine içiyorum! Bütün kadehler kalktı. Zeus boş kadehin ta dibinden tutarak kaldırdı ve: — İçtim! dedi. Şimdi de yuka- rıdaki ölünün ölmezliği şerefine kadehimi kırıyorum! Bütün kadehler, küçük masa - nım mermerinde şangırdadı. Hasta bakıcı kadın haç çıkar « mağı yine unuttu ve kadehi elin den mermere düştü. Telefon! — Allo! Benim Omorfa! Ben, Omega! — Söyle.. Ne susuyorsun? Ke- keleme! Açık konuş! — Ölü nasıl oldu ölü?!! — Ateşi mateşi kalmadı. Dip diri. Yarm seni görmeğe gelecek. O da seni çok seviyormuş ıııı. sen göç kalmışsım! — Ne yapalım Omorfo? Beni beğenmez diye ses çıkarmamış - vi i — Hızlı konuşma! Uyandırır - sın! Yarın görüşürüz. « Üniversite rektörlüğüne, kül - tür bakanlığına, gazetelere açık kapalı curnallar yağdı: Sağlık ve Üniversite yasaları - na aykırı iş yapılıyor! Gövdesi - ni bilim araştırmalarına adayan Bayın doktor Omikro Üniversite baremi içindeydi. Bundan aylık aldı. Kadavrası bizimdir. Ancak bizim teşrih evinde otopsi ve a - raştırma yapılabilir. Hiç değilse ortopedi lâboratuvarında bir ders konusu (mevzuu) olabilir. Okur lara doğuştan kanburluk üzerin- de iyi bir konudur. Hem bir bak- teriyoloji profesörünün teşrihle uğraşmağa ne hakkı var? Devlet bütçesi artık son kerte kocalmış il gibi meful almaktadr. Do fiili de ayni işi yapar. O da meful alır. Misal: Jak is doing his work, Yani, Jak vazifesini yapyor. Can (kan) da yardımcı fiil o- larak kullanılır. Must (mast da öyledir.) Yalnız Can muktedir olmayı, Must mecbur olmayı ifade eder. Misal: İ can do this work. Yani (ben bu işi yapabilirim). I| must do this work. Yani (Bu işi yapmalıyım) Fül hakkında verdiğimiz ma - Tumat okuyucularımız için kâfi - dir. Daha fazlasını istiyen geniş gramer kitablarına bakabilir. (Devamı var) bir kaç profesörde dışarıda — iş görüyor. Bize kazanç kalmıyor. | Saylavlarımızın uluslu duyguları | na sığmırız. Hem profesörün yaş kertesince tekaütlük günü gel - miş, geçmiştir. Şimdiye kadar bize ne verdise verdi — O da su götürür ya — | Artık çekilsin! Eğer kokutmamak için insan le şini koyacak bir buz dolapları ol- saydı, Ömikro'nun cansız gövde- || sini oraya koyup işi parlâmentoya kadar çıkaracaklardı. Oysa ortada kavga, zırıltı çıka- racak hiç bir şey yoktu. Bir insan ölmezden önce gövdesini adak - lamış, demiş ki, (benim gövdem üzerinde filân profesör araştırma Tar yapsın.) Buna kim karışır. Doğru.. Kimse karışamaz ama, bilginin kıskançlığı, — bilgisizin kıskançlığından çok daha kor - kunçtur. Profesör Esoes gerçi çok ihtiyardı, yıllardanberi lâboratu- varından dışarı çıkmıyordu. Ama adı acunun sekiz köşesine ün sal- mıştı. İnsanlar için bulduklarının getirdiği kazanç yüzde seksen aşırıldığı halde yüzde yirmisi yi- ne kendisini yurdunda milyoner saydıracak kadardı. Fakat profe- sör Esoes kazancmın yüzünü gör miyordu. Altı ayda bir bankalar- dan gelen kâğıtlara adını yazar, (doğrudur) çekerdi. O kadar... — Dışarıda bu bavağı. bu insan- İrk dışı patırtılar ola' dürsün, O - mikro'nun kadavrası prencip lâ- boratuvarının mermer masasına yatırılmıştı. Lâboratuvarda üç ar kadaştan başka kimse yoktu. Ömega dört yanına baktı, ara- dığını bulamayınca omuzundaki güderisini çekti, iki ucundan aç « tı, ve Ömikro'nun küf rengi yo - sunlu, apış arasını örttü. Omikronun kirli sarı ile yanık kahve rengine çalan bir kucak kemikten kadavrası sanki uza - mıştı. Kanburunun gevşeyip doğ- rulur gibi olduğu görülüyordu. Kolları daha uzamışa benzi -« yordu. Dudaklarında yine o ince gülümseme vardı. Gözleri; dibi telve dolu, birer mor kahve finca- nını andırıyordu, Diri iken yanla- ra doğru pirohi, pirohi açılmış ko- ca kulakları, timdi küpeliklerin den aşağıya doğru da sarkmıştı: Parmakları bir baston tutuyor" muş ta çekilip almmış gibi içleri boş bir bükülüşle bükülmüştü Küçük ve dim dik memeleri çürü: müş armuda benziyordu. Kabur” gaları parmak parmaktı. — Ömega! Sola çevir. 7 Ömega yeni uyuyabilmiş bir hastayı uyandırmamak - isteyor * muşçasma bir yumuşaklıkla tu - tup yavaşça çevirdi. Radyomos - kop çalışmağa başladı. Profesör dürbünlü Kaskını kafasma geçir- di. Kordonunu makineye bağla « dı. Ölünün sağ omuzundan içe * risine uzun uzun baktı. — Sağa çevir. Sol kıh'e;ııım içine baktı. Saf- ra kesesine, böbreklerine, yüreği" ne, her yerine baktı, baktı. Omega ölüyü her tutuşta avuç* larının yandığını duyuyordu, yâ” hut ona öyle geliyordu. (Devamı var) |