—Son sayıfadaki resme bakın! — Kraliçe Elizabet —lâkin şu! Meşhur olan değil, öteki Kraliçe izabet,— gayet garip bir kadın- dı. Çok zalim şeydi. Bir kerre, ko- Satinı, saray kadınlarından biriy» le cürmü meşhut halinde yakala» Muştı. Derhal, korsesinin arasma #izlediği mini mini hançeri çıkar- dı, Kıskançlıkla, kralın göğsüne “apladı, Elizabetin eline, elbisesine kr- ”İ kanlar bulandı. Genç kadın, hayatında ilk de- fa olarak adam öldürüyor ve a- dam öldürüldüğünü görüyordu. tu kan manzarasından o kadar keyiflendi ki, âdeta vücudü içine başka bir şahsiyetin girdiğine kail oldu, Adam öldürmek!... Onun için, artık birinci zevk ine gelmişti. Bahusus, bundan sonra, kocasından boşalan tahta da bizzat cülus etmişti. Astığı as- tık, kestiği kestik... Sarayın ızbandut gibi bir cel- | lâdr vardı. Onu, kendine âşık tut- “ tu. Her gün yehi bir cariyeyi ya- but köleyi başka bir behane ile İ- dam ettiriyorlardı. Yahut da köy- leri geziyorlardı; çarşıları dolaşı- Yorlardı. Kimine “ihtikâr ediyor- sun !,, diye bir kulp takıyorlar;ki- mine başka bir behane... Derhal ellerini arkasına bağlat... Çal ka- fasma satırı... İdam... Dünya bu zalimlerden tiril tiril titriyordu. —“ Kraliçemiz eskiden böyle değildi. Hep o cellat kendisine bu marifetleri öğretti... Ah, şu herif bir gebersede...,, diyorlardı. Fakat, ahalinin tahmini hiç de yerinde değilmiş. Zira, bir gün, içe, hususi ormanda atla. ve maiyetinde köpekleriyle beraber gezerken ve avlanırkn, çalılıklar arasında bir hışırtı duydu. Şikâr Var sanarak ateş etti... Fakat, bir de ne görsün; ne işitsin?... — Ah, yaralandım... — diye bir M Yarı çıplak bir halde, çalı di- den Markiz Demdeluz fırla- Miştr... Kalbini sıktı... Bir iki kere luğu yerde döndü... Sonra yıkıl- — Bu kadın burada ve bu kılık- tane arıyor? — diye kraliçenin ü ine mahal kalmadan, ay» A: çalılar altından mahut cellât es. Perişan bir haldeydi: — Ben sana hiyanet ettim... İş- te itiraf ediyorum... Beni affet, Hükümdar kadin her şeyi anla- Müşte, — Seni affetmek ha?... ek müntesibi iken, ansızın adi iltifatma uğramış, bu saye- » Tütbelerin en yükseğine eriş» Me Halbuki, işte o da maktül da İ gibi kendisine ihanet ediyor- Cetâdın kafasına indirmek ü- Ve bir şey bulmak için etrafına md. Bu sırada, gözlerine, fer- &; Stmiş, bekliyen köpekleri iliş- — Aport!... -diye haykırdı. ha amlarını emirlerine derhal | *tmeğe alışmış olan bu hay- vanlar, cellâdın üzerine atıldı. lar... Onu, yarım saat kadar süren bir mücadeleden sonra lime lime ettiler... Herhalde Kraliçe Elizabetin damarlarında sadistlik illeti ola- caktı. Zira, bu erkeğin köpekler tarafından eza ve cefa içinde par- çalanışını seyretmek, ona, hudut- | # suz payansız bir zevk vermişti... | Hattâ, âşıkı öleceğine yakın, atından inmiş, onun cesedi oÜze- rinde tepinmiş, tepinmişti... Sonra da, kan akan yaralarına, ellerini yaklaştırmış, ve kızıl mayiin sıcak temasından da ayrıca bir hâz duy- muştu... Tabii, bu cinayetinden dolayı da Kraliçeye bir şey söyliyen ol - madı, Zira, o, hareketlerinin he » | sabını verecek mevkide değildi... | Artık, bundan sonra, Elizabet | işi büsbütün azıttı. İlletinden bihaber olan tebaa - sından birini, hergün, başka © €- beple ormana gönderiyordu. Ken di de atına biniyor; yanına köpek- lerini alıyor; sözde ava çıkıyordu. Ormanm bir yanında, erkeğe rastlayınca, çok sevimlibir te- bessümle onu selâmlıyor, bin tür- lü naz ve işve ile yanina sokulu- yordu, Tabii erkek, Kraliçenin bu müstesna iltifatını kaçırmak iste - miyordu. Artık, kendisine saade- tin gülümsediğine kani oluyordu. Aşk oyunlarına o da başlıyor - du... Tam kendini dünya cennetin de sanacağı esnada, Kraliçe âşıkı- nın yanından sıyrılıyor; ferma et- miş, bekliyen köpeklerine: — Aport... semrini veriyordu. İşte, cellâdın başma gelen fe- lâket, bu biçarelerin de geliyor- du... Yarım saatlik bir boğuşma" dan sonra, parçalanıyorlardı... Ve sadik Kraliçe, zevk semala” rının yedinci katına çıkıyordu... Belki bu minval üzere yüz- lerce bigünahın canına kıydık - tan sonra, nihayet nöbet bir çoba- na geldi... Bu adam, dağ parçası gibi iri yarı bir mahlüktu. Bir kr gezintisi esnasında Kraliçenin dikkatini celbetmiş; adamlarma işaret eden hükümdar kadm, onu, hususi ormanına attırmıştı. Ayni işvebazlıklarla yanma yaklaştı. Fakat kaba saba herif: — Haydi, haydi... -diye Eliza- beti tersledi.- Ben, öyle kırıtmalar dan çakmam... Koyunlarım bekli- yor... Şurasının kapısı nerede ise göster; nöbetçilere de haber ver; çıkıp gideyim... — Niçin gitmek istiyorsun?... Gel... Yanıma yaklaş... Çoban, elinin tersile kadını itti. Kraliçe hiddetlendi... Bu sefer sadist bir maksatla değil, sırf had dini bildirmek için, köpeklerine “aport,, emrini verdi. Ayni hırıltı, ayni atılma... Fa- kat, çoban, öteki erkekler gibi kaç madı... O, dağlarda taşlarda ge- zerken bu gibi hücumlara çok alış mıştı. Çıplak ayaklarının parmak- larını açıp toprağa gömerek kaya parçası gibi durdu. Saldıran kö- peklerden birincisinin gırtlağın - dan yakaladı... Çenesine basarak ağzını büyük bir meharetle açtı ve dilini bir çekişte kopardı, attı... İkinci köpeği de ayni suretle, beyhuş, yere serince, ötekiler, tam | Birazda $ HABER — Akşam Postası Bir musiki anketi Aşık Salih Yardan Geçti Efendiye göre musiki ve musikicilerimiz Mey © emerler heman “ v Ne Muhittin Sadık Bey Nurettin Bey Curacı Dramalı Şaban, diğer adıyla (Âşık Salih yardan geçti) hiünir Efendiyi tabii tanırsınız. Kahve- lerde, meydanlarda, bahçelerde sazıyla kıvrak havalar çalan o ve bir taraftan çalarken bir taraftan da oyniyan bu zat bakinız musiki hakkında bana neler söyledi: — Musiki demek insanın yüre- ğindeki küfleri pasları silmek, kafanın kıkırdaklaşmış tarafları - na cilâ vermek demektir! Ona se- bep musiki, ne patlıcan kizartma- sına benzer, ne domates dolması- na!.. Aşçıya herkes hor bakar a - ma, musiki erbabıni kimse yan çi- zemez. Fakat azizim, günde elli defa korna çalıyor diye şoföre de musikişinas diyemeyiz ya!.. Kor- nayı bizim turşucu Şakir Ağa da çalar, marifet (elindeki sazı gös“ tererek) -bunu çalmalı ki ben ona çalgıcı başılığın çatal matal kaç olduğunu göstereyim! Deveye sormuşlar: — Hicazı- mı seversin, İsfahanı mı? diye... Hicazda kızgın kum anamı ağlat- tı, İsfâhan daha serin olduğu için İsfahanı severim! demiş.. Lâkin bana sorarsanız ben ho- mânasile kuyruklarını kıstılar... Aciz âciz sesler çıkarıp ve yan gözle bakıp istikameti değiştirdi- ler... Kraliçe, büyülenmiş, kalmıştı. Çoban, onu da yakaladı... Parma- ğını elbisesinin yakasına takarak aşağı kadar yırttı ve eline geçirdi- ği lâaletatyin bir çalılı değneği ya kalıyarak, kadının kaba etlerine yapıştırmağa başladı: — Sen “Aport,, dersin, ha... Sen köpekleri benim üzerime sal- dırtırsım ha?... Kadın, inliyordu. Fakat, bu, hiç te kızgınlık ifade etmiyordu... Herkese hâkim olan kadın, nihayet, sert, haşin ve ken- dine hükmedecek erkeği bulmuş - tu... O günden itibaren çobanın esi- ri oldu... Bütün irade, çobana geç- ti... Ve ona “Çoban Kral,, dedi- ler... Çoban Kralın hergün, her fır- satta Elizabeti horladığı, dövdü - ğü görüldü... Fakat, o sıralarda Mazohism denilen “dayaktan hoşlanma,, illetinin ne demek ol - duğunu kimse bilmediği için, Kra İçenin bu hakaretlere, istıraplara niçin razı olduğunu anlıyamadı- lar, gitti... ( Hatice Süreyya) taksime, Kütahyada karar kıla- rım. Biz'nasıl Allahın kulu isek şu elimdeki saz da onun bir mah- | lüku! Fakat saz var, sazcık var, i kaz var, kazcık var, Meselâ şu be ! nim elimdeki sazdır, mevsim İse yazdır, iyi ama, ben şimdi size ne çalsam azdır. Öyle ise size hüzam | i dan bir beyin tavası yapayım da dinleyin! — Aman, Âşık Salih, hüzam- dan beyin tavası olur mu? — Mis gibi olur. Fakat kemen- çeci Aleko Efendi duymasın, kı | zar. > — Niçin kızar? Aşık Salih Yardan Geçti Ef. — Bu numara kendisinde yok: tur da onun için! — Kemençeci Aleko Efendi mi ustadır, yoksa kemani Nobar Bey mi? — Onların ikisi de acemidir! — Ne biliyorsun acemi olduk- larını? — İşte at, işte meydan... Alsm- lar sazlarını, gelsinler karşıma ba na çifte kavrulmuş < tarafından pekmezli bir suzinak peşrevi çal- sınlar, eğer doğru dürüst çalabi- lirlerse ben $u elimdeki sazı yu - murtaya una bular, tavada cazır cazır kızartır, bununla mahalle - deki kedilere ziyafet çekerim! — Peki... Ya udi Fahri Bey? — O biraz çakar işten ama, o | da çalgısıyla balık oynatmasını bilmez! — Nasıl, nasıl! e Hamiyet H. Safiye H. — Çalgısı ile balık oynatması- nı bilmez. Halbuki ben şimdi Sa- rayburnuna gideyim, orada rıh- tımda şu sazımla bir Rize havası yapayım, denizde ne kadar balık varsa hepsi oynıyarak denizin üs- tüne dökülür, — Tanbüri Salâhattin Bey na- sıldır? — Beni taklit etmeğe uğraşır ama beceremez. Yalnız bazı şar- j | Tanburi Salâhattin B. Klarnetçi Ramazan 8. kıları vardır ki semaverde demle nirse hoş kaçar! — Hanende Safiye Hanıma ne dersin? — Leyleklerle kartalların mu- harebesinde şehit düşmüş olan leylekler için geçen akşam tayva- reden okuduğu mersiye pek hoşu- ma gitti. Lâkin bunun çikolatası biraz daha fazla olsa idi daha hoş kaçacaktı? — Muhittin Sadık Bey nasıl? — Onu tanımıyorum, oda kim? — O alafrangacılardan canım! — Haaa.. Bildim. İyicedir. Hat tâ geçen gün geldi, rumbayı ben - den gecti! — Bir de eskiden kemençe ça» lardr, sonra işi viyolonsele döktü, bir Hadiye Hanım var, onu nasıl bulursun? N — Çaldığı polkalarım kremala» rı biraz gevrekce, lâkin mazurka- ları tıpkı koz helvası... — Muhlis Sabahattin hakkın daki fikrin? — Geçen Ramazan bir gece sa» hurda davulunu dinlemiş pek be- ğenmemiştim. 4 — Niçin? — Ya davul patlaktı, yahut tokmak yumuşaktı, hiç sesi çık - mıyordu! — Neyzen İhsan Bey nasıl? — Nafile birader? Çünkü bir akşam Çamlıca sırtlarında kendi- sine elindeki düdükle şu otlıyan davarı suya indirebilir misin? de- dim. i — Üstatlardan her makamı geç tim de onu henüz geçip öğreneme dim! dedi. Na — Münir Nurettin Beyi çok methederler, ona ne dersin? — Ustadır ama, geçen akşam kendisine benim sazımla bir Ni - şabörek taksim vaptım, fakat bak tım ki o bana Nişabörek yerine cigara böreğinden gazel okumaya başladı. Mi — Okuyuculardan Deniz kızı Eftalya, Hamiyet, Fikriye, Vedia Rıza Hanimlar nasıldırlar? , — İyidirler efendim, cümlesi de ellerinizden öpüyorlar! — Ya klarnetçi Ramazan Bey? — Klarneti hoştur ama macu- | nu tatsız! i — Öyle ise sen cal bakalım, bi- ze tatlı tarafından bir şeyler! i Aşık Salih hemen sazına yapış- tı ve çalmaya başlayınca coluk ço cuk başına dolup hep birden «el çırpmaya haeladı k Seyyar haberci