Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
, İ aa Y S G âm TT we çu —. HABER — gıııı Poıı!aıı v Hü e Ai Abdü lhamıt Gozdelerı Tarihi tefrika: 53 Necmiseher Kâzım beyle bir türlü görüşmeğe muvaffak olamı- yordu. Bir kâğıt daha... daha... Haber haber üzerine gönderdi- ği halde hiç birine cevap alamı- yordu. Necmiseher günde bir kaç defa Beşiri sıkıştırıyor: — Kâzım beyden ne haber var? Diye soruyordu. Harem ağasının çeneleri açıl - mıyordu' Beşir ağa Necmiseheri atlat - maktan usanmıştı. Fakat, yalan söylemekten, atlatmaktan başka ne yapabilirdi? İkbal bu hâdisede daha baskın, daha ağır ve daha tehlikeli görün- miyor muydu? e * * İkbal ertesi sabah padişahın kahvaltısını götürdüğü zaman, Abdülhamit yüksek sesle, Fehim paşanın raporunu okuyordu: . Beşiktaştan kaçtıkları gün- denberi, gerek zaptiye nezareti memurları, gerekse maiyeti aci - zanemde bulunan adamlarım ta - rafından yapılan takibat netice - siz kalmıştı. Bu sabah elde etti - | ğim malümata göre, — Saadetin Tıbbiyeli Necdetle birlikte İstan - buldan Çanakkaleye firar ettik - lerini, oradan da bir Fransız va- puriyle Marsilyaya hareket ede - cekleri anlasılmaktadır. Boğazdan geçecek Fransız va- derhal hariciye ve dahiliye neza - retlerine tebligat icrası —münasip olacağı müutaleasiyle| keyfiyetin arzına mücaseret eylerim olbap - H Abdülbamit elindeki raporu a - vucunun içinde buruşturarak, ye - rinden kalktı.. İkbali yanına ça - ğırdı: — , Gel bakalım.. Otur şuraya!, Karnım aç.. İştiham yok. Haydi, şöyle iştihalı bir kahvaltı yap ta benim de iştiham açılsın! İkbal kızıl sultanın yanma o - turdu, Elindeki tepsiyi — sadefli masanın üstüne koydu. — Sarayda hiç bir şey duymu - yor musun? — Hayır şevketmeap! 65 Tefrika numarası : Bir mektup ' Yazan: İshak Ferdi — Kadınlarla konuşmuyor mu- sun? | — Konuşuyorum amma.. Ben - den çok çekiniyorlar. — Ne diyorlar? — Yüzüme, karşı bir şey söyle- miyorlar. Fakat, arkamdan “hafi- ye,, diyorlar. Yanımda ağızlarını açmıyorlar. Bilhassa Necmiseher benimle cok uğraşıyor, şevketlim. — Abdülhamit gülümsedi: — Ne yapıyor sana:....? — Cariyenize bir şey yapmıyor amma, Aleyhimde bulunuyor. Ve efendimizin gözüne girmek için, yaver Kâzım bey gibi masumların canını yakmağa hazırlanıyorlar. Sarayın her tarafında bir pusu kurmağa çalışıyor. Abdülhamit, yaver Kâzımın a- dını duyunca kaşlarını çattı: — Sen Kâzımı tanıyor musun? — Hayır şevketlim! Ben Kâ - zım beyi nerden ve nasıl tanıya - bilirim? Ağızdan ağıza dolaşan dedikodulardan — anlıyorum ki, Kâzım beyin başını yakan Nec - miseherdir. Kızıl sultan dudaklarını büke - rek düşünmeğe başladı: — Necmiseher benim yanımda içtiği şarapla zehirlenmiştir, yav- rum! Hattâ o zehirli şarap şişesi hâlâ yanımda duruyor. — O şişeyi muayene ettirdiniz mi? Diye sordu. Abdülhamit ilk defa gözdele - rinden biri tarafından böyle ga - | Yip, fakat çok maâkul ve —mantıkt bir cevap karşısında kalmıştı. — Hakkın var, dedi, ben şişeyi kimseye emniyet edemediğim i - çin, yalnız Necmiseherin barda - ğında kalan şarabı muayene et - tirdim: “Zehirlidir!,, dediler. — Cariyeniz Kâzım beyin bu işte tamamiyle masum ve bigünah olduğunu zannediyorum, şevket - lim! Zehir umarım ki yalnız o - nun bardağındaki şarapta vardı. diğer şarabın çok saf ve zehirsiz olduğunu göreceksiniz! Abdülhamit bu makul teklifi derhal kabul ederek Cafer ağayı çağırdı: — Bana şimdi buldurunuz! Biraz sonra saray eczacısı hu - eczacı başıyı Aşk mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - Nü) F — O kadar gaddar olmamalı, de- di. Nuri Bey gençtir. İstikbaline ma- ni olmamalıyız. Gözünü yıldırıp, ken- disini adam edebiliriz. Hem unutma - malı ki, şairlik nakisa değildir. Bir çok adamlar şair olarak işe başlamış- lar, — mevcudiyet göstermişler, sonra istidatları başka sahalarda inkişaf et - miştir. Temenni edelim ki, bizim bu delikanlı için de ayni netice elde edil- sin, — Fakat efendim, fakat efendim, ben bu memurla ne yapayım. Beni on- dan kurtarın. — Meraklanmayın — Muhasebeci | Bey, kurtaracağım. Artık Nuri Bey muhasebede çalışmıyacak., Onu kendi yanıma 'alacağım. Bakınız şu küçük ©- dada bir takım dosyalar duruyor. Bun- ların tasnifi lâzım. Başka yerden me- mur alacağıma Nuriyi oraya getiririm olur biter. Zaten, onu öyle bir yerde çalıştırmalı ki, bir iş müstakilen üze- rine verilmiş — bulunsun. yerleştirir. Yerleştirmediği — takdirde de tenbelliği — vazih olarak gözükür. Kati surette iş yapmak istemediğini anlarız ve mesele kalmaz. — ©O kadarma ben karışmam... Za- tiâlinizin bileceği iş... — Oğlan, benim başımdan defolsun da öte tarafı Al - lah kerim... Müdür, güldü. Ertesi gün, Şair Nuriyi çağırttı: — Oğlum! - dedi, - bak, seni İs - tanbuldan buraya yolladılar. Bu, bi - rinci ihtardı. Oradaki müdür, bir kü- 'çük hanıma âşık olarak — işi şairliğe vurduğuna kanaat getirmiş.. “İzmire giderse, oranın daha ziyade iş memle- Dosyaları keti olduğunu anlar; böyle şeylerden vaz geçer...” demiş... — Fakat, şehrimizin bunca iktisadi faaliyeti, senin aklını başına getirmedi. — Muhasabede hâlâ vezin ve kafiye ile uğraşıyormuşsun. Müdürün, seni işten çıkarmak istedi. ğıkayetler, Temenniler: Seyyar boyacıların sırna- şıklığından illâllah! Aydın otelinde oturan ve “Bir A - nadolulu” diye imza atan zat, seyyar boyacılardan şikâyet ediyor. Bahusus süküne alışmış Anadolular üzerinde gürültünün ne kadar müziç olduğunu anlattıktan sonra, diyor ki: Seyyar boyacılar — yüzünden bir kahve önünde yarım saat kadar rahat oturmanın imkânı yoktur. Muhtelif kıyafet ve temizlikte bir takım boya- cılar insanın yanına sokulmakta âdeta zorla ayakkabı boyamak istemektedir. Dün Beyazıtta bir kaç arkadaş oturu- yorduk. Bir ecnebi seyyah ta yanı - mızdaki masaya oturdu, Garson nazik bir eda ile ne içeceğini sordu, seyyah Türkçe bilmediğinden bir şeyler söy- ledi. Bunlar arasında “Boza” kelime- si de vardı. Garson “Kahve, çay, ga- zoz, şurup” var deyince — seyyah ta “Kahve” dedi. Nihayet kahve geldi, içmeğe başlar başlamaz, pejmürde kı- yafetli bir boyacı, seyyahın yanına yaklaştı. İyi boyası olduğundan, iyi boyayacağından bahsederek seyya - hın önüne kürsüsünü koyup oturdu, seyyah gülümsiyerek boyatmıyacağı - nı anlattı, fakat herif kalkar mı? Seyyahın nezaketinden istifade e- derek herifin ayağını tutmağa başla - dı, o vakit seyyah kızarak sertçe bir- şeyler söyledi. Bu suretle boyacı da uzaklaştı. - İş bununla da bitse ne âlâ! Seyyah ikinci defa kahvesini çekerken, ikin - ci, üçüncü.. beşinci de damladı, ayni şekilde zavallı seyyahı taciz ettiler. Beşincide dayanamadım. Boyacıyı o - radan kovdum. Seyyah ta kahvesini tamam içmeden kalkıp gitti. Bu halin bu seyyah üzerindeki fe- na tesirini artık siz düşünün. Onun i- çin gazeteniz — vasıtasiyle bu bapta makamı aidinin nazarı dikkatini cel - bedivermenizi rica eder gaibane hür- metlerimi arzederim efendim. Aydın otelinde bir Anadolulu zuru hümayuna gelmişti. Padişah şişedeki şarabı yanında tahlil e_,t.—.-.l tirdi. İkbal, davayı kazanmıştı.. Şarap şişesi saf ve zehirsizdi.. Hattâ, eczacı, padişaha telkin etmek fikriyle: — Müsaade buyurunuz, bir mik tar içeyim! Demişti. Abdülhamit: — İç bakalım.. Diye başını salladı. Eczacı, Ab- dülhamidin gözü önünde iki par- mak şarap içti ve yarım saat bek- ledi.. Zehirlenme hâdisesini andıran en ufak bir gayri tabiilik bile gö- rülmedi. Abdülhamit birden yerinden fırladı: İ - (Doevamı var) itimat |— mezunların tığı için, kocası tarafından ceviz ler içinde cezaya könulan bir ha- nımcağız! Ne masum bakışlı bir genç kız, değil mi? Halbuki, Marie Tre- moing ismindeki bu haspa, Fran- sada, mücevherat — hırsızlıkları yaptıktan sonra yakalanmıştır . Görünüşe aldanmamalı! Ben, mani oldum... Seni, maiyetime alryorum... İşte, yeni vazifen, şu oda- dadır... Gel, sana dosyaları göstere - yim... Bunları tasnif edeceksin.. Her gün on dosya tamamlanacak. Tamamı- lanmadı mi, işin berbattır.... Artık bu meslekte sana fayda yok. Anladın mı?.. Haydi bakalım... , Delikanlı, çarnaçar razı olmuştu: — Bana karşı gösterdiğiniz saha - betten dolayı ne kadar teşekkür et - sem azdır... Sizi mahcup etmemeğe çalışacağıma emin olunuz... - dedi. İşte, — Şair Nuri, © günden beri, müdüriyet odasının yanındaki küçük dosya odasında haril harıl çalışıyor - du. İşin sarpa saracağını kati surette anlamıştı. Memuriyetinden — kovula - | caktı! Onun için, günde on dosyadan a - şağı yerleştirmiyordu. Yalnız o gün, verdiği vaadi tuta - madı. Zira, sabahleyin, aralık kalan kapıdan, müdüriyet odasında, kulağı - na bir muhavere ilişmişti: — Fikret Bey... Bunu sizden bek- lemezdim. — Nasıl bu işi yaptınız, azizim.... Üsküdar Hanımlar Terzi ders hanesi üçüncü devre devresini bi- tirerek yeni mezunlar vermiş, mek tepte Her gün kırdığı ceviz bini aş- eserlerinden Bonapart ta Korsikalıydı. mürekkep bir sergi vücuda 8© | miştir. Mektepte tahsil devi* dört aydır. Resmimiz mektebin ! | ni mezunlarını gösteriyor. Korsika adasının nufusu an“'k , elli bin kişi olmakla beraber ahf | lisi pek cevval olduğu için me' diyet gösterirler. Bir çok Frans? edipleri ve mütefekkirleri Ko kalıdır. Şimdiki kabinede Korsikalı nazır vardır. Napolet | Fakat, Korsikanın haşin ve l&: ? tabiati yalnız müspet sahada M" | cadele eden adamlar yetiştirm le kalmamıştır. Ayni zamandö! bu adanın haydutları da mbşb“f dur. Sinema yıldızları gibi, K? sikanın eşkiyası matbuat sütun” | rını işgal eder. Bunlar arasın"” son zamanda parlıyan Bornea © nihayet haydutlukla kat'i ıurâtğ. mücadele etmek kararını — ve jandarmanın eline geçmiştir. Yukarıki resim bu eşkiyayl ittir. Bornea, eskiden jand imiş, Bu sebeple, ceza yerken babı müşeddedeye çarpılacakti/ y — Bilmiyor musunuz ki, bu işin kanuni cezası büyüktür... Hattâ, sizi hapse sürükler... Bütün mahvolacaktır. Fikretin sesi: —- Biliyorum.. — Öyleyse... — Kendime hâkim değildim... — Hem, az buz bir para da değil... Üç bin Jira... — Maamafih, henüz bin küsur li- rası bendedir... — Onu derhal iade edin... Ö_teki kısmını da kısa bir zaman içinde anne- nizden mi getireceksiniz, babanızdan mı, nereden bulursanız bulunuz, yol- layınız.... — Annem, babam yok... — Evlisiniz... — Karmızın pederi VAr... Fikretin aklına, şimşek gibi bir fi- kir geldi. İlhami Bey ona para teklif etmişti... O, o zamanki vaziyet için- de, bunu reddetmişti... Lâkin, şimdi, ahval değişmiş değil miydi? Kibirin, azametin, afurtafurun zamanı çoktan geçmişti. Bu cürmün | beş sene hapis cezası olduğunu gayet vazih surette biliyordu. . istikbaliniz : | leri de yok etmenin, kanuni oîınwv] | — Bana bir hafta müsaade... “ | di. — Demek, bir hafta sonra MİJ' | yi halledebileceğinizi uıı-ıı.ıyı:ıı'ıun'llıf — Evet.... | — Haydi, öyleyse... Ben, henüz '“': seleyi keşfetmemiş clayım... Siz, P* , raları kasaya koyarsınız. Sahte 00’, L | onları değiştirmenin yolunu arı.rlf*" | — Bana karşı gosterıhgımı çok minnettarım, Müdür Bey Geçirdiğim buhranların ne oldılÜ’ bilemezsiniz. Bu uçuruma, rek, elimde olmıyarak ıuruklenw | Âdeta büyülenmiştim... B olacaksımız.... — Evet... , Ki iadan . bahsedildiğini , ON mişti — Halbuki, gül gibi zevceniz * Önun üstüne, yazık değil mi?.. artık, aklınızı başınıza toplıyın-:" bit | kulağınıza — küpe olsun... Lî-'::j hafta içinde parayı — bulup g€ şarttır ha... Anlıyor musunuz? — Anlıyorum efendim... vi (Devamı var) eli