4 BÜYÜK DEN ———ı Şahin Yavrusu — | yazan: “Radir can — soz7 — Elli, altmış dağ korsan'ın etrafını sarmışlardı Kara Yusuf arkadaşlarımın ıı-l kıllarından geçeni sezmiş gibi, on! ların ellerine birer silâh vermek için davranmışdı. | Biraz evvel oduncunun kesmiş| olduğu ağaç dallarıma yaklardı.| Onlarıları ucları tapez'uu, kalm ve sağlam sopalar yapdı. Hepsine bi- rer tane verdi, sonra Ali Reise| dönerek: — Emret de bu oduncunun ar- kasından, onun gittiği yere gide- lim... Dedi. Hepside büyülenmiş gibiydiler, Ellerindeki sopalara, vaktile taşı- dıkları keskin palalar kadar — gü-, veniyoralrdı. Sahiden, ormanda, kayalık sa- hillerde böyle başıboş dolaşmak- dan bir şey çıkmazdı. Kara Yusu.| fa hak veriyorlardı. Bir hamle yap mak ve bu serseriliğe son vermek lâzımdı. > İnsan ve hayvan izlerine baka- rak yürüdüler. Bir saat kadar geçdi. Bir çayın kenarına vardılar; — susamışlardı. Kana kana içdiler. Yeniden yol- larına devam edeçekleri sırada et- rafda, kocaman ağaç gövdeleri: nin ve çalıların aralarında kımıl- dıyan gölgeler gördüler, larından daha iyi iş görebilirdi. Ali Reis; — Durunuz!,... Dedi. Durdular. Etraflarına bakdılar ve çepçevre sarıldıklarını gördü- ler. Yirmi adım kadar ileride - zun boylu, bıyıkları — enesinden a- şağı sarkan, başında tuhaf bir kalpak taşıyan, kısa şalvarlı bir adam meydana çıkdı. Diğerleri de birer birer çılılınn ve kütüklerin lerimiz armud toplıyacak değil ya... Sekiz kişiye karşı elli kadar yardı. Buna rağmen Kara Yusuf da, arkadaşları da zerre kadar kork- muyorlardı. Zaten onların da si- lâhları balta, diren, hançer ve bir iki kılıçdan ibaretti. Okları yok- larından daha iyi iş görebilirdi. Uzun bıyıklı herif bir şeyler söyledi. Bizimkilerin hiç biri bunu an- lamadılar. Kara Yusuf Türkçce cevap ver- di, Karşı taraf kafa salladı. Ali Reis biradım attıve İtalb- yanca olarak sordu: — Bizden ne istiyorsunuz?... Elli kişinin ortasında biy uğultu dolastı. Telerinden ufak tefek biri, uzun biyikli adamın yanına koştu ve ona bir şeyler söyledi. Alinin 1- talyanca söylediklerini Hırvat di - Konuştular. Ufak tefek ıiııı Aliye dönerek lnlyııa ıîğm IZ ROMANL adamı sekiz — Siz kimsiniz, burada ne arı - yorsunuz?.. Ali Reis, kim olduk!arını nere- | den geldiklerini kısaca Etraftakiler dikk3t ve dinliyorlardı. Venedikleki yaagını, orıdan nasıl kaçlıklarını öğrenen —uzun bıyıklı herifin gözlerinde bir şim- şek çaktı. Sekiz arkadaşı yeniden ve dik- katle gözden geçirdi, Bakış'arında şeylanca parıltılar vardı. Çünkü, Yansk adımdaki bu adam, bir ka- | sabakadar büyükolarak köyün ele | başısı idi. Halkın üzerinde bir kral | gibi nüfuzu vardı. Zaten bu yerler | 'Türk, Avusturya ve Venedik hu- dutları arasında ve pek sarp oldu- ğu için bu devletlerden biç bir'si, | tam mânasile sahip olmuş değiller di, Türk akmcıları deha zivade şi- mal taraflarına zengin sehirlerin | buldukları Sava, Darava, ve Tuna kaynaklarına doğru at ıl:rııyorlır- dı. Yanek, parası bol v> e'leri açık olan Venediklilere yaltaklanıyor, Zaradaki kale kumandanına hedi- yeler gönderiyordu. $ömdi, Ali Reisle arkadaşlarını eğer Venediklilere teslim edebilir- se kimbilir ne kadar para alacak- tı?.. Hattâ kaledeki askerlerin ba. gına zabit olmak, ileride Venedik' te zengin bir şövalye olarak yaşa- mak, işten bile değildi... Küçük Hüseyin uzun bıyıklı he- rifin yüzüne baktı. Ali Reise: — Ben bu ayının bakışlarını be- ğenmiyorum... Dedi. Ali, yeniden omunla konuşmafa başladı. Kara Yusufla Küçük Hü- seyin ve diğer arkadaşları da on - | ların sözlerini anlıyabiliyorlardı. Venedikte bulundukları sırada işi- te işite oldukça öğrenmişlerdi. Yanek'in söylediğine göre Sa - palto kalesi uzakmış... Ancak bir buçuk iki günde varılırmış, Daha yakın bir Türk kale veya kasabası da yokmuş... Halbuki artık vakit geç olmuş, nasıl olsa yola çıkıla- mazmış. Köye buyursunlarmış, ya ! rın sabah erkenden onların yanma | iki kılavuz verir, Sapalto'ya, Me « zit Beyin yanma gönderirmis.. M2 zit Bey onun ahbabı imiş. Hat'â bir defasında buralarda ava — çık- mışta Yanek'in evinde — misafir kalmış.... Yanek bu sözleri ıöylerkın mümkün olduğu kadar gülümse - miş, Türk korsanlarına karşı sevgi | ve saygı göstermişti. Hele Mezit | | Beyle ahbablığından bahsedince | sekiz arkadaşın hemen hemen bü- : tün şüphleri yok olmuştu. — Peki!,.. [ Dediler... | Yanek, arkadaşlarına cpeyce | Uuzun süren bir şeyler söy'edi. Son- | ra ilerledi, Kara Yusufla toka yap | mak için elini uzattı. Çünkü onu hepsinin içinde en irj-yarı, en atıl- gan görmüştü. İ Fakat Kara Yusuf Aliyi göster- di: Ğ — İşte, roisimiz!.. Dedi. Sonra ilâve etti: madınız mı?,.. anlattı. ll merakla (Ş HABER — Akşam Postast Tercüme Külliyatı SAFO Alfons Dode — Haydar Rifat 100 Krş. Aite Çembderi A, Mauro's — |. H. Alişan 100 Kış, B Ticaret, banka, borsa *lt Dr. Muhils Etem 75 Krş. AF F —<—i T n aa | Deviet ve rhtitât ) Lenin — Haydar Rifat Şosy_ı_ı'l—ı'zm ö K. Kantskıy — Sabika Zekeriya 75 Krş. J. Rasın Kültiyatı I Ahmet Reşit — H.Nazım 'î Krş. İşçi .mııı'htı'lâli Lenin — Haydar Rifat £0 Kah Ruhi hayatta lâşuur Dr. Yung — Dr. Hayrullah 60 Kn. İsfehana doğru Piyer Loti — İ, H, Alişan 100 Krış. J. Rasin Kültiyatı J1 Ahmet Reşit — H. Nazım 75 Krp. Gorio Baba Balzak — Haydar Rifat Deliliğin piskolojisi Dr. Bernard Hard — İzeddin 50 Krs. İlkbahar Selleri Türgenyef — Sami z. Süreyya 75 r;. Engerek düğümü F. Moryak — Peyami Sefa J. Rasin Kütliyatı H Ahmet Reşit — H. Nazım Samimi saadet Tolstoy — L H, — Alişe- 50 — Kuruş İstatistik Andreles — Huphi Nuri 30 Krş. Dağıtma Yeri: — Şahin Reisin oğludur... Duy- VAKIT Matbaaıı baklavadan daha tatlı Necib us- /f Dün « Yarın| — | yok.. Sehirden- görünü “Iınınl(âmln“ Ş , Ahçı dükkânında_ komedi! | Size bugün İstanbulun en eski veentanınmış düğün aşçıların-! dan Balatlı meşhur Necib ustayı tanıtacağım.. Ancak siz bu yazıda Necib ustanım nefis yemeklerini değil, onun, dükkânınmda ara sıra yapılan uzunca şakalardan birisi- ni göreceğiz! Dün değil, evyelisi gündü, öğ- leden biraz önceydi. Balat iskele- sinin anlı, sanlı aşçısı Necib uılı.! tam fırından yeni gelen baklava-| nın üzerine, tatlısını lıışlukınî dükkândan içeriye gençdon, tık - nazca, az esmer biri girdi. Bu gi » ven oradaki fabrikaların birinde makinistlik yapan Bay Agopdu. Agop, bir masada öğle yemeği yi- yenlere, bir de eğilib Necib us- tanın yüzüne bakdıkdan sonra, ellerini uğuşturarak: — Ah, benim Necib ustacığım! Dedi. Baklavanın tatlısını bin bir özenti ile boşaltmakta — olan Necib usta yarı suratla sordu: — Ne var, ne istiyorsun? — Ne istiyeceğim? Dilerim mev lâdan, sen böyle çalışdıkça tuttu- ğun hep altın olsun! Necib usta yeğinik (hafif) bir sesle: — Amin! — Velâkin bu tuttuğun altınlar da sonunda hep taş kesilsin! — Senin çenen taş kesilsin! Haydi, çekil oradan, iş arasında || benim başımı derde sokma! — | — İyi ama, benim carım ciğe. rim, ruhumun revanisi, gönlümün şambabası Necib ustacığım, be - nim çenem taş kesilirse sen ziyan edersin! Necib usta elindeki kocaman tatlı kepçesini yanlışlıkla ocakta- ki spanak tenceresinin içine br- rakarak: — Neden ziyan ediyor muşum? — Nedeni var mı? Eğer ki be- nim çenem taş kesilirse senin o güzelim yeömeklerini müşterilere kim ramlâm edecek? — Benim reklâma ihtiyacım Beni bilen bilir ve canı isti- yen gelir, canı isteriyen gelmez!| — ÜÖyleyse ben artık gelmiye-! ceğim, işte gidiyorum! — Cehennemin dibine kadar | yolun var! — Oraya keadar gidersem sen. den orada kimlere selâm götüre- Necib usta kızarak: — Sen çeker misin arabnı bu-; radan, yoksa kızgın tatlı kepçesi- ni kafana geçireyim mi? — Tatlı kepçesini sen geçirmiş. ! sin geçireceğin yere! Nesib usta dönüb arkasmma ba. | karak; — Tatlı kepçesini de nereye koydum yahu? — Kördür gözün? Demin yan - lışlıkla ıspanak tenceresinin içine ğ sokdun! Necib usta, büsbütün kafası a- /i | terak, spanağın üzerindeki tatlı | kepçesine yapışır: — Ulan, sen ne baş belâsı heriflii mişsin be! tıuimı TÜ — Necib usta be! 1 — Ne var, çabuk: söyle! ı — Baklavaya şırlan yağı mt j « yuyorsun, yoksa don yağı mi? |& — Haltetmişsin sen! Ben " öz terayağı kullanırım ! — Hay yaşasın benim teref'|” ğından nefis Necib ustacığım' Bu aralık müşterinin biri karna ister: $' Necib usta makarnayı ve Agop atılır: — Bana da bir makarna v | ma, sirkesi az olsun! | — Sana şimdi bir makarnâ ririm ki alamadan gidersin! — Öryleyse bir. pırasa hHof ver! İ — Ulan kalk, defol diyort |; sana şuradan! — İyi ama, karnım aç be ustacığım! — Açıaziftlen! — Zinftleneyim mi? — Ziftlen ya! Ziftlen ki mit kalafat olsun da bu kışda, k! mette içine yağmur, kar — işle” sin! — Ne ziftleneyim dersin? * bakayım, yemeklerin ıula:dıff | —— Çorba! j — Torba istemem, beygiri değilim! — Haşlama! — Daha başlamadan, birat#7; adamakıllı başlıyacağız! —— — — Ayşekadın! — Kadından ağzım yanz kaynanam çıksa karşıma yem — Yalancı dolma! — Onu kendin yutasın ilen! — Makarna! 3 — Ne makarnası? — Kör müsün, düdük mak: sı! — Çalsan a ki.. Dinliyelimi! — Hay allah belânı versift | rif, halk, defol oradan, bi? Dumbullu İsmailin tiyatrosun* virdin! — Kızma be Necib ustatii gözünü seveyim be! Darılmüâ | tatlı konuşalım! Hele şu nın solundaki büyük kâsenin de ne var, onu söyle bakayıl? — Kaomposto var, vereyiti * — Son Posta istemem, (H P varsa ver! Artık çenesi yorulan Necib ta, raftan iki tane çiğ yW kapınca Bay Agop top gibi kândan fırlar, Nescib usta muztaları peşinden fırlılll“ murtanın birisi yoldan geçt feli hamalın göğsünde g sağlı sollu kahkahalar ar w komedi biter. Osman Cemal Kayg ben 10 ve 15 |ıra Kışlık palto ve pard # kumaşlarımızdan ııuııflı’ $ minatlı olarak yapılır. caddesi Orhan bey Ka e DEADER a b__wııı terzihanesine ıuıılır. ( n