Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
“ SA binii Rkşam Faziasi Büyük Zabıta Romanı No. 36 Yazan; ishak Ferdi : Yavuz milli kuvvetlere yardım için elinden geleni yapıyordu : (Tomson) harbiye — nazırının yanından ayrıldıktan sonra, arka taraftaki odalardan birinde bek- liyen Mıgırın yanına gitti: — Hükümetin bir şeyden habe- ri olmadığımna kaniim.. Maamafih sen derhal (Yavuz) u - buldur... Müdüriyetle temas etsin ve orada bu mesele etrafında duyduklarını yarm öğleye kadar bana bildirsin. Ve yavaşça Mıgırm kulağına eğildi: — Ben Türk polisinden şüphe- lenmeğe başladım. İ — Mıgır (Tomson) un şüphesini arttıracak bir tarzda gülümsedi: — Ben altı aydanberi bu şüphe içinde yaşıyorum, Mister! Ayrıldılar.... » .» » (Yavuz) üç aydanberi — milli kuvvetlere yardım etmek için e- linden geleni yapıyordu. İşin tu- haf tarafı şu idi: (Yavuz) ve (Benli Bedia).. İkisi de İngilizle- rin yanında çalıştıkları halde bi- ribirlerini göremiyorlardı. (Yavuz) Bediaya bir akşam Bey oğlunda rastlamıştı. Fakat, arka- sından Mıgırın gittiğini görünce takip edememişti. Bedia acaba nerede oturuyor- -du2. Ve kiminle yaşıyordu? "Yavuz-birkaç ay evel bir gün de Bediayı (Keramettin) — Beyle görmüştü. Fakat, — Keramettinin İneboluya gittiğini Yavuz herkes- ten önce haber aldığı halde kimse- ye söylememişti. Yavuz, yaptığı işlere — bizzat kendisi de şaşıyordu. Kendi ken- dine: — Ben bu kadar çok Türkmü- şüm., Millici imişim de habe- rim yokmuş! Diyordu. Yavuzun bütün endişesi, Bedi- anın kimin maiyetinde olduğunu anlamaktı. Bedia memlekette çok adam ta- nıyan zeki bir kadındı.. Yavuzun ondan çekinmekte — hakkı vardı. Bedia icabında Yavuz aleyhinde de rapor verebilirdi. — İngilizler bir defa Yavuzdan yüz çevirir- lerse, Türk polisi Yavuzun yaka- sına yapışmakta tereddüt etmiye- cekti. Yavuz önce (Tomson) dan al- | dığı emir üzerine doğruca — polis müdüriyetine gitti..O — günlerde, Türk polisine gizlice yardım ede- ceğini söyliyerek, siyasi istihbarat la meşgul olan memurlarından bi- riyle ahbap olmuştu. Seyfettin bey (Yavuz) u eski- den ve iyitanıyan — muktedir bir zabıta memuruydu. Fakat şimdi Yavuzdan istifade ediyordu. Yavuz, Seyfettin beyi gördü: — Bakırköyüne millic'ler be- yanname asmışlar.. Haberiniz var mı? — Nereden duydun? — Serkıldoryandan... — Yok canım..? İş oraya akse- decek kadar eskimemişti.. — Harbiye nazırı haber almış. Mister Tomsona söylemiş. — Yanlışlık olacak, Yavuz! Bu işi evvelâ (Tomson) duymuş- tur.. Harbiye nazırı da ondan işit- miştir!..: Yavuz tekrar sordu: » — Böyannameyi yapıştıranlar malüm mu? — Hayır.« — Beyannamede ne yazıyor? — Orası sana lâzım değil! Sa- na hangi noktanım tahkikini em- rettilerse, sen onunla meşgul ol! — Yahu, ben Anadolu için canı- mı fedaya hazırım. Memleketimi istilâ etmek istiyen düşmanla ele- le verip çalışacak kadar hain bir adam değilim. Bu vaziyette mem- leketime en büyük hizmeti yapa- bilirim. Nasıl istersen, o suretle | rapor vermeğe hazırım, Seyfettin Bey: — ÜÖryle ise biraz bekle! Diyerek odadan çıktı.. On da- kika sonra avdet etti. Kiminle gö- rüştüğü belli değildi. — Herhalde meseleyi polis müdürüne söyleme- diği de muhekkaktı. Çünkü polis müdürü de İngilizlerin adamıydı. Seyfettin Bey yavaşça Yavuza döndü: * — Çok nazik — ve tehlikeli bir mevkideyim, dedi, sen zeki — ve milliyetperver bir adamsın! Mem- leketine hizmet etmek istiyorsan beyanname hadisesinden polis mü düriyetinin henüz haberdar olma- dığından bahsedersin! Yavuz söz verdi. Seyfettin Bey yarı inanır, yarı inanmaz bir tavırla gülümsedi: — İngilizleri atlatmak kolay ama.. Beni kolay kolay atlatamaz- sın! Sözünde durup durmadığını yarın anlıyacağım.. Biliyorsun ya, her yerde parmağı olan bir zabı- | ta memuruyum ! — Merak etmı?, Seyfettin Bey! | Namusum üzerine yemin ederim ki, ben İngilizleri — atlatmaktan zevk duyan bir adamım. Üç aydan beri neler yaptığımı — anlatsam, hayretten parmağın ağzında kalır, azizim ! Aradan iki gün ğeçmişti. “(Yavuz) Seyfettin Beye verdi- ği sözde — durmuştu. İngilizlere verdiği rapor tamamiyle Anado- nun lehinde idi. Ve İngiliz polis- lerinin Bakırköyündeki tabibatı - na nihayet vermeleri de mişti ki, (Yavuz) — İngilizleri al- datmıştı. (Yavuz) hakkında Ânadoluya çok iyi raporlar veriliyor, bu mil- liyetperver gencin memlekete hiz- metinden bahsediliyordu. Yavuz vaziyetinden memnun olmakla beraber; İngilizlerden ve bilhassa Bediadan çekinmeğe baş- lamıştı, Bedia milli duyguları ölmüş, seciyesiz bir kadındı. Ne — kadar lüks yaşarsa yaşasın, gene hırsız - lık ve fenalık yapmaktan kendini alamıyordu. ; O akşam Yavuzçok — dalgın,, Tokatlıyanın önünden — geçerken omuzunun dibinden süratle geçen bir kadın gölgesi gördü: — Bedia... — AÂA.. Sen misin, Yavuz?! Gözgöze ve karşı karşıya ge- lince biribirlerinden kaçamamış - Ö | İılngılızce derslerıu Müellifi: ömer Rıza Sound (savind) ses. South (savis) cenup. Söcthern (sazern) cenüubi. Sovereing (Soövren) hükümdar, al- tın Hira. Sparrow (sparo) serçe kuşu, Speak (spik) konuşur. Speak (spik) konuş. Spcekled (spekeld) süslü. Speeck (spiç) söz. Speed (spit) sürat. Spend (->-40d) sarfeder, Spi” — (spayc- * örümcek Spill (spil) döker - saçar. Spoil (spayil) bozar. Spoon (spün) kaşık. Spot (spot) binek, yer. spring (spring) bahar, spring - time (spring « tayim) ba« har vakti. , souirrel (skoirel) sincap. stalk (stok) stamp (stamp) pul. stand (stand) dur. stand up (stand ap) ayağa kalk. star (star) yıldız. start (start) başlar. station (steşen) istasyon. station - master (steşen —master) istasyon şefi. stay (stey) kalır - durur, stay up (sey ap) kal. (Devamrı var) göster- | İ CAĞT Z C G eee gae İ e e Z G B l a l < TARLTAKNBAŞ, lerdi. Yavuz kinlerini dişlerinin ara - sında saklar gibi davranarak, çe- nelerini oynatmadan sordu: — Nereye gidiyorsun? — Yemeğe.,... — Seni kaybettim.. Nerelerde- sin. : Bedia gülümsedi: — Vallahi yavrucuğum, kendi kendime oturuyorum. Sen de hiç görünmedin? Biraz kenara çekildiler... — İzini kaybettni.. Nerede otu- ruyorsun ? Bedia kekeledi: — — Şey.. Eski yerimde, — Yalan söyleme.. Oradan çık- mışsın | —Ha.. Sen beni daha eski ye- rimde aramışsın! Yani beraber o- turduğumuz — apartmanda değil mi? — Evet, — Ben oradan çoktan çıktım. Sıraservilere taşındım, Haniya be- nim bir ihtiyar halam vardı., İşte onunla birlikte oturuyorum, Yavuz kaşlarını çattı: * — Gene yalan — söylüyorsun! Sen o halanın geçen sene olduiü - nü söylemiştin! Bedia şaşalamıştı... Yavuzun koluna girdi: — Canım... Sen de her vaka - nın sicilini tutar gibi konuşuyor - sun! Haydi şöyle bir yere otura - lrm da biraz konuşalım. Vallahi o kadar özledim ki seni..! Yavuz itiraz etmedi... Galatasarayına doğru yürüdü - ler. Yavuz artık (Bedia) yı sevmiyor- du. Ve o akşam Santral lokanta- sında birlikte yemek yerlerken ©- nu dinledikten sonra, Yavuz eski sevgilisinden büsbütün nefret et- mişti, Bedia yavaş yavaş anlatıyor - du: — Başına gelen son felâketten sonra, İngilizlerden ve Türk po- Tisinin takibinden kurtulmak için yerimi değiştirmeğe — mecbur ol- muştum. Halbuki İngilizler izimi bulmakta müşkülât çekmemişler. Birkaç gün sonra kapımı çaldılar.. Ve beni Harbiye mektebine götür- düler. : (Devamı var) & AARA a 4 p (l Yazam| AKDENİZ KORSANİİ| "ânnı:' v # B S ŞAHİN REİS)| 5 Büyük Mmacera, aşk ve harp romanlj ğ Oruç reisin definesi şeytan adası? M»ğ bir mağarasında idi e — Orağı kimse uğramaz.. Ora- st uğursuzdur... Çünkü etrafı su - doludur. Kaç gemi o kayaların uç- larına çarparak parçalandı. Fakat Oruç Reis o küçük kayaların yerle rini kendi gözü kulağı gibi bilirdi. Gemisini onların arasında zikzak çevirerek Şeytan adasınm meşhur mağarasına kadar götürürdü. — Gemi mağaraya girer mi?... Valeryo Süleymandan şüphe- lenmeğe başlamıştı. — Şeytan adasınımn bir köşesi belki kırk kulaç yüksekliğinde ka- yalıklarla çevrilmiş bir liman ha- lindedir. Öyle ki bu limanda du- ran bir gemi dışardan hiç görün- mez... İşte Oruç Reis başı sıkıldığı yahut pusu kurmak lâzimgeldiği zaman oraya girerdi. Bundan baş- ka büyük bir vurgun yaparsa ve hemen Cezayire, Cerbe'ye dön- mek istemezse bu vurgunu da şey- tan mağarasına saklardı. — Yaaa!... Demek ki bahsetti- ğin define bu vurgunlardan biri o- lacak!... — Evet... Yüz bin kadar duka altınından başka bir yığın elmas, pırlanta, yakut vesaire... — Ecetel... — Belki duymuşsunuzdur; Kat- lenirken, Papa, düğün hediyesi ©- larak geline bir gerdanlık, güvey'e de pırlantalı bir yüzük göndermiş- ti. — Bilmiyorum... : —Bunları götüren gemi hep sa- hilden, Cenova kıyılarından gitti- ği halde Fransaya varamamış, or- tadan kaybolmuştu. — Şimdi hatırlıyorum. — İşte o gemi bizim elimize get- mişti. — Demek ki o meşhur gerdan- lık ve o pırlanta yüzük şimdi şey- tan adasındadır? — Eyvet... Her ikisinin de onar bin duka altmı değerinde olduğu- nu söylemişlerdi. — Doğrudur. Hattâ bu yüzden Fransalr ile Papanın arası dü- zeleceği halde daha fena - olmuş- tu. Çünkü bütün krallar ve prens- dan gelmemişti. —— Meşhur oldukları için onlar- dan bahsettim. Yoksa bu gerdan- lık yüzük kadar krymetli olan bir çok mücevherat daha onlarla be- raberdir. Valeryo'nun gözleri hirs - ve hayretle parlıyor, biran evvel ora- ya gitmek istiyordu. İhtiyar kor- sanı yumuşatmak ve onun bilgile- rinden mümkün olduğu kadar isti- fade etmek için sırtını okşadı: — Süleyman, eğer onu ele geçi- rirsek sana tam on bin duka altını pay var. Hem de ilk Türk sahiline ne lâzımsa yaparım, Yalnız bana söylediklerini başkasına açma İş- — Biliyorum. Ben de bnun için sizinle yalnız kalmak istedim. Valeryo merakla ıordu- —Bu define şeytan “adasımnda ve şeytan mağarasında değil mi?.. — Evet!.. —Peki ama, Oruç Reisin arka- AF Gler G g ÇA « ÇW R İ B AA l U le bir yükseklikte sivri kayalarla lerden hediye geldiği halde Papa- | | sarayların duvarlarına, P" kadar selâmetle varabilmen için | İ daşları bunu bilmiyorlar U"fh e Yalnız Barbarcs bi ” Çünkü sandığı üçümüz göt” Mağaranın her tarafı delik * tir. Yüzlerce oyuk vardır. 5" nesine koyduk sonra üstünü ©, larla, kocaman bir kaya pa'$ le kapattık... ; — ÂAtaba Barbaros son gelip aramadı mı?... — Orasını bilmiyorum. *” bana öyle geliyor ki Ü sa bile onu kolay kolay bul d — Sen nasıl bulacaksın?» , —Ben bulacağıma — güv&l rum, Çünkü sandığı yerleşti! . ten sonra Oruç Reis bize det'| “Haydi, mağaranın kapı tar#” defineyi koyduğumuz yer ©* da bir kaç defa gidip gelelim ki unuturuz da sonra emeklef şâ gider.,, Oruçla ben böyle " — tık. Barbaros kulak asmadı | ti. Fakat Oruç Reis o zaman! bile sanki defineye bir daha | şamıyacağını hiııediyordu. ' -.'.3. â?ğğ'flf z & e- SŞ »a * di z 7 bir geriye dönüyor, “yerini İ9" ni liyelim. Başkaları bulamazlaf! | 'lli" ğil mi?... Ne dersin?..,, dişt dü Ben reisfme hoş görünmek | belki üç dört defa, gözüm | olarak sakladığımız yeri bul' hı-;; O zaman içi rahat etti ve ayrı", H <—— Barbaros, Fransa Kralı / i ci Fransova'ya yardım için TP bi giderlan irmelakd ğ dolaştı . W tan —Evet.., İşittim... O zamâf | mıi,lı bir İspanyol gemisinde f-orıı ig“ı —Acaba defineyi ırımıdı Yasın —Orasmı bilemem... Fakat)) H netimem... Artık koca Osmanl! / letinin büyük amiralı olan H* tin Paşa, böyle şeylerle uğras$" dr acaba?.. _ Valeryo'nun kalbi: — Ya bulduysa!... Diye titredi, sonra eğer M | bir şey olsaydi şimdiye W yulması Jlâzımgeleceğini düf Ü Çünkü Hayrettin Paşa böylG 4 fineyi kendine ayırmaz, P_ ç .’lğ harp ganimeti olarak gön” »4 Papanın Fransa kral ve # *1 ne gönderdiği düğün het nin meydana çıkması da W nelerden beri gizli kalan " Mna ışının ıçyuzunu meydt Ff rurdu. Arada şimdiki zîbi E' | radyo, gazeteler gibi va # mamakla beraber o zamaf dl; " tün dünya saraylarında ol şeyler çabucak etrafa * Çünkü herkesin gözü vt rine dayalı gibiydi. ; h Barbarosun böyle b"’ut Siği define ile dönüşü de Stki maz, hattâ bir zafer 4 l , etrafa ilân olunurdu. üî' ' de Bunun için Valerıfdn ; | neyi ele geçirmek 'çin * li 4 hirs ve ümit tekrar & "Ldlff* :? Eğer bu olursa artık w i Ç| ! muş demekti. şatolafı f]ıd : a tişam, kuvvet ve itibâr u”m of ayağıma gelecektl nız kendisine 57"_’0:;, p’! W korsandan başka kim3” İ yırmıyacaktı.