4 BÜYÜK DENİZ ROMANI -—— Şahin Yavrusu — Yazan: Kara Yusufla küçük Hüseyini ancak! Kadir Can No.16 uzaktan göre biliyordu Morenonun gözleri dört açıldı. Kaşları yukarıya doğru köşelendi. O güne kadar hiç te gevezelik yap mıyan, hiç yalan söylemiyen bu çocuğun birdenbire delirdiğini zan netmişti. Okuma yazma bilmek?... — Sen mi?... Sahi biliyor mu sun?... — Elbet!... İstersen okuyayım.. İşte: Dün tersaneye sekiz bin do- kuz yüz yetmiş altı ekmek teslim edilmiş. Parası seksen dört düka altımar.. Bu suretle üç dört günlük hesa- bı okununca Moreno inandı. Hele | sokak boyunca sıralanan otellerle dükkân ve kahvelerin levhalarını da okuduğunu, kendisi bir şey bil. memekle beraber söylediği birkaç sözü çatır çatır yazdığı zaman hiç şüphesi kalmadı. Esmer çocuğun boynuna sarıl - dı, öptü, öptü: — Haydi, al defteri, düş önü - me, beraber gidiyoruz.. Hemen bu gün Sinyor Loredanoya seni kâtip yapmasını söyliyeceğim.. Gittiler. Tersanenin kapısından girer - ken bir düşman kalesine giren mu- zaffer kumandan gibi idi. Furuna döndükleri zaman Le - redanoyu orada buldular. Patron onları merakla bekliyordu. Moreno kollarını açmış, çılgın gibi sevinerek efendisini selâmlı * yor, ona müjde veriyordu: — Ah, Sinyor!.. Paolinoyu ora - da görmeliydin!.. Tersanenin baş kâtibi bile şaşıp kaldı. Bir yazı, bir hesap!.. Deme gitsin”.. Çarça- buk işimizi bitirdik, İmzaları al - dık, geldik.. O kanbur miskinden kurtulduğumuz için bizi tebrik et- tiler. Hattâ tersane kumandanı da orada idi, Paolinonun nasıl yazı yazdığını, nası) hesap yaptığını ve okuduğunu o da gördü: “Aferin!,, dedi. Loredonoya söyleyim de bu nu bize versin! dedi. İşte!.. Görü- yorsunuz ya.. Hiç bir eksiği var mı? Loredono defteri almış, göz - den geçirmiş, hiç bir yanlışlık ol- madığını, yazının okunaklı ve iş - lek olduğunu görünce sevinçle ba- şını kaldırmış, elini sıkmıştı: — Aferin Paolino!.. Çok gü - zel!.. Bundan sonra tersaneye sen gidersin! Göreyim seni. Şimdilik sana ayda iki altn verecğim!.. Loredano o zamana kadar a - silzadelerden başka kimsenin e - lini sıktığı görülmemişti. Moreno yerinde duramıyordu: — Gördünüz mü muhterem Sir- yor hazretleri!.. Onu buraya aldı- ğıma ne iyi etmişim!. Öyle değil mi?.. Bu esmer çocuğun Ali olduğu- nu elbet öğrendiniz!.. Ali az zamanda tersanedeki za- bitlerle, kâtiplerle, hattâ gardiyan larla dost olmuştu. Artık oraya kendi evi gibi giriyor, geziyor, do- | laşıyordu. Kara Yusufla küçük Hüseyini iki defa daha uzaktan gördü. Onların ikisi de aynı gemi- de bulunuyorlardı. Geminin adını okudu: Pozei - don! Bu amiral gemisi idi; hepsin - den daha büyüktü. Yüksek bordasına, birer ejder ağzı gibi duran lombar delikleri - ne, top namlularına dikkatle ba - | kıyordu. Kıç taraftaki yüksek ve süslü | köşkü, üç kat anbarları, kürekle - ri ve göklere saplanır gibi uzayan direklerile insana korku veriyor « du. Fakat o anda Alinin kalbinde böyle hisler yoktu. O, Kara Yusuf- la Küçük Hüseyinin nerede olduk- larını, onları kurtarmak için ne yapmak lâzım geldiğini düşünü - i yordu. 4 Her an aklına bir plân geliyor, fakat o plânla beraber de bir sürü zorluklar önüne yığılıyordu. — Sinyor Paolino!.. Amiral ge- misi çok mu hoşuna gitti? Eğer bir furuncu kâtibi olacağına tersane - ye girseydin sen de bir gün böyle bir geminin kaptanı olabilirdin. Heh.. Heh.. Heh.. Heh!.. Ali birdenbire döndü. Bu sözleri söyliyen adamın yü. züne baktı. Bu Pozeidonun Var - diyanı idi. Biraz evvel dışarda çokça şarap içmiş olmalı idi, çün- kü ağzı kokuyor ve yılışık yılışık gülüyordu. Ali, fırsatı kaçırmamak için hemen cevap verdi: 4 — Çok güzel.. hem de büyük.. böylesini hiç görmemiştim. Bunun denizde “kocaman bir. konaktan, saraydan farkı olmaz sanırım.. — Hiç girmedin mi?.. Sahiden dediğin gibidir. Ne de güzel an latıyorsun? — Hiç girmedim.. — Hiç girmedim.. — O kadar istiyorsan seni gez- direyim. — Çok iyi olur. Sana nasıl te şekkür edeceğimi bilemiyorum. Vardiyan Alinin yüzüne doğru sokuldu. Yayvan bir ağızla ve da- ha alçak bir sesle: — Canım, yarın senin furuna kadar gelirim. Orada bana bir şişe şarap açarsın, ödeşiriz.. — Bir değil, beş tane açayım.. Vardiyan Alinin omuzuna kuv- vetli bir tokat attı. — Viva, Sinyor Paolino!.. Gemiye girdiler.. Aliyi görenler, gülümsiyerek selâmlıyorlardı. Az zamanda kendisini sevdir - mişti, Zaten onu tersanenin yabancısı yerine koymuyorlardı. Bunun için hiç kimse şüphelenmiyordu. Ali geminin her tarafını büyük bir dikkatle gözden geçiriyor, ka- ranlıkta bile el yordamı ile, hiç bir yere çarpmadan © gezebilecek kadar ezberl'yordu. Amiral köşkü üç kattı. En alt - ta kamara, üstünde salon ve en üs- tünde de kumanda yeri vardı. A- li yalnız buralara giremedi çünkü kilitli imiş ve anahtar birinci kap- tanın cebinde dururmuş. — Gemi sefere çıkmadığı za - manlar hiç açılmaz mı?.. — Hayır!.. Çünkü Amiral haz- retleri şatolarında, yahut konak - larında oturur. Zaten böyle za - le gemiye uğramazlar.. Yalnız bir nöbetçi mülâzimle gardiyanlar, ben ve mahkümlar burada oluruz. - Yeniden süverteve cıktılar. Bir manlarda kaptanlar ye zabitler bi- mmm HABER — Akşam Postası İlngilizce dersleri | Müellifi: ömer Rıza Yalnız bu dereceyi kullanırken dikkatli davranmalı, mübalâğaya sapmamalı. (Ali is the stupidest boy in Turkey) yan (Ali Türkiyenin en tembel çocuğudur) diyecek olursa- nız son derece ağır bir hüküm ver. miş, haksızlık etmiş olursunuz. Halbuki sizin maksadınız bu çocuğun “pektembel,, olduğunu anlatmaktır. Onun için pek yeri- ne “very,, kelimesini o kullanmak daha doğru olur. O zaman (Ali is a very stupid boy) deriz. Sıfatlar isimlerin manasını ge- nişlettiği gibi onların manalarını daraltmağa da yarar. Meselâ boy (erkek çocuk) dediğimiz zaman, her hangi çocuk aklımıza gelebilir. Fakat big boy (büyük çocuk) de- diğimiz zaman bu genişliği daralt. mış olur, küçük çocukları bir ta- rafa atmış oluruz. Keyfiyet sıfatlarından başka si- fatlar da vardır. Bunlar bize i- simlerin sayısını, sırasını gösterir « ler. Bir, iki, üç, yahut birinci, ü - çüncü gibi.. (Meselâ (There are tventz boys in the class), yahi (smıfta yirmi çocuk var). Yahut (Jack took the third place in epa- mination) yani (Jak, imtihanda ü- çüncü mevkii aldı). V Bu çeşit sıfatlara (Adjectives | of guantitey) yani kemiyet sıfat- ları denilir. Bir, iki, üç, yahut birinci, ikin- ci, üçüncü gibi kemiyet | sıfatları bize muayyen bir sayı veya sırayı gösterdikleri halde muayyen bir sayı veya sirayı göstermiyen $i- fatlar da vardır. (Hep) manasın- daki All (ol) (yarım) manasında- ki half (haf); (bütün) manasın- daki whole (hol), (birkaç) ma- nasındaki some (sam) gibi. Bur- lara: in definite adjeetivcs of gu- antitiy, (in defint adjektvş ov ku- vantti) yani gayri muayyen kemi- yet sıfatları denlir. (Devam: var) varsan, Harp Geliyor 1911 Yazan: Fransi Dölezi Bugün dünyanın en büyük e- konomi yazıcısı olan Fransi Dö- lezi 1911 senesinde “Harp ge- liyor,, ismi ile bir kitapcık yaz- ? mıştı. O zmana herkes buna gülmüştü. Fakat 3 sene sonra harp pat- ladı ve yazıcınm söyledikleri aynen çıktı. İ Harp a Gene Geliyor 1934 Şimdi de ayni yazıcı “Harp tekrar geliyor,, ismiyle bir baş- ka kitapçık yazmıştır, Pek yakında HABER Olacak bharpleri keramete yakın bir deha ile haber veren bu büyük yazıcınm iki kitapçı- i ğını da Fa, ya çevirtecek ve ya- zacaktır. merdivenin başında durdular: — Buradan nereye inilir?.. — Forsaların yanına!.. (Devamı var) 5 Tansıdan sonrâ Tan yerinin alaca aydınlığın - da, Kollarma kırmızı işmarlı, ak bağlar sarmış adamlar. Palaskasız, çantasız, tüfeksiz a- damlar. Çift tekerli el arabaları. Tan yerinin alaca aydınlığı, sa- vaş alanının alaca karanlığını, bir türlü altedemiyor. Yaralıları toplayıp sargı yerle- rine, daha gerilere götürüyorlar. Yardımcıların konuşma sesle - TE — Nasıl o? Kımıldayabiliyor « mu? — İki dizinden yaralı. — Ver birisinin sırtına. — Bunun göğsünde var ama, soluk alıyor. —Dirilmez o. Brak orada. Sen önce kolayına bak. Önce az yara- ları toplayalım. N — Soldaki su istiyor. — Suyu bulsam ben içerim. Bak, ölülerden birinin matarasın - da bulabilirsen daya ağzıma. Caarrt! — Ne o? düştün mü? — Birisinin barsakları yere dö- külmüş. Üstüne basmışım. Aya - ğım kaydı. — Bu koku kan kokusu mu? Et kokusu mu? — Bu günedek öğrenmedin mi? Eğil de kokla. Kan, ekşi ekşi ko - kar; leş, çürük çürük.. —Öte yana hiç. gidilmiyor. Burnumun direği kırılacak. — . — Bir gün bir gecede böyle ko- kar mı? — Gündüzün sıcağını, gece - nin ıslak serinliğini unutuyor mü- sun? — Her ölüyü buz dolabına ko - yacak değiliz ya. - Gün yükselmeden işimizi bitirelim. Yoksa güneş çıkarsa ko- kudan bir iş göremeyiz. — Inleyip durma arkadaş! Se- ni buraya biz gö-lermedik ya. — Bak, bak! Sana acıdım döğ- rusu. Şakağından iki kurşun ye - miş. Yüzü hâlâ gülüyor. — Ölürken gözünün önüne ya- vuklusu gelmiştir. — Toplanmıyanları ne yapa - caklar? — Iki yön uyuşmuşlar, bu ge- ce yarısma kadar çukurlar kazıla- cak, kireç döküldükten sonra ör- tülecek. —Demek ordan sonra gene boğazlaşma var? — Bilmem. Onu diplomatlarla parlâmento koridorlarına #or. — A! Bu! Bunu tanır gibi olu - yorum. —Lâfın sırası değil, işine bak! — Eski akyağız suratı mum sâ- rısıma dönmüş. — Neyine gerek? — Şeye benziyor bu! Tanıdım Bu, bu.. Yüzbaşı Esoes!. * — Gene mi yaralanmış? — Bu kez öteyi boylamış. — Yavuz adamdı doğrusu. — Yazık! — Arkada ağlayanı, bekleyeni yok ki, — Ölmemiş! Yaşıyor! Bak ba- şını kıpırdattı. — Şöyle bir yokla. Gücü yetip ımıldayabilirse Obir tezkereye yüleyip gönderelim. delikler * | şaltıp geri dönerken, bi A Alma ve başka dile çevir”) Devlet yasasınca koru'udüf — Hay anasını! Sol ya” mur. Çok kan yitirmiş. — Yüzbaşım! Heey! Kıpırda bakalım! Dirimisi” mü? —Ensesinden tut da bir#* takla. ş — Matarası yerde. SU istemiş de içememiş. — Daya ağzıma matara az da yüzüne çırp! vi Avucu ile çenesine basiP ra dişlerini biraz araladı. Mer” yı dayayıp su döktü. Avusup? dığı suyu yüzüne çırpti- —5Sol dizinin üstünde” manevra kayışı ile boğulmüf y eyiliği kim yapmış ki?. Yok** tükentisinden ölürdü. # — Az yaralı birisi olacak”. layıp götüremiyeceğini anla ca, bu kadar olsun yapmı$: — Sağma yatırın. Sol ya” tan aşağıya yaralı. Esoes'in akı çoğalmış açılmıştı. Anlamsız, anlams* ; kınıyordu. Bir aralık gü yen bir ışık parladı. der — Ha bakalım yüzbaşı” iğ. a le biraz diren! Çabuk iyi ol ©f gene yaralan! ) Esoev'in yüklendiği tezk9'ti/| hi ki iri yarı adam alınca geri türdüler, Kan pıhtılarma ça ayakları kayıyordu. Ve o laştıkça ölülerin çürük et 0 ları azalıyordu. Bir çukur! — Doktor «fendi, yüzbaşı Esoes'dir. li Onu herkes ve sa işittiği için başma gi de gı yerine geldiler. Yükleriti ir si Müfettiş doktorlarla oray# bir şi koşup geldi. Yao Ki eğilip seslendi: VI — Esoes! Esoes! Bük b radayım. Bak bana! Ben Zİ ik Sorot'un, Güner'in 4 nin'arkadaşım üniversiteli #4. ha (Devam: N “ Alâiyeli Azak zade T: yin hanesinde bir yüzük yazıtta Tiyatro cadder zadeler apartmanında ( i ralı daireye müracaat ei Sahibi ve Neşriyat HASAN RASİM Basddığı yeri (V