17 Ağustos 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— ler olur muü?... HABER — Akşam Postası 17 Agustos 1934 — - ÂŞ Abdülhamit Ve Gözdeleri Tarihi tefrika: 37 | Aradan üç gün geçmişti. Bir akşam Fehim Paşanın sa- dık kafiyelerinden Servet Efendi koşarak geldi: — Paşam, dedi, bugün Seren- cebey yokuşundaki evin önünde dolaşırken, pencerelerin perdesiz- liği gözüme çarptı.. Köşedeki bak kala sordum: “A.. Onlar dün ge- ce taşındılar...,, diye cevap verdi. Servet Efendi sözünü tamam- layamadı. Fehim Paşa yıldırrmla beyninden vurulmuşa döndü: — Nereye taşınmışlar... Sen rü- ya mı görüyorsun? Diye bağırdı. Servet daha ciddi bir tavırla: — Vallahi taşınmışlar, Paşam! Kaçmışlar... Mahalleden hiç kim- se nereye gittiklerini bilmiyor. de di. Fehim Paşa hiddetinden küp- lere biniyordu, — Eyvah, bütün plânlarım alt üst olacak.. diye söylendi. Palto- sunu giydi. — Haydi, düş önüme... Ve bir arabaya binerek Beşik- taşa geldiler. Serencebey yokuşu- nu çıktılar.. Saadetin kapısını çal- dılar. Ses yok. Bir daha.. Birkaç defa vurdular. Kapı açılmadı. Fehim Paşa mahalle bekçisini buldurdu: — Kır şu kapıyı..! Kapıyı derhal kırmışlardı. Fehim Paşâ-evi baştan başa dolaştı. — Alçaklar.. Evde nereye gittiklerine dair ufak bir iz bile bulamamışlardı. Kaçıramadıkları bazı büyük ev eş daha Bizi aldattılar yasını odalarda bırakmışlardı. Fehim Paşa bekçinin yakasına yapıştı: — Geceleri uyuyor musun a kâ- rata...? Koskoca evi soysalar ha- berin ölmayacak, Bunun bir hır- sızlıktan ne farkı var? Ve bekçiyi ayağının altına ala- Ü yak kamçılamağa başladı. Ondan sonra dayak sırası, köşe başındaki bakkala gelmişti. Çünkü mahalle bakkalrı hafiyelerin adamıydı. Ma efrikâ numarası : 50 le başlamıştı. “—— Keşke tanıştırmasaydım... Hem ne münasebet, canım! nişanlımdır, hem- şirem midir, diye sormadan böyle söz- Ben de Ferhadı ra- brtalr bir çocuk sanırdım... Meğerse ne kadar aldanryormuşum...,, Filhakika nakeh zuhur delikanlı te- — peden inme öszlerine devam ediyordu: — Sizi İstanbulda — otomobilinizle | gezerken görürdüm... O zamandan beri daima nazarı dikkatimi celbederdiniz.. — Fakat bir türlü sizinle tanışmak fırsa- tınt bulamamıştım. Şimdi ne iyi oldu. — İzmire beraber gidiyoruz. Bu seyahati birlikte geçirdikten başka — İzmirde de dolaşırız.. Ben orasını, gayet iyi biliyo- rum... Ârzu ederseniz mihmandarlığını- zı yapayım.. Fikret — renkten renge giriyordu. hallede olup bitenleri derhal sivil Yazan: Ishak Ferdi memurlara haber verirdi. Fehim Paşa Necdetin nereye gittiğini sordu. Bakkal şu cevabı verdi: — Necdet Bey dükkâna geldi, hesabını gördü, evvelce sarayda oturduklarını, ve tekrar saraya git melerine iradei seniye sadir oldu- ğunu söyledi. Kendilerini selâm- ladık.. Beşiktaşa doğru indiler. Buna siz de olsanz inanırdınız, Paşam! Fehim Paşa şaşaladı. — Acaba...? Diye içine bir şüphe girdi. Evin kapısını kapadılar ve bekçiyi ka- pıya bırakarak arabaya bindiler. Fehim Paşa evvelki kadar hid- detli değildi.. Bakkalın verdiği malümat kendisini biraz teskin etmişti. Kendi kendine: — Belki de Padişah irade etmiş tir. Birdenbire Saadetle Necdeti tekrar saraya aldırmıştır, diyordu. Fehim Paşa bu düşünce ile Yıl- dız sarayma gelmişti. O gün sarayda Mabeyinci Nuri Bey nöbetçi bulunuyordu. Fehim Paşa Nuri Beyin odasına istemiye rek girdi: — Sizi vakitsiz rahatsız ediyo- rum, ama.. İş icabı.. Ne yapalım? Diyerek bir koltuğa oturdu. Fehim Paşa Nuri Beyden hiç de hoşlanmazdı. Bir müddet biri- birlerine mânalr tebessümlerle ba- kıştılar. Fehim Paşa Nüri Beyden haber bekliyordu. “ — Sizinkiler gene geldiler!,, Diyecek sanıyordu, Halbuki Nuri Bey önündeki i- şiyle meşgul olmağa başlamıştı. Fehim Paşa tekrar terlemeğe başladı. Sormağa cesaret edemi- yordu. Daha bir gün evvel, Nuri Beye: “— Bütün gizli teşkilâtı yaka- lamak üzereyim!,, diyen kendisiy- di. Şimdi: (a “—- Onları kaçırdm....,, Demekle Nuri Beyin yanmda nekadar küçülecek, mahcup ola- caktı. Üstüste birkaç cıgara içtikten sonra, başını kaldırdı: ; Aşk mı, Servet mi? j “Nâkili: (Vâ - Nö) — denbire orta yerde beliriveren bu adam, — , Ona zait görünmüştü. Kıskanmağa bi- Genç kadın, bunun farkına varmış ola- caktı. Muhavereyi değiştirmenin — bir kolayını aradı, Ve derhal şu bahse geç- ti: — Hakkımda gösterdiniz teveccüh- ten dolayı çok teşekkür ederim. Fakat eminiz olunuz, hatanız ilk — cümleden başlıyor.. Bu vapurun en güzel kadını: Ben değilim... — Birlikte seyahat ettiğimiz çarşaf- hı bir hanım var.. Maalesef, yüzü gözü kapalı... Fikret onu peçeli gördü. Be - nimle ayni kamarada seyahat ediyor.. Ah şu saatte yanımızda — bulunmalıydı da, asıl güzelliği onda görmeliydiniz.... Şadiye Hanım, uzun uzadıya peçeli kadının ne bulunmaz birletafette olduğu nu anlattr. Fakat delikanlılar — dinlemi- yorlardı bile... Sofrada, yanlarındaki iskem'elerde oturan diğer erkekler, Şadiye Hanımla alâkadar olmrya başlamışlardı... Her bi-! ğikâzetler,' Temenniler: Tozdan kurtula- mıyan mahalle Okuyucularımız şüphesiz hatırlar- lar: Sultanahmette Ticaret mektebi ya- nından inen Nakilbent caddesindeki ev- lerde oturan hanımlar bundan iki ay ka- dar evvel kafile halinde belediyeye gi- derek şikâyette bulunmuşlardı. Şikâ- yetin mevzuu şuydu: İstanbulun muhtelif — semtlerindeki yapılardan çıkan toprak ve molozlar bu caddeden arabalarla geçirilmekte ve a- şağı taraflar götürülmektedir. Bu yüz- den o cadde toz, toprak içinde kalmış, evlerin renkleri değişmiş, pencereler a- çılamaz hale gelmiş, tabii ahalinin sıh- hati tehlikeye girmiştir. Şikâyetçilere, bu müracaatları üze- rine, kat'i vartta bulunularak bu halin önüne geçileceği bildirilmişti. Fakat... . Dün bu mahalleli namına matbaa- mıza gelen iki hanımın söylediklerinden anlıyoruz ki iş sadece parlak ve kuru bir “vart,, tan ibaret kalmıştır. Hanımlar diyorlar ki: “— Şikâyetimiz Üüzerine bir gün caddeyi suladılar. İşte o kadar... Sonra gene eski hamam, eski tas!.. Moloz ve toprak arabaları gene caddeden geçmek- te, gene ortalık toz içinde kalmakta, ge- | ne pencereleri kapalk: duran evlerimizin içine kadar giren tozlar her tarafı ber- bat etmektedir... Değişmiş bir şey yok- tur.. Şikâyetimizi tekrarladık.. Fakat fay- dasız! Beeldiye reis muavini beye git- tik; “Kaymakam gidin!,, dedi, Kayma- kam beye müracaat ettik. Nahiye mü- dürü beye havale etti. İşimiz gene öy- lece kaldı.. Ne yapalrm? Halli bu kadar basit bir iş için Başvekâlete, Millet Meclisi- ne mi müracaat edelim?,, .M.." —Bir şeyden haberiniz yok mu, Nuri Beyefendi? Diyebildi. Fehim Paşa bu sözleri :söyler- ken, alnımdan damla damla ter dökülüyordu. Nuri Bey gözlüğünün üstünden baktı: — Hayırola, Paşam.. Ne var? — Canım efendim, sarayda dö- nen işlerden siz haberdar olmaz olur musunuz? Bir şeyden habe- riniz yokmuş gibi davranıyorsu- nuz! Nuri Bey gözlüğünü çıkardı: — Vallahi bir şeyden haberim ' yok.. Neyi kast ettiğinizi anlaya- madım? Sizi şerefimle temin ede- rim ki, dünden beri mühim bir hâ- disce olmamıştır. Yoksa siz bir şey ler duydunuz da benim ağzımı mı arıyorsunuz ? (Devamı var) mevzular açtılar... Bir İngiliz — zabiti: — Affedersiniz, hangi lisan konuşu- yorsunuz? Bu kadar güzel bir dilin mev- cudiyetinden haberim yoktu... diye söze başladı ve çok geçmeden — adam akıllı ahbap oldu.. Bunu fırsat telâkki eden diğer komşu: lar da lâfa karıştılar. Lâkin her birinin halinden umumiyetle hasbihal — etmek değil, güzel bir kadınla lâf açmak kay- gusu bariz bir surette görünüyordu... Şimdi artık kıskanmak sırası Ferha- da da gelmişti... O da Fikret gibi somur- tuyor, yanımdaki güzel kadımı kendine hasretmek istiyordu.. Yemek bu minval üzere nihayet bul- du... Güverteye çıktılar... Bir an sonra Ferhat kamarasına in- mişti.. Fikret: “— Ne yazık, diye düşündü, şimdi nerdeyse gene gelecek, bu güzel gece- de Şadiye ile başbaşa kalamıyacağım... İlk defa olarak ona karşı epeyce mer- butiyet duydüğumu hissediyorum...,, Filhakika, sofradaki bütün erkekle- rin diğer kadınları ihmal ederek Şadiye ile konuşmuş olması, delikanlının naza- ÜZA l e UO GA Keyfi tahlil: Bu nevi tahli!'de mü - rekkep cismin, içinde hangi unsurla - rin bulunduğu tayin edilmekle iktifa olunur. Meselâ: Su, klorü sodyom gi- bi cisimleri unsurlarına ayırmak key- fi tahlildir. Bir halitanın hangi ma - denlerden müteşekkil olduğunu bul- mak, bir milhin hangi hamız ve e - sastan —terekküp ettiğini meydana koymak için yapılan ameliyeler keyfi tahlildir. Bir milhin maden ve hamızını ara- mak usulü: Tahli! olunacak — cismin evvelâ rengi, kokusu, lezzeti gibi ev- safına bakılır. Böylece cismin temyi- zine yardım eder malümat elde edilir. Sonra cisim toz haline getirilir ve az miktarı bir tecrübe borusuna konur. Üzerine su ilâve edilir. Eğer soğuk suda erimezse su ısı- tılır. “Kullanılacak su — maimukattar yani saf sudur.” Cismin suda tama - men eriyip erimediğini anlamak için su süzülür. Ve süzülmüş mayiden bir kaç damla — bir saat camı üzerinde mütebahhir olunur. Bakiye kalıp kal- madığına bakılır. Eğer bakiye kal - mazsa cisim suda erimiyor demektir. Eğer suda eriyor ve saat camı ü - zerinde asarı kalıyorsa tahlil edile - cek cismin kısmı azamı suda eritilir. Bir kısmı da bir tarafta ihtiyat olarak bırakılır. Elde edilen mahlül bir “ipti- dai mahlül” dür. Eğer cisim suda erimiyorsa evve- lâ soğuk suda sonra sıcak suda hamı- zı klorümâ — asid kloridrik veya ha- mızı azotla asid azotik muamele edi - lir. Böylece ekseri madenler karbo - nat — karboniyet yahüt sülfit — kib- ritiyet yahut klorür — kloriyet yahut nitrat — azotiyet milhleri haline ge - rerler. : Eğer cisim hamızlarda da erimez ise mai zerrin — eat rögale ile mua- mele olunur, n Cisim hamızlarda olsun mai zerrin- de olsun halledilince husule gelen mahlül kuruyuncaya kadar ısıtılarak fazla kalmış hamız veya mai zerrin çıkarılır. Kalan bakiye suda halledi - lerek “ iptidai mahlül ” elde edilir. Şuraya dikkat etmelidir ki, cisim hamızda inhilâl ederse inhilâli esna - sında vukubulan hâdiseler not edil - melidir. Mesel hamızlarda — karbonat milhleri hamızı karbon, sülfür milh - leri kükürtlü idrojen, sülfit milhleri gaz kibritiyeti neşrederek inhilâl e - derler. Kibritiyeti baryom, kibritiyeti strons- yom, kibritiyeti kurşun, kalevi olmı- yan silisiyet “silikat” lar hamızlarda da, mai zerrinde de erimezler. Bu gibi cisimlerin tahlilinde bun - lar karboniyeti sodyom yahut karbo- niyeti potasyom ile karıştırılarak plâ- tin yahut porselen bir pota içine ko- | nur ve hamlaçta şiddetle izabe edi - lir. Bu muamelede kalevi kibritiyet . Yi âyrı bir bahıme bularak, * imüpterek tırmıştı.. Garip bir erkek haleti ruhiyesi! Hoş.. Kasınlarınki de başka türlü değildir ya!?.. Bu sırada, Şadiye, kısa bir tereddü! geçirdikten sonra: — Size bir teklifim var, dedi, şu bi- rinci mevki güvertesinde dolaşmıyalım.. Haydi, sizinle beraber, vapurun burun tarafına gidelim... Oradan, yakamozları seyretmek, pek hoşuma gidecek... İlerde bulunmağı da çok severim... Hem size bir şey söyliyeyim mi? Benim, bu, Fer: hat bey hiç te hoşuma gitmedi... Gayet sun'i, hattâ; arkadaşınız olmasa, daha fazlasını söyliyeceğim... Azıcık züppem- Sİsse Fikret, sadece: — Ya, öyle mi buldunuz! iktifa etti.. Fakat, için için o kadar memnun ol- muştu ki, demek, — bu kadının alâkası sade kendine idi... O, bütün Havva kız- larınca beğenilen, — ve reddedilemiyen Ferhadı kendine kıyasla dun bulmuştu. Bir erkeğin gururunu okşıyan bundan daha büyük ne vardı... KErymet verdiği rakibine üstün tutulmak! İşte bu, en fazla koltuk kabartaan bir cihetti... demekle rında genç kadının ehemmiyetini art - Nakıl ve tercüme hakkı mahfuzdü” Yazan: M. Gayur veya silisiyet ile inhilâl etmiyen kar” boniyetle hasıl olu:. Bu karboniY';'d.f hamızı klorümada halledilir. ve “iPt” dai. mahlülü” elde edilmiş olur. Elde ödilen ” “iptidai mahlâl” Ü9 kısma ayrılmalıdır: Birinci katyonlar, ikinci kısımla ,myonll" araştırılır. Üçüncü kısım ise kontf0” la tahsis olunur. KATYONLARIN ARAŞTIRIL * MASI — Katyonlar başlıca beş grtP” tur: 1 — Asid kloridrik “ H CI İl* tortu veren katyonlar: Kurşun, gü * müş, merküro, civa katyonları. 2 — Mutedil veya zayıf hamif mahlülleri kükürtlü idrojen H? $ ilt tortu veren katyonlar: | Arsenik, antiuan, kalay, altın, Pi?' tin, merküri, cıva, gümüş, kurşun, mut, bakır, kadiyom, iyonları. 3 — Hafif amonyaklı mahlülleri klof” amonyom müvacehesinde kibrit amöf” yom — (N H")? S mahlüliyle tortu * ren katiyomlar: Demir, nikel, k , manganez, çinko, alominyom, krom katı yonları. 4 — Kloru amonyon müvacehesin * de karboniyeti amonyom — (N H')'c | O* mahlüliyle tortu veren katyonlar' | Kalisyom, baryom, stronsyom katyöüf” ları, 5 — Hiç bir miyarla tortu vermiyt" katyonlar: sodyom, amonyom katyöl' ları. Birinci grupta: İptidat mahlül yüzd? on nisbetinde asid kloridrik mahlüliy!! müamele edilir. Eğer mahlül tortu vef” mezse içinde birinci grup madenlerir den bulunmadığı anlaşılır. Eğer tort! verirse bu tortu ya kloru kurşun —? CI, yahut kloru gümüş — Ag Cl yahutt? merkürü kloru cıya — Hg? CI? dir. Tof” | tuyu mayide nayırırız. Az miktarda mö' yü vakıkattarla kaynatırız. — Erirse 1dif” ru kurşundur. Çünkü — kloru kurşut” suda erir. Erimezse amonyakla mu * 4' amele ederiz. Eğer amonyakta erir#? kloru gümüştün — Erimezse kloru cıvi” dır. İkinci grupta: İlk tecrübede asid kle* ridrik mahlülünde hamızlaştırılmış — V* hafifce ısıtılmış olan — “iptidai mahlüle den kükürtlü idrojen gazı — geçiririz! Eğer tortu hasıl olürsa mahlülde ı.lı:lnd grup iyonlarından biri Var — demektir Eğer tortu husule gelmezse ikinci grtP iyonlarının da bulunmadığını anlarız: Tortu husule gelirse tortuyu may” den bir filitre kâğıdiyle ayırdıktan G maimukattar ile güzelce yıkadıktan sofi” ra sarı renkte kibriti amonyom — (N İ H*)? S* mahlüliyle altmışdereceye kö' dar ısıtırız. Bu sırada arsenik, antim?” ? an, kalay altın, pilâtin, sülfürler erir; d — ğer sülfürler sarı kibriti amonyomda Jî l mez, A (Daha bitmedi) — — Aman şu merdivenden inelim"” Ferhat beyle karşılaşmayız.. Kamaralarla deniz arasındaki ka * ranlık koridorlardan geçtiler... EWJ ikinci mevki, sonra döşeklerini yere miş üçüncü mevki halkı... Ve ni dar bir merdiven... Ve vapurun burnu" Ön bayrak direğinin yanına i lar... İki Yunus balığı vapurla yarış J yordu. Bu güzel manzarayı seyrettilef” Konuşucak pek çok şeyleri vardı... kat, lâkırdıya nereden başlamak lâff geldiğini ikisi de tayin edemiyordl&:' : Fikretin aklma; Yunus balıklariY vapurun yarışı hakkında felsefeler _" liyordu. Biri hissi temsil eden, öteki IJ mantığı demek — istiyordu... yf vapur, bir hedefe doğru, bir fikir mah lü olarak ilerlemektedir. Yunus balıkl&” ise ne tarafa gittiklerini biımiyof"_"_ Onlar, sadece yarışa kılkı;mışlıf“ yak' Fakat neticede vapura galip gelnîf' rir kabil mi?. Muntazam ve yeknasak YU "ğ şüyle, nihayet, hedefe vasıl olacak pur, Yunus balıklarının mecali lnh'::; | cak.. Yorulup yarışı yarıda bırakâ pu lardır... İşte, şimdilik Türkânın aşt yar güzel ve şairane balıklar gibi, if, ” zarifı rif şekiller çizerek ve ziyolar MFM (Devamı qı!)

Bu sayıdan diğer sayfalar: