HABER'in Hikâyesi Çok feci bir vak'a oldu... Sor- mayın... Çok feci bir vak'a... Meşhur âlim Vilton'u tanırsı- nız... Kalp üzerinde en büyük keş- fiyatta bulunmuştur... Hattâ, bun- dan oön sene evvel, bir insanın göğ- sünü yarıyor; yüreğini ortaya çı- kararak, eskimiş adelelerini, sinir- lerini, bir ölünün uzuvlarıyle de- ğiştiriyordu. Fakat Vilton, bu tecrübelerini daha ileri götürmek istedi... Mon- tero dağlarınnı şehire nazır bir te- peciğinde fevkalâde şirin bir köşk kurdu... Burasına köşk - değil, lâ- boratuar demek lâzımdır. Zira, bir elektrik mütehassısı için ne lâzım- sa hepsini burada bulmak kabildi! Evet, elektrik mütehassısı için... Doktor artık, elektriğe merak sar- mıştı... Duran b'r insan kalbini bu suretle harekete getirmeğe çalışı- yordu... — Eğer bir yürek yaralanma- dıyse, eğer içindeki kanlar dışarı boşalmadıyse insanı diriltmekten kolay ne vardır?... -diyordu. Ve gülerek ilâve ediyordu: — Zembereği boşalan bir saat durur... Onu tekrar işletmek - için kurmak kâfidir. İşte ben de bir “kalp kurgusu,, makinesi bul- dum... Filhakika bulmuştu. Ve tavşanlar, kobaylar başka hayvanlar üzerinde tecrübelerini muvaffakiyetle yaptı. O gün, üç âlim arkadaşını da- vet etti: —5'ze anlattım, dostlarım! -de di- Tecrübem, hayvanlar üzerin- de çok mükemmel bir netice verdi. Ş'mdi sıra insanlara gelmiştir... B'r de cescet buldum... Dün öl- müş bir insana aittir... Hiç bir ye- rinde arızası yoktur. Yalnız kalbi durmuştur... Şimdi mesele, elek- trik tellerini damarlarına — raptet- mek, kanmı harekete getirmek ve kalbini işletmektir... İş bu kadar basit... Sonra kızına döndü: — Yavrum... Bugün, yanlış bir hareket yamamak için, evde tama miyle sakin olmak istiyorum... O- nun için, uşaklara, hizmetçilere i- zin verdim... Haydi, sen de otomo- biline bin... Nişanlınla beraber gezmeğe git... Fakat, karanlığa kalma... — Peki babacığım... Matmazel Blanşet, manolya ka- dar duru beyaz yanağını babasına uzattı. İnce, zarif koluyla nişanlı- sının koluna girdi ve iki narin vü- cut, bahçenin nihayetinde kaybol- du... Çok geçmeden bir. otomobil gürültüsü işitildi. Vilton, arabanın arkasından bakarak: — Kızımı çok severim... -dedi. — Sevilmiyecek gibi değil... Cidden pek cana yakın... — Haydi, arkadaşlar, işimizle meşgul olalım... Zira, elektrik tec- hizatını insan vücuduna göre ayar etmenin nasıl olacağını size gös- tereceğim. Bu iş, bir kaç saat sü- rer, Mermer bir masanın üstühe, taze cesedi yatırdılar... Hepsi de beyaz gömleklerini giymiş, lâstik eldivenlerin: takmışlardı. Lâboratuarın sert ışıklarına mukavemet edebilmek için, göz- lerinde mavi gözlüker vardı. B I- iki saat kadar çalış- usar. Ve havanın bozduğunu, gök- Terin kara bulutlarla kaplandığını | fark bile etmediler... Alim Vilton'un kızı - HABER — H Postası acı acı çalmarak köşke yaklaştığı- | nı da sezmediler... | Genç kızın nişanlısı, feryat fer- yada köşke koştu: — Ah, Blanşet! Blanşet... Herkes fırladı: — Ne oldu... — Bilmiyorum... Bir otomobil kazası oldu... Nişanlım, direksi- yondaydı... Çarptık... Çarpınca, direksiyon göğsüne çarptı... Blanşet bayıldı... O zamandan beri ayıltamadım... Vücudu da s0- | ğuyaor... Yarabbi... Yarabbi... Doktorlar, genç kızın vücudu- nu sardı... K'mi nabzını tuttu, ki- mi kalbini dinledi... Fakat hepsi birden başlarını önlerine eğdiler. D'z çöktüler ve istavroz çıkardılar, İçlerinden en ihtiyarı mırıldan- dı: — Yapılacak bir şey kalmadı... Öldü... Fakat, Vilton, iki eliyle doktor- lâarı iki yana itti. Biricik kızının cesed'ni kucağına aldı: — Sana can vereceğim... Can yereceğim... Sensiz yaşıyamam... -diye inildedi.. Aman Allahım! Ne iyi oldu da vücuduna bir arıza eolmamış... Kanı akmamış... Yav- rum,., Biçare babanım gözleri karar - mıştı... İhtimal, kara bulutların | büsbütün kesifleşmesinden dola - yı da ortalığı bir kat daha kara gö rüyordu. Kızını, lâboratuar masasının üs- | tüne, birinci cesedin yerine yatır - dı... Bıçağını eline aldı. O kadar ,, Anuazzez bildiği vüçudun göğsünü ,xardı. Bütün telleri, icap cde_n ğg - marlara geçirdi... a Huşu içinde, âlimler, bu man - zarayı seyrediyorlardı. O kadar dalmışlardı ki, bulutların büsbü - tün siyahlaştığını farkedemediler. Hattâ, uzaktan uzağa gök gürleme sini de, lâboratuardaki elektrik teçhizatının gürültüsü ile karıştır - dılar. Zira, bütün dikkatleri şunday - dı: Tellerin takıldığı vücut, hare « kete gelmişti... Kalp oynuyordu... Eller kımıldanıyordu. Mucize, oluyordu... Ökü, diriliyordu... Birdenbire, köşkün üstünde, sanki bir batarya top atıldı... Çıkan şimşekler, düşen yıldı - rımlar, birbirine karıştı... Ve bü - tün bunlar, lâmbaları söndürdü. Kızın nişanlısı ve âlimler, bo - zulan telleri düzeltmek için, koş - tular... Kimi bir kibrit çaktı, kimi bir mum yaktı... Bu esnada, Vilton, eğildiği ce - set üzerinden doğrulmak imkâniı - nı bulamadı. Zira, boğazına iki el sarılmıştı... Elektrik cereyanmın kuvvetile takallüs eden parmak - lar. gırtlağımı sıkıyor, sıkıyordu... Şimşekler ve yıldırımlar, elek- triğin ayarını bozmuştu. Lümbalar tekrar yandığı vakit, genç — kızın çalanarak öldüğünü gördüler. Nakili: /Hatice Sürevva) Ihsan YAVUZ Kadın ve erkek terzisi Bütün şıklar hep orada gi- yinirler. Her keseye ve her arzuya uygun elbisenizi ancak orada yaptırabilirsiniz. İstanbul Yenipostahane kar- şısında Foto Nur yanında Leta- fet hanında. Hattâ bunu farketmek töyle a — dursun, bir. otomobil kornesinin |. babasını boğduğunu ve kalbi pır-ı |larda dolaşmağa başladım. Her ÇOK Hamburg ile Amerika arasında işliyen muazzam siyah şehirlerin koyu sularında demir atmış oldu- ğu Hanburg limanında akşam olu- yordu. B'n bir romörkör, çatana, deniz motörü kesik çığlıklarla ö- teye beriye koşuşuyorlar, bir su parkında oynaşan çocuklara, At- Jas aşırı dev gemilerde, çocukla- rın oyunlarına nezaret eden ebe- veyne benziyordu. Elbe şehri çelik pırıltılarla uza- nıyor. Şu “Tango,, denilen gemi Hint denizinden geliyor. Kırmızı bordalı şu gemi Çine hareket et- mek üzere.. Norveçyadan henüz gelmiş üç direkli yelkenli balık do ha. Bir Çinli, hiç bir mâna ifade et- miyen bakışlarla denize dalmış. “Hiç bir mâna idade etmiyor, de- dim, Hayır. Bakışlarında hasret var, Çin denizlerinin hasreti.. Hamburg limanında akşamolu- yor, Rıhtımlarda vinçler, korkunç birer hayalet halini aldı. Bütün işçiler zencilere benziyor, belleri bükük, dar ve dolambaçlı sokak- larda kaybolup gidiyorlar. Herkes San Pauli'ye gidiyor, burası Hanburg'un eğlence — yeri daha doğrusü Galatasıdır. Gemi- | ciler, buraya, geçirdikleri fırtına | tehlikelerini, başka tehlikelerle değişerek unutmağa gidiyorlar, İlk gecemi, bir otelde, Hitlerin fotoğrafının altında, bir yatakta geçirdim. v İkinci gecem daha dikkate de- ğer oldu. Panoptikum ismini taşı- yan balmumu heykeller müzesine gittim. Bu müzede gördüklerimi tekrar anlatacak değilim. “Mum- yalar Müzesi,, isimli filmi gören- ler bilirler, görmiyenler de bu fil- mi gidip görürlerse öğrenirler. Bunun için orada çok durmadan sokağa çıktım ve at canbazhanesi- ne gitt'm, Burada da dünyanın her canbazhanesinde görülen şeyler vardı. Şu farkla ki, canbaz kadın- lar, burada daha şişman, daha etli butlu... Orası da fazla sarmadı, Sokak köşede bir bar... Amerika barı, Londra barı, Paris barr.... vesaire., Bir'sine girmek üzereyken, âde- ta sokakla bir hizada bir bar tabe- lası gözüme ilişti. Üzerinde ya Çince, yahut Ja - ponca yazılar vardı, Yaklaştım. Ö- nüme bir kapı çıktı. Bir de basa - mak. Basamak aşağı inen bir mer- divenin ilk basamağı idi. On ayak indim, Bir mahzen, Bir tezgâh. Ö- nünde yüzleri yaralı gemiciler. Bir GEZEN Hamburg limanından görünüş ve şehirde bir gece manzarası... Hamburg Geceleri b ket "İ'lnnıbuıg!a geı.;ı hayatı ve barlar.. gramofonda garip bir plâk çalı- yor. Bu mahzenin havasında fuhuş, | cinayet ve hırsızlık var. Yerde sarı # bir kızcağız. Mahzun bir kız. Yınıma yaklaşıyor ve bir masaya otuyuyoruz. »— Nereden geliyorsun? — İstanbuldan. — Sahi mi? Güzel bir şehir ol- duğunu işittim. Benim ismim Fri - da... Babam umumi harpte ölmüş.. Hem burada durmıyalım.. Gel eve gidelim. Daha rakat ederiz. Evi, daha doğrusu ev dediği yer | uzak değildi İki adım ötede Her - berstrasse ismini taşıyan, pis, süp - rüntülü bir sokakta oturuyordu. Bu sokakta, kapı aralarırida du - daklarında birer s'gara sarkan, kı- sa etekli hayaletler duruyordu. Tıpkı Galata sokaklarında olduğu gibi. Liman şehirlerinde ne tuhaf- tır bilinmez, birbirlerine benziyen sokaklar vardır. Sanki esrarengiz bir el gemiciler hiç bir memleket- te kendilerini yabancı duymasın diye, ayni şekilde sokaklar yapmış ayni biçimde insanlarla buralarını doldurmuş. Frida bir kapr açtı. Pis bir mer- divenden çıktık. Bir adaya girdik. Amma ne oda!.. Frida kör bir pet- rol lâmbası yaktı. Eski dünyanın | en işlek limanı olan Hamburgun bir evinde elektrik olmaması o ka- dar hayretimi mucip olmuştu ki, sesimi çıkaramadım. Lâmba yanımca etrafıma bak - | tım. İlk önce, gözüm kapıya ilişti. Yelpaze şeklinde küflenmiş çivi - lerle çivilenmiş beş an fotoğraf. ÇOK BİLİR notları 19 ikinci teşrin 1!?4- Yerde, kırık bir tarak, ö'*f bir masa üzerinde bir saksı v& | de solmuş bir çiçek. Frida dolaba benzer bir y ü ne olduğunu un!ıynmaixğrmx içki çıkardı. Kadehlerle İ du: k — Prasit!.. y Bu aralık, bitişik odadan y bir öksürük dayuldu. | — Kim bu? belâlım oll# | - Yok canım.. Annem.. dir kalkamıryor. Hep böyle Yj : rür durur.. Bir haftaya ya çf kat tayyare rı-ııı!'ı Su zım onun için çalişıyorum.. Gel gel artık.. J' Lâfı değiştirdim, Kapıd k ğrafları gösterdim. — Peki.. Bu resimler kîj ç, —— Senin gibi unıdığf" geçen kimselerin.. İsterseh mini ver.. Asayım. pr Fridaya beş mark vol’ şarı fırladım. Sekağın öteki uc'ınd::’ bf Müarlen Dütrihin sasine ses geliyordu. W# Birden bir tabânca M kesti. İki polis, szm'lI.d*'pJŞ yapan bir Çinliyi ense' h“'u;l:d' res Bir düdük sesi, me€ lara bir geminin daha bildiriyordu. VD" ; zayIl MUHÜR çe 'ı'ı;' |— Namıma muharrer müh etlim. - Yenisini nııui”"”'_ nin hükmi yoktur. E/ Mustafa f