/ Yavuz milli kuvvetlere yardım için elinden geleni yapıyordu - (Tomson) harbiye taraftaki odalardan birinde bek- liyen Mıgırın yanma gitti: — Hükümetin bir şeyden habe- | ri olmadığına kaniim.. Maamafih sen derhal (Yavuz) u — buldur... Müdüriyetle temas etsin ve orada bu mesele etrafında duyduklarını yarın öğleye kadar bana bildirsin. Ve yavaşça Mıgirim — kulağına eğildi: — Ben Türk polisinden şüphe- lenmeğe başladım. ) Miğgır (Tomson) un şüphesini arttıracak bir tarzda gülümsedi: — Ben altı aydanberi bu şüphe içinde yaşıyorum, Mister! Ayrıldılar.... .. * (Yavuz) üç aydanberi — milli kuvvetlere yardım etmek için e- Tinden geleni yapıyordu. İşin tu- haf tarafı şu idi: — (Yavuz) ve (Benli Bedia).. İkisi de İngilizle- ryin yanmda çalıştıkları halde bi- ribirlerini göremiyorlardı. (Yavuz) Bediaya bir akşam Bey oğlunda rastlamıştı. Fakat, arka- sından Mıgırın gittiğini görünce takip edememişti. Bedia acaba nerede oturuyor- -du? Ve kiminle yaşıyordu? “Yavuz birkaç ay evel bir gün de Bediayı (Keramettin) — Beyle görmüştü. Fakat, — Keramettinin İneboluya gittiğini Yavuz herkes- ten önce haber aldığı halde kimse- ye söylememişti. Yavuz, yaptığı işlere — bizzat kendisi de şaşıyordu. Kendi ken- dine: — Ben bu kadar çok Türkmü- şüm., Millici imişim de habe- rim yokmuş! Diyordu. Yavuzım bütün endişesi, Bedi- anın kimin maiyetinde olduğunu anlamaktı. Bedia memlekette çok adam ta: nıyan zeki bir kadındı. Yavuzun ondan çekinmekte — hakkı vardı. Bedian icabında Yavuz aleyhinde de rapor verebilirdi. — İngilizler bir defa Yavuzdan yüz çevirir- lerse, Türk polisi Yavuzun yaka- sına yapışmakta tereddüt etmiye- cekti. Yavuz önce (Tomson) dan al- dığı emir üzerine doğruca — polis müdüriyetine gitti. O — günlerde, Türk polisine gizlice yardım ede- ceğini söyliyerek, siyasi istihbarat la meşgul olan memurlarından bi- riyle ahbap olmuştu. Seyfettin bey (Yavuz) u eski- den ve iyitanıyan — muktedir bir zabıta memuruydu. Fakat şimdi Yavuzdan istifade ediyordu. Yavuz, Seyfettin beyi gördü: — Bakırköyüne millic'ler be- yanname asmışlar.. Haberiniz var mı? — Nereden duydun? — Serkıldoryandan... — Yok canım..? İş oraya akse- decek kadar eskimemişti.. — Harbiye nazırı haber almış. Mister Tomsona söylemiş. — Yanlışlık olacak, Yavuz! Bu işi evvelâ (Tomson) duymuş- Hançerli Haa IKağıp No.36 | Yazan: ishak Ferdi | nazırınım | tur.. Harbiye nazırı da ondan işit- yanından ayrıldıktan sonra, arka | | ——KouA0A— miştir!..: Yavurz tekrar sordu: ; — Beyannameyi yapıştıranlar malâüm mu? — Hayır... — Beyannamede ne yazıyor? — Orası sana lâzmm değil! Sa- na hangi noktanın tahkikini em- rettilerse, sen onunla meşgul ol! — Yahu, ben Anadolu için canı- mı fedaya hazırım. Memleketimi istilâ etmak istiyoen düşmanla ele- le verip çalışacak kadar hain bir adam değilim. Bu vaziyette mem- leketime en büyük hizmeti yapa- bilirim. Nasıl istersen, o suretle rTapor vermeğe hazırım. Seyfettin Bey: — Öyle ise biraz bekle! Diyerek odadan çıktı.. On da- kika sonra avdet etti. Kiminle gö- rüştüğü belli değildi. — Herhalde meseleyi polis müdürüne söyleme- diği de muhakkaktı. Çünkü polis müdürü de İngilizler'n adamıydı. Seyfettin Bey yavaşça Yavuza döndü: * — Çok nazik — ve tehlikeli bir mevkideyim, dedi, sen zeki — ve milliyetperver bir adamsın! Mem- leketine hizmet etmek istiyorsan beyanname hadisesinden polis mü düriyetinin henüz haberdar olma- dığından bahsedersin! Yavuz söz verdi. N Seyfettin Bey yarı inanır, yarı inanmaz bir tavırla gülümsedi: — İngilizleri atlatmak kolay ama.. Beni kolay kolay atlatamaz- sın! Sözünde durup durmadığını yarım anlıyacağım.. Biliyorsun ya, her yerde parmağı olan bir zabı- ta memuruyum ! — Merak etme, Seyfettin Bey! Namusum üzerine yemin ederim ki, ben İngilizleri — atlatmaktan zevk duyan bir adamım. Üç aydan beri neler yaptığımı — anlatsam, hayretten parmağın ağzında kalır, azizim ! Aradan iki gün ğeçmişti. " (Yavuz) Seyfettin Beye verdi- ği sözde —durmuştu. İngilizlere verdiği rapor tamamiyle Anado- nun lehinde idi. Ve İIngiliz polis- lerinin Bakırköyündeki talibatı - na nihayet vermeleri de — göster- mişti ki, (Yavuz) — İngilizleri al- datmıştı. (Yavuz) hakkında Anadoluya çok iyi raporlar veriliyor, bu mil- liyetperver gencin memlekete hiz- metinden bahsediliyordu. Yavuz vaziyetinden memnun olmakla beraber, İngilizlerden ve bilhassa Bedindan çekinmeğe baş- lamıştı, Bedia milli duyguları ölmüş, seciyesiz bir kadındı. Ne — kadar lüks yaşarsa yaşasın, gene hırsız - lik ve fenalık yapmaktan kendini alamıyordu. ) O akşam Yavuzçok — dalgın,, Tokatlıyanın önünden — geçerken omuzunun dibinden süratle geçen bir kadın gölgesi gördü: — Bedia... — A.. Sen misin, Yavuz?! Gözgöze ve karşı karşıya ge- lince biribirlerinden kaçamamış - | 2 v d :— âkşam Fo Müelliti: ömer Rıza — GÜ — Sound (savind) ses. South (savis) cenup, Socthemn (sazern) cenubi. Sovercing (Sovren) hükümdar, al- tır Hra, Sparrow (sparo) serçe kuşu, Spcak (spik) konuşur. Speak (spik) konuş. Szcekled (spekeld) süslü. /— Speock (apiç) söz. Spced (spit) sürat. Spend (>-1d) sarfeder, Spi”> (spaye- * örümcek Spill (spil) döker « saçar. Spoil (spoyil) bozar. Spoon (spun) kaşık. Spot (spot) apringy (apring) bahar, epring - time (spring « tayim) bas har vakti. , saulrrel (skolirel) sincap. stalk (stok) stamp (stamp) pul, sland (stand) dur, stand up (stand ap) ayağa kalk. star (star) yıldız. start (start) başlar. station (steşen) istasyon, statlon « master (steşan — master) istasyon şeli. stay (stey) kalır » durur. stay up (sey ap) kal. İ (Devamr var) lerdi. Yavuz kinlerini dişlerinin ara - sında saklar gibi davranarak, çe- nelerini oynatmadan sordu: — Nereye gidiyorsun? — Seni kaybettim.. Nerelerde- sin. Bedia gülümsedi: — Vallahi yavrucuğum, kendi kendime oturuyorum, Sen de hiç görünmedin? Biraz kenara çekildiler... — İzini kaybettni.. Nerede otu- ruyorsun? Bedia kekeledi:— — Şey.. Eski yerimde. — Yalan söyleme.. Oradan çık- mışsın | —Ha.. Sen beni daha eski ye- rimde aramışsın! Yani beraber o- turduğumuz — apartmanda değil mi? — Evet, — Ben oradan çoktan çıktım. Sıraservilere taşındım. Haniya be- nim bir ihtiyar halam vardı., İşte onunla birlikte oturuyorum, Yavuz kaşlarını çattı: * — Gene yalan — söylüyorsun! Sen o halanın geçen sene öldüğü - nü söylemiştin ! Bedia şaşalamıştı... Yavuzun koluna girdi: — Canım... Sen de her vaka - nn sicilini tutar gibi konuşuyor - sun! Haydi şöyle bir yere otura - lımm da biraz konuşalım. — Vallahi © kadar özledim ki seni..! Yavuz itiraz etmedi... Galatasarayına doğru yürüdü - ler, Yavuz artık (Bedia) yı sevmiyor- du. Ve o akşam Santral lokanta- sında birlikte yemek yerlerken o- nu dinledikten sonra, Yavuz eski sevgilisinden büsbütün nefret et- mişli, Bedia yavaş yavaş anlatıyor - du: — Başma gelen son felâketten sonra, İngilizlerden ve Türk po- Tisinin takibinden kurtulmak için yerimi değiştirmeğe — mecbur ol- zeat' __İi_lngiğizce dâ;slğra — No. 48 Büyük macera, aşk ve harp rtomanı 4 Oruç reisin definesi şeytan ada AKDENİZ KORSANİİ ŞAHİN REİS| 8 ikinci teşrin 1934 )i bir mağarasında idi y — Oraya kimse uğramaz.. Ora- sı uğursuzdur... Çünkü etrafı su - le bir yükseklikte sivri kayalarla doludur. Kaç gemi o kayaların uç- larına çarparak parçalandı. Fakat Oruç Reis o küçük kayaların yerle Fini kendi gözü kulağı gibi bilirdi. Gemisini onların arasında zikzak çevirerek Şeytan adasının meşhur mağarasına kadar götürürdü. — Gemi mağaraya girer mi?... Valeryo Süleymandan şüphe- lenmeğe başlamıştı. — Şeytan adasınım bir köşesi belki kırk kulaç yüksekliğinde ka- yalıklarla çevrilmiş bir liman ha- lindedir. Öyle ki bu limanda du- ran bir gemi dışardan hiç görün- mez... İşte Oruç Reis başı sıkıldığı yahut pusu kurmak lâzımgeldiği zaman oraya girerdi, Bundan baş- ka büyük bir vurgun yaparsa ve hemen Cezayire, Cerbe'ye dön- mek istemezse bu vurgunu da şey- tan mağarasına saklardı. — Yaaa!...Demek ki bahsetti- ğin define bu vurgunlardan biri o- lacak!... — Evet... Yüz bin kadar - duka altınından başka bir yığın elmas, pırlanta, yakut vesaire... — Eceeel!... — Belki duymuşsunuzdur; Kat- rin dö Mediçi Fransa Kralı ile ev- lenirken, Papa, düğün hediyesi o- larak geline bir gerdanlık, güvey'e de pırlantalı bir yüzük göndermiş- ti — Bilmiyorum... —Bunları götüren gemi hep sa- hilden, Cenova kıyılarından gitti- ği halde Fransaya varamamış, or- tadan kaybolmuştu. — Şimdi hatırlıyorum. — İşte o gemi bizim elimize geç- mişti. — Demek ki o meşhur gerdan- lık ve o pırlanta yüzük şimdi şey- tan adasındadır? — Evet... Her ikisinin de onar bin duka altmı değerinde olduğu- nu söylemişlerdi. _.?l’)oıı:dır Hattâ bu yüzden Fransalı ile Papanm arası - dü- zeleceği halde daha fena - olmuş- tu. Çünkü bütün krallar ve prens- lerden hediye geldiği halde Papa- dan gelmemişti. — Meşhur oldukları için onlar« dan bahsettim. Yoksa bu gerdan- lık yüzük kadar kıymetli olan bir çok mücevherat daha onlarla be- raberdir. Valeryo'nun gözleri hırs ve hayretle parlıyor, biran evvel ora- ya gitmek istiyordu. İhtiyar kor- sanı we onun bilgile- rinden mümkün olduğu kadar isti- fade etmek için sırtını okşadı: — Süleyman, eğer onu ele geçi- rirsek sana tam on bin duka altını pay var. Hem de ilk Türk sahiline kadar selâmetle varabilmen - için ne Vâzımsa yaparım, Yalnız bana söylediklerini başkasmma açma l:.. — Bil'yorum. Ben de bnun için muştum. Halbuki İngilizler izimi | sizinle yalnız kalmak istedim. bulmakta müşkülât çekmemişler. Valeryo merakla sordu: Birkaç gün sonra kapımı çaldılar.. —Bu define şeytan “adasımda Ve beni Harbiye mektebine götür- | ve şeytan mağarasında değil mi?.. düler, —Evet!.. —Peki ama, Oruç Reisin arka- daşları bunu ı.iı.i,.,rı.ıı_d!'i." — Yalnız Barbaros biliN” 4 Çünkü sandığı üçümüz ) Mağaranın her tarafı m_r .’ tir, Yüzlerce oyuk vardır. J nesine koyduk sonra üstünü © £ larla, kocaman bir kaya pâaf le kapattık... — Acaba Barbaros gelip aramadı mı?... Orasını bilmiyorum. bana öyle geliyor ki Barbardt” sa bile onu kolay kolay bulaf — Sen nasıl bulacaksın?4» | — Ben bulacağıma — gü' rum, Çünkü sandığı yerleşti ten sonra Oruç Reis bize d | “Haydi, mağaranın kapı ti defineyi koyduğumuz yer da bir kaç defa gidip gelelim ki unuturuz da sonra emeklef şâ gider.,, Oruçla ben böyle tık. Barbaros kulak asmadı V" ti. Fakat Oruç Reis o bile sanki defineye bir daha şamıyacağını hissediyordu. bir geriye dönüyor, “yerini liyelim. Başkaları bulamaz! ğil mi?... Ne dersin?..,, diy? Ben reisime hoş görünmel İbelki üç dört defe, gözüm olarak sakladığımız yeri O zaman içi rahat etti ve Barbaros, Fransa Kralı Pf » ci Fransova'ya yardım için | limanına giderken buralarda dolaştı . —Evet..; İşittim... O zam bir İspanyol gemisinde forsa — Acaba defineyi ınııııdl. — Orasmı bilemem... Fakı netmem... Artık koca Osman letinin büyük amiralı olan B tin Paşa, böyle şeylerle dr acaba?... Valeryo'nun kalbi: d — Ya bulduysa!... ğ Diye titredi, sonra eğer bir şey olsaydi şimdiye kad&” yulması lâzımgeleceğini düf Çünkü Hayrettin Paşa böyle fineyi kendine ayırmaz, harp ganimeti olarak gön”ür Papanın Fransa kral ve k#'yE ne gönderdiği düğün het''ir nin meydana çıkması da VF Of| nelerden beri gizli kalan " | Ma İşinin içyüzünü meydö V| rurdu. Arada şimdiki gibi "g radyo, gazeteler gibi vast” (,W mamakla beraber o zamâf | (4 tün dünya saraylarında f şeyler çabucak — etrafa Y aP Çünkü berkesin gözü vt " çef sarayların duvarlarına, rine dayalı gibiydi. Barbarosun böyle J define ile dönüşü de İB' di etrafa ilân olunurdu. " ç.f’ Bunun için Valery ) neyi ole geçirmek — 'SİP | G hirs ve ümit tekrar aleVT , Eğer bu olursa muş demekti. Şatolar: P| ; " U vt v ” f D # a tişam, kuvvet ve itibâr.” Öşdi J ayağına gelecekti. Ç“'_[ i h nız kendişine t"",h" | ,q korsandan başka M , yırmıyacaktı. çet FETETTE.(ZEN N' y p G ĞEEEETEDE a z B BEŞÇEL İ S £ &B YAY FAŞ AF 'a v ÖLPLE £ ECELTELİT P