v *la !1 5!,_!'"“ 1934 “Son sayıfadaki resme bakm! — Müstemleke ordusunun başça- Yuşlarından İbni Furtas ile zevce- N Zübeyde, Fransız yüzbaşısı iyi evlerine gene misafir al - Muşlardı. Bunu, âdeta gizli olarak Japıyorlardı. Zira hem Müslüman Muhitinin dedikodusundan, hem hükümetin dikkatini celbet- Mekten korkuyorlardı. Cezairin Fransızlar tarafından __Medilınui üzerine, gerçi, Müs- m kadınlarından bir çokları Açılmış, saçılmış; hattâ içlerinden ları Fransızlara bile varmış- | ardı. Fakat, ne de olsa, bir zev- Sin, zevcesini Hiristiyana Masma iyi nazarla bakılmazdı. İbni Furtasa Müslüman muhitin - de hürmet edildiği için, bu hüsnü Tazarı kaybetmekten çekinirdi. Gerçi, kendisi, evvelden çok Mutaassıptı. Maneviyatında hâ- kim olan, yalnız bu dini taassup Ye müstemleke ordusuna merbu - fiyetti. Halbuki, sarışım Fransız Zabiti, alaya tayin edilip kendisi - Te sıkr fikr ülfet ettiğinden — beri, Yünyayı görüşü değişmişti. Henri, ona: — Ben sol sosyalist fırkasına #izlice kayıtlıyım! -diyerek, itiraf fta bulunmuştu. -Bak, seninle dost ©lduk. Siz Araplar, dostluğa kıy- Met verirsiniz. Onun için, — bunu, tütüne, namusuna havale ediyo- Tüm, Hem, sırrımı, sana, kendi ça tinm altında tevdi ettim. Bunu fa- #edemezsin! İbni Furtas, taburda kendileri- "e verilen derslerden, bu sol sos - iyalistliğin ne olduğunu, — hulâsa- Ten öğrenmişti. Onun için, evvelâ, la gözlerini açtı. Sonra: — Hakkın var... -dedi.- Sen, hem benim dostumsun, hem de Sırrmı bana kendi evimde — tevdi tttin... Kimseye bundan bahsede- Mem... Lâkin, niçin böyle fırkala- Ya filân girdin?... Buna niçin lü - Zum gördün? Genç zabit, gayet natuktu... A- 'şlllı zevcesini evlerinde - gizlice Ziyaret ettiği geceler zarfında, iyetin kurtuluş nazariyelerin uzun uzadıya bahsetti: — Biz, müstemlekelerin — kur- tulmasmı, Arapların istiklâl — ka- Zanmasını isteriz... -diye telkin- lerde bulundu.- Sizin başmıza mu tallat olan bu istilâcı ordunun a - | indeyiz... Zira, benim millet - , seninkileri soymak için, , sana üniforma giydirmişler; Hîlvuı diye, bir de kulp takmış | Lı’--ı Kendi dindaşların, kendi Millettaşların aleyhine çalışıyor - Sun.., Onların Fransızlar aleyhine ı.ııhlıııııııılu'ı için, bekçisin... İbni Furtas heyecan içinde din- liyordu. Zübeyde de, bu söyleni - len sözlerin hakiki mânasını kav- Tayamamakla beraber, kocasının h’!eııılımıım ve zabitin — tesiri “nlı girişini alâkayla seyredi- Yordu. Arada sırada Henriye — dönü- T; göz ucu ile, Memnunane — ve bakıyordu. Bu a- "—ı hayatlarını yeni bir safhaya ; genç kadının önünde Yepyeni bir ufuk açacaktı... “Ah, h"". Henrinin istediği yola gir- diye içi titriyordu. Bundan kendisi için bir saadet Slntiğma enindi: / Zira, saraın çi çıkar- | dt MA JA"*)'. Yüi bi ö lilsre aa r bakllsiil X HABER — Akşam Postası Fransız zabitinin son derece akıl- x olduğuna itimadı vardı. | Bütün bu telkinlerin neticesi, | Ybni Furtas, Fransız müstemleke | ordusuna karşı sadakatini kaybet- ti. Sağda solda aleyhte konuşma- ğa başladı. “Bizim kanımızı emi- yorlar, Bizi istismar ediyorlar. İs- yan etmeliyiz!,, gibi sözler ağzın- dan düşmez oldu. Yalnız, dostuna karşı son derece hayran olduğu için, onu ele vermemek üzere asla ismini sarfetmiyor; bu fikirleri ondan aldığını kimseye itiraf et - miyordu. Nihayet, bu kadarla da kalma- dı... İsyan için bir nüve - teşkiline bile çalıştı. Bunda, muvaffak ta oldu... Fakat, yalnız nüve teşkiline... İsyana değil... Zira, cürmü meş - hut halinde yakalanarak, divanı harbe verildi... Beş sene müddetle hapse mahküm oldu, Zübeyde, şimdi, iki göz iki çeş- me ağlıyordu: — Netice neye vardı, görüyor musun?... -diyordu.- Beş seneye mahküm edildi...Şimdi ben, ne ya pacağım... Beş sene hem kocası o- lan, hem de olmıyan - bir kadın vaziyetinde beklemek... Sonra o- nun hapisten çıkması... Aman ya- rabbi.., Biz, böyle mi ummuştuk? Sarışın zabit: şambasına, Moda kenarlarından Çapa viraneliklerine kadar - sira- yet eden (Kız çağırma) tarzını biliyor musunuz?. Bilmiyorsanız ben size tarif edeyim: Çağrılan kızın adı ister iki, ister üç, ister dört, isterse beş, hatta altı yedi heceli olsun, fakat bu heceler mut | laka ikiye inecek ve meselâ (Me- liha: Meli) (Sabiha: Sabi) (Hu- riye: Huri) (Safinaz: Safi) şek- linde söylenecektir. Nasıl - söyle- nirse söylensin, herkesin kâhyası — Merak etme... -diye — teselli etti.- Ben, işi, kat'i surette halle- deceğim... Bana inan... Netice sa- adettir... — Henmri... Henri... Rica ede- rim.» Şu meseleyi hallet... Sabrım kalmadı... Kışla hapishanesinin âmiri, o akşam, Henri idi. Bütün tertibatı, İbni Furtası kaçırmak üzere aldı. Hattâ, ona bir de silâh tedarik et- ti... — Anladın, değil mi?... İlk ge- eceyi Minhariye ormanında geçi - | receksin... İkinci gece; Finnurda - ki Çoban kulübesinde kal...Öğle ü | zeri, Santura koruluğunun ağaç- ları seyrek yerine gel... Seni, ora- da, adamlarım karşılıyacak ve ka | çıracaktır. Artık, istiklâl hareke - | tini nasıl teşkil edeceğimizi ka- rarlaştırırız... — Hay Allah razı olsun sen- den... Seni, bu milletin başına Al- lah mı gönderdi?... olmadiğımız için, o bizim umuru- muzda değil.. Lâkin bu yeni biçim at çağrışın en nane molla, yahut AA R S AM Mahalle aralarında kâğıt helvacısı düttürü leylâlık tarafı onun gene yeni çıkma ahengindedir. Duydu- nuz ve dikkat ettinizse, tabil, far- kında olmuşsunuzdur: Birinci he- MK ea d eide he p . B ECS Santura koruluğunun ağaçları | seyrek yerinde, kendi ırkından | bir müfreze ile karşılaştı. Ve ne- ferler onu görünce: — Yüzbaşı Henrinin dediği doğru çıktı... İşte... -diye sevindi- ler... İbni Furtas ta sevindi: — Demek ki, orduda, benim gi- bi bir çok istiklâl taraftarları da - ha var... İşte, beni kurtarmağa geldiler... Birleşeceğiz... Ve arlık, arkası selâmettir... İsyan... Fakat, müfreze, silâhlarını, İb- ni Furtasa çevirdi: — Teslim ol... —'we — Alçak... Tüfeğe davranı- yor... Dost sandığı askerlerin kendi - ni yakalamak maksadile geldiği - ni anlıyan İbni Furtas, hakikaten, tüfeğe davranmıştı. Lâkin, vakit kalmadan, bir yaylım ateş göğsünü kalbura çe- virdi. Henri, o akşam, Zübeydeye müjdeyi verdi: — İşte sevgilim, artık istediği- miz oldu... Tamamile biribirimi - canı kendi elimizle ortadan — kal- dıramazdık... Mes'uliyet korkusu vardı... Onu, divanı harp kararile temizlemek — kolayını aradım... Halbuki, ümidimiz hilâfına — yal- nız beş seneye mahküm ettiler... Ben de, müsellehan kaçmasını te- min ettim... Bu vaziyetteki firari- leri ise, kurşunla vurmak mübah olduğu için, mesele basitleşti... Ar tık, biribirimiziniz... (Hatice Süreyya) B RR İ SAĞ A EEi ai ziniz... Evlenebiliriz... Tabii, ko - | Asri genç Ada çamlıklarından Fatih Çar- | ı l 1 | | kızların adların nasıl çağırıyorlar ? —— -—— Istanbul bahçelerinden biri celer üç elif miktarı çekilecek. Sonra, biraz yani bizim alaturka musikideki bir es kadar durulup daha kısa olarak ikinci hece bağ- rılacaktır: Mee...lii!.. Saaa.. bii!. Huwu.. rii! Sasa.. fii!.. gibi.. Ge- çen gün baktım, Balatın üstü ile Karagümrüğün alt tarafındaki te- neke mahallelerin birinde elinde- ki küçük gaz tenekeleriyle çeşme- vamean ae aa — “Fakat bu, kuru fasulye ile Vermut — içmiye, yahut likörle simit ; yemiye benziyor a Diye gene tavukları kovalamı- ya başladı. . . * l Çıtkırıldımlık bazan iyidir &- » | ma, yerine göredir. Meselâ şu re- simde gördüğünüz mükellef bah- çedeki bembeyaz masalara kurul- muş, yanrbaşlarındaki nazeninim çalgı dinliyen küçük hanımlar o- rada biribirlerini: yesuya giden ayağı takunyalı, | — Meee-li!., Saaa.. bii!.. Huu- kısarak basma entarisi yellim ye- lâli çıplak ve sıska baldırları yer ısırıkları ve pire tersleriyle bezenmiş on iki, on üç yer sivrisinek yaşlarmda sarışım bir. kızcağız çeşmeye giden tozlu ve süprüntü- | lü yolun biraz ilersindeki virane- de tavukları kovalıyan kendi ya- şındaki bir kız arkadaşına yukar- | daki eda ile kırıta kırıta bir sesle- l niş seslendi ki buna ben bile ba- — Maaa... zeez.. Maaa.. zeez!.. (Muazzez olacak). Öteki, birden sesin geldiği ta- | rafa döndü ve önü sıra kovaladığı tavukları, horozları filân unutup rüil. Diye çağırırlarsa kulak alışkan- hığı olduğu için orada kendilerine kimse aldırış etmez. Fakat, henüz sokaklarında bol bol alacalı ma> cun, pekmezli mahallebi, keten | helvası, mısır buğdayı, tahin pek- hemen ellerini çırparak ayni bi- | * vi | çim yeni düttürüleylâ yapmacığı ile o da onun adını çağırarak söz- de ona cevap verdi: — Laaamii!.. Laaa.. Mü!., (Lâ- mia olacak). Derken, oradaki yarı nn tız — Kız, yumurcak kız! Kız bo- yu bosu devrilesi kız! Kız, yerin dibine batası kız! Kız afacan ölü- müne uğrıyası kız! — Ne var anne! — Ölünün körü var! Ocakta n- teş geçti, kazanm dibi çayır çayır yandı.. Hani su?.. — Getireceğim anne!. — Getiremez ol. Cemilenin peltek kızr deli Zibâ gibi ne bağrıyorsun?. Haydi ça- buk, yürü suyu getir bakayım! Zavallı kız bağırdığına bağıra- cağına bin kere pişman olmuş gi- bi önüne bakarak kös kös çeşme- nin yolunu tuttu, öteki de: — Geh bili bili kış kış kış.. teneke, yarı çinko, yarı tahta ve yarı kat- ranlı bez kaplı, jerden yapma, al- çak evlerden birinin açık pencere- sinden orta yaşlı bir kadın başı u- zandı ve uzanmasiyle beraber de eski çeşit sunturlu kalayları bas - Yolun aorta- sında durmuş da öyle Kocabaş Kenar mahallelerde mısırcı mez satılan ve kâğıt helvacısı tablasını yere indirdiği vakit sağ- dan soldan, önden arkadan sekiz ©n çocuk birden: — Anne, ben de isterim! Diye ağlamalı makaraları sal- veren kenar mahallelerde hiç bu çeşit isim çağırmalar söker mi?. Hem, bu isimleri doğru dürüst çağırmak dururken Kocabaş Ce- milenin peltek kızı gibi bunları sonlarından güdükleştirip başla- rından uzatarak nota ile ıskala geçer gibi çağırmakta ne mana vardır?. Oğlan kardeşleri, henüz biri- birlerini: — Ulan Âmet!.. Ne var, Memet! Diye çağrırlarken kenar semt- lerdeki küçük hanımlar biribirle- rini: — Mee.li!,. Saa.. fii!., Diye çağırmaları kuru fasulye ile vermüt içmeğe yahut likörle simit yemeğe benzer. Osman Cemal ulan